banner banner banner
İntihar kulübü
İntihar kulübü
Оценить:
 Рейтинг: 0

İntihar kulübü

İntihar kulübü
Robert Louis Stevenson

Cömert ve hünerli bir prensle onun sadık ve cesur hizmetkârı, hayatını sonlandırmak için büyük bir arzu duyan, ancak bunu yapacak cesareti olmayan insanların bulunduğu tuhaf bir kulübe katılırlar ve kendilerini hayal bile edemeyecekleri kadar büyük bir maceranın içinde bulurlar.

İntihar Kulübü, usta yazarın Yeni Binbir Gece Masalları adıyla bir araya getirdiği, az bilinen ve okuru heyecandan soluksuz bırakacak birbiriyle bağlantılı 3 hikâyesinden oluşuyor. Ayrıca kitapta, yazarın kapsamlı bir biyografisiyle kitabın yazılma hikâyesini bulabilirsiniz.

Ben kum saatlerinden, haritalardan, on sekizinci yüzyıl baskı sanatından, kahve tadından ve Stevenson’ın düzyazısından büyük keyif alıyorum.

– Jorge Luis Borges

Robert Louis Stevenson

İntihar Kulübü

Biyografi

İskoç romancı, şair ve deneme yazarı Robert Louis Balfour Stevenson, 13 Kasım 1850’de Edinburgh’da Thomas ve Margaret Stevenson’ın tek çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. UNESCO’nun çeviri kitaplar konusunda oluşturduğu veri tabanına göre Stevenson, eserleri yabancı dillere en çok çevrilen yazarlar listesinde 26. sıradadır. Jorge Luis Borges, Bertolt Brecht, Marcel Proust, Arthur Conan Doyle, Henry James, Cesare Pavese, Ernest Hemingway, Rudyard Kipling, Jack London, Vladimir Nabokov, J. M. Barrie ve G. K. Chesterton gibi pek çok ünlü yazarın hayranlığını kazanmış ve övgülerini almıştır.

İskoçya kıyılarındaki deniz fenerlerinin pek çoğunu inşa etmiş olan Stevenson ailesi, İskoçya’nın tanınmış ailelerindendir. Özellikle Robert Louis Stevenson’ın büyükbabası olan Robert Stevenson ünlü bir inşaat mühendisi ve tasarımcıdır.

Hayatının ilk yıllarını ardı arkası kesilmeyen ateşli hastalıklarla geçiren Robert Louis Stevenson, bu hastalıkların etkilerinden hayatı boyunca kurtulamamış ve sonraki yıllarda da sürekli olarak sağlık problemleriyle boğuşmuştur. O tarihlerde hastalığı teşhis edilemediği gibi tedavi konusunda da herhangi bir şey yapılamamıştır. Ölümünden sonra yazarın hastalığının tüberküloz, bronşit ya da sarkoidoz olabileceği yönünde tahminler yapılmıştır.

Altı yaşına geldiğinde evinin yakınındaki okula gönderilen Stevenson, değişik görüntüsü ve karakter yapısı nedeniyle çevresine uyum sağlayamamıştır. On bir yaşına geldiğinde Edinburgh Akademisi’ne gönderilmiş, burada da aynı problemi yaşamıştır. Sağlık problemlerinin de öğrenim hayatını sık sık sekteye uğratması nedeniyle okula devam edememiş, çalışmalarını evde özel öğretmenler eşliğinde sürdürmüştür.

Yedi ya da sekiz yaşına kadar okumayı öğrenemeyen yazar, ilk hikâyelerini annesi ve bakıcısına dikte ettirmiştir. Çocukluğu boyunca büyük bir tutkuyla hikâye yazarken en büyük desteği babasından görmüştür. Gençlik yıllarında hikâye yazmayı babası yüzünden bırakmak zorunda kalan Thomas Stevenson, kendi oğlunun yazmaya duyduğu ilgiyi büyük bir sevinçle karşılamış, ilk kitabının yayımlanması için gereken maddi desteğin tamamını da sağlamıştır.

1867 yılına gelindiğinde ailesinin diğer bireyleri gibi mühendis olmak üzere Edinburgh Üniversitesi’ne girmiş, burada dersleriyle hiç ilgilenmemiş ve tüm vaktini ders dışı etkinliklere harcamıştır. Aile mesleğini sürdürmeyi reddedip sanat öğrenimi görmeye başlayan kuzeni Bob ve katıldığı bir kulüpte tanıştığı bazı arkadaşlarının etkisiyle okuldan iyice uzaklaşmıştır.

Yaz tatillerinde ailesinin mühendislik çalışmalarını yerinde inceleyebilmek için deniz fenerlerini gezen Stevenson, gördüğü yerlerden ve kişilerden aldığı ilhamla yeni hikâyeler kaleme almıştır. 1871’de mühendislikle ilgilenmeye devam etmeyeceğini ve hayatının geri kalanını yazarak geçirmeyi planladığını ailesine açıklamıştır. Bu durum ailesini biraz üzmüşse de beklemedikleri bir şey değildir. Aynı üniversitede hukuk öğrenimi alması koşuluyla mühendislik öğrenimini yarıda bırakmış, hukuk fakültesini bitirmiş olsa da hayatı boyunca hiç avukatlık yapmamıştır.

Bu yıllar aynı zamanda Stevenson’ın bohem hayatının da başlangıcı olmuştur. Uzun saçları ve kadife ceketiyle partilere katılmış, ailesinden aldığı harçlığı ucuz barlar ve genelevlerde harcamıştır. Hıristiyanlığı reddedip ateist olmaya karar vermiş; bu durum, Stevenson’ın üye olduğu bir kulübün broşüründe “Ebeveynlerimizin öğrettiği hiçbir şeye saygı duymayın!” sloganını gören babasının üzerine gelmesiyle ortaya çıkmış ve aile arasında ciddi problemler yaşanmıştır.

1873’te İngiltere’ye giden yazar, burada edebiyat çevrelerine girmeye başlamış ve kendisine bu alanda yardımcı olabilecek kişilerle tanışmıştır.

1880’e gelindiğinde Fanny Van de Grift Osbourne’la evlenmiş, bu esnada iyice ağırlaşan hastalığına iyi gelecek yerler arayışıyla sürekli seyahat etmek durumunda kalmıştır. Bu yıllar, hastalığına rağmen yazma konusunda en üretken olduğu yıllardır. Başta Define Adası’yla Doktor Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikâyesi olmak üzere pek çok eserine bu dönemde imza atmıştır.

Stevenson, hayatının son yıllarını Samoa’ya bağlı Upolu adlı bir adada geçirmiştir. Burada ona, Samoa dilinde “hikâye anlatıcısı” anlamına gelen Tusitala lakabı verilmiş, kısa süre içinde ada halkının akıl danıştığı biri haline gelmiştir.

3 Aralık 1894’te karısıyla konuşmaktayken birden “Bu da ne?” diye bağırmış, karısına “Yüzümde bir tuhaflık var mı?” diye sormuş ve ardından yere yığılmıştır. Birkaç saat sonra da hayatını kaybetmiştir. Ölüm sebebinin beyin kanaması olduğu tahmin edilmektedir.

Samoalılar, kırk dört yaşında hayata veda eden Tusitala’larını mezarına kadar omuzlarında taşımıştır. Yazarın mezarı denize bakan bir tepenin başındadır.

I. Dünya Savaşı sırasında aile bireyleri tarafından açık arttırmaya sunulan Stevenson’ın orijinal elyazmalarının büyük kısmı günümüzde kayıptır. Define Adası da kaybolan elyazmalarından bir tanesidir.

Stevenson’ın dikkat çeken bir diğer özelliği de müziğe olan ilgisidir. Flüt ve piyano çalabilen Stevenson, hayatı boyunca 123 beste ve düzenlemeye imza atmıştır. Ayrıca 10 kadar şiirini de bestelemiş olduğu bilinmektedir.

Stevenson, yaşadığı dönemde de oldukça tanınan ve adını edebiyat çevrelerine duyurmayı başarabilmiş bir yazardı. Ancak I. Dünya Savaşı’nın ardından, çağdaş edebiyatın yükselişiyle birlikte, yalnızca çocuk kitapları ve korku hikâyeleri yazan bir yazar olarak görülmeye başlandı.

20. yüzyılın sonlarına gelindiğindeyse çok yönlü bir sanatçı oluşu, sosyal eleştirileri, yüksek öngörüsü, sömürgecilik dönemine dair tanıklığı ve hümanist söylemlerinin fark edilmesiyle hak ettiği ilgiye yeniden kavuşmuştur. Geçmişte, edebiyat incelemelerinde kendisine yer vermeyen araştırmacılar, yazarın hayal gücünün sınırsızlığından ve yazma yeteneğinin eşsizliğinden söz eder olmuşlardır. Robert Louis Stevenson, günümüzde tanınan ve çok okunan bir yazardır. Eserleri pek çok dile çevrilmiş ve çevrilmeye devam etmektedir.

Eserleri

Robert Louis Stevenson’ın en çok bilinen eseri hiç kuşkusuz Define Adası’dır. Define Adası ilk kez 1881-82 yıllarında bir çocuk dergisinde tefrika edilmiş, 1883 yılındaysa kitap olarak basılmıştır.

Günümüzdeki tek gözü bantlı korsanlar, omzunda papağanıyla gezen tek bacaklı denizciler, tropik adalar, “X” ile işaretlenmiş define haritaları gibi defineler ve korsanlıkla ilgili pek çok imgenin çıkış noktasının bu kitap olduğu varsayılmaktadır. Dolayısıyla, bugün benzer türdeki hikâyelerin pek çoğuna belli bir ölçüde kaynaklık ettiği düşünülebilir.

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikâyesi, yazarın en çok bilinen kitaplarından bir diğeridir. İlk kez 1886 yılında yayımlanan bu kısa roman, Türkçeye 1942 yılında İki Yüzlü Adam adıyla çevrilmiştir.

Kişilik bölünmesi konusunu işleyen Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikâyesi, Victoria döneminde yaşayan bir avukat olan Mr. Utterson’ın gözlemlerini anlatmaktadır. Avukatın dostu olan Dr. Henry Jekyll, zaman zaman şehvet düşkünü bir canavara, Mr. Edward Hyde’a dönüşmektedir.

Mr. Utterson, Dr. Jekyll’la yan yana hiç görmediği yeni asistan Mr. Hyde’ın gizemini çözmeye çalışır. Dr. Jekyll’ın bıraktığı notu okurken Mr. Hyde’ın aslında Dr. Jekyll’dan başkası olmadığını öğrenir. Mr. Hyde, Dr. Jekyll’ın şeytani tarafıdır. Roman, insan doğasının bir alegorisi olarak yorumlanmaktadır. Dr. Jekyll insan ruhunun iyi tarafına, Mr. Hyde ise kötü tarafına işaret etmektedir.

Stevenson, bunların yanında Kaçırılan Çocuk ve Siyah Ok gibi romanlar, New Arabian Nights (Yeni Binbir Gece Masalları) adıyla topladığı hikâyeler, şiirler, makaleler ve gezi yazıları kaleme almıştır.

Kitap Hakkında

İntihar Kulübü, Stevenson’ın New Arabian Nights (Yeni Binbir Gece Masalları) adıyla bir araya getirdiği hikâyelerin ilk cildinin bir bölümünü teşkil etmektedir. Bu hikâyeler ilk olarak 1877 ve 1880 yılları arasında dergilerde, 1882 yılına gelindiğindeyse kitap olarak yayımlanmıştır.

Bu derlemede, Stevenson’ın yayımlanan ilk kurmaca metinleri, bazı eleştirmenlerce yazarın en iyi çalışmaları sayılan ve İngiliz hikâye geleneğinin önde gelen örnekleri olarak kabul gören hikâyeler yer almaktadır.

İntihar Kulübü; Kremalı Turta Dağıtan Genç Adamın Hikâyesi, Doktor ve Saratoga Sandığının Hikâyesi ve Fayton Macerası adında 3 hikâyeden meydana gelir. Bir olay örgüsünün üç farklı parçasını odağına alan bu üç hikâye, birbirleriyle ilişkili olsalar da ayrı ayrı okunabilirler.

Stevenson’ın Binbir Gece Masalları’nın etkisiyle yazmaya başladığı bu hikâyelerde yapay görünen karakterlere yer vermiştir. Zira bu hikâyelerdeki amaç, Victoria dönemini ya da karakterlerin psikolojik durumlarını okura yansıtmak değildir. Yazar, gerçekleşmesi imkânsız görünse de okuru heyecanlandıracak tuhaf hikâyeler sunmayı amaçlamıştır.

Kremalı Turta Dağıtan Genç Adamın Hikâyesi

Bohemya’nın hünerli prensi Florizel, baştan çıkaran edası ve takdire şayan cömertliğiyle Londra’da yaşadığı süre içerisinde her sınıftan insanın sevgisini kazanmıştı. Hakkında bilinenler kadarıyla bile harika bir adamdı ki bilinen, asıl yaptıklarının küçük bir kısmıydı. Normal şartlarda sakin bir yapıdaydı ve dünyaya ancak bir köylü kadar felsefi bakabiliyordu. Buna rağmen Bohemya Prensi’nin kaderinde olandan daha maceracı ve tuhaf bir yaşam tarzı benimsemesi boşuna değildi. Arada sırada, mesela neşesi bozulduğunda, Londra tiyatrolarının hiçbirinde izlenecek komik bir oyun olmazsa veya tüm rakiplerini geçtiği saha sporlarının da mevsimi değilse, sırdaşı olan Ahırbeyi[1 - Hasahırlara ve onlarla ilgili gereçlere bakmakla yükümlü yüksek aşamalı görevli. (e.n.)] Albay Geraldine’i çağırır ve akşam gezintisine hazırlanmasını isterdi. Ahırbeyi, cesur ve atılgan yaradılışta genç bir subaydı. Bu haberi sevinçle karşılar, hemen hazırlığa koyulurdu. Uzun alıştırmalar ve edindiği çeşitli hayat tecrübeleri, kılık değiştirmede ona eşsiz bir yetenek kazandırmıştı; sadece yüzünü ve hareketlerini değil, sesini ve hatta düşüncelerini bile herhangi bir rütbe, karakter ve milletten bir kişiye uyarlayabiliyordu. Böylece dikkatleri Prens’ten başka yöne çekiyor ve kimi zaman da ikilinin tuhaf topluluklara dahil olmasını sağlıyordu. Sivil makamlar, bu maceraların sırrına vâkıf olamıyordu. Birinin temkinli cesareti, diğerinin keşfetme merakı ve kahramanca adanmışlığı sayesinde bu ikili, tehlikeli yolları aşmıştı ve zaman ilerledikçe kendilerine olan güvenleri arttı.

Bir mart akşamı, sulu sepken kar yağmaya başlayınca hemen yakınlarındaki Leicester Meydanı’nda bir istiridye restoranına sığınmak zorunda kaldılar. Albay Geraldine, yoksul bir gazeteci gibi giyinmişti; Prens ise yüzüne yapıştırdığı takma favoriler ve kocaman kaşlarla her zamanki gibi gülünç bir görünümü tercih etmişti. Dolayısıyla yüzü, kıllı ve yanık görünüyordu. Prens’in kibarlığı göz önüne alındığında bu, mükemmel bir kılık değiştirme olmuştu. Kumandan ve yol arkadaşı işte bu halde, konyak ve sodalarını güven içinde yudumluyordu.

Bar, kadınlı erkekli pek çok müşteriyle doluydu. Maceraperestlerimizle konuşmak isteyen çok olmasına karşın bunların hiçbiri yakından tanıma isteği uyandıracak kadar ilginç değildi. Londra’nın değersizlerinden ve her zamanki kabalıktan başka bir şey yoktu burada. Prens çoktan bu gezintiden sıkılıp esnemeye başlamıştı ki barın döner kapıları gürültüyle açıldı ve genç bir adam peşinde iki yardımcısıyla içeri girdi. Yardımcıların elinde birer tabak kremalı turta vardı, turtaların üzeri örtülüydü. Adamlar, tabaklardaki örtüyü hemen kaldırdı. Genç adam ise müşterilere tek tek giderek abartılı bir nezaketle tatlıdan ikram etti. İkramı bazen kahkahalarla kabul edilirken bazen de kesin bir dille, hatta nahoş bir şekilde reddediliyordu. İkinci durum yaşandığında genç adam, komik yorumlarda bulunarak turtayı kendisi yiyordu.

Nihayet Prens Florizel’e yaklaştı.

“Efendim,” dedi derin bir hürmetle ve başparmağıyla işaret parmağı arasına turtadan bir parça alarak devam etti: ‘’Hiç tanımadığınız bir yabancıyı onurlandırma lütfunda bulunur musunuz? Turtanın kalitesine kefilim. Saat beşten beri yirmi yedi tane yedim ne de olsa.”

“Ben,” diye cevapladı Prens, “sunulan hediyenin tabiatından ziyade, hediyedeki amaca bakarım.”

“Efendim, hediyenin amacı” dedi genç adam tekrar eğilerek, “alay etmektir.”

“Alay etmek mi?” diye tekrarladı Florizel. “Kiminle alay etmek niyetindesiniz?”

“Burada bulunmamın amacı, felsefemi açıklamak değil,” diye yanıtladı diğeri, “bu turtaları dağıtmak için burada bulunmaktayım. Bu alay etme eylemine kendimi de içtenlikle dahil ettiğimi söylediğim takdirde bana bu onuru bahşedeceğinizi umuyorum. Aksi halde beni, yirmi sekizinci turtamı yemek zorunda bırakacaksınız ki bu işten hakikaten yorulmuş bulunmaktayım.”

“Sözleriniz dokunaklı,” dedi Prens, “sizi bu ikilemden kurtarmak için elimden geleni yapacağım; ancak bir şartım var. Hiç canımız istemese de arkadaşımla birlikte turtalarınızdan yiyeceğiz. Buna karşılık, akşam yemeğinde bize katılmanızı bekliyoruz.”

Genç adam düşünüyor gibiydi.

“Hâlâ onlarca turta var elimde,” dedi nihayet; “yani işimin bitmesi için daha birçok restoran dolaşmam gerek. Bu da biraz zaman alacaktır. Ama karnınız açsa…”