banner banner banner
Sherlock Holmes Kızıl Soruşturma Bütün Maceraları 1
Sherlock Holmes Kızıl Soruşturma Bütün Maceraları 1
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes Kızıl Soruşturma Bütün Maceraları 1


11. Çok iyi bir eskrimci, kılıç kullanmakta usta ve boksör.

12. Uygulamadaki İngiliz kanunlarını biliyor.

Listemde buraya gelince dayanamayıp kâğıdı ateşe attım. “Eğer bu adamın bütün bu icraatlarının bir orta yolunu bulmaya çalışıyorsam…” dedim kendi kendime. “En iyisi çabalamaktan vazgeçmek.”

Ancak keman çalışındaki ustalığına diyecek bir şey yoktu. Olağanüstüydü ve bu da diğer başarıları kadar ilginçti. Değişik eserleri hatta bildiğim zor eserleri, benim ricamla çalmıştı. Mendelssohn’un Lieder’ını ve diğer sevdiğim parçaları bana dinletmişti. Oysa yalnız kaldığında çok nadir bilinen parçaları çalardı. Bazen geceleri koltuğuna yaslanır, gözlerini kapatır ve kemanını özensizce dizine sürterdi. Arada sırada yüksek sesli, bazen de melankolik melodiler çalardı. Zaman zaman kendi uydurduğu neşeli parçalar da duyardım. Bunlar onun duygularının yansımalarıydı. Ancak müzik onun düşüncelerine yardımcı oluyor muydu yoksa sadece bir arzu veya beğeni miydi bilemiyorum. Çileden çıkaran sololarına isyan edebilirdim ama tam sabrımı zorladığım anda en sevdiğim parçaya başlayarak beni sakinleştirmeyi başarıyordu.

İlk haftalarda kimse bizi ziyarete gelmedi ve ben de arkadaşımın, benim gibi hiç dostu olmadığını düşünmeye başladım; ama kısa bir süre geçtikten sonra toplumun değişik kesimlerinden değişik arkadaşları olduğunu öğrendim. Küçük, soluk yüzlü, fare suratlı, siyah gözlü bir adam vardı mesela; bizi tanıştırırken onun Bay Lestrade olduğunu söylemişti ve bu adam haftada üç dört defa evimize gelmeye başlamıştı. Bir sabah oldukça şık giyinmiş bir genç kız gelmişti ve yarım saat kadar bizde oturmuştu. Aynı gün öğleden sonra Yahudi bir esnafa benzeyen gri saçlı, keyifsiz ama bir o kadar da heyecanlı bir ziyaretçi geldi. Peşinde yaşlı ve pasaklı bir kadın vardı. Başka bir gün de yaşlı ve beyaz saçlı bir beyefendi arkadaşımla görüştü. Başka bir gün de kadife üniformasıyla bir yataklı vagon görevlisi geldi. Bu kişiler ne zaman bize gelseler, Sherlock Holmes oturma odasını kullanmak için benden istirhamda bulunurdu ve ben de yatak odama çekilirdim. Beni müşkül bir duruma soktuğu için her defasında özür dilerdi. “Bu odayı bir iş yeri gibi kullanmak zorundayım ve bu insanların hepsi benim müşterilerim.” derdi. Yine ona bir soru sorma fırsatı yakalamış oluyordum ama inceliğim onu, bana açıklama yapmak zorunda bırakmaktan alıkoyuyordu. O zamanlar bana açıklama yapmaktan kaçındığı için önemli nedenleri olduğunu düşünmüştüm; fakat daha sonra konuyu kendisi açtı.

Tarihi çok iyi hatırlıyorum, 4 Marttı ve ben her zamankinden erken kalkmıştım. Sherlock Holmes’un kahvaltısını bitirmediğini gördüm. Geç kalkmama alışık olan ev sahibi ne kahvaltımı hazırlamış ne de kahvemi yapmıştı. Gereksiz bir huysuzlukla zile bastım ve kısaca hazır olduğumu ima ettim. Masadaki dergiyi alıp oyalanırken arkadaşım sessizce kahvaltısına devam etti. Makalelerden birinin başlığı kurşun kalemle işaretlenmişti. Ben de doğal olarak göz gezdirdim.

İddialı bir başlık duruyordu karşımda; “Hayatın Kitabı” ve bir insanın, karşısına çıkabilecek her şeyi doğru ve sistematik bir şekilde inceleyerek ne kadar çok şeyi öğrenebileceğini anlatıyordu. Kurnazlık ve saçmalık karışımı bir şeymiş gibi geldi bana. Mantığı anlaşılır ve yoğun ama tümdengelimi uzak ve abartılıydı. Yazara göre, bir insanın düşüncelerini anlamak için ufak bir hareketi ya da bir bakışı yakalamak yeterliydi. Ona göre aldanma, gözlem ve analiz eğitimi almış kişiler için olanaksızdı. Çıkardığı sonuçlar Öklit’in önermelerinde olduğu gibi hatasızdı ve bunlar deneyimsizler için o kadar şaşırtıcı olurdu ki onun izlediği yolu anlayana kadar belki de onu bir büyücü olarak görebilirlerdi.

“Bir damla suyun…” diyordu yazar. “Görmeden ve duymadan Atlantik ya da Niagara Şelalesi’nden olabileceği olasılığını çıkarabilmelidir bir mantıkçı. Bu nedenle hayat büyük bir zincirdir ve bir halkasını bize gösterdiklerinde onun içeriğini bilebiliriz. Bütün sanatlarda olduğu gibi tümdengelim ve analiz biliminde de uzun ve sabırlı bir çalışmayla uzman olunabilir ve hayat da bir ölümlünün onun hatasız bir ustası olmasına izin verecek kadar uzun değildir. Bir insana çok büyük zorluklar çıkaracak ahlaki ve zihinsel yönleri ele almadan önce daha basit problemleri ele almak gerekiyor. Biri, bir başka ölümlüyle karşılaştığında bir bakışta onun geçmişini ve hangi işle uğraştığını anlayabilmelidir. Bu alıştırma biraz çocukça gözükse de insanın gözlem yeteneğini geliştirir ve kişiye nereye ve ne için bakması gerektiğini öğretir. Bir insanın tırnaklarından, ceketinin kollarından, botlarından, pantolonunun diz yerlerinden, işaret ve başparmağındaki nasırlardan, yüz ifadesinden, gömlek kollarından… İşte bütün bu saydıklarımdan bir insanın hayatına ulaşılabilir. Bütün bunlara dikkat eden bir gözlemci, o insan hakkında aydınlatıcı bilgilere ulaşamazsa işte o zaman çok yazıktır…”

“İyice zırvalamış!” diye bağırdım, dergiyi masanın üzerine fırlatarak. “Hayatımda böyle saçmalık okumadım!”

“Ne oldu?” diye sordu Sherlock Holmes.

“Ne olacak, şu makaleye bak!” dedim kahvaltı masasına oturup yumurta kaşığı ile yazıyı işaret ederek. “Üzerini çizdiğine göre yazıyı sen de okumuşsun. İtiraf etmeliyim ki çok zekice yazılmış ama yine de sinirlerimi bozdu. Belli ki çalışma odasındaki rahat koltuğuna oturup bu karşıt düşünceleri geliştirerek yazıya döküyor. Bunlar pratik değil. Metroda üçüncü sınıf vagonların birinde tıklım tıklım gittiğini görmek ve ona herkesin ne iş yaptığını sormak isterdim. Bilemeyeceğine dair bine bire bahse girerim.”

“Paranın hepsini kaybederdin.” dedi Holmes sakince. “Makaleye gelince onu ben yazdım.”

“Sen mi!”

“Evet. Ben hem gözlemleyebiliyorum hem de sonuç çıkarabiliyorum. Sana hayalî gibi görünen teorilerim aslında çok pratik; hatta her gün yemek zorunda olduğum bu ekmek, peynir kadar pratik.”

“Peki, nasıl?” diye sordum isteksizce.

“Bir işim var ve sanıyorum dünyada bir tek ben yapıyorum bu işi. Eğer ne olduğunu anlayabileceksen söyleyebilirim ki ben bir danışman dedektifim. Burada, Londra’da, devlete bağlı çalışan çok sayıda dedektif ve özel dedektif var. Bu insanlar, bir sorunları olduğu zaman bana gelirler ve ben onlara yardımcı olmaya çalışırım. Bütün delilleri önüme sererler. Ben de suçlularla ilgili tarihî bilgimin de desteğiyle genellikle onlara yardımcı olurum. İşlenen suçların birbirleriyle büyük benzerlikler gösterdiklerinden söz edebiliriz. Eğer birinci ve bininci suç arasındaki bağlantıyı kuramazsanız bu çok tuhaftır. Lestrade çok ünlü bir dedektiftir. Bir sahtekârlık davasında bir sorunla karşılaştı. İşte bu nedenle buraya geldi.”

“Peki, diğer insanlar kimdi?”

“Onların çoğunu özel haber alma teşkilatı gönderir. Hepsinin başı biraz beladadır ve yardım isterler. Ben hikâyelerini dinlerim, onlar da benim tavsiyelerimi dinlerler, sonra da ücretimi alırım.”

“Sen ne demek istiyorsun?” diye sordum. “Yani odandan çıkmadan başkalarının çözemediği sorunları mı çözüyorsun? Üstelik diğerleri olay yerinde inceleme yaptıkları hâlde!”

“Aynen öyle! Benim sezgilerim çok güçlüdür. Ara sıra daha karmaşık bir dava ile karşılaştığım da oluyor. İşte o zaman benim de oraya buraya koşturup kendi gözlerimle görmem gerekiyor. Davaları çözmek için özel yöntemlerim var ve bu da her şeyi kolaylaştırıyor. Seni çok sinirlendiren makaledeki tümdengelim kuralları, benim için pratikte paha biçilemez derecede önemli. Gözlem için de bu geçerli. İlk karşılaştığımızda senin Afganistan’dan geldiğini söylediğimde çok şaşırmıştın.”

“Büyük bir olasılıkla sana söylemişlerdi.”

“Kesinlikle hayır, senin Afganistan’dan geldiğini anlamıştım. Alışkanlığım sayesinde düşünceler zinciri kafamdan o kadar hızla ve kolaylıkla geçti ki orta basamakları atlayarak tepeye, yani sonuca vardım. Sana izlediğim basamakları anlatayım. Önce mantığımı kullandım: ‘Bu adam tıpla uğraşıyor gibi gözükmesine karşın orduda bulunmuş gibi duruyor. O zaman orduda tıp doktoru olmalı.’ diye düşündüm. ‘Tropik bölgelerden yeni dönmüş olmalı çünkü yüzü esmer ama bunun onun doğal rengi olmadığı el bileklerinden anlaşılıyor. Yüz ifadesinden zorluklar ve hastalıklarla boğuştuğunu görüyorum. Sol kolu yaralanmış çünkü pek fazla bükmüyor ve doğal durmuyor. İngiliz ordusunun bir tıp doktoru hangi tropik bölgede bu kadar büyük zorluklarla karşılaşıp kolunu yaralayabilir acaba? Tabii ki Afganistan’da!’ Bütün bunları bir iki saniye içinde düşündüm. Bunun üzerine sana Afganistan’dan geldiğini söylediğimde çok şaşırmıştın, hatırlıyor musun?”

“Sen böyle ifade edince ne kadar basit görünüyor.” dedim gülümseyerek. “Edgar Allan Poe’nun Dupin’sını hatırlatıyorsun. Böyle varlıkların hikâyelerin dışında var olduklarına inanmıyordum.”

Sherlock Holmes ayağa kalkarak piposunu yaktı. “Beni Dupin ile karşılaştırarak bana iltifat ettiğini mi sanıyorsun?” dedi. “Bana göre Dupin çok adi bir adam. On beş dakikalık bir sessizlikten sonra uygun bir anı bekleyip arkadaşlarının konuşmalarının arasına girmesi oldukça göz boyayıcı ve yüzeyseldir. Muhakkak analitik yeteneği vardı ama Poe’nun düşündüğü gibi kesinlikle olağanüstü bir şey değildi.”

“Gaboriau’nun çalışmalarını hiç okudun mu?” diye sordum. “Sence Lecoq senin düşündüğün niteliklerde bir dedektif mi?”

Sherlock Holmes alaycı bir şekilde gülümsedi. “Lecoq çok kötü bir acemiydi!” dedi, kızgın bir ses tonuyla. “Onun tek iyi yönü enerji dolu olmasıydı. O kitap beni hasta etti. Bütün mesele, bilinmeyen bir suçluyu teşhis etmekti. Ben bunu yirmi dört saat içinde çözerdim. Ama o, bu işe altı ayını verdi. Dedektiflerin nelerden kaçınması gerektiği konusunda bir ders kitabı olabilir.”

Takdir etiğim bu iki karakterin önemsenmemesi beni hiddetlendirdi. Pencereye doğru yürüyüp kalabalık caddeyi izlemeye koyuldum. Bu adam çok zeki olabilir, diye düşündüm. Ama yine de kendini beğenmişin biri…

“Bu aralar ne suç işleniyor ne de suçlu bulunabiliyor.” dedi terslenerek. “Bizim meslekte zeki olmanın ne faydası var? Ben ünlü olacak kadar zeki olduğumu biliyorum. Suçluları bulma konusunda benim kadar çalışan biri bu dünyada ne yaşadı ne de yaşayacak. Peki ya sonuç? Suç yok! Bir Scotland Yard memurunun çözebileceği kadar adi motivasyonlarla yönlendirilmiş suçlular var.”

Onun mağrur konuşmalarının etkisinden hâlâ çıkamamıştım. En iyisi konuyu değiştirmek olacaktı.

“Oradaki adamın ne aradığını merak ediyorum.” dedim. İri yapılı, sade giyimli bir adam karşı taraftaki evlerin numaralarına telaşla bakınıyordu. Belli ki elindeki büyük mavi zarfı bir yere ulaştırmaya çalışıyordu.

“Deniz Kuvvetlerinden emekli çavuşu mu kastediyorsun?” diye sordu Sherlock Holmes.

Yine övünüyor, diye düşündüm kendi kendime. Bu tahmini kanıtlayamayacağımı çok iyi biliyor.

Tam bunu içimden geçiriyorken pencereden izlediğimiz adam bizim evimizin kapı numarasını görüp karşı taraftan koşmaya başladı. Kapının şiddetle çalındığını, sonra da aşağıdan boğuk bir sesin geldiğini duyduk. Gelen kişi yavaş yavaş merdivenlerden çıkmaya başlamıştı bile.

“Bu Bay Sherlock Holmes için.” diyerek odaya girdi ve arkadaşıma mektubu uzattı.

Gururuyla biraz oynamak için iyi bir fırsattı. Az önce tahminlerde bulunurken bunu pek düşünmemiş olmalıydı. “Bir şey sorabilir miyim, bayım?” dedim rahat bir sesle. “Ne iş yapıyorsunuz?”

“Haberciyim, bayım.” dedi sevimsizce. “Üniformam kuru temizlemede de.”

“Peki, önceden ne iş yapardınız?” diye sordum, arkadaşıma kötü niyet ifade eden bir bakışla.

“Deniz Kuvvetlerinde çavuştum, bayım. Cevabınız yok mu? Peki, o zaman, bayım.”

Topuklarını birbirine vururken eliyle selam verdi ve gitti.

3. BÖLÜM

Lauriston Bahçeleri’nin Gizemi

Arkadaşımın teorilerini kurgulamasındaki doğal yeteneğine canlı canlı tanık olduğumda biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Yaptığı güçlü analizlere olan saygım bir anda arttı. Ancak bunun, beni şaşırtmak için önceden hazırlanmış bir durum olabileceği düşüncesi hâlâ aklımdan çıkmıyor. Ama böyle davranarak eline ne geçebilirdi ki? Ona baktığımda notu okumayı bitirmişti ve gözlerinde yine zihinsel dalgınlığını gösteren donuk ve boş bakışları gördüm.

“Bu sonuca nasıl vardın?” diye sordum.

“Anlamadım?” dedi tersleyerek. “O adamın Deniz Kuvvetlerinden emekli çavuş olduğunu nasıl anladın?”

“Ufak tefek şeylerle uğraşacak vaktim yok!” dedi kabaca. Sonra da gülümseyerek, “Kabalığımı bağışla. Düşüncelerimi böldün ama belki de böylesi daha iyi oldu. Sen onun, gerçekten Deniz Kuvvetlerinde bir çavuş olduğunu anlamadın mı?” diye sordu.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 500 форматов)