banner banner banner
Vampir Öyküleri
Vampir Öyküleri
Оценить:
 Рейтинг: 0

Vampir Öyküleri


Elleriyle yüzünü kapatarak, “Neden mi?” diye inledi. “Sana söylesem bile, Bob, bana inanmazdın. Bu, çok korkunç dehşet verici, ağıza alınamayacak kadar berbat ve inanılmaz! Ah, Kate. Kate!” Şimdi kederle öne arkaya sallanırken, bir yandan da kendi kendine mırıldanıyordu. “Seni bir melek olarak hayal ettim, oysa sen bir…”

“Bir ne?” diye sordum.

Önce bana boş gözlerle baktı, sonra aniden patladı ve kollarını sallayarak, “Bir şeytan!” diye haykırdı. “Cehennem çukurundan yukarı tırmanmış bir gulyabani! Güzel yüzünün arkasında gizlenen bir vampir! Oh! Tanrı’m, affet beni!” diye devam etti sesini alçaltarak. Yüzünü duvara doğru dönmüştü. “Söylemem gerekenden fazlasını söyledim. Onun ne olduğunu bildiğim hâlde, hakkında bu şekilde konuşamayacak kadar çok sevdim onu. Onu hâlâ çok seviyorum.”

Bir süre sessizce uzandığı yerde kaldı. Brendinin etkisini gösterip onu uykuya daldırdığını düşünürken, yavaşça bana doğru döndü. “Hiç daha önce kurtadamları duymuş muydun?”

Duyduğumu söyledim.

“Bir hikâye var,” dedi düşünceli bir şekilde. “Marryat’ın kitaplarından birinde, gece bir kurda dönüşüp kendi çocuklarını yiyen güzel bir kadın hakkında. Bu düşünceyi Marryat’ın aklına sokan neydi acaba?”

Bir süre bunu düşündükten sonra biraz daha brendiistedi. Masanın üzerinde bir şişe afyon tentürü vardı ve ısrar ederek brendisinin içine birkaç damla karıştırmayı başardım. Hepsini içtikten sonra tekrar arkasına yaslandı. “Her şey bundan daha iyidir,” dedi. “Ölüm bile bundan iyidir. Suç ve zalimlik, zalimlik ve suç! Her şey bundan daha iyidir. Kelimeleri anlaşılmaz olana dek bu şekilde mırıldanmayı sürdürdü, sonunda ağırlaşan göz kapakları yorgun gözlerinin üzerine düştü ve derin bir uykuya daldı. Onu, uyandırmadan yatak odasına taşıdım ve sandalyelerden kendime bir yatak yaparak bütün gece boyunca yanında kaldım.

Sabah uyandığında Barrington Cowles ateşler içindeydi. Birkaç hafta boyunca ölümle yaşam arasında gidip geldi. Edinburgh’un en iyi doktorlarını getirttik ve nihayetinde güçlü bünyesi ve kararlı yapısıyla hastalığı yenmeyi başardı. Hastalığı boyunca ona baktım ve onunla ilgilendim, ancak tam olarak kendinde olmadığı ve sayıkladığı anlarda bile Bayan Northcott’la ilgili gizemi çözecek tek bir kelime etmedi. Bazen onun hakkında en sevecen ve şefkatli ses tonuyla konuşuyordu. Diğer zamanlarda ise çığlıklar atarak bir iblis olduğunu söylüyordu, bir yandan da onu kendinden uzak tutmak istermişçesine kollarını uzatıp sallıyordu. Birkaç kez ruhunu güzel bir yüz için satmayacağını söyledi ve sonra acı dolu bir sesle inledi. “Ama onu seviyorum. Onu her şeye rağmen seviyorum. Onu sevmeyi hiçbir zaman bırakmayacağım.”

Kendine geldiğinde artık değişmiş bir adamdı. Geçirdiği ağır hastalık yüzünden çok zayıflamış olmasına rağmen, gözlerindeki o parıltı kaybolmamıştı. Koyu renkli kaşlarının altında şaşırtıcı bir etkileyicilikle ışıldıyorlardı. Hareketleri tuhaf ve değişkendi; bazen fazlasıyla sinirli ve hırçın bazen de umursamazca neşeli, fakat hiçbir zaman normal değil. Garip, şüpheli bakışlarla bakıyordu etrafına, sanki bir şeyden korkan ama bunun ne olduğunu bilemeyen biri gibi. Bayan Northcott’un adını bir daha anmadı, ta ki, şimdi anlatmak zorunda olduğum o korkunç geceye dek.

Onu düşüncelerinden biraz olsun kurtarmak için onunla beraber İskoçya’nın dağlık bölgelerine, sonra da doğu kıyılarına seyahat ettim. Bu gezilerimizden birinde turist sezonu dışında ıssız ve terk edilmiş bir yer olan, Forth Körfezi’nin hemen ağzındaki May Adası’na gittik. Adada deniz fenerinin bekçisi dışında, geçimini zorlukla karşılayan fakir birkaç balıkçı ailesi yaşıyordu. Bu kasvetli yer Cowles’ı fazlasıyla etkilemiş görünüyordu, bu yüzden birkaç hafta geçirmek için balıkçı kulübelerinden birini kiraladık. Ben adayı sıkıcı buldum, ancak ıssızlık ve yalnızlık Cowles’ı rahatlatmış görünüyordu. Artık bir alışkanlık hâline getirdiği o endişeli ifade, biraz azalmaya ve eski kişiliğine dönmeye başlamış gibiydi.

Gün boyunca adanın etrafında dolaşıyor, adayı çevreleyen dik uçurumlardan aşağıya bakarak büyük, yeşil dalgaların kayalar üzerinde patlamasını izliyordu. Bir gece -sanırım adadaki üçüncü ya da dördüncü gecemizdi- yatmadan önce biraz temiz hava almak için dışarı çıkmıştık. Odamız küçüktü ve gaz lambası hoş olmayan bir koku yayıyordu. O geceyle ilgili her ayrıntıyı o kadar iyi hatırlıyorum ki! Fırtınalı bir gece olacaktı; gökyüzünün kuzeybatısı bulutlarla kararmıştı, daha ince bulutlar ayı örterek adanın engebeli yüzünde ve kasvetli denizin üzerinde gölge oyunları oynuyorlardı.

Kulübenin kapısında durmuş sohbet ediyorduk ve ben hastalığından bu yana ilk kez arkadaşımın kendine geldiğini düşünüyordum ki, tam bu sırada keskin bir çığlık attı. Bulutların arasından çıkan ayın zayıf ışığında yüzünde tarif edilemez bir korku olduğunu gördüm. Gözleri karanlıkta tek bir noktaya kilitlenmişti ve titreyen parmağını uzatarak işaret ediyordu: “İşte orada! Bu o! Bu o! Onu görüyorsun değil mi? Yamaçtan aşağı iniyor.” Beni dirseğimden sıkıca yakaladı. “Onu görüyor musun? Bize doğru geliyor!”

Gözlerimi karanlıkta gezdirerek, “Kim?” diye sordum.

“O… Kate… Kate Northcott!” Tekrar haykırdı. “Benim için geldi. Oh, tut beni dostum. Sakın gitmeme izin verme.”

“Sakin ol, ihtiyar,” diyerek omzuna vurdum. “Kendini topla. Sadece hayal görüyorsun. Korkulacak bir şey yok.”

“Gitti,” dedi rahatlamış bir şekilde nefes alarak. “Hayır! Ah, işte yine orada, daha yakında. Giderek yaklaşıyor. Bana benim için geleceğini söylemişti. Oh, sözünü tutuyor.”

“Hadi,” dedim, “eve girelim.” Elini tuttuğumda buz gibi soğuk olduğunu fark ettim.

“Biliyordum,” diye bağırdı. “İşte orada. Bana el sallıyor. Bu bir işaret! Gitmem gerek. Geliyorum, Kate, geliyorum!”

Onu yakalamaya çalıştım, fakat insanüstü bir güçle benden kurtuldu ve gecenin karanlığına doğru koşarak uzaklaştı. Durmasını söyleyerek peşinden gittim fakat benden çok daha hızlı koşuyordu. Ay bulutlar arasından sıyrıldığında, uzaktaki karaltısını gördüm. Belli bir hedefe koşar gibi, düz bir çizgi üzerinde hızla ve kararlılıkla ilerliyordu. Bu, benim hayal gücüm de olabilir, ama sanki önünde belirsiz bir şekil gördüm, onu kendine çeken belirsiz bir şekil. Bir tepenin ardında kaybolana kadar onu izledim ve sonra yok oldu. Bu, Barrington Cowles’ı son görüşümdü.

O gece balıkçılarla beraber adanın her köşesini aradık ancak zavallı arkadaşımdan hiçbir iz bulamadık. Onun koştuğu yolun sonunda, dik kayaların denize doğru uzandığı sarp bir uçurum vardı. Uçurumun kenarında bazı kayalar ufalanmış gibi görünüyordu ve otların üzerinde ayak izine benzeyen izler vardı. Dikkatle kenara uzanıp fenerlerimizi aşağı tutarak, altmış metrelik uçurumdan kayalarla denizin coşkun sularının çarpıştığı noktaya doğru baktık. Biz burada uzanmış aşağı bakarken, birden dipsiz derinliklerden yükselen ve dalgaların hırçın çırpınışlarıyla, rüzgâ-rın uğultusuna karışan vahşi bir feryat duyuldu. Doğuştan batıl inançlı balıkçılar, bunun bir kadının kahkahası olduğunu söyledi ve ben, onları aramaya devam etmek için güçlükle ikna edebildim. Bana göre, bu, fenerlerimizin ışığından ürkmüş bir deniz kuşunun sesi olabilirdi. Her ne olursa olsun, böyle bir sesi bir daha duymamayı umuyorum.

Nihayet acı verici görevimin son kısmına geldik. Mümkün olduğu kadar açık ve ayrıntılı bir şekilde John Barrington Cowles’ın ölümünü ve buna yol açan olaylar zincirini size anlatmaya çalıştım. Kederli hikâyenin son bölümlerinin alışılmış olduğunun farkındayım. Scotsman’da olayla ilgili yayınlanan yazı şöyle:


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 490 форматов)