Dr. Vincent Ho
Sağlıklı Bebeğin İlk 1000 Günü
Klinik gastroenterolog ve Western Sydney Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde kıdemli öğretim görevlisi. Bebek bağırsak sağlığı ve alerji biliminde yıllar süren araştırmalarıyla ve başarılı tedavi uygulamalarıyla tanınıyor. Deneyimlerini Avusturalya SBS kanalında doktorlar, anne babalar ve izleyicilerle paylaşıyor. İki çocuk babası.
GIRIŞ
BENIM HIKÂYEM
Cumartesi öğlen saatleriydi, eşim Cindy ve ben akrabalarımızla beraber bir Çin Yum-Cha restoranında kahvaltıdaydık. Altı aylık kızımız Olivia da bizimle beraberdi. Çin mantılarını silip süpürmüştük ve sıra tatlılara gelmişti. Menüdeki en lezzetli seçeneklerden biri yumurtalı turtaydı. Birimizinkinden bir parça da Olivia’ya verdik. Tam da onu çeşitli katı gıdalarla tanıştırmaya başladığımız dönemdi ve bir parça turta denemesinde sakınca görmedik. Ama birkaç dakika sonra kayınvalidem Olivia’nın dudaklarında bir kızarıklık olduğunu fark etti. Daha sonra bu kızarıklık tüm yüzüne yayıldı ve hırıltılı bir şekilde solumaya başladı. Oldukça rahatsız görünüyordu, canının yanıyor olabileceğini düşündüm. Hepimiz koşarak yanına gittik; ben, Cindy, kayınbiraderim, onun kız arkadaşı, kayınvalidem, kayınpederim, annem ve babam hepimiz Olivia’nın etrafında toplandık. Garsonlar bile ne olup bittiğini anlamak için yanımıza koştu. Kakofoninin ortasında, “EpiPen® var mı?” diye bağıran bir ses duyuldu. Bu panikle yükselen ses benimkiydi.
Uzmanlığını tamamlamış bir tıp doktoruyum ama böyle bir durum karşısında tamamen âciz kalmıştım. Herhangi bir tıbbi kaynağa erişimim yoktu ve restoranda EpiPen® bulunmuyordu. Korku dolu birkaç dakika boyunca kızımın giderek kötüleşmesini izledim. Kalp ritmim yükseldi, bir ebeveyn olarak en büyük korkum gerçek oluyordu.
Olivia’yı en yakındaki hastaneye yetiştirebilmek için aceleyle arabaya koştuk ama neyse ki vücudundaki reaksiyon azalmaya başlamıştı. Hastane yolunda nefesi daralmadı ve yüzü şişmedi. Acil servise ulaştığımızda Olivia’nın durumu stabil olarak değerlendirildi ve alerji uzmanıyla takip edilmesi önerisiyle taburcu edildi.
Şüphesiz, bu yaşamımdaki en tedirgin edici ve üzücü olaylardan biriydi. Bu kitabı okuyorsanız siz de benzer bir durumla karşı karşıya kalmış olabilirsiniz. Çocuğunuzun şiddetli ya da hafif alerjileri olabilir. Belki sizin alerjileriniz var ve çocuklarınızda da alerji gelişmesinden endişe ediyorsunuz. Belki de hamilesiniz ya da ileride ailenizi büyütmeyi umuyorsunuz, her geçen gün alerji görülme oranlarının arttığının farkındasınız ve sizin bebeğinizde de alerji gelişmesi olasılığını düşürmek için neler yapabileceğinizi bilmek istiyorsunuz. Her halükârda, bir doktor ve bir ebeveyn olarak, alerji belası karşısında hissettiğiniz korkuyu, endişeyi ve muhtemel çaresizliği paylaşıyorum. Size yalnız olmadığınızı söylemek için buradayım. Bu kitabı alerjilerin gelişmesini engellemek için hamilelik ve doğumdan başlayarak çocuğunuzun bebeklik ve erken çocukluk dönemine kadar uygulayabileceğiniz pratik yöntemlere dair sizi bolca bilgiyle donatmak için yazdım. Yeni bilimsel araştırmalar, alerji ve bağırsak sağlığı arasındaki bağlantı üzerine, bu konuda endişe duyan tüm ebeveynlerin bilmesi gereken yeni bir algı yarattı.
BEN KIMIM?
Babam Sydney Westmead Hastanesi’nde laboratuvar asistanı olarak çalışıyordu, çocukken birkaç kere onun laboratuvarını görmeye gittiğimi hatırlıyorum. Yani bunun bir aile mesleği olduğunu da söylemek mümkün. Yaptıklarından büyülenmiştim ve onun izinden gitmem gerektiğinden emindim.
Liseyi bitirdikten sonra New South Wales Üniversitesi’nde tıp fakültesine gittim. Laboratuvar araştırmalarına duyduğum ilgiyi hiç kaybetmedim. Yakınlarda bulunan, çocuklardaki kanserler üzerine araştırmalar yapan klinikte bir yaz, lösemi hücreleri üzerine çalışmak için araştırma bursu alma şansım oldu. Bu sayede kanser hücrelerine merak duymaya başladım ve bu merakım rektum kanserinin biyolojik belirteçleri üzerine çalıştığım doktora öğrenciliğim süresince devam etti.
Şimdi Avustralya’nın Sydney kentinde, Western Sydney Üniversitesi’ndeki kıdemli öğretim görevlilerinden biriyim ve aynı zamanda burada bir araştırma laboratuvarına da başkanlık ediyorum. Kanserle ilgili yürüttüğümüz bir dizi araştırma önceki araştırmalarımdan farklı ama hep “dönüştürülebilir” hedefler belirliyoruz. Yani laboratuvardaki bir keşfin hastaya uygulanabilir olması için uğraşıyoruz. Pratik uygulamalar araştırmalarımda ön planda yer alıyor.
Araştırmacı kimliğimin yanı sıra huzursuz bağırsak sendromu, çölyak hastalığı ve inflamatuar bağırsak hastalığı benzeri her türlü bağırsak sorunu yaşayan hastalarla çalışan bir gastroendokronoloji uzmanıyım. Meslek yaşamım boyunca gözlemlediğim şey, hastalarımın çoğunun bu problemleri uzun zamandır yaşadığı ve genellikle de bu problemlerin çocukluk yıllarında başladığı.
Peki neden bebeklerin bağırsak sağlığı üzerine çalışmayı tercih ettim? Bu alana kişisel bir ilgim var, bunun nedeni iki küçük yaşta çocuğumun oluşu; ben bu kitabı yazarken dört buçuk yaşında olan Olivia ve iki buçuk yaşında olan Brandon. Onların sağlıklı bir yaşam sürmeleri benim her zaman önceliğim. Olivia’nın alerjisi göz önünde bulundurulacak olursa, alerjilerin nedenlerini ortaya çıkarmak ve tedavi yöntemlerini araştırmak konusunda daha motive olamazdım. Son birkaç yılda bebek bağırsağı ve alerji bilimini öğrenmek için sayısız saatler ayırdım. Çocukluk dönemi alerjilerinin ardında yatan gizemi ve bağırsakların işleyişini çözmek konusunda son derece istekliyim.
KITAP HAKKINDA
Amacım, alerji bilimini ve alerjiye neden olduğuna inandığımız faktörleri anlamanıza yardımcı olmak ve bunun yanı sıra çocuğunuzun alerji riskini azaltmaya yönelik bazı makul ve uygulanabilir stratejiler sunmak. Bu kitap ayrıca çocuğunuzun böyle bir durumu varsa bunu nasıl yönetebileceğinizi ve durumun daha kötüye gitmesini nasıl engelleyebileceğinizi de kapsıyor. Alerjiler ve bebeğinizin bağırsağı arasındaki bağlantıyı, bağırsakların nasıl geliştiğini, alerjinin ne olduğunu ve ne olmadığını, bunlarla beraber hamilelik, doğum ve emzirme dönemlerinde bebeğinizin sağlığını en iyi şekilde desteklemek için neler yapabileceğinizi inceleyeceğiz. Yaşamın ilk 1000 günü bebek anne rahmine düştüğünde başlar ve bu, ebeveynlerin alerjiyi önlemeye yönelik harekete geçmeleri için en önemli dönemdir. Kitabın her bölümünde bir ebeveyn olarak sizin bu süreçte neler yapmanız gerektiğine yönelik özel, uygulanabilir öneriler bulacaksınız.
Bu kitapta ayrıca alınabilecek hijyen önlemlerinin çocukluk dönemi alerjileri üzerinde nasıl bir etkisi olabileceğine de değineceğiz. Koronavirüs (COVID-19) gibi viral salgınların olduğu dönemlerde bile bu kitaptaki önerilerin güvenle takip edilebileceği konusunda ebeveynlere güvence vermek isterim.
En önemlisi, bebeğinizin bağırsak sağlığının gelecekte gelişebilecek alerjilerin engellenmesindeki önemine değineceğiz. Böylece bir ebeveyn olarak çocuğunuzun sağlığını en iyi nasıl koruyacağınızı ve onu en iyi nasıl besleyeceğinizi anlayabilirsiniz.
1. BÖLÜM
Alerji Bilimi
ALERJI NEDIR?
Alerji, tipik bir kimlik tespitinde yanılma vakasıdır. Vücut zararsız bir yabancı maddeyi zararlı olanla karıştırır ve tehdit altındaymış gibi bir saldırı başlatır. Çocuğunuzun alerji geliştirdiği zararsız maddeye alerjen denir. Çocuğunuz belli bir alerjene ilk kez maruz kaldığında vücudu bir antikor, yani zararlı maddeleri yok etmeye yönelik bir protein üretir. Bir alerjenle savaşmak üzere vücudun ürettiği antikora IgE denir ve alerjenle ilk temastan sonra IgE (alerji) antikorları, aslında çocuğunuzun vücudunu alerjene daha sonra da maruz kalabilmesi olasılığına karşı savaşmaya hazır hale getirir. Çocuğunuzun bağışıklık sistemi artık alerjene karşı hassastır; tekrar temas ettiklerinde IgE antikorları çok hızlı bir şekilde saldırmaya hazırdır ve bunu yaparken histamin ismi verilen bir kimyasal salgılar. Alerjik reaksiyona neden olan bu kimyasaldır; kaşıntıya, hırıltılı solunuma, kalp atış hızında artışa ve kan basıncında düşüşe, yani tedavi etmek için “antihistaminik ilaçlar” almanızı gerektirecek türden semptomlara neden olur.
ANAFILAKSI
Vücutta hızla kimyasal salgılanmasına, yoğun ve hayati tehlike taşıyan reaksiyonlar ortaya çıkmasına anafilaksi diyoruz. Semptomları saniyeler ya da dakikalar içinde ortaya çıkabileceği gibi vücut gecikmeli olarak da reaksiyon gösterebilir. Erken belirtiler ve semptomlar net değildir ve herhangi bir alerjik reaksiyon durumunda ortaya çıkabilir ama gecikmeli reaksiyonlar ve semptomlar gözlemlediğinizde acil tıbbi yardıma ya da Epipen® gibi bir adrenalin oto-enjektörüne erişiminiz olması gerekir.
EpiPen® (yetişkinler ve daha büyük çocuklar için) ya da Epi-Pen® Junior (genellikle beş yaş altı çocuklar için) adrenalin içeren kalem şeklinde bir cihazdır. Epinefrin (EpiPen® ismi de buradan gelir) olarak bilinen adrenalin vücudun stres altında kaldığında doğal olarak salgıladığı hormondur. Kendi yaşamınızda heyecan verici, korkutucu ya da risk altında kaldığımız bir durum karşısında “adrenalin patlamasını” deneyimlemiş olmalısınız.
Yetişkinler için üretilen EpiPen® sarı, EpiPen® Junior ise yeşil etiketlidir. Her ikisinin de çalışma prensibi aynıdır; önceden ayarlanmış tek doz adrenalini uyluk kasından vücuda vermek için tasarlanmıştır. Adrenalin vücuda alındığı an kan basıncı iyileşmeye başlar ve kanın yeniden hayati organlara ulaşması mümkün olur, solunum yolları gevşer ve nefes almak kolaylaşır, kalp reseptörleri uyarılarak kalbin daha hızlı atmaya başlaması sağlanır. Aşağıdaki tabloda sıralanmış, anafilaksinin geç ortaya çıkan semptomlarıyla başa çıkabilmek için adrenalin kullanımı şarttır.
ALERJILERIN ARTIŞI
Alerji hastalıkları dünya genelinde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde, benzeri görülmemiş bir hızla artıyor. ASCIA’nın (Avustralasya Klinik İmmünoloji ve Alerji Derneği) verilerine göre, Avustralya nüfusunun neredeyse yüzde 20’sinin bir alerji hastalığı var. Bu her beş kişiden biri demek – şaşırtıcı bir rakam.
2017-2018 yılları arasında her dokuz Avustralyalıdan biri (yaklaşık 2,7 milyon insan) astım hastasıydı. 2014-2015 yılları arasında beş Avustralyalıdan biri (yaklaşık 4,5 milyon insan) saman nezlesinden (alerjik rinokonjonktivit) mağdur. Egzama bebeklerin yaklaşık yüzde 20’sinde görülüyor ve yaygınlığı dünya çapında artıyor. Ayrıca alerjileri en şiddetli yaşayanların çocuklar olduğunu biliyoruz. 1994’ten 2005’e kadar Avustralya’daki 0-4 yaş arası küçük çocuklarda görülen anafilakside beş kat artış yaşandı. Yaygın olarak görülen gıda alerjisi 12 aya kadar olan bebeklerin yaklaşık yüzde 10’unu etkiliyor.
İşin doğrusu, Avustralya dünya genelinde en yüksek doğrulanmış gıda alerjisi oranlarına sahip. Melbourne’da 5000 bebekle yapılan HealthNuts isimli araştırmanın sonuçlarına göre, bir yaşındaki Avustralyalı bebeklerin yüzde 9’unun yumurta alerjisi var. İyi haber, bu bebeklerin yüzde 80’i birkaç yıl içerisinde bu alerjiden kurtulacak. En ağır alerjik reaksiyonu gösteren bebeklerin bile çoğunda yaşla beraber bu alerji kaybolacak ve yalnızca ufak bir yüzde yaşamına bu alerjiyle devam edecek. Öte yandan yerfıstığı alerjisinde durum bunun tam tersi; bebeklerin yalnızca yüzde 20’si yerfıstığı alerjisinden mağdur olmadan yaşamına devam edebilecek.
Alerji sorunu giderek daha da kötüleşiyor. ASCIA 2050 yılında alerji hastalıklarından etkilenen Avustralyalıların sayısının şaşırtıcı şekilde 7,7 milyona ulaşacağını öngörüyor.
Kendi araştırmalarımdan edindiğim tecrübelere dayanarak durumun kötü olduğunun farkındayım. Devlet hastanelerinin alerji kliniklerindeki bekleme süreleri aylara varıyor ve özel hastanelerde test, tanı ve tedavi için bekleyenlerin listeleri upuzun. İmmünoloji alanında çalışan meslektaşlarım, test ya da takip gerektiren çok sayıda çocuk olduğu için onları emekliliğe kadar götürecek işleri olduğunu düşünüyor. Bu çocukların çoğu kronik alerjileri olan yetişkinler olacak.
ALERJILERIN SEBEBI NEDIR?
Artık yeterince kirlenmiyor muyuz?Yaşamımda şimdiye kadar hiçbir alerji sorunu ya da ciddi bir tıbbi sorun yaşamadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Annem, küçük bir çocukken arka bahçemizdeki toprak alanda oynadığımı hatırlatır sık sık. Öyle ki bulduğum karıncaları bile yermişim. Annem “kir ve böceklerle temasın insanı güçlendirdiğine” inanır, ben de her zaman bunun doğruluk payı olup olmadığını merak etmişimdir.
Biliminsanları alerjinin giderek yaygınlaşmasına bir açıklama getirmek için hijyen hipotezini öne sürdü. Bu teori, erken çocukluk döneminde bazı mikroplara (bakterilere) maruz kalmanın çocuklarda alerji hastalıklarının gelişmesini engellediği üzerine kurulu. Sanayileşmiş ülkelerdeki yaşam tarzı değişiklikleri, daha steril kentsel ortamlar ve iç mekânlarda geçirilen sürelerin artmasıyla özellikle çocuklar mikroplara daha az maruz kalmaya başladı. Bu durum daha az enfeksiyon anlamına gelse de aynı zamanda alerjilerdeki artış oranıyla da ilişkilendiriliyor. Bir başka deyişle, bir zamanlar maruz kaldığımız mikroplara artık maruz kalmıyoruz ve vücudumuz belirli hastalıklarla nasıl savaşacağını öğrenemiyor. Görünüşe bakılırsa annem haklı, çocukken toprakta oynamak sağlık için yararlı.
Hijyen hipotezinin hikâyesi oldukça etkileyici. 1989 yılında Londra’da epidemiyoloji uzmanlığı yapan (belirli insan topluluklarındaki hastalıkları inceleyen) Profesör David Strachan, savaş sonrası Britanya’da 17.000 çocukla artan saman nezlesi vakaları üzerine yaptığı bir anketin sonuçlarını yayımladı. Verilere göre sonuç ilginçti: Çocukların ağabey ya da abla sayıları ne kadar fazlaysa, bir yaşına kadar egzama ve 23 yaşına kadar saman nezlesinden etkilenmiş olması olasılığı o kadar düşük çıktı.
Profesör Strachan büyük çocukların küçük kardeşleri üzerinde özel bir tür koruyucu etkisi olduğuna ve bu etkinin mikroplara maruz kalmak olduğuna inandı. Erken çocukluk döneminde belirli mikroplara maruz kalmak küçük kardeşin bağışıklık sisteminin gelişmesine katkı sağlıyor, bu da küçük kardeşleri alerjilere karşı koruyordu.
Profesör Strachan’ın makalesinin unutulmayan başlığı “Saman nezlesi, hijyen ve hane halkının büyüklüğü”. İşin tuhafı, “hijyen” sözcüğünün yalnızca makalenin başlığında kullanılması, metnin başka hiçbir yerinde geçmemesi. Buna rağmen medya ve bilim çevrelerinin yoğunlaştığı konu artık yeterince kirlenmediğimiz oldu. Peki bu işin sırrı nedir? Neden bazı mikroplar bizim için “yararlı” ama diğerleri değil?
Hijyen hipotezinin mantığı nedir?Vücutta bir mikroba maruz kaldığımızda etkin hale geçen özel hücreler bulunur. Bu son derece gelişmiş savunma hücreleri farklı mikroplara göre uyarlanmıştır. Vücudunuza bulaşan bir tip mikrop için yalnızca onu tanıyan hücreler harekete geçer. Bu özel hücreler daha sonra enfeksiyonla savaşmak için hızla çoğalır. Bazıları enfeksiyona neden olan mikrobu daha önceden hatırlayabilir ve onunla çok agresif ve hızlı bir şekilde savaşabilir, bu da o mikroptan tekrar hastalanma olasılığımız olmadığı anlamına gelir; artık o mikroba karşı bağışıklığımız vardır.
Th1 ve Th2 bağışıklık yanıtıMikrop saldırısı karşısında bağışıklık sistemi devreye girer. Yardımcı T hücreleri olarak isimlendirilen bağışıklık hücreleri, enfeksiyonla mücadele etmek için harekete geçer ve vücudun bağışıklık sistemi yanıtlarını koordine etmek için hormonal mesajlar üretir.
Th1 ve Th2 olmak üzere iki farklı tip yardımcı T hücresi vardır ve bunların işlevleri birbirinden farklıdır. T1 hücreleri proinflamatuardır ve hücrelerimizin içine girebilecek virüslerle yabancı bakterileri yok etmeye yönelik tasarlanmıştır. Ama aşırı bir pro-inflamatuar yanıt çok fazla doku hasarına neden olur. Bunu engellemenin de bir yolu olmalı.
Th2 hücreleri antiinflamatuar olarak, Th1 yanıtını dengeler. Akla yatıyor değil mi? Ama ne yazık ki güçlü bir Th2 yanıtı da IgE antikorlarının (bunları hatırlıyor musunuz) üretimini etkin hale getirir ve alerjik reaksiyona neden olabilir.
Vücudumuzdaki Th1 ve Th2 yanıtları arasında olağanüstü hassas bir denge vardır. Yani mikroplarla teması azaltmışsak vücudumuzda daha az Th1 yanıtı olur, çünkü Th1 yabancı mikroorganizmalarla savaşır. Azalan Th1 yanıtı, dengenin bozulduğu ve çok fazla Th2 aktivitesi olacağı, dolayısıyla vücutta alerjik reaksiyona neden olan IgE antikorunun çok fazla olacağı anlamına gelir. Ve bu da alerji riskinin artması demektir.
Birçok biliminsanı alerjilerin bağışıklık sistemimizde çok fazla Th2 aktivitesi olmasının bir sonucu olduğuna inanıyor. Araştırmacılar, dengeyi geri getirmenin, yani alerjilerin görülme sıklığını azaltmaya yardımcı olması umuduyla, bağışıklık sisteminde Th1 yanıtını tekrar artırmanın yollarını arıyor. Ama bu tür müdahalelerin insanlar üzerinde denenebilir olması için daha çok araştırma yapılması gerekiyor.
Hijyen hipotezindeki sorunlarHijyen hipotezi konunun büyük bir kısmını çok düzgün bir şekilde açıklıyor ama yine de akla yatmayan birkaç şey var ve alerjilerin artışına getirdiği açıklamanın eksik oluşu dünya genelinde eleştirildi. Fazla Th2 aktivitesi çocukların pek çoğunda zamanla düzene girer ama bazı çocuklarda yetişkinlikte bile yükselmeye devam eder. Dolayısıyla dünya genelinde alerjilerde görülen artışın nedenleri, yalnızca yaşamın erken dönemlerinde mikroplara daha az maruz kalınmasıyla ya da Th1-Th2 dengesizliğinden doğan sorunlara açıklanamayacak kadar karmaşıktır.
Hijyen hipotezi, Danimarka, Finlandiya ve Birleşik Krallık’ta yapılan geniş çaplı araştırmaların sonuçlarına göre çocukluk döneminde geçirilen viral enfeksiyonlar ve alerji hastalıkları arasında bir ilişki bulunmamasıyla birlikte daha da zora girdi. Hastalığa neden olan mikroplara maruz kalmanın alerjileri önlediğini söylemek mümkün değil. Doğrusu, çocukluk dönemi viral hastalıklarına maruz kalmak aile öyküsünde astım olan çocuklarda bu rahatsızlığın gelişmesi riskini artırır.
Birçok mikrobiyolog ve araştırmacı “hijyen” teriminin kullanılmasının halk için yanıltıcı olduğu konusunda hemfikir. Hijyen hipotezi kişisel temizliği azaltmanız gerektiğini savunmaz – duş almayı ve ellerinizi yıkamayı bırakmanız için bir bahane değildir! Yine de bakterilerimizin nereden geldiğini bilmek, nasıl yayıldığından ve bize yararlı mı yoksa zararlı mı olduğundan haberdar olmak önemlidir.
“Eski dostlar” teorisi2003 yılında Profesör Graham Rook ve Londra Üniversitesi Akademisi’nden (UCL) meslektaşları bilim çevrelerinde ses getiren yeni bir teori ortaya attı. Özünde yaptıkları, Profesör Rook’un şefkat dolu bir ifadeyle “eski dostlar” olarak isimlendirdiği, insanlığın evrimi süresince bizimle olmuş zararsız bakterilere erken yaşlarda ve düzenli olarak maruz kalmanın bağışıklık sisteminin tehditlere karşı vereceği yanıtı geliştirdiğini iddia ederek, hijyen hipotezini farklı şekilde ifade etmekti. Bir başka deyişle, çocuklarımızın sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip olabilmesi için doğal ortamda çok çeşitli bakteri, mantar ve (bizi hasta etmeyecek türden) diğer bakterilere maruz kalmaları gerekir. “Eski dostlar”la ahbaplığımızın bir sonucu olarak, bağışıklık sistemi normal şekilde çalışmayı ve hangi bakterilerin dost, hangilerinin düşman olduğunu doğru bir şekilde belirlemeyi öğrenir.
Gelişmiş ülkelerde doğal olarak bakteri barındıran ortamlarda bulunma olasılığı eskiye oranla çok daha düşük. Her zamankinden daha temiz ortamlarda bulunuyor, daha temiz gıda ve su tüketiyoruz. Ama yine de alerjilerdeki artışın sebebi yalnızca hijyenik yaşam koşullarımızdan ibaret değil. Antibiyotiklerin yaygın kullanımı, sezaryen doğumların dünya genelinde artması, emzirme oranlarının ve açık havada, yeşil alanlarda geçirilen zamanın azalmış olması, aynı zamanda “eski dostlarımız” olan mikroplarla daha az haşır neşir olduğumuz anlamına gelir.
Alerjiler genetik midir?Tüm alerjilerden bir tek genin sorumlu olması pek olası değildir. Bununla birlikte alerji söz konusu olduğunda genetik miras son derece önemli. Journal of Allergy and Clinical Immunology: In Practice dergisinde yakın zamanda yayımlanan bir araştırmada, 80 çift ikiz kardeşte gıda alerjisine yönelik risk faktörleri araştırıldı. Araştırmada egzamanın anlamlı bir risk faktörü olduğu ortaya çıktı ama genetik faktörlerin gıda alerjilerinde önemli bir faktör olduğu sonucuna da varıldı. Alerji gelişmesine yönelik bu genetik eğilime atopi denir.
Araştırmacılar, alerjisi olan bir ağabey ya da ablanız varsa sizde de alerji gelişmesi olasılığının yüzde 33,3 olduğunu keşfetti. Ebeveynlerinizden biri alerjikse bu olasılık yüzde 50’ye yükseliyor. Her iki ebeveyniniz de alerjikse sizde de gelecekte alerji gelişmesi olasılığı şaşırtıcı şekilde yüzde 80’e ulaşır.
Th2 aktivitesi, yenidoğanlar ve atopiTh1 inflamatuar yanıtı düşük riskini beraberinde getirir. Hamilelik sürecinde bu riski azaltmak için hamile bir kadının vücudunda Th1’e karşı koymak üzere Th2 seviyelerinin yükseldiği gözlemlenir. Bu nedenle bebekler vücutlarında Th1 ve Th2 arasındaki denge Th2 yönünde “bozulmuş” şekilde, annelerinden miras bir dengesizlikle dünyaya gelir. Ama erken yaşta iyi bakterilere maruz kalmanın bu ağır Th2 yanıtını bastırdığı düşünülüyor.
Doğumdan sonra birçok bebekte Th2 yanıtı hızla azalır ve hiçbir alerji semptomu görülmez. Bazı bebeklerde yüksek Th2 yanıtı birkaç yıl daha devam etse de daha sonra sakinler. Ama araştırmalar genetik olarak alerji riski yüksek olan bebeklerde de daha fazla Th2 yanıtı olduğunu ortaya koydu. Yüksek Th2 yanıtı çocukluk yılları boyunca devam etme eğilimi gösterir ve bu, çocukların vücutlarında herhangi bir alerjik reaksiyon karşısında daha fazla IgE üretimine neden olabilir. Bu da anafilaksi gibi ciddi alerjik reaksiyonlar gösterme olasılıklarının daha yüksek olduğu anlamına gelir.
Ayrıca ailesinde alerji öyküsü olan çocuklar alerjenlere az maruz kaldığında, diğer çocuklarda olduğunun aksine, vücutlarında yeterince immün toleransı (alerjene yanıt vermeme durumu) gelişmez. İmmün toleransı olmadığı için bu çocuklarda alerji gelişmesi riski çok daha yüksek olur.
Ama DNA kader değil. Yalnızca genetik riskin yüksek oluşu bir çocuğun alerjilerle dolu bir yaşam süreceği anlamına gelmez. Sizde ya da çocuğunuzun diğer biyolojik ebeveyninde doğrulanmış bir alerji varsa, istatistiksel olarak çocuğunuzda da alerji gelişmesi riski yüksektir. Buna rağmen çocuğunuzun böyle bir riski olduğunu biliyorsanız, başa çıkmak ya da riski azaltmak için bazı şeyler yapmanız mümkün.
Çocuğunuzdaki alerjiler için bilinen risk faktörleri
Biyolojik ebeveynlerden ya da kardeşlerden birinin geçmişinde saman nezlesi, astım, egzama, gıda alerjisi bulunması ya da bunları halihazırda yaşıyor olmaları.
Bebeğinizin şiddetli egzama geçirmiş olması
Çevresel faktörlerYaşadığımız çevre ile alerjilerdeki artış arasında düşündüğümüzden daha fazla ilişki olabilir. Kentleşmiş modern yaşamın içinde pestisitler, çözücüler ve havayı kirleten zararlı maddelere her zamankinden çok daha fazla maruz kalıyoruz. Bu zararlı maddelerin pek çoğunun Th1 yanıtını azalttığını ve Th2 bağışıklık yanıtını (alerjik reaksiyon) geliştirdiğini biliyoruz.
Vücut için Th1 ve Th2 hücrelerinin dengede olması gerekir. Sigara dumanı Th1 aktivitesini azaltır. Çocuklarda astım dahil her tür alerji gelişmesi riskinin artışıyla sigaranın doğrudan ilişkili olmasına şaşırmamak gerekir. Dizel egzoz partiküllerine maruz kalanlarda, alerji gelişmesi riskinin artışına neden olan Th2 hormonal mesaj hücresi üretimi daha fazla görülür.
Pek çok plastik üründe çevreye salınabilen ftalatlar ve plastiği daha esnek hale getiren bisfenol-A (BPA) bileşeni bulunur. Ftalatların Th2 hücre aktivitesini tetiklediği ve bununla beraber IgE (alerji) antikorlarını artırdığı ispatlandı ve BPA’ya fazla maruz kalınması hırıltılı solunum ve astım riskinin artmasıyla ilişkilendirildi. BPA içermeyen su şişelerinin son zamanlarda daha yaygın hale geldiğini fark etmiş olmalısınız. BPA hakkında hâlâ elimizde yeterince bilgi bulunmamasına rağmen, bebeğinizin BPA içermeyen şişelerden içmesinin muhtemelen daha iyi olacağını söyleyebilirim.
Boya, temizlik ürünleri, yapıştırıcı, kozmetik, mobilya cilaları, araba lastikleri, hatta inşaat malzemeleri de dahil olmak üzere her gün kullandığımız birçok üründe organik çözücüler bulunur. Leipzig Üniversitesi araştırmacıları ve Leipzig’de bulunun Helmholtz Çevre Araştırmaları Merkezi’nden bir grup araştırmacı, bu organik çözücülerin erken çocukluk dönemi alerjileri üzerinde etkisi olup olmadığını inceledi. İç mekânlarda bu çözücülere daha çok maruz kalan çocukların Th2 bağışıklık yanıtlarının daha yüksek olduğu gözlemlendi. Bu çocuklarda süt ve yumurta beyazına alerji görülme olasılığının daha fazla olduğu sonucuna ulaşıldı.