banner banner banner
Voltaire'in hayatı
Voltaire'in hayatı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Voltaire'in hayatı


Dördüncü Bölüm

(1719 – 1726)

Oedipe’in elde ettiği başarıyla Voltaire, soyluların övgüsüne her zamankinden daha çok nail olmuş ve yıllar boyunca vaktinin büyük bir kısmını soyluların şatolarında geçirmişti. 74 yaşındaki babası, Hazine Dairesi’ndeki pozisyonu büyük oğlu Armand tarafından devralınmadan kısa bir süre önce vefat ettiğinde ise Voltaire, Paris’teki babaevindeydi. François Arouet’nin ölümünden önceki Ağustos ayında yazmış olduğu vasiyet, 150 yıl boyunca açık ve ulaşılabilir halde noterliğe devam eden varislerin ofisindeki belgeler arasında durmaktaydı; fakat vasiyetin içeriği, 1874 yılında ilk kez yayımlanana dek en özenli ve en çalışkan Voltaire uzmanları tarafından dahi bilinmemekteydi. Bu vasiyet birçok açıdan ilginç bir belgedir. Belge, murisin bırakacağı pek bir şey olmadığını belirten bir ifadeyle başlıyor, bırakacağı tutarınsa Hazine Dairesi’ndeki hesapları tamamlanana kadar onaylanmayacağı yazıyordu. Sahibi olduğu ne varsa iki oğlu ve Hazine Dairesi memurlarından biriyle evli olan tek kızı Madam Mignot arasında eşit olarak paylaştırılacaktı.

Bununla birlikte iki erkek çocuğunun paylarından da kız kardeşlerinin lehine kesintiler yapılacaktı. Büyük oğlunun payından, St. Magloire Ruhban Okulu’nda (burada din adamı olmak için eğitim almış fakat Jansenistlerin, Cizvitler tarafından uğratıldığı zulmün ardından bu kariyerden vazgeçmişti) okuduğu için 3000 livre ve daha önce ödenen borçlarına karşılık olarak Voltaire’in payından da 4000 livre düşülecekti. Ağabeyinin ve kız kardeşinin aksine Voltaire’in payı hayatta olma şartına bağlanmıştı. Ölümü halinde tüm parası meşru çocuklarına, eğer çocuğu yoksa kız kardeşine ve ağabeyine kalacaktı. Düşünceli muris sert fakat kaba olmayan bir üslupla, “Buna karşın,” diye devam etmişti, “eğer oğlum Voltaire, otuz beş yaşını bitirdiğinde sahip olmasını çok istediğim düzenli hayata kavuşur ve devamlılığını sağlayabilirse, Hazine Dairesi Birinci Başkanı’ndan, daha fazla yaşayabilseydim bizzat yapacağım üzere, devrettiğim hak ve yetkileri kabul ederek kendisine kalanları har vurup harman savurmasından korkuyor olmam nedeniyle bu şekilde hazırlamış olduğum vasiyetnamedeki miras dağılımını iptal etme yetkisinin Voltaire’e verilmesini saygılarımla rica ederim.”

Vasiyetin sonunda yer alan uyarı da dikkat çekiciydi: “Gücümün son raddesine dek iki oğluma hatırlamalarını öğütlediğim, kendilerine çok kez ilettiğim fakat görünüşe bakılırsa çok az faydalandıkları tavsiyemi yinelemek isterim. Unutmayın ki sağduyu, kendilerinden zekâ ve bilgi olarak üstün olduğumuz kişilere adapte olmamız, buna karşın bu kişilere, sahip olduğumuz üstünlüğü asla sezdirmememiz gerektiğini söyler.”

Daha ilginç olanı, François Arouet ölümünden bir hafta önce yazdığı 26 Aralık 1721 tarihli bir ek vasiyetnamede Voltaire’in payını hayatta olma şartına bağladığı hükmü kaldırmıştı; fakat bu belgede imza bulunmuyordu. Söz konusu hükmü kaldırma yönelimi, François Arouet’nin oğlunu endişeli gördüğü zaman merhamet gösterme alışkanlığının bir tezahürü olabilir. Belki de ilk belgenin yazıldığı tarihle ek vasiyetnamenin yazıldığı tarih arasındaki dönemde Fransız Doğu Hindistan Şirketi’ne ait üç hisse senedini ve 5000 franklık nakit parayı muhafaza etmesi için babasına veren Voltaire, düşünüldüğü kadar savurgan olmadığını göstermişti. Hiç şüphesiz ki François Arouet öldüğünde Voltaire’in söz konusu varlıkları halen onun himayesinde bulunmaktaydı. Vasiyetnamenin yol açtığı sonraki sonuçlarsa Voltaire tarafından mahkemelere taşındı. Aslında babasının ölümünün ardından Kral Naibi’nin talimatıyla kendisine kraliyet bütçesinden 2000 livre maaş bağlanmıştı. Kral Naibi’nin hükümdar hazinesinden bağladığı 1200 livrelik maaşla birlikte yılda elde ettiği düzenli gelir 3200 livre ediyordu. Elde ettiği gelir, otuz yaşın altında, çocuk sahibi olmayan biri için gayet yeterli olmasına karşın soylularla aynı ortamı paylaşmak Voltaire’in hırslanmasına ve lüks düşkünü olmasına yol açmıştı. Artémire adlı trajediden bu yana tiyatrodan beklediği bir şey yoktu. Bu oyunun sahnede ikinci bir başarı yakalamasını ummuştu fakat sonuç hayal kırıklığıydı. Edebiyat alanından bir şeyler yakalayabilirdi. IV. Henri’yle ilgili olarak yazdığı şiirin yayımlanmasından ve gelecek aboneliklerden bir şey bekleyebilirdi fakat şiirin basımı için gerekli izinlerin alınması ve aboneliklerin toplanması gerekiyordu.

Babasının ölümüyle evsiz kalan Voltaire, otuz beş yaşındaki Madam de Berniéres’le içinde bulunduğu şüphe uyandıran yakınlık sayesinde bir bakıma yeniden bir eve sahip olmuştu. Madam de Berniéres, marki kocasıyla birlikte yaşıyor, aynı finansal kaynakları yönetiyor, buna karşın her ikisi de kendi hayatlarını yaşıyordu. Marki, Rouen’da hukukun en üst makamını temsil etmekteydi, burada bulunan kır evinin yanı sıra Paris’te de bir ev sahibiydi. Çok geçmeden Voltaire, bu çiftle bir anlaşma içine girerek belli bir tutar karşılığında, eskiden yanında çalışan kâtibi ve şimdiki kâhyası Mösyö Alain’le birlikte çiftin evine yerleşip orada yaşamaya başlamıştı. Ev sahipleri şüphe uyandıran bir çiftti. Voltaire’i ve Voltaire’in sarayda yeni yeni oluşmakta olan nüfuzunu kullanarak finansal ve maddi birtakım imtiyazlar elde etmeye çalışarak Voltaire’in de faydalanacağı bazı çıkarlara ulaşmayı amaçlamaktaydılar. Bu tarz işler nedeniyle Voltaire’in yolu sık sık sarayın bulunduğu Versay’a düşüyordu. Saraya yaptığı bu ziyaretlerden birinde, kendisinin Bastille’e gönderilmesine neden olan Regnante Puero’nun yazarı olma iftirasını atan casus Beauregard’ın, Savaş Bakanı’yla yakın bir ilişkide bulunduğunu fark etti. Bakanın ve Beauregard’ın karşısında doğal bir öfkeyle, “Casusların para aldığının bilincindeydim elbette fakat ödüllerinin bir bakanın masasında yemek yemek olduğunu şimdiye dek bilmiyordum,” sözlerini dile getirdi. Bu alay başına bela açacaktı. Beauregard, Voltaire’in içinde bulunduğu aracı Sevr Köprüsü’nde durdurup onu araçtan indirerek talihsiz şairi yüzünde iz kalmasına neden olacak kadar dövdü. Bu olay yalnızca Paris’te konuşulduğu haliyle bile üzerinde durulmaya değer bir olaydır. Çağdaş yorumlar ışığında olayın yaşandığı döneme bakılacak olursa Paris’te genel olarak şairlerin (özel olarak Voltaire’in), her ne sebeple olursa olsun herhangi birini sözlü ya da yazılı olarak gücendirdiğinde, o şairin dayakla cezalandırılmasından daha doğal bir şeyin olmadığı görülüyor.

Dahası, bu yorumların bazılarından açıkça anlaşılacağı üzere tıpkı babasının da dediği gibi soyluların övgüleriyle zehirlenen Voltaire, başını haddinden fazla dik tutmuş, diline asla ket vurmamıştı. Böylece, elde ettiği başarının kıskanç yazar arkadaşları arasında yaratmış olduğu soğukluk daha da artmıştı. Yine o dönemlerde münakaşa halinde bulunduğu ve kendisine meydan okuyan bir aktöre, doğruluğu kesin bir aktarıma göre, kibirli bir üslup kullanarak “kendisi gibi bir kişiliğin” bir oyuncuyla düello etmesinin uygunsuz olacağını söylemişti.

Voltaire, finansal veya maddi imtiyazlar elde etmek için saraya yakınlaşmanın dışında kalan kişisel gelişim girişimlerine babasının ölümünden sonra başladı. Bu girişimlerden ilki, Louis Le Grand Koleji’ndeyken seçkin bir öğrenci olarak tanıştırıldığı, Oedipe’e dair övgü dolu yorumlarda bulunduğunu bildiği Jean Baptiste Rousseau’nun kapısını çalmak olmuştu. Rousseau o dönem Viyana’da yaşamakta, Oedipe’e bayılmış olmakla kalmayıp, aktarılana göre, bu eserin yazarının Viyana’da hoş karşılanacağını belirten Prens Eugene tarafından cömertçe ağırlanmaktaydı. Voltaire, Rousseau’ya yazdığı bir mektupta seyahat masraflarının karşılanması halinde Viyana’yı ziyaret etmekten mutluluk duyacağını ima etmiş olsa da bu ima etkisiz kalmıştı. Viyana’yı hiçbir ücret ödemeden ziyaret etmekte kararlı olan Voltaire, iyi bir adam olan Fénelon’un Cambrai Başpiskoposluğu’nda halefi haline gelen, Kral Naibi’nin gayriresmi başbakanı Dubois’ya yaranmak amacıyla şiirler yazdı.

Dubois’ya Viyana’ya bir casus olarak gitmeyi önermişti (Voltaire’in hayatındaki en tasvip edilmeyen hareketlerden biridir). Fransız hükümeti, Avusturya İmparatoru’nun istekleri hakkında isabetli bilgiler alma konusunda hevesliydi. Fakat bu plan boşa çıktı. Dubois için çalışmaya başlamadan önce izne çıkarken, kongrenin toplandığı Cambrai’den eğlenceli, resmiyetten uzak fakat yaltaklanmayı unutmayan bir mektup yazmıştı. Sonrasındaysa Voltaire, gençliğinde Kral Naibi’nin çapkın kızı Berri Düşesi’nin nedimelerinden biri olma görevini üstlenmiş çekici ve şuh bir dulla Hollanda’ya seyahat ederken görülmüştü. Bayan Rupelmonde, hangi sınıftan olursa olsunlar inanmak isteyen fakat şüphelerden de kendilerini kurtaramayan insanlarla bir arada bulunmuştu. Ruhunda huzursuzluk yaratan şeyleri, şair olduğu kadar bir filozof da olan nazik yol arkadaşına anlatmıştı. Bu sohbetlerin sonucunda Voltaire’in inanç ve inançsızlık üzerine itiraflarından günümüze ulaşanların ilki olan Epître à Uranie, Pour et le Contre, yani Lehte ve Aleyhte şiiri ortaya çıktı. Bu şiirde, Pascal’ın ve ağabeyi Armand’ın bağlı olduğu mezhebe mensup, deizmin insanı sonsuz ıstıraba mahkûm edeceğini savunan kesimi oldukça renkli bir şekilde resmediyordu. İsa’nın dirilişini ve insanlığı kurtarmak için kendini feda etmesinin mükemmellikten uzak sonuçlarını gülünç bulmaktaydı. Bunlar “aleyhte” gördüğü şeylerdi. “Lehte” olanlarsa kısa fakat etkileyici bir bölümde anlatılıyor, “öğretilerini düzenbazlık üzerine kursalar da mutluluk vaat eden” Hıristiyanlığın Kurucu Babalarının öğrettiği ilahi ahlaktan ve sundukları tesellilerden bahsediliyordu. Fakat içine hiçbir aldatmacanın giremeyeceği bir inanç daha vardı ve Voltaire’in sevgili yol arkadaşına sahip olmasını önerdiği inanç buydu:

“En yüce varlığın kendi elleriyle kalbinin derinliklerine gömdüğü doğanın dinine inan.

Sahip olduğu samimi sadeliğiyle ruhunun, Tanrı’nın sonsuz öfkesinin kurbanı olmayacağına inan.

İnan ki Tanrı’nın tahtının önünde, her zaman, her yerde en değerli şey vicdan sahibi olanların kalbidir.

İnan ki Tanrı’nın gözünde mütevazı bir Budist rahip, hayırsever bir derviş, acımasız bir Jansenistten ya da gözünü hırs bürümüş bir piskopostan daha değerlidir.

Ah! Ona hangi isim altında dua ettiğimizin ne önemi olabilir? Tüm hürmetler ona sunulur fakat hiçbiri onu onurlandırmaz.

Bir tanrının, bizim gayret dolu hizmetlerimize ihtiyacı yoktur.

Eğer onu gücendirmek mümkünse bu ancak vicdansız edimlerle gerçekleşir.

O, bizi, yaptığımız fedakârlıklara göre değil, sahip olduğumuz erdemlere göre yargılar.”

Voltaire ve hanım arkadaşı Hague yollