banner banner banner
Sherlock Holmes Dörtlerin Yemini Bütün Maceraları 2
Sherlock Holmes Dörtlerin Yemini Bütün Maceraları 2
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes Dörtlerin Yemini Bütün Maceraları 2


“Au revoir!” dedi ziyaretçimiz ikimize candan bir şekilde bakarak. Sonra da inci kutusunu gizlediği yere tekrar koyup hızla uzaklaştı.

Pencerenin kenarına gidip gri türbanı ve beyaz tüyü küçücük bir nokta olana kadar onu arkasından izledim.

“Ne kadar çekici bir kadın!” diye bağırdım arkadaşıma dönerek.

Piposunu tekrar yakmış hâlde, yarı kapalı gözlerinin arasından “Öyle mi?” dedi. “Hiç fark etmedim!”

“Sen gerçekten bir otomatsın, bir hesap makinesi!” diye bağırdım. “Bazen senin insani olmayan yanlarını görebiliyorum.”

Hafifçe gülümsedi.

“En önemli şey…” dedi. “Yargılarken kişisel özellikleri ön planda tutmamaktır. Benim için bir müşteri, sadece problem içindeki faktördür. Duygusal özellikler uslamlamaya muhaliftir. İnan bana, tanıdığım en çarpıcı kadın, sigortadan para alabilmek için üç küçük çocuğu zehirledi. Kadın asıldı. Buna karşın tanıdığım en çirkin adam bir hayırseverdir ve Londra fakirlerine yaklaşık çeyrek milyon harcamıştır.”

“Ama bu davada…”

“Asla ayrımcılık yapmam. Ayrımcılık bu kuralı çürütür. Daha önce hiç el yazısı karakterleri üzerinde çalıştın mı? Bu adamın yazısına ne diyorsun?”

“Okunabilir, normal bir yazı.” diye cevap verdim. “İş alışkanlıkları ve güçlü karakteri olan bir adam.”

Holmes kafasını salladı.

“Şu uzun harflere bak!” dedi. “Normalden kısa yazmış. Bu ‘d’ harfi ‘a’ olabilir ve bu ‘l’ de ‘ı’ olabilir. Karakter sahibi adamlar, ne kadar okunaklı yazarlarsa yazsınlar uzun harfleri farklılık gösterir. K harfinde tereddüt ve büyük harflerinde öz güven var. Şimdi çıkıyorum. Uğramam gereken birkaç yer var. Şu kitabı öneriyorum; yazılmış en dikkate değer kitaplardan biri. Winwood Reade’in ‘İnsan Şehitliği’. Bir saate kadar dönerim.”

Elimde kitapla pencerenin yanına oturdum ama düşüncelerim yazarın spekülasyonlarından çok daha uzaklardaydı. Aklım en son gelen ziyaretçimizdeydi; gülüşleri, derin ses tonu, hayatındaki gizemi… Babası kaybolduğunda on yediyse şimdi yirmi yedilerinde olmalıydı. Gençlikteki utangaçlığın kaybolduğu ve kişinin daha deneyimli olduğu tatlı bir yaş. Oturdum, düşüncelere daldım. Sonra da tehlikeli şeyler aklıma gelince masama koşup sinirle patoloji konusundaki son kitabıma daldım. Ben kimdim? Sakat bacağı olan bir ordu cerrahı ve ondan daha sakat bir banka hesabı olan biriydim. Böyle şeyleri nasıl düşünebilirdim? O sadece bir faktördü, daha fazlası olamazdı. Eğer karanlık bir gelecek beni bekliyorsa onunla erkekçe yüzleşmem gerekirdi. Onu hayal gücünün aldatıcı yanlarıyla parlak hâle getirmenin bir anlamı yoktu.

3. BÖLÜM

Çözüm Arayışı

Holmes geri döndüğünde saat beş buçuktu. Candan, hevesli ve neşeli görüntüsü, depresif hâliyle yer değiştirmişti sanki.

“Bu olayda çok büyük bir gizem yok.” dedi ona hazırladığım çayı alırken. “Önümüze serilen gerçeklerin tek bir açıklaması var.”

“Ne! Şimdiden çözdün mü olayı?”

“Yani o kadar da abartmayalım. Sadece anlamlı bir şeyler buldum; ama gerçekten çok anlamlı… Henüz ayrıntılar üzerinde durmadım. ‘The Times’ın dosyalarını incelerken Yukarı Norwood’da yaşayan, eski Otuz Dördüncü Bombay Piyade Taburu’ndan Binbaşı Sholto’nun 28 Nisan 1882’de öldüğünü öğrendim.”

“Ben pek zeki değilimdir Holmes, bunun ne anlama geldiğini pek anlamadım.”

“Anlamadın mı? Beni şaşırtıyorsun. O zaman olaya bir de şu açıdan bak. Yüzbaşı Morstan ortadan kayboluyor. Londra’da ziyaret edebileceği tek kişi Binbaşı Sholto’dur. Binbaşı Sholto ise onun Londra’da olduğunu bile bilmediğini söylüyor. Dört yıl sonra Sholto ölüyor. Onun ölümünden bir hafta sonra Yüzbaşı Morstan’ın kızı çok değerli bir hediye alıyor ve bu her yıl tekrarlanıyor. Bütün bunların sonrasında da onun haksızlığa uğradığını anlatan bir mektup alıyor. Babasından yoksun bırakılmaktan başka ne gibi bir haksızlığa uğradı ki? Bu hediyeler neden Sholto’nun ölümünden sonra gelmeye başladı? Sholto’nun mirasçıları, bu esrarengiz olayla ilgili bir şeyler biliyor ve durumu telafi etmek istiyor olmasınlar? Senin gerçeklerle örtüşecek alternatif bir fikrin var mı?”

“Ama bu çok tuhaf bir telafi şekli ve oldukça acayip bir şekilde uygulanıyor! Ayrıca, neden altı yıl önce değil de şimdi mektup yazıyor? Mektupta adaletten söz ediyor. Nasıl bir adalet bu? Babasının hâlâ hayatta olduğunu düşünmekle biraz abartmış olabilir miyim? Bu olayda bildiğimiz başka bir adaletsizlik yok.”

“Zor, hem de gerçekten çok zor…” dedi Sherlock Holmes kara kara düşünerek. “Ancak bu akşamki gezimiz bütün bunları çözecek. Ah, araba geldi ve Bayan Morstan da içinde. Hazır mısın? Aşağı insek iyi olur, sözleştiğimiz saati biraz geçirmiş.”

Şapkamı ve en ağır bastonumu aldım. Holmes’un çekmeceden tabancasını alıp cebine soktuğunu fark ettim. Belli ki bu geceki işimizin ciddi olduğunu düşünüyordu.

Bayan Morstan koyu renk bir pelerine sarınmıştı ve hassas yüzü sakin ama solgun görünüyordu. Hep beraber odaklandığımız sonucu şüpheli olayın garipliğinden dolayı endişeli değilse eğer, bu huzursuz kadın, bir kadının ötesinde olmalıydı. Ancak yine de kendini kontrol altında tutarak Sherlock Holmes’un birkaç sorusuna cevap verebildi.

“Binbaşı Sholto, babamın özel bir arkadaşıydı.” dedi. “Mektuplarında binbaşıya bir sürü kinayelerde bulunurdu. O ve babam, Andaman Adaları’ndaki askerlerin komutanlarıydılar, yani ikisi birlikte çok çalıştılar. Bu arada babamın masasında çok tuhaf bir kâğıt parçası bulundu. Çok önemli olduğunu sanmıyorum ama görmek isteyeceğinizi düşünerek yanıma aldım. İşte burada.”

Holmes kâğıdı dikkatle açarak dizinin üzerinde düzeltti. Sonra da yılların alışkanlığıyla mercekle incelemeye başladı.

“Hint imalatı bir kâğıt.” dedi Holmes. “Bir süre panoda iğneli olarak kalmış. Şema, sayısız holler, koridorlar ve geçişlerle dolu büyük bir binanın planına benziyor. Bir noktasında kırmızı mürekkeple yapılmış bir çarpı var ve üzerinde kurşun kalemle, biraz silik ‘soldan 3.37’ yazıyor. Sol köşede âdeta hiyeroglifle yazılmış, dört tane, aynı sırada, birbirine değen çaprazlar var sanki. Yanında çok kabaca Dörtlerin Yemini – Jonathan Small, Muhammet Singh, Abdullah Han, Dost Akbar yazıyor. İtiraf etmeliyim ki bunun bizim olayımızla nasıl bir ilgisi olduğunu bilemiyorum ancak önemli bir dokümana benziyor. Bir kitap arasında özenle saklandığı belli oluyor çünkü her iki tarafı da oldukça temiz.”

“Kitabının arasında bulduk.”

“Dikkatle saklayın onu Bayan Morstan, çünkü ileride işimize yarayabilir. Sanıyorum bu mesele düşündüğümüzden daha derin ve zorlu olacak. Düşüncelerimi tekrar toparlamalıyım.” Arabada arkasına yaslandı; çatık kaşlarıyla boş bakışlarından çok derin düşüncelere daldığını anlayabiliyordum. Bayan Morstan’la yolculuğumuz ve olası sonuçlar hakkında alçak sesle konuşuyorduk fakat arkadaşım yolculuğun sonuna kadar aynı yüz ifadesini muhafaza etti.

Eylül ayının bir akşamıydı ve saat daha yedi olmamıştı. Sıkıcı bir gündü ve bu büyük şehrin üzerine yoğun bir sis çökmüştü. Çamur renkli bulutlar, çamurlu sokakların üzerini kederle sardı. Strand boyunca lambalar, puslu benekler gibi ışıklarını yayıyorlar ve kaygan kaldırımlarda küçük parıltıların oluşmasına neden oluyorlardı. Vitrinlerden gelen kuvvetli sarı ışıklar nemli, buğulu havayı deliyor ve kalabalık geçit boyunca kasvetli bir ışık saçıyorlardı. Bana kalırsa bu ışıkların altında oradan oraya koşuşturan yüzlerde ürkütücü bir hava vardı: kimisi üzgün kimisi mutlu kimisi yorgun… Her insanoğlu gibi onlar da kasvetten ışığa, sonra yeniden kasvete koşuşturdular. Benim bu izlenimlerim önemli değildi ama bu sıkıcı akşam, üzerimize aldığımız bu tuhaf görevle birleşince beni germiş ve mutsuz etmişti. Bayan Morstan’ın davranışlarından benimle aynı hisleri paylaştığını anlayabiliyordum. Holmes önemsiz şeyleri önemli hâle getirebiliyordu tek başına. Dizine koyduğu defterini açmış, el fenerinin ışığında bazen sayılar yazıyor, bazen de notlar alıyordu.

Lyceum Tiyatrosuna ulaştığımızda yan girişlerin çok kalabalık olduğunu gördük. Ön kapıda ise sıraya dizilmiş bir sürü atlı araba ilerlemeye çalışıyordu. Şık gömlekli erkeklerle pırlantalarla donanmış kadınları indiriyorlardı. Randevulaştığımız yer olan üçüncü sütuna henüz gelmiştik ki ufak tefek, hareketli, esmer ve üzerinde arabacı kıyafeti olan bir adam bize yaklaştı.

“Siz, Bayan Morstan’a eşlik eden kişiler misiniz?” diye sordu.

Mary “Ben Bayan Morstan’ım ve bu beyler de arkadaşlarım.” dedi.

Delici ve sorgulayıcı bir çift göz bize baktı. “Affedersiniz bayan.” dedi sebatkâr bir tavırla. “Arkadaşlarınızdan herhangi birinin polis olmadığına dair söz verebilir misiniz?”

“Tabii ki söz verebilirim.” diye cevap verdi Bayan Morstan.

Adam, keskin bir ıslık çalar çalmaz bir atlı araba yanaştı ve kapıyı açtı. Biz içeriye yerleşirken bizimle konuşan adam arabaya tırmandı. Henüz doğru dürüst oturamamıştı ki sürücü atları kırbaçladı ve araba sisli sokaklara müthiş bir süratle dalıverdi.

Merak uyandıran bir durumun içindeydik. Bilinmeyen bir iş için bilinmeyen bir yere gidiyorduk. Bu davet ya bir kandırmacaydı -ki bu akılalmaz bir varsayımdı- ya da seyahatimizin sonunda önemli meselelerle karşılaşacaktık. Bayan Morstan’ı hiç bu kadar metanetli tavırlar içinde görmemiştim. Afganistan’daki maceralarımın anılarıyla onu şaşırtmaya ve neşelendirmeye çalıştım ama doğrusunu söylemek gerekirse bu olay beni de heyecanlandırıyordu ve yolculuğumuzun sonunu o kadar merak ediyordum ki anlattığım olayları biraz karıştırdım. Bugün bile, gecenin bir yarısında, bir asker tüfeğinin çadırımın içine doğrultulduğunu gördüğümde ona, içinde kaplan yavrusu duran fıçıyı nasıl fırlattığım hikâyesini anlattığımı söyler bana. Başlarda nereye gittiğimizi biliyordum ama hızımız, sis ve Londra hakkındaki sınırlı bilgim yüzünden bir süre sonra nerede olduğumuzu kestiremez hâle geldim; ama yine de çok uzun bir yol katettiğimizi tahmin ediyordum. Sherlock Holmes ise bu konuda hata yapmıyor, gelip geçtiğimiz meydanların ve bükülüp kıvrılan sokakların isimlerini atların çıkardığı tıkırtılar arasında tek tek mırıldanıyordu.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 500 форматов)