banner banner banner
Beş Çember Kitabı
Beş Çember Kitabı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Beş Çember Kitabı

“Nefret etmek ya da hemcinsim olan bir yaratığa zarar vermeye çalışmak rahipliğe girmiş biri için aşağıda kalan bir şeydir,” dedi kendi kendine. “Tutku rüzgârları bir tek dindışı dünyanın labirentinde hareket edenleri rahatsız eder. Bir insanın manevi gözleri açıldığında ne doğu ne batı ne kuzey ne de güney var olur, bunlar sadece yanılsamalardır. Otuz yıldan fazla süre boyunca Lort Daté’ye kin besledim ve gözlerimin önündeki yegâne nesne olan intikam beni bugünkü durumuma getirdi. Lakin Lort Daté bir olayda bana kötü davranmasaydı hayatım ne halde olurdu? Muhtemelen ömrümün sonuna dek takunya taşıyıcısı Heishiro olarak kalırdım. Fakat efendim, böylesi bir cezayı hak edip etmediğimi düşünmeden bana bir bahçe getası fırlatacak kadar şefkatsizdi. Öfkelendim ve intikam yemini ettim. Onu cezalandırma azmim sayesinde rahip oldum, çok çalıştım, yokluğa katlandım ve nihayetinde imparatorluğun en nüfuzlu rahiplerinden biri oldum; prensler ve soylular bile bana hürmetle boyun eğdiler. Meseleye gerçek ışığında bakacak olursam aslında her şeyi Lort Daté’ye borçluyum. Eski zamanlarda Sakya Muni sırtını dünyevi şöhrete dönerek Dantoku Dağı’na tırmanmış ve orada, St. Arara’yla beraber rahip adaylarına hizmet etmişti. Kendisi prens olsa da efendisinin en küçük işlerini bile yapmıştı, efendisi ihmalkâr davrandığını gördüğünde talebesini sopayla döverdi. ‘Ne küçük düşürücü,’ diye düşünürdü asil rahip adayı. ‘Tahta çıkmak için doğdum ama benden fazlasıyla aşağı bu kişi tarafından bu muameleye uğruyorum.’ Fakat Sakya Muni, inatçı ruhlu bir adamdı. Aşağılandıkça dini çalışmalarına kendini ciddiyetle verdi; öyle ki otuz yaşındayken hocasının öğretebileceği her şeyi almış ve bizzat öğretmeye, dünyaya bilinen en büyük dinlerden birini tanıtmaya başlamıştı. Gerçekten Sakya’nın başarısının, tamamen olmasa bile büyük ölçüde, işten asla kaytarmasına izin vermeyen katı ve insafsız efendisinden kaynaklandığı söylenebilir. Kendimi Budizmin kutsal kurucusuyla karşılaştıramam elbette ama yine de Osaki Kalesi’nin içindeki kameriyemin benim Dantoku Dağım ve bu eski bahçe getasının da St. Arara’nın sopası olduğunu inkâr edemem. Bu yüzden kalbimde Masamuné’ye karşı intikam değil memnuniyet olmalı zira refahımın temelini atan onun düşüncesiz eylemleriydi.”

Böylece rahip uzun süredir sakladığı intikam fikrinden feragat etti ve yerini daha iyi bir duygu aldı. Artık kan lekeli getaya saygıyla bakıyor, önüne çiçekler ve yanan tütsüler koyuyor, gece gündüz eski efendisi Lort Daté Masamuné’ye uzun ömür ve mutluluk getirmesi için tutkuyla dua ediyordu.

Peki ya Masamuné?

Yukarıda da belirtildiği gibi büyük onurlar kazanarak ülkesinin konseyinde öncü bir adam oldu. Fakat altmış üç yaşında sosyal hayattan bıkarak geri kalan günlerini Sendai Kalesi’nde geçirmek üzere emekli oldu. Orada boş vakitlerini değerlendirmek için Matsushima’daki meşhur Zuiganji Tapınağı’nı restore ettirdi. Tapınak, kalenin yakınlarındaydı ve uzun iç savaş sırasında çökerek tamamıyla harabeye dönüşmüştü. Masamuné binayı eski zengin ihtişamına döndürmeyi görev bildi ve sonra hepsi tamamlandığında orayı yönetmek üzere atanmaya layık, derin öğrenmeye erişmiş ve erdem sahibi bir rahip aramaya başladı.

Baş hizmetlileriyle toplandığında onlara şöyle dedi:

“Bildiğiniz gibi yakınlardaki Zuiganji Tapınağı’nı yeniden inşa ve dekore ettirdim ancak hâlâ yöneticisi yok. Dinin temsilcisi olarak eski geleneklerini devam ettirecek aziz ve bilge birine emanet etmek istiyorum onu. Söylesenize, günümüzün en büyük rahibi kim?”

“Kyoto’daki Ungoji Tapınağı’nın Başrahibi Ungo-Zenji şüphesiz günümüzün en büyük rahibidir,” diye ortak bir cevap geldi.

Bunun üzerine Masamuné bu boş mevkiyi aziz Ungo-Daizenji’ye teklif etmeye karar verdi ancak bahsi geçen rahip sarayın gözdesiydi ve İmparator ona güveniyordu. Zenji’ye bir şey söylenmeden önce Majesteleri’ne başvurulması gerekiyordu. Masamuné talebini, nedeniyle birlikte ve şahsi bir rica olarak sundu. Emekli devlet adamına duyduğu duygusal yakınlığı koruyan İmparator hemen rıza gösterdi ve böylece Ungo-Zenji, güzel Matsushima bölgesindeki Zuiganji Tapınağı’nın başına getirildi.

Atanmasının yedinci gününde Masamuné, yeni geleni karşılamak üzere Zuiganji’ye resmi ziyarete gitti. Ona, o sıralarda boş bulunan Zenji’nin özel misafir odasını gösterdiler. Bir oyuğa döndüğünde dikkatini bir anda, özenli ve pahalı işçiliği olan değerli bir sehpaya yerleştirilmiş eski bahçe getası çekti.

“Şu getayı hangi meşhur kimse kullanmış?” dedi, afallamış Masamuné kendi kendine. “Ama benim mevkimde bir daimyoyu kabul ederken odayı böyle düşük bir eşyayla dekore etmek kesinlikle görgüsüzlük! Ancak rahip böylesi tuhaf bir görgü kuralını ihlal ettiyse eminim bir amacı vardır.”

O anda sürgülü kapılar ses çıkarmadan açıldı ve baştan aşağı dini kıyafetler giymiş ve elinde beyaz kıllı, kutsal bir fırça tutan muhterem bir zat içeri girdi. Hareketsiz yüzünde münzevi bir görüntü olsa da alnında, gözlerinin arasındaki çirkin bir yara görünüşünü bozmuştu.

Gelen kişi Ungo-Zenji’ydi, misafirinin karşısına oturarak iki elini avuçları aşağı gelecek şekilde matların üzerine koydu ve saygılı bir karşılama yaparak birkaç kere başını eğerek selamladı; Masamuné de gerektiği gibi bu nezakete karşılık verdi.

Selamlaşmalar bitince Masamuné merakını daha fazla dizginleyemedi.

“Saygıdeğer efendim,” diye başladı, “samimi isteğimi kabul ederek tapınağımızdan sorumlu olmak için bu ehemmiyetsiz yere gelmeye tenezzül ettiniz. Faziletinizden derinden etkilendim ve nasıl teşekkür etsem bilemiyorum. Ben basit bir adamım, kelimeler konusunda beceriksizim. Fakat saygıdeğer efendim, kafamı karıştıran iki şey var ve bu ilk görüşmemiz olsa da böylesi meraklı olmamı görgü addedebilirseniz, bir bahçe getasını şeref konuğu olarak yerleştirmenizi ve azizliğinize gölge düşürecek kadar kötü olan yaranızı açıklayabilir misiniz?”

“Bir bahçe getasını şeref konuğu olarak yerleştirmenizi açıklayabilir misiniz?”

