banner banner banner
Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6
Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6


1. BÖLÜM

Bay Sherlock Holmes

Çok da az olduğunu söyleyemeyeceğim uykusuz gecelerinin dışında Bay Sherlock Holmes, genellikle sabahları çok geç kalkardı. O sabah kahvaltı masasında oturuyordu. Ben şöminenin önündeki kilimin üzerinde duruyordum. Önceki gece gelen ziyaretçimizin unutmuş olduğu bastonu inceliyordum. Kalın, kaliteli bir ahşaptan yapılmış, yuvarlak başlıklı bir bastondu. O “Penang avukatı”[1 - Penang avukatı: Doğu Asya’da bulunan bir palmiye türünden yapılan bastona verilen ad (e.n.).] dedikleri cinstendi. Başlığın hemen altında yaklaşık bir inç[2 - 1 inç=2.54 cm (ç.n.).] genişliğinde gümüş bir şerit vardı. Üzerinde de “James Mortimer’a, M. R. C. S., C. C. H.’den arkadaşları” diye kabartmalı bir yazı vardı. Hemen yanına da “1884” tarihi işlenmişti. Eskiden aile doktorlarının yanlarında taşıdıkları bastonlara benziyordu -değerli, masif ve güven vericiydi.

“Eh Watson, bundan ne çıkardın?”

Holmes’un sırtı bana dönüktü ve neyle meşgul olduğumu görmesi mümkün değildi.

“Ne yaptığımı nereden bildin? Kesin kafanın arkasında da gözlerin var senin.”

“En azından önümde iyi parlatılmış gümüş kaplı bir çaydanlık bulunuyor.” dedi. “Neyse, onu boş ver de Watson, ziyaretçimizin bastonu hakkında ne düşünüyorsun? Onu kaçırdık ve buraya neden geldiğini de ne yazık ki bilemiyoruz. Ama yine de onun unuttuğu bu baston oldukça önemli. Hadi onu inceleyerek nasıl biri olduğunu bana anlat.”

“Bence…” diye başladım arkadaşımın yöntemlerinin izinden giderek, “Dr. Mortimer başarılı, yaşlı bir tıp adamı. Kendisi çok hürmet görüyor. Onu bu kadar yüceltmeseler böyle bir şey armağan etmezlerdi.”

“Çok güzel gidiyorsun.” dedi Holmes. “Mükemmel!”

“Ayrıca onun bir kasaba doktoru olduğunu ve hastalarına sık sık yürüyerek gittiğini düşünüyorum.”

“Neden?”

“Çünkü bir zamanlar oldukça güzel olan bu bastonu o kadar çok sağa sola çarpmış ki bir şehir doktorunun onu kullanacağını düşünemiyorum. Kalın demir başlığı iyice yıpranmış. Belli ki bu bastonu kullanarak fazla yürümüş.”

“Mükemmel mantık!” dedi Holmes.

“Bir de ‘C. C. H.’den arkadaşları’ yazısı var. Bunun yerel bir avcılık kulübünün simgesi olduğunu düşünüyorum. Belki doktor yerel bir avcılık kulübünün üyelerine tıbbi bir yardımda bulundu ve onlar da bunun karşılığında kendisine ufak bir hediye verdiler.”

“Gerçekten Watson bazen kendini aşıyorsun.” dedi Holmes sandalyesini geriye doğru itip bir sigara yakarak. “Benim ufak tefek başarılarımı anlatmak için harcadığın onca çabanın yanında kendi yeteneklerine yeterince değer vermediğini görüyorum. Belki ışığını çok fazla saçamıyorsun ama onu iyi yansıttığını söyleyebilirim. Bazı insanlar dâhi olmasalar bile dehayı uyarabilirler. İtiraf etmeliyim ki sevgili arkadaşım, aslında sana çok şey borçluyum.”

Bugüne kadar benimle hiç böyle konuşmamıştı ve itiraf etmeliyim ki sözlerinden büyük haz almıştım. Ona olan hayranlığım ve yöntemlerini halka tanıtmaya çalışma girişimlerim karşısında tepkisiz kalması, beni hep üzmüştü doğrusu. Onun sistemini, takdirini kazanabilecek kadar iyi bellemek ve uygulamak, beni gerçekten duygulandırmıştı. Derken bastonu elimden aldı ve çıplak gözle birkaç dakika inceledi. Sonra büyük bir ilgiyle sigarasını bıraktı ve bastonu pencereye götürerek merceği ile tekrar incelemeye başladı.

“İlginç ama çok basit.” dedi kanepenin her zaman oturduğu yerine kurulurken. “Bastonun üstünde bir iki ipucu var. Birkaç sonuç elde etmemiz için temel oluşturuyorlar.”

“Gözümden kaçan bir şey var mı?” diye sordum kendimi biraz yükseklerde görerek, “Atladığım bir şey olmadığına eminim.”

“Korkarım ki sevgili Watson, ulaştığın sonuçların çoğu hatalı. Doğrusunu istersen beni teşvik ettiğini söylediğimde senin yanlış mantıksal sonuçlarını dikkate alarak zaman zaman doğruya ulaşabildiğimi belirtmek istemiştim. Tabii bu örnekte tamamen hatalısın diyemem. Bu adamın bir kasaba doktoru olduğundan hiç şüphem yok. Ayrıca çok fazla yürüdüğünü de söyleyebilirim.”

“O zaman haklıydım.”

“Buraya kadar evet.”

“O kadar mı?”

“Evet, evet, sevgili Watson. Sadece bu kadarını bilebildin. Sana şunu da söyleyeyim, örneğin bir doktora gelebilecek hediyenin avcı kulübünden değil de hastaneden gelme ihtimali daha yüksektir. ‘C. C.’ harflerinin de hastanenin bulunduğu ‘Charing Cross’ olması akla daha yatkın geliyor.”

“Haklı olabilirsin.”

“Söylediğim ihtimaller seninkilerden daha kuvvetli. Ve bunları işe yarar birer hipotez olarak ele alırsak bu tanımadığımız ziyaretçimiz hakkında yeni bilgiler edinebiliriz.”

“O zaman ‘C. C. H.’ harflerinin ‘Charing Cross Hastanesi’ anlamına geldiğini varsayarsak daha başka ne gibi sonuçlar elde edebiliriz?”

“Senin aklına gelen bir şey yok mu? Bütün yöntemlerimi biliyorsun. Haydi uygula!”

“Sadece bir tane kesin sonuç çıkartabiliyorum, o da bu adamın kasabaya gitmeden önce şehirde hekimlik yaptığıdır.”

“Bence bundan biraz daha ileri gitmeye cesaret edebiliriz. Olaya bir de bu açıdan bak. Böyle bir hediye hangi koşullarda verilebilir? İyi niyetlerini göstermek için hangi ortamda arkadaşları bir araya gelip kadeh kaldırırlar? Elbette Dr. Mortimer hastaneden ayrılıp kendisine yeni bir iş kurmaya karar verdiği zaman. Ona bir hediyenin verildiğini biliyoruz. Bir şehir hastanesinden ayrılıp bir kasaba hastanesinde çalışmaya başladığını da tahmin ediyoruz. O hâlde yer değiştirmeye karar verdiğinde bu hediyenin ona verildiğini söylesek gerçeklerden fazla uzaklaşmış sayılır mıyız?”

“Gerçekten mantıklı görünüyor.”

“Şimdi Londra’daki hastanelerin kadrosundan biri olamayacağı belli; çünkü Londra’daki hastanelerde ancak çok tecrübeli doktorlar çalışabilir ve böyleleri kasabalara giderek sürünmez. Bu durumda ne iş yapıyor olabilir? Hastanede görevli ama kadroda değil, o hâlde bir aile hekimi olabilir, hatta stajyer doktor bile olabilir. Gerçi bastonun üzerindeki tarihe bakacak olursak işten beş yıl önce ayrılmış. Böylece senin ağırbaşlı, orta yaşlı aile doktorun uçup gidiyor, sevgili Watson ve onun yerine; otuz yaşından genç, sıcakkanlı, hırsları olmayan, unutkan ve kabaca tarif edebileceğim şekliyle teriyerden büyük ama çoban köpeğinden küçük, çok sevdiği bir köpeği olan biri çıkıyor karşımıza.”

Sherlock Holmes kanepede geriye doğru yaslanıp sigarasının titrek duman halkalarını tavana doğru üflerken ben de söylediklerine şüpheyle gülmeye başlamıştım.

“Anlattıklarının ikinci kısmının gerçekliğini sınamama imkân yok.” dedim. “Ama en azından adamın yaşı ve mesleki kariyeri hakkındaki tespitlerinin dikkate değer olduğunu sanıyorum.”

Tıp kitaplarıyla dolu olan ufak rafımdan “Tıp Rehberi”ni indirerek o ismin bulunduğu sayfayı açtım. Birkaç tane Mortimer adı vardı ama sadece biri ziyaretçimiz olabilirdi. Onun kayıtlarını bulup yüksek sesle okumaya başladım.

“Mortimer, James, M. R. C. S., 1882, Grimpen, Dartmoor, Devon, 1882’den 1884 yılına kadar Charing Cross Hastanesinde aile hekimi olarak çalışmıştır. ‘Hastalıkların Başlangıç Fenotipine Dönüş Mutasyonu ile İlişkisi’ adlı teziyle Karşılaştırmalı Patoloji alanında ‘Jackson Ödülü’nü almıştır. İsveç Patoloji Derneğinin yazışmalarını yürüten üyesi. ‘Soya Çekimin Tuhaflıkları’ (‘Lancet’ 1882) ve ‘İlerleme Gösterebiliyor muyuz?’ (Psikoloji Günlüğü, Mart 1883) adlı kitapların yazarıdır. Grimpen, Thorsley ve High Barrow mahallelerinde doktorluk yapmaktadır.”

“Yerel avcılık kulübünden hiç söz etmiyor Watson.” dedi Holmes muzip gülümsemesiyle. “Ama senin zekice gözlemlediğin gibi gerçekten bir kasaba doktoruymuş. Sanıyorum çıkardığım sonuçlarda haklı çıktım. Kullandığım sıfatlara gelince; yanılmıyorsam ona sıcakkanlı, hırsı olmayan ve unutkan demiştim. Edindiğim deneyimlere bakarak şunu söyleyebilirim ki bu dünyada ancak sıcakkanlı biri başarısından dolayı bir hediye alır; hırsı olmayan biri Londra’daki kariyerini bırakıp kasabaya yerleşir ve son olarak da ancak unutkan birisi, bir saat beklediği bir odada kartviziti yerine bastonunu bırakıp gider.”

“Peki ya köpek?”

“Hayvanın bu bastonu sahibinin arkasından taşıma alışkanlığı olduğu belli. Çok ağır bir baston olduğu için köpek tam ortasından sıkı sıkı kavramış. Diş izlerini gayet açık görebiliyoruz. Bu iki diş izinin arasındaki mesafeden anlaşılacağı gibi köpeğin çene yapısı, bana göre, bir teriyer için fazla geniş ama bir çoban köpeği için de biraz dar kalıyor. Büyük bir ihtimalle -ah, evet, mutlaka kıvırcık tüylü bir spanyel olmalı.”

Konuşurken ayağa kalkmış, odada dolaşıyordu. Sonra da pencerenin yanında durup dışarı bakmaya başladı. Ses tonundaki kesin inancı sezinlediğimde ister istemez şaşkınlık içinde ona baktım.

“Sevgili arkadaşım nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

“Çok kolay; çünkü köpeğin kendisi bizim merdivenlerimizin başında duruyor. Bak sahibi zilimize bastı. Yalvarıyorum sana Watson, sakın gitme! O senin meslektaşın ve burada bulunman benim işime yarayabilir. İşte şimdi kaderin en dramatik anını yaşıyoruz Watson. Şu merdivenlerde duyduğun ayak sesleri hayatına girmek üzere ve iyi mi yoksa kötü mü bir sonuç doğuracağını bilemiyorsun. Bilim adamı Dr. James Mortimer, suç uzmanı Sherlock Holmes’tan ne isteyebilir acaba? Buyurun, içeri girin!”

Tipik bir kasaba doktoru beklediğimden ziyaretçimizin dış görünüşü beni şaşırtmıştı. Uzun boylu, zayıf bir adamdı. Gagaya benzer uzun burnu, birbirine çok yakın iki keskin gri gözün arasından çıkmıştı. Altın çerçeveli gözlüğünün arkasından bize pırıl pırıl parlayan gözlerle bakıyordu. Önlüğü üzerindeydi ama görünümü oldukça hırpaniydi; çünkü paltosu kirliydi ve pantolonu yıpranmıştı. Genç yaşına rağmen şimdiden kamburu çıkmıştı. Başı öne eğik yürüyordu; genel olarak yardımsever birine benziyordu. İçeri girdiğinde gözleri hemen Holmes’un elindeki bastona takıldı ve bir sevinç çığlığıyla ona doğru atıldı.

“Bunu gördüğüme o kadar çok sevindim ki!” dedi. “Bunu burada mı yoksa nakliye şirketinde mi bıraktığımı hatırlayamamıştım. Bu bastonu asla kaybetmek istemezdim.”

“Sanıyorum bir hediye.” dedi Holmes.

“Evet efendim.”

“Charing Cross Hastanesinden mi?”

“Evet, oradan bir iki arkadaşım evlendiğimde hediye etmişti.”

“Aman Tanrı’m bu çok kötü, çok kötü!” dedi Holmes kafasını sallayarak.

Dr. Mortimer biraz şaşırarak gözlüklerinin arkasından gözlerini kırpıştırdı. “Neden kötü olsun ki?”

“Çünkü bizim küçük tümdengelimlerimizi mahvettiniz. Evlendim mi demiştiniz?”