banner banner banner
Dünya’nın Çığlığı ve Moleküler Ayrıştırıcı
Dünya’nın Çığlığı ve Moleküler Ayrıştırıcı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Dünya’nın Çığlığı ve Moleküler Ayrıştırıcı

Dünya’nın Çığlığı ve Moleküler Ayrıştırıcı
Arthur Conan Doyle

Dedektif Sherlock Holmes’un yaratıcısı Arthur Conan Doyle’un huysuz kahramanı Profesör Challenger, huysuzluklarıyla insanları çıldırtmaya devam ediyor. Bu aksi aynı zamanda çok zeki karakterle yakınlık kurmak ve onu anlayabilmek hayli zor olsa da bir o kadar da keyifli olacaktır. “(…) O hâlde, Dünya’mızın da üzerine yayılmış bulunan insan ırkından habersiz olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Üzerinde yetişmekte olan bu mantarımsı bitki örtüsünden ve yaşlı taşıyıcılarının Güneş etrafındaki yolculuğu sırasında bir araya gelmiş minik parçacıkların evriminden de habersizdir. Dünya ile aramızdaki ilişkinin durumu şimdi bu ve benim değiştirmek istediğim şey de bu!” Şaşkınlıkla ona bakakaldım, “Değiştirmek mi?” “Dünya, en azından bir kişinin, George Edward Challenger’ın fark edilmek istediğini bilmeli hatta fark edilmek konusunda ısrar ettiğini… Bu, bu konuda şimdiye kadar atılmış ilk adım olacak.”

Arthur Conan Doyle

Dünya’nın Çığlığı ve Moleküler Ayrıştırıcı

DÜNYANIN ÇIĞLIĞI

“The Gazette”ten arkadaşım olan Edward Malone’un, pek çok kez, Profesör Challenger ile birlikte yaşadıkları müthiş maceralardan bahsettiğini hatırlıyorum ancak ben işimle öylesine meşguldüm ve şirketimiz aldığı siparişlerle öyle yoğundu ki kendi uğraşım dışındaki dünyada olup bitenler hakkında çok az şey biliyordum. Hatırladığım kadarıyla Challenger, sert ve sabırsız yaratılışta, çılgın bir dâhi olarak tarif ediliyordu. Ondan ciddi bir iş teklifi aldığımda bu yüzden oldukça şaşırdım. Gelen mektup şöyleydi:

    14, Enmore Gardens,
    Kensington

Sayın Bayım,

Artezyen kuyuları konusunda bir uzmanın yardımına ihtiyacımız var. Var olan uzmanlar konusundaki düşüncelerimin pek olumlu yönde olmadığını sizden gizlemeyeceğim. Ayrıca benim gibi kendi aklını geliştirmiş birinin, özel bir uzmanlık alanı olan (ki genellikle bu tek bir alandır), dolayısıyla da yürütebileceği tahminler sınırlı olan bir kişiden çok daha etkin ve geniş bir bakış açısına sahip olacağını düşünüyorum. Bu yüzden size bir anlaşma önermek istiyorum. Artezyen uzmanlarının listesine baktığımda isminizin ilginçliği –neredeyse tuhaflığı yazacaktım– dikkatimi çekti; genç dostum Bay Edward Malone’un sizi şahsen tanıdığını da öğrendim. Sizinle bir görüşme yapmaktan memnuniyet duyacağımı bildirmek isterim. Eğer şartlarımı yerine getirebilecekseniz -ki standartlarım oldukça yüksektir- çok önemli bir konuyu sizin ellerinize teslim etmek isterim. Konu son derece gizli olduğundan ve ancak karşılıklı konuşarak tartışılabileceğinden size şu anda daha fazla açıklama yapamam. Bu sebeple sizden, eğer varsa diğer randevularınızı iptal etmenizi ve cuma sabahı saat 10:30’da yukarıdaki adreste bulunmanızı rica ediyorum. Kapıda paspas olduğu gibi demir bir çamurluk da var; Bayan Challenger oldukça titizdir.

Başlarken kullandığım gibi “Sayın”,

George Edward Challenger

Mektubu cevaplaması için başkâtibime vererek Bay Peerless Jones’un görüşmeyi memnuniyetle kabul ettiğini bildirmesini istedim. Son derece uygar bir not olmasına rağmen, “Mektubunuz (tarihsiz) elimize ulaştı.” cümlesiyle başladığı için profesörden ikinci bir mektup daha almamıza neden oldu:

“Bayım” diye başlıyordu mektup ve dikenli bir teli andıran el yazısıyla şöyle devam ediyordu:

(…) Görüyorum ki mektubumun tarihsiz oluşu gibi önemsiz bir konuyu eleştiriyorsunuz. Dikkatinizi; ödediğimiz korkunç vergilerin bir geri dönüşümü olarak, devletin, zarfın üzerine mektubun gönderilme tarihini belirten bir damga veya pul bastığı gerçeğine çekebilir miyim? Eğer bu damga veya pul eksik ise şikâyetinizi posta kurumuna iletmelisiniz. Bu arada sadece, sizi bilgilendirdiğim meseleyle ilgili gözlemlerinizi sunmanızı ve mektuplarımın içerikleri hakkında yorum yapmaktan vazgeçmenizi rica ederim.

Bir deliyle uğraştığım açıktı. Bu yüzden, daha ileri gitmeden önce Richmond’ta ragbi oynadığımız günlerden bu yana tanıdığım eski dostum Malone’la olayı konuşmaya karar verdim. Hâlâ eskisi gibi neşeli bir İrlandalıydı ve benim Challenger’la ilk temasım onu çok eğlendirdi.

“Bu hiçbir şey değil genç dostum.” diye başladı söze. “Onunla beş dakika geçirdiğinde canlı canlı derin yüzülmüş gibi hissedeceksin. Saldırganlık kelimesi onun için yetersiz kalıyor.”

“Peki, insanlar neden buna katlanmak zorunda?”

“Zorunda değiller. Eğer onun hakkındaki tüm iftiraları, tartışmaları ve saldırı suçlamalarını bir araya toplarsan…”

“Saldırı mı?”

“Tanrı’m, eğer onunla bir anlaşmazlığa düşecek olursan seni merdivenlerden aşağı yuvarlamak için pek düşünmeyecektir. Takım elbiseli bir mağara adamıdır o. Onu bir elinde bir sopa, diğerinde de çentikli bir çakmak taşıyla hayal edebiliyorum. Bazı insanlar yanlış yüzyılda doğarlar, ancak o yanlış milenyumda doğmuş olmalı. Neolitik Çağ’a ait aslında.”

“Ve bu adam bir profesör mü?”

“İşin ilginç kısmı da bu! Avrupa’nın en önemli beyni, arkasında bütün rüyalarını gerçeğe dönüştürebilecek bir güçle çalışıyor. Meslektaşları ondan nefret ederler. Bu yüzden onu engelleyebilmek için ellerinden geleni yaptılar ancak Berengaria’yı da engellemek isteyen pek çok trol teknesi olduğuna eminim. O sadece onları görmezden gelir ve yolunda ilerlemeye devam eder.”

“Eh…” dedim, “En azından tek bir konudan eminim. Onunla herhangi bir şey yapmak istemiyorum. Görüşmeyi iptal edeceğim.”

“Sakın ha! Tam saatinde orada olacaksın ve buna da ayrıca dikkat etmelisin, ‘tam saatinde’ kısmına yani!”

“Neden bunu yapayım ki?”

“Şunun için; öncelikle yaşlı Challenger hakkında söylediklerimi çok ciddiye alma. Yakından tanıyan herkes onu sevmeyi öğrenir. Yaşlı ayıcık gerçekte kimseye zarar vermez. Bir keresinde onun, çiçek hastalığına yakalanmış küçük bir yerli çocuğu, Madeira Nehri’ne kadar, yüz elli kilometre boyunca sırtında taşıdığını hatırlıyorum. Her yönüyle büyüktür. Onunla anlaşmayı başarabilen kimseyi incitmez.”

“Ona bu şansı vermeyeceğim.”

“Eğer vermezsen aptallık etmiş olursun. Hiç Hengist Down Gizemi’ni duymuş muydun; hani Güney Sahili’nde batan şaft?”

“Bildiğim kadarıyla o gizli bir kömür madeni patlamasıydı?”

Malone göz kırptı, “Eh, eğer istersen o şekilde de açıklayabilirsin. Demek istediğim, yaşlı adam bana güveniyor ve o bana izin vermeden tek kelime bile edemem ama gazetelerde yer aldığı için sana şunu söyleyebilirim: Gelirini kauçuktan kazanan bir adam olan Betterton birkaç yıl önce tüm servetini bilim yararına kullanılması şartıyla Challenger’a bıraktı. Bu mirasın toplamda korkunç bir miktar olduğu ortaya çıktı; birkaç milyoncuk kadar! Challenger hemen Hengist Down, Sussex’te bir mülk satın aldı. Kireç taşı tepelerinden oluşan bir bölgenin kuzey sınırında değersiz bir yerdi burası fakat Challenger satın aldığı geniş bölgeyi dikenli tellerle sardı. Bölgenin tam ortasında derin bir kanal vardı. İşte kazılar da burada yapılmaya başlandı.”

Malone devam etmeden önce bir kez daha göz kırptı.

“Challenger, İngiltere’de petrol olduğunu ve bunu ispatlayacağını duyurdu. Küçük bir köy inşa edip dolgun ücretleri sayesinde hepsi de ağızlarını kapalı tutmaya yemin etmiş güvenilir işçiler buldu. Kazının yapıldığı yerin etrafı da tıpkı arazinin tamamında olduğu gibi dikenli tellerle sarılmış durumda ve bölgeyi bekçi köpekleri koruyor. İçeriye girmeyi deneyen birkaç gazeteci ise bu canavarlardan pantolonlarını bir kenara bırak, canlarını zor kurtardılar. Bu büyük bir operasyon ve Sör Thomas Morden’ın şirketi de bu işin içinde ancak onlar da gizlilik yemini etmiş durumda. Açıkçası, artık senin yardımının gerekli olduğu bir noktaya geldik. Şimdi sana kazandıracağı tüm tecrübe ve diğer getirileriyle beraber dolgun bir de çek sunan; daha da önemlisi, bugüne kadar tanıştığın ve tanışabileceğin en muhteşem adamla beraber çalışma şansı verecek olan bu işi gerçekten kabul etmeyecek misin?”

Malone’un beni ikna etme çabaları işe yaradı ve cuma sabahı kendimi Enmore Gardens yolunda buldum. Görüşmeye zamanında gitmek için o kadar dikkatli davranmıştım ki oraya yirmi dakika erken ulaştım. Sokakta oyalanırken birdenbire kapıda park etmiş olan gümüş ok armalı Rolls-Royce’u tanıdığımı fark ettim. Kesinlikle Morden şirketinin küçük ortaklarından Jack Devonshire’a aitti. O güne kadar tanıdığım en kibar adamlardan biri olduğu için kapının önüne çıkıp ellerini havaya kaldırarak hararetle “Lanet olsun ona! Oh, Lanet olsun!” diye söylendiğini görünce çok şaşırdım.

“Sorun nedir Jack, bu sabah sinirli görünüyorsun?”

“Merhaba Peerless! Sen de bu işin içinde misin?”

“Böyle bir ihtimal var…”

“Sinirlerini zorlayacağından emin ol.”

“Seni de epey zorlamış gibi görünüyor.”

“Şey, bunu kabul etmeliyim… Uşağın bana getirdiği mesaj şöyleydi; ‘Efendim, profesör, şu anda yumurta yemekle çok meşgul olduğundan daha uygun bir zamanda ararsanız sizinle görüşmekten memnuniyet duyacağını size söylememi istedi.’ Bu, bir uşağın bana ilettiği mesajdı. Bu arada bize borçlu olduğu kırk iki bin sterlini almak için geldiğimi de eklemeliyim.”

Islık çaldım.

“Paranızı alamıyor musunuz?”

“Oh, para konusunda bir sorunu yok. Yaşlı gorilin hakkını vereceğim, konu para olduğunda oldukça cömerttir ama canı ne zaman isterse ve ne şekilde isterse öyle öder, hiç kimseyi umursadığı yok. Her neyse, en iyisi gidip şansını dene ve kendin gör.” diyerek kendini aracına attı ve uzaklaştı.

O gittikten sonra ara sıra saatime bakarak görüşme zamanının gelmesini bekledim. İtiraf etmek gerekirse vücut bakımından oldukça iri sayılırım. Ayrıca Belsize Boks Kulübü’nde orta sıklet maçlarına da çıktım fakat daha önce hiçbir karşılaşmada böylesine dehşete düşmemiştim. Fiziksel bir korku değildi bu, çünkü içerideki çılgının bana saldırmaya kalkması hâlinde kendimi koruyabileceğimi biliyordum. Zihnim daha çok bir skandal çıkması korkusu ile kazançlı bir anlaşmayı kaybetme korkusundan dolayı karışmış gibiydi. Neyse ki hayal gücünün yerini hareket aldığında işler her zaman kolaylaşır. Köstekli saatimi kapatarak kapıya doğru ilerledim.

Kapıyı yaşlı bir uşak açtı. Yüzündeki ifadeden hatta yüzünde hiçbir ifade olmayışından, şoklarla çokça karşılaştığı ve artık dünyada onu şaşırtacak hiçbir şey kalmadığı okunuyordu.

“Randevunuz var mı efendim?” diye sordu.

“Elbette.”

Elindeki listeye göz attı.

“İsminiz efendim?.. Oh, Bay Peerless Jones! 10:30. Her şey planlandığı gibi. Dikkatli olmalıyız Bay Jones, çünkü gazeteciler yüzünden oldukça gerginiz. Bildiğiniz gibi profesör basından pek hoşlanmıyor. Böyle buyurun efendim, Profesör Challenger sizi bekliyor.”

Ve birdenbire kendimi karşısında buldum. Dostum Ted Malone, profesörün “Kayıp Dünya” hikâyesini benim yapabileceğimden çok daha iyi tanımlamıştı. Bu nedenle Profesör Challenger’ın nasıl göründüğü kısmını onun anlattığı gibi bırakacağım. Tek bildiğim; maun masasının ardında oturan, sivri uçlu siyah sakallara sahip ve küstah bakışlı büyük, gri gözleriyle kocaman bir adamın karşısında olduğumdu. Büyük kafasını geriye doğru attı, gür sakalı öne çıktı ve tüm vücudu tek bir ifadeye büründü: Kibir dolu bir tahammülsüzlük. Bu duruşu ile şu soruyu soruyordu: “Ee, ne istiyorsun?” Kartımı masasına bıraktım.