Tezcanlılıkla söylenen bu sözler üzerine Masamuné’nin gençliğini anımsayan rahip hafifçe gülümsedi. Ardından odanın daha aşağıdaki bitimine çekildi ve çökmüş gözlerinde parlayan yaşlarla şöyle dedi:

“Yüzünüzü tekrar gördüğüme çok sevindim. Değişmeyen yüz hatlarınıza bakmak bana uzun zaman önceki gençliğimi hatırlatıyor.”

“Ne tuhaf sözler bunlar! Bildiğim kadarıyla bugüne dek karşılaşmamışken size gençliğinizi nasıl hatırlatabilirim?”

“Lordum, sabırlı olursanız hepsini açıklayacağım,” diye yanıtladı Zenji. “O zamanlar sadece bir hizmetliydim; Makabé Heishiro olarak bilinen bir takunya taşıyıcısıydım, o yüzden böyle düşük mevkili bir kişiyi hatırlamamanızı anlıyorum. Osaki Kalesi’nde kalıyordunuz…”

Durdu fakat tek bir kelime edemeyecek kadar hayrete düşmüş Masamuné yalnızca, onu daha önce gördüğünü hatırlamaya çalışıyormuşçasına eski hizmetlisine dikkatle bakıyordu.

O yüzden Ungo-Zenji hikâyesine devam etti ve otuz yıl önceki o karlı günde başına gelenleri detaylarıyla anlattı. Bunca yıl sadece intikamı düşünerek yaşadığını ve bir gün düşmanının çok gerisinde kaldığını göreceği düşüncesinin bütün zorlukları yenmesine, engelleri aşmasına kendini teşvik ettiğini anlattı.

“En sonunda,” diye sonlandırdı rahip, “İmparator’un dikkatini çektim ve değersiz hizmetimi o kadar büyük gösterdi ki beni ödüllerle ve lütfunun işaretleriyle donattı. ‘İşte vakti geldi!’ diye düşündüm. Ancak hayretle fark ettim ki böylesi adi bir tutku artık doğamda yoktu, intikam arzusu yok olmuştu. Olaya farklı bir ışıkta bakmaya ve sizi bir hayır sahibi olarak görmeye başladım. Sizin için hâlâ bir takunya taşıyıcısı olabilirim – size göre edindiğim bilgilere asla erişmemiş olabilirim – sizin için iki ülkenin meşhur ve bilge zatlarıyla görüşmem imkânsız olabilir. Dolayısıyla benim nefretim minnete, intikam arzum içten bir huzur ve refah içinde bir yaşam dileğine dönüştü. Her gün, size borçlu olduğum paha biçilmez kazançların az da olsa karşılığını verebilmek için dua ediyorum. Lort hazretleri, eski bir getaya neden bu kadar değer verdiğimi ve kaşımdaki bu çirkin yarayı nasıl taşıdığımı şimdi anlıyordur.”

Masamuné anlatıyı büyüyen bir merakla ve derin dikkatle dinledi. Sonlandığında ayağa kalktı ve Zenji’nin iki elini hem nazikçe hem de zorla tutarak onu odanın üst bitimine çekti. İkisi de yeniden oturduğunda konuştu.

“Saygıdeğer efendim,” dedi duygu dolu bir sesle. “Az önce anlattıklarınız beni bir hayli utandırdı. Bahsettiğiniz olayı henüz anımsayabildim ve kibirle berbat hakaretler ederken ne kadar sinirli olduğumu hatırlıyorum. İntikam alma arzunuza değil, hakkınız olan zaferden feragat etmenize şaşırıyorum; bu beni sahiden hayrete düşürüyor! Böylesi bir yüce gönüllülük neredeyse inanılmaz! Dinin bazılarının söylediği gibi boş bir soyutlama olmadığını kanıtladınız bana ve eski suçlarım için naçizane affınızı istiyor, beni talebelerinizden biri olarak kabul etmenizi rica ediyorum.”

Böylece açıksözlü ve asil bir yaradılışa sahip Masamuné gençliğinde yaptığı hatadan pişmanlık duydu ve takunya taşıyıcısı, düşmanının utanç içinde ölmesini sağlasa övünebileceği o büyük zafere erişmiş oldu.

İki cömert insanın arasında candan bir arkadaşlık peyda oldu ve yıllar sonra ölüm onları ayırana dek birbirlerini sık sık gördüler ve muhabbetleri gelişti. Rahip, Kale’nin daimi misafiri kabul edilirken Masamuné, Ungo-Zenji’nin rehberliğiyle kutsal ilim çalışmalarını ciddi bir saygıyla yerine getirdi.

Genç Bir Samurayın Sadakati

Matsudaira Nobutsuna, Iyeyasu’dan sonra Tokugawa şogunlarının en muktediri sayılan Şogun Iyemitsu’nun bakanlarından biriydi. Müthiş dirayetli bir zat olarak Iyemitsu’nun bilgece yönetimine oldukça katkıda bulundu.

Iyemitsu, Takechiyo adında genç bir oğlanken o zamanlar Chōshirō denen Nobutsuna ona hizmetkâr ve oyun arkadaşı olarak hizmet ediyordu.

Bir sabah genç asilzade, Chōshirō ve iki başka oğlanın refakatinde bir koridordan babası Şogun Hidetada’nın özel dairelerine geçerken çatının kiremitlerinde zıplayan ve neşeyle cıvıldayan birkaç serçe yavrusu dikkatini çekti. Henüz on yaşındaki Takechiyo kuşları beğendi ve kendisinden üç yaş büyük Chōshirō’ya dönerek şöyle emretti:

“O küçük serçeleri benim için yakala, Chōshirō.”

“Zevkle, lort hazretleri ancak serçeleri yakalarken fark edilirsem Ekselansları’ndan ve memurlarından azar işitirim. Neyse ki bu akşam görevde olacağım, yani kimse görmeden çatıya tırmanıp sabah olduğunda size o küçük kuşları getireceğim. Lütfen o vakte kadar bekler misiniz, efendim?”

“Sanırım beklemem gerek.” Ve küçük eşlikçiler devam ettiler.

O gece her şey sessizliğe büründüğünde Chōshirō bir şekilde çatıya çıkmayı başardı ve dört uzvunun üzerinde kuş ebeveynlerin yuva yaptığı yere dikkatle emekledi, bir eliyle uzandı ve küçük serçelerden birini yakaladı. Zavallı küçük şeyler! Uykularında şaşırdıklarından kaçamadılar. Esirini sol eline geçiren Chōshirō sağ elini tekrar uzatarak bir tane daha yakaladı. Amacına erişmek ya da başka bir neden onu rahatlatmadı, zira o anda ayağı kaydı ve güçlü bir gümbürtüyle aşağıdaki avluya düştü. Düşerken istemsizce kuşları daha sıkı tuttuğu için anında ezilerek öldüler. Ellerinde ölü kuşlarla bayıldı. Fakat çatı nispeten engin, aynı zamanda çalıların üzerine düşecek kadar talihli olduğundan ölmedi.

Düşme sesi Şogun’u uyandırdı. Kalktı, peşinde karısı ve birkaç hizmetkârıyla verandaya çıktı ve sürgülü panjuru açarak aşağı baktı. Hizmetkârlardan birinin tuttuğu fenerin ışığıyla hemen alttaki zeminde uzanan oğlanı fark etti. Chōshirō şimdi bilincini geri kazanmıştı ve bedeninin her yerinde hissettiği acı hatırı sayılır bir zorluğa sebep olurken doğrulmaya çalışıyordu. Fenerin ışığı ona verandadakileri gösterince fena halde şaşırdı.

“Chōshirō, sen misin?” diye seslendi lordu, oğlanı bir çırpıda tanıyarak. “Gecenin bu vakti çatımda olman pek tuhaf! Derhal yukarı gel de yaptığını açıkla. Bunu soruşturmak gerek.”

Ölü serçeler hâlâ elinde olan oğlan boyun eğdi. Şogun’un önünde secde ederek konuşmasını bekledi.

“Ellerindeki nedir, Chōshirō?”

“Serçe, lordum.”

“Serçe mi? Gece yarısı çatıya serçe yakalamak için mi tırmandın öyleyse? Ne tuhaf zevk!”

“Evet, lordum. Size gerçeği söyleyeceğim. Takechiyo Sama’yla bu sabah koridordan geçerken dikkatini çatıdaki bu küçük serçeler çekti ve onları izlemek için durduk. Takechiyo Sama, ‘Ne sevimli şeyler!’ dedi, ben de o anda onlarla oynasın diye serçeleri ona getirmeyi aklıma koydum. O yüzden bu akşam herkes uyurken aziz zatınıza göstermem gereken hürmeti gözetmeden dairelerinizin çatısına tırmandım ve iki yavru serçe yakaladım. Ama cennet, suçumu hızla cezalandırdı! Gördüğünüz gibi düştüm ve günahkârlığım fark edildi. Lort hazretlerinin uygun gördüğü her cezayı çekmeye hazırım.”

“Lordum,” diye araya girdi Şogun’un karısı Leydi Eyo. “Müdahalemi mazur görün lakin bana kalırsa Chōshirō’ya o serçeleri yakalamasını Takechiyo emretti. Bundan şüphem yok.”

Leydi Eyo’nun Takechiyo ve Kunimatsu adında iki oğlu olduğunu açıklamak gerek. Büyük olan Takechiyo zeki ve hareketli olsa da tavırları kabaydı. Kardeşiyse tam aksine sessiz ve kadınsıydı. Bu yüzden ve muhtemelen başka bilinmeyen nedenlerden ötürü küçük oğlu annesinin gözdesiydi. Şogunluk vârisliğine de küçük oğlunu yakıştırıyordu. Dolayısıyla vakti gelince gayesini yerine getirmeyi umarak Takechiyo’yu babasının önünde kötüleme fırsatını kaçırmadı.

“Ne düşüncesiz çocuk şu Takechiyo!” diye ona katıldı Şogun. “Bunu onun azmettirdiği su götürmez. Gece vakti çatıdan kuş yakalamasını emrederek Chōshirō’nın hayatını tehlikeye atması ne zalimlik! Daha çocuk olsa da bahanesi yok. Atasözü der ki: ‘Yılan henüz bir santimken bile sokar.’ Küçükken hizmetkârlarına karşı bu kadar düşüncesiz davranan birinin ellerine güç verildiğinde bilge ve iyi bir yönetici olması beklenemez. Peki, Chōshirō,” hâlâ ayaklarının dibinde diz çöken oğlana döndü, “sana serçeleri getirmeni Takechiyo emretti, doğru mu değil mi?”

Chōshirō, Şogun ile hanımının hayran olduğu efendisi hakkındaki kaba sözlerini şaşkınlıkla dinlemişti. “Yılan henüz bir santimken bile sokar,” derken neyi kastetmişlerdi? Oğlanla ilgili hisleri bu kadar düşmancaysa olayın gerçekleri açığa çıkarsa ne düşünür ve ne yaparlardı? Chōshirō kesinlikle hayatı pahasına dahi olsa tüm suçu üzerine alacağına karar verdi.

“Ah, hayır lordum,” dedi ciddiyetle. “Takechiyo Sama bana hiç öyle bir emir vermedi, hiç! Bu serçeleri kendi rızamla yakaladım. Birini Takechiyo Sama’ya vermeyi, birini de kendime saklamayı planlıyordum.”

“Bu serçeleri kendi rızamla yakaladım.”

“Saçmalık! Sen ne dersen de, Takechiyo’nun başının altından çıktığını biliyorum. Cesur bir delikanlısın, bana yalan söylemeye cüret ediyorsun! Bakayım, sana ne yapsam acaba? Buldum, bana şu çantalardan birini getir.”

Şogun, yangın veya deprem durumunda dozō veya yanmaz depoya koymadan önce değerli eşyalarını içine yerleştireceği, şekli para kesesini anımsatan büyük ve sağlam deri çantaları işaret etti.

Çanta getirildiğinde şöyle dedi: