banner banner banner
İşitilmedik Hikâyeler
İşitilmedik Hikâyeler
Оценить:
 Рейтинг: 0

İşitilmedik Hikâyeler

“Bütün bunlar altın hunfesadan geliyor! Güzel altın hunfesa; zavallı altın hunfesacık… Ona ne taan ediyor[22 - Taan etmek: Çekiştirmek. (e.n.)] ne iftira ediyordum! Pis zenci kendinden utanmıyor musun? Hani, ne cevap vereceksin?”

Bununla beraber efendiyle uşağını uyandırmak ve hazineyi bir an evvel alıp götürmek lazım olduğunu onlara anlatmak icap etti. Vakit gecikmişti. Gün doğmadan evvel her şeyin evimizde emniyet altında bulunması için oldukça faaliyet göstermek lazımdı. Ne yolda hareket edeceğimizi bilmiyorduk. Fikirlerimiz karmakarışık olduğu için müzakere ile çok vakit kaybediyorduk. Nihayet sandık muhteviyatının üçte ikisini kaldırarak sandığı hafiflettik. Ve sonunda pek büyük zahmetlerle sandığı çukurdan çıkardık. Sandıktan aldığımız eşyayı çalıların arasına koyduk; köpeğin bekçiliğine terk ettik. Jüpiter ona hiçbir vesile ile yerinden ayrılmamasını ve biz dönünceye kadar ağzını bile açmamasını anlattı. O zaman sandıkla beraber süratle yola düzüldük ve kazasız kulübeye geldik. Lakin pek büyük bir yorgunluktan ve gecenin saat birinden sonra vardık. Pek bitkin olduğumuz için hemen işe koyulamazdık. Bu tabiatın kuvvetine meydan okumak olurdu. Saat ikiye kadar istirahat ettik. Sonra gece yemeği yedik. Tekrar dağlara doğru yola çıktık. Üç büyük torba almıştık. Çukurun kenarına vardığımız zaman saat dörde yaklaşmıştı. Hazinenin kalıntılarını mümkün olduğu kadar eşit olarak taksim ettik. Ve çukuru doldurmak zahmetine katlanmaksızın kulübemize doğru yollandık. İkinci defa olarak kıymetli yükümüzü birincisi gibi yerine koyduğumuz zaman fecir, ağaçların tepelerini aydınlatıyordu.

Biz katiyen bitkin idik. Lakin şimdiki derin heyecanımız istirahate imkân bırakmıyordu. Üç dört saat endişeli bir uykudan sonra sanki hazinemizi tetkik için sözleşmişiz gibi kalktık.

Sandık ağzına kadar dolu idi. Bütün günü ve ertesi gecenin büyük bir kısmını mücevheratı ve paraları kaydetmekle geçirdik. Burada ne bir istif ne bir intizam vardı. Her şey karmakarışık sandığa doldurulmuştu. Hepsini umumi bir surette ve dikkatle tasnif ettiğimiz zaman bütün tahminlerimizin fevkinde bir servet elde ettiğimizi gördük. Nakit para zamanın rayicine göre inceden inceye hesap edilince dört yüz elli bin dolar kıymetindeydi. Bütün bu paralar içinde hiçbir parça gümüş yoktu. Hepsi pek mütenevvi[23 - Mütenevvi: Türlü, çeşitli. (e.n.)] eski altınlardı: Fransız, İspanyol, Alman altınları, birkaç İngiliz ginesi ve emsalini hiç görmediğimiz birkaç marka, birçok da gayet büyük, gayet ağır altın vardı ki çok kullanılmış oldukları için yazılarını okumak kabil olmadı. Hiçbir Amerika parası yoktu. Mücevheratın kıymetini tahmine gelince: Bu iş daha güç oldu. Birkaçı gayet güzel ve fevkalade büyük elmaslar bulduk. Elmasların hiçbiri küçük değildi. Hepsi yüz on tane idi. Şayanı dikkat derecede parlak on sekiz yakut, hepsi pek güzel olmak üzere üç yüz on zümrüt, yirmi bir gök yakut ve bir opal… Bütün bu taşlar yuvalarından çıkarılmış ve karmakarışık sandığa atılmıştı. Bu mücevherlerin yuvalarına gelince diğer altınlardan onları ayırdık. Bunlar, tanınması imkânsız bir hâle getirilmek için çekiçle dövülmüş hamur edilmişti. Bütün bunlardan başka gayet çok miktarda som altından müzeyyenat[24 - Müzayyenat: Zinetlendirilmiş, süslenmiş şeyler, süslü şeyler. (e.n.)] bulunuyordu; Som altın iki yüze yakın yüzük yahut küpe; otuz kadar güzel zincir; eğer hafızam beni aldatmıyorsa gayet büyük, gayet ağır seksen üç haç; gayet kıymetli beş buhurdanlık. Altından, gayet büyük bir punç kâsesi; bu kâse üstüne asma yaprakları ve bakkant resimleri oyulmuştu. Şayanı hayret derecede iyi işlenmiş iki kılıç kabzası ve daha hatırımda kalmayan birçok eşya… Bu eşyanın ağırlığı üç yüz elli livreyi geçiyordu. Bu listede yüz doksan yedi altın saati unuttum. Bu saatlerden üçü beş yüz dolar kıymetinde idi. Saatlerin birçoğu, çok eski ve saat olarak hiç kıymeti olmayan şeylerdi çünkü bunların işlemesi toprağın rutubetinden az çok müteessir olmuş, bozulmuştu. Fakat hepsi gayet güzel taşlarla müzeyyendi. Muhafazaları ise çok kıymetliydi. Bu gece sandıktaki eşyanın kıymetini toplam bir buçuk milyon dolar tahmin ettik. Sonraları bu mücevherattan birkaçını kendimiz kullanmak için alıkoyduktan sonra diğer mücevherat ile taşları sarf ettiğimiz zaman bunlara pek az kıymet koymuş olduğumuzu anladık.

Vakta ki elde ettiğimiz defineyi tasnif ettik ve müthiş heyecanımız bir dereceye kadar sükûnet buldu. Legrand büyük muammanın nasıl hallolunduğunu öğrenmek için sabırsızlıktan ölecek hâle geldiğimi gördü. Ve buna ilişkin ne kadar teferruat varsa hepsini anlattı; dedi ki:

“Size hunfesanın kabataslak krokisini gösterdiğim akşamı hatırlarsınız. Yine hatırlarsınız ki resmimin bir ölü kafasına benzediği hakkındaki iddialarınız beni oldukça incitmişti. Önce bu iddiayı ortaya attığınız zaman latife ettiğinizi zannetmiştim. Sonra haşerenin sırtındaki lekeleri hatırladım ve iddianızın az çok bir esası olduğunu kabul ettim. Bununla beraber benim resim yapmak hususundaki liyakatimle istihza etmeniz beni kızdırıyordu çünkü ben oldukça iyi bir sanatkâr olarak tanınıyorum. Onun için parşömeni bana verdiğiniz zaman onu buruşturup ateşe atmak üzereydim.”

“Kâğıt parçasından bahsetmek istiyorsunuz değil mi?” dedim.

“Hayır. O, her cihetle kâğıda benziyordu. Bende önce onu kâğıt zannetmiştim. Lakin üzerine resim yapmak istediğim zaman bunun gayet ince bir parşömen olduğunu hemen keşfettim. Çok kirliydi. Hatırlıyorsunuz değil mi? Onu buruşturacağım sırada, gözüm tetkik ettiğiniz resme ilişti. Bir hunfesa resmediyorum zannettiğim yerde hakiki bir ölü kafası gördüğüm zaman ne kadar hayret etmiş olacağımı anlarsınız. Bir müddet sersemleştim; doğru düşünemez oldum. Biliyordum ki benim yaptığım kroki umumi hatlarda aslına bir dereceye kadar benzer olmakla beraber bütün teferruatıyla resmettiğimi zannettiğim haşereden başka idi. O zaman şamdanı aldım, odanın öbür ucuna oturarak parşömeni daha dikkatle tahlil etmeye başladım. Tersine çevirdiğim zaman kendi çizgimi tersinden gördüm. Tıpkı yaptığım gibi idi. İlk hissettiğim şey sadece hayretti. Resmin çizgilerinde hakikaten göze çarpacak bir benzerlik vardı. Böyle yaptığım bir kafatası resminin altında tamamen benim resmimin aynı olarak görmediğim bir resmin bulunması garip bir tesadüftü. Benzeyiş yalnız hatlarında değil cesametinde de vardı. Bu tesadüfün garabeti önce beni hayret içinde bıraktı dedim. Bu gibi tesadüflerin tesiri daima böyle olur. Fikir; sebeple netice arasında bir münasebet tesis etmek ister, aciz kalır, bu aciz dimağda geçici bir felç meydana getirir. Lakin ben bu hayretten kurtulunca kendimde derece derece öyle bir kanaatin parladığını hissettim ki bana, bu tesadüften büsbütün başka bir surette tesir etti: Ben parşömen üstüne hunfesanın krokisini yaparken orada hiçbir resim olmadığını müspet ve açık bir surette hatırlamaya başladım. Nihayet kati kanaat hasıl ettim. Çünkü resim yapacağım sırada daha temiz bir yer bulmak için parşömeni evirmiş çevirmiştim. Eğer kafatası resmi olsaydı katiyen nazarıdikkatimi celbederdi. Bunda hakikaten bir sır vardı ki keşfetmekte aczimi hissediyordum. Lakin daha bu andan itibaren idrakimin en derin, en gizli sahasında vaktinden evvel zayıf bir lemanın parlamaya başladığını görür gibi oldum. Bu, geçen akşam o kadar parlak neticeler veren sergüzeştlere ait bir nevi zihnî bir ateş böceği, hakikatin rüşeymî bir tezahürü idi. Azim ile kalktım. Parşömeni itina ile elimde sıktım. İlerisini düşünmeyi yalnız kalabileceğim zamana bıraktım. Vakta ki siz gittiniz. Jüpiter iyice uyudu, işin usulü dairesinde bir kat daha tetkikine başladım. Önce bu parşömenin benim elime nasıl olup da düşmüş olduğunu anlamak istedim. Hunfesayı bulduğumuz mahal kıtanın sahilinde; adanın takriben bir mil doğusunda ve su seviyesinden biraz yukarıda idi. Haşereyi yakaladığım zaman elimi şiddetle ısırdı. Bıraktım. Jüpiter, haşereyi tutmak için mutat olan basiretiyle bir yaprak veyahut buna benzer bir şey arıyordu. İşte bu zamanda idi ki ikimizin de gözlerimiz bu parşömen parçasına ilişti. O vakit ben onu bir kâğıt zannetmiştim. Yarısı kuma gömülmüş, bir köşesi açıkta kalmıştı. Kâğıdı bulduğumuz yerin yakınında hükmedebildiğime göre bir büyük kayık teknesi gördüm. Batmış bir tekne enkazı olan bu kayık ihtimal ki pek eskiden beri orada idi. Çünkü kayık iskeleti denilecek hâli kalmamıştı.

Jüpiter parşömeni aldı. Haşereyi ona sardı ve bana verdi. Az zaman sonra kulübenin yolunu tuttuk. Yolda Mülazım G…’ye tesadüf ettik. Haşereyi ona gösterdim. Onu istihkâma götürmeye müsaade etmemi rica etti. Müsaade ettim. Haşerenin sarılmış olduğu parşömeni almadı, haşereyi öylece yeleğinin cebine koydu. O haşereyi tetkik ettiği müddetçe onu elimde tutuyordum. İhtimal ki fikrimi değiştireceğimden korktu. Ve her şeyden evvel haşereyi temin etmeyi ihtiyata muvafık buldu. Bilirsiniz ki kendisi tarih-i tabiiye ait her şeyin delisidir. Tabii ben de düşünmeden parşömeni cebime koydum.

Hatırlarsınız ki hunfesanın resmini yapmak için masanın başına oturduğum zaman kâğıt konulan yerde kâğıt bulamadım. Masanın gözüne baktım; orada da yoktu. Eski bir mektup bulmak ümidiyle ceplerimi aradım. Parmaklarım parşömene tesadüf etti. Parşömenin elime nasıl geldiğini size bütün teferruatıyla anlatıyorum. Çünkü bütün bu şerait benim fikrime garip bir surette çarpmıştı.

Hiç şüphesiz beni bir hayalperest telakki edeceksiniz. Lakin ben daha o zaman bir nevi münasebet tesis etmiş; büyük bir zincirin iki halkasını birleştirmiştim. Karaya vurmuş bir kayık ve bu kayığın civarında bir parşömen -bir kâğıt değil- ve üzerinde bir kafatası resmi… Tabii bana münasebet bunun neresinde diye sorarsınız. Size cevap veririm ki ölü kafası yahut kafatası korsanların alametifarikasıdır; bunu herkes bilir. Onlar muharebelerinde daima üzerine ölü kafası resim olunmuş bir bayrak çekerler.

Size dedim ki bulduğum bir kâğıt değil bir parşömen parçasıydı. Parşömen çürümeyen bir şeydir. Hemen daimîdir. Az ehemmiyeti olan vesikalar nadiren parşömene tevdi olunur. Çünkü alelade yazılar ve resimler için parşömenden daha çok ziyade kâğıt kullanılır. Bu muhakeme bana şu kanaati verdi ki bu ölü kafasında garip bir münasebet ve hususi bir mana vardır. Aynı zamanda parşömenin şekli de nazarıdikkatimi celbetti. Bir ucu herhangi bir arıza ile tahrip edilmiş olmakla beraber ilk şeklinin dikdörtgen olduğu görülüyordu. Bu, yazı yazmak için seçilen ve mühim bir vesika tevdi olunan ve kemal-i itina ile uzun zaman muhafaza edilmek istenen bir şerit idi.”

Sözünü keserek dedim ki:

“Lakin siz dediğiniz hunfesayı resmettiğiniz zaman parşömenin üstünde kafatası resmi yoktu. O hâlde kayıkla kafatası resmi arasındaki münasebeti nasıl tesis edebildiniz? Çünkü itiraf ettiğiniz üzere kafatası -Allah bilir kimin tarafından ve nasıl- sizin, hunfesa resmettiğiniz zamandan sonra resmedilmiştir?”

“Ah! İşte bütün esrar burada, gerçi ben muammanın bu noktasını halletmek için nispeten az zahmet çektim. Yürüdüğüm yol doğru idi ve beni ancak tek bir neticeye götürürdü. Mesela şöyle muhakeme ediyordum: Ben hunfesamı resmettiğim zaman parşömenin üzerinde kafatasından eser yoktu. Resmi yapıp bitirdim, size verdim. Onu bana iade edinceye kadar sizden gözümü ayırmadım. Binaenaleyh kafatasını siz resmetmediniz. Demek o, insan eliyle yapılmamıştı. Böyle olduğu hâlde kafatası resmedilmişti ve ben onu görüyordum!

Düşüncelerimin bu noktasına varınca bu müddet zarfında vukuya gelen hadiselerin hepsini hatırlamaya çalıştım. Ve tamamı tamamına hatırladım: Hava soğuktu. Oh! Mesut ve nadir tesadüf!.. Ve iyi bir ateş ocakta alev alev yanıyordu. Ben hareket sayesinde kâfi derecede ısınmıştım. Masanın önünde oturuyordum. Bununla beraber tam size parşömeni verdiğim sırada iskemlenizi ocağın yanına çevirmiştiniz. Tetkik edeceğiniz sırada köpeğim Volf içeri girdi, omuzlarınıza sıçradı. Siz onu sol elinizle okşuyor, parşömeni tutan sağ elinizi ateşe yakın bulunan dizlerinizin arasına gelişigüzel bırakarak köpeği uzaklaştırmak istiyordunuz. Dizleriniz ateşe o kadar yakındı ki bir aralık tutuşacak zannettim. Size dikkat etmenizi söyleyecektim. Lakin ben söylemeden evvel siz dizlerinizi çektiniz ve resmi tetkike başladınız. Hadiseleri iyice düşündükten sonra hiç şüphem kalmadı ki parşömen üzerinde gördüğüm resmi meydana çıkaran amil hararetti. Pek iyi bilirsiniz ki -eski zamandan beri- birtakım kimyevi ilaçlar vardır ki onlarla bir kâğıda veya parşömene yazı yazılır ve ateşe tutulunca yazı meydana çıkar. Bazen asidi kobaltî mavi zerrinde eriterek hacminin dört misli su ilavesiyle elde edilen sıvı kullanılır. Bununla yeşil bir renk hasıl olur. Demir bozanı tizapta eritirsek kırmızı renk yapar. Bu renkler kâğıt kuruyuncaya kadar az çok uzun bir zaman sonra kaybolur lakin ısıtınca tekrar meydana çıkar.

O zaman ölü kafasını büyük bir dikkatle tetkik ettim. Haricî hatlar, yani parşömenin kenarına en yakın olan hatlar diğerlerinden daha açıktı. Bu da gösteriyordu ki hararetin tesiri denk ve muntazam değildi. Hemen ateşi yaktım ve parşömenin her kısmını ateşe gösterdim. Evvela bu iş ölü kafasının uçuk renkli hatlarını kuvvetlendirmekten başka bir tesir hasıl etmedi. Lakin tecrübeye devam ettikçe şeridin ölü kafası resmedilmiş olan köşe çapının öbür ucunda diğer bir şekil gördüm ve önce bunu bir keçi resmi farz ettim. Lakin daha dikkatli bir tetkik bana bunun bir oğlak olduğu kanaatini verdi.”

Dedim ki:

“Ah, ah! Muhakkak sizinle eğlenmeye hakkım yok. Bir buçuk milyon dolar! O kadar ciddi bir şeydir ki onunla istihza edilemez. Lakin bir araştırmanıza üçüncü bir halka ilave etmiyorsunuz ve korsanınızla keçi arasında bir münasebet bulmuyorsunuz. Bilirsiniz ki korsanların keçi ile işleri yoktur. Keçinin çiftçilerle münasebeti vardır.”

“Lakin şimdi size söyledim ki resim bir keçi resmi değildi.”

“Pekâlâ! Haydi oğlak olsun. O da hemen aynı şey.”

Legrand dedi ki:

“Hemen aynı şey lakin tamamen aynı değil. Belki bir Kaptan Kidd’den bahsolunduğunu işitmişsinizdir. Ben bunu derhâl hiyeroglif tarzında bir imza mahiyetinde telakki ettim. (Oğlak) [Kid] imza diyorum. Çünkü parşömen üstünde resmin bulunduğu yer bana tabii olarak bu fikri veriyordu. Ölü kafasının tamamıyla çapın karşı ucunda bulunmasına gelince; bu bir mühür veya basma imza gibi görünüyordu. Lakin bakiyesinin bulunmamasından dolayı acı bir şaşkınlık hissediyordum. Yani benim hayalimdeki vesikanın vücudu, metni, muhteviyatı yoktu.”

“Tahminimce imza ile başlık arasında bir mektup bulmayı ümit ediyordunuz.”

“Bunun gibi bir şey. Hakikat bu ki muhakkak ve ani büyük bir servet karşısında olduğumu mukavemet edilmez bir hissikablelvuku ile hissediyordum. Niçin? Sebebini o kadar iyi bilmiyorum, işin sonunda bu daha ziyade müspet bir zan değil, belki bir arzu idi. Lakin inanır mısınız ki Jüpiter’in hunfesanın som altın olduğu hakkındaki saçma sözü benim muhayyilem üzerinde şayanı hayret bir tesir bıraktı. Sonra böyle bir sırada da arızalar, tesadüfler hakikaten harikulade idi. İşin içindeki nagehani[25 - Nagehani: Ansızın, birdenbire meydana gelen. (e.n.)] şeylerin hepsine dikkat ettiniz mi? Lazım geldi ki, bütün bu hadiseler senenin soğuk olan ve ateş yakılmasını icap ettiren tek bir gününde vukuya gelsin. Bu ateş yanmasaydı ve tam vaktinde köpeğin müdahalesi olmasaydı ben hiçbir zaman ölü başını göremeyecek ve bu hazineye malik olamayacaktım.”

“Haydi, haydi! Ben ateşler içindeyim.”

“Bundan başka siz bir yığın rivayetler biliyorsunuz. Atlas Okyanusu sahillerinin bir yerinde Kidd ve şerikleri tarafından toprağa bir hazine gömülmüş olduğu hakkında mühim birtakım dedikodular işittiniz. İşin sonunda bütün bu gürültülerin bir aslı olmak gerekti. Bu gürültülerin bu kadar ısrarla bunca zamandan beri devamı bence yalnız bir şeye hamlolunabilir ki o da hazinenin henüz topraktan çıkarılmamış olması idi. Eğer Kidd, hazinesini toprağa gömmüş ve bir müddet sonra çıkarmış olsaydı şüphesiz bu dedikodular daima aynı tarzda ve şimdiki şekliyle bize kadar gelmezdi. Şuna da dikkat ediniz ki bu rivayetler daima hazine arayanlara dairdi. Bulanlara dair değildi. Eğer korsan, hazinesini çıkarıp almış olsaydı, iş ileri gitmezdi. Zannedersem bir kaza; mesela hazinenin tam yerini tarif eden notların kaybolması, onu hazineyi bulmaktan mahrum etmişti. Zannediyorum ki bu kazadan arkadaşlarının da haberi olmuştu. Yoksa bir hazinenin toprağa gömülmüş olduğundan kimsenin malumatı olmazdı ve bunları kati malumatsız, rehbersiz hazine aramaları bugün herkesin dilinde dolaşan efsanelere meydan vermezdi. Sahilde topraktan çıkarılmış bir hazine hakkında hiçbir rivayet işittiniz mi?”

“Asla!”

“Diğer taraftan Kidd’in gayet büyük bir servet toplamış olduğu malumdur. Binaenaleyh ben hazinenin toprakta olduğundan emin idim. Bende bir ümit hasıl olmuş olduğunu söylersem hayret etmezsiniz. Bir ümit ki hemen itminan[26 - İtminan: İnanma, güvenme. (e.n.)] derecesine varmıştı. O kadar garip bir surette bulunan parşömenin, hazinenin depo edildiği mahalli gösterecek malumatı içermesi lazımdı.”

“Lakin nasıl muamele ettiniz?”

“Parşömeni tekrar ateşe tuttum. Lakin bir şey meydana çıkmadı. Yağ tabakasının bu muvaffakiyetsizlikte bir amil olabileceğini düşündüm, onun için parşömeni itina ile temizledim. Üzerine sıcak su döktüm, sonra kafatası resmi üste gelmek üzere bir teneke tencereye koydum, tencereyi yanmış kömür dolu bir ocağın üzerine oturttum. Birkaç dakika sonra tencere tamamıyla ısınmıştı ve sıralanmış rakamlara benzeyen birtakım lekelerle dolu olduğunu tarif edilmez bir sevinçle gördüm. Parşömeni tekrar tencereye koydum ve bir dakika daha bıraktım; tekrar çıkardığım zaman şimdi size göstereceğim hâli almıştı.”

Burada Legrand yeniden parşömeni ısıttı. Tetkik için bana verdi. Aşağıdaki rakamların kırmızı boya ile ölü kafası ve oğlak resimleri arasında kaba saba bir yazı ile sıralanmış olduğunu gördüm:

Parşömeni kendisine iade ederek dedim ki:

“Lakin ben bundan çok bir şey anlamadım. Eğer Golkond’ün bütün hazineleri bu muammanın halline mukabil bana vadedilmiş olsaydı, o hazineleri kazanamayacağımdan tamamıyla emin olurdum.”

Legrand dedi ki:

“Bununla beraber muammanın halli şüphesiz ilk bakışta zannedildiği kadar güç değildir. Herkesin kolayca göreceği üzere bu işaretler birtakım rakamlardan müteşekkildir, yani manası vardır. Lakin Kidd hakkındaki malumatımıza nazaran benim için bu adamın pek muğlak bir muamma imal edebileceğini zannetmemek lazımdı. Demek ki ben bunun her şeyden önce basit bir şey olduğuna hükmettim. Hâlbuki korsanın kaba zekâsına nazaran bu muammanın anahtarsız halli katiyen kabil değildi.”

“Hakikaten siz hallettiniz mi?”

“Gayet kolaylıkla… Ben bundan on bin defa daha güçlerini hallettim. Birtakım ahval ve şerait ve bir fikrî temayül bu gibi muammalarla beni alakadar etti. Hakikaten insan zekâsının icat ettiği böyle muammayı kâfi derecede çalışmak şartıyla diğer bir insan zekâsının halledememesi ihtimali pek zayıftır. Onun için bir kere işaretleri sırasıyla meydana çıkardıktan sonra bunlardan mana çıkarmaktaki güçlüğü düşünmeye bile tenezzül etmedim.

Bu meselede ve bütün gizli yazılarda birinci iş muammanın yazıldığı lisanı tayin etmektir. Çünkü hallin esasları, hususiyle basit rakamlar mevzubahis olursa her lehçenin hususi tarzına tabidir ve lehçeye göre değişebilir, bunun için genellikle muammayı bildiğimiz bütün lisanlara birer birer tatbik etmekten başka çare yoktur, lakin meşgul olduğumuz rakamlarda bu müşkülat imza sayesinde hallolunmuştur.

Kidd kelimesi üzerine yapılan bir muamma ancak İngiliz lisanıyla mümkün olabilir, bu kelimenin delaleti olmasaydı ben İspanyolca ve Fransızcayı tecrübe edecektim. Çünkü İspanyol denizlerinde bir korsanın tabii olarak böyle sırrı ifade için kullanacağı bu lisanlar olabilirdi. Lakin bu muammada gizli lisanın İngilizce olduğunu evvelden anlamıştım.

Görüyorsunuz ki kelimeler arasında hiç mesafe yoktur. Eğer mesafe olaydı iş pek ziyade kolaylaşacaktı. O hâlde ben en kısa kelimeleri mukabele ve tahlil etmekle işe başlayacaktım, bu suretle bir tek harfli bir kelime, mesela bir ‘a’ veya ‘i’ -bir ‘j’– bulabilseydim -ki bunu bulmak daima ihtimal dâhilindedir- muammanın hallini temin edilmiş addederdim. Lakin mesafe olmadığı için birinci vazifem en çok tekerrür eden ve en nadir bulunan harfleri meydana çıkarmaktı. Hepsini saydım ve aşağıdaki cetveli vücuda getirdim.

O hâlde en çok tesadüf edilen harf İngilizce ‘e’ harfidir, sıra diğer harfler şunlardı: a, o, i, d, h, n, r, s, t, u, y, c, f, g, l, m, w, b, k, p, q, x, z. ‘E’ harfi o kadar, o kadar çoktur ki az çok uzun bir cümlede bu harfin tekrar etmemesi pek nadirdir.

Demek ki biz daha başlangıçta bir esas bulmuştuk. Bu da zan ve tahminden daha iyi bir şeydir. Bu cetvelin nasıl kullanılacağı meydandadır. Lakin bu hususi rakamdan biz, pek ehemmiyetsiz bir istifade temin edeceğiz. Çünkü bizim en çok kullanıldığını gördüğümüz rakam 8’dir. Şimdi bunu ‘e’ harfi addederek işe başlayalım. Bu faraziyeyi kontrol etmek için bakalım 8 harfi çok defa çoğaltılmış mı kullanılıyor. Çünkü ‘e’ harfi İngilizce kelimelerde ekseriya çift olarak kullanılır. Mesela: ‘Meet’, ‘fleet’, ‘speed’, ‘agree’, ‘seen’, ‘been’ vb. kelimelerde olduğu gibi. Bizim muammada görüyoruz ki yazı kısa olmakla beraber beş defadan aşağı olmamak üzere çift ‘e’ kullanılmıştır.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 701 форматов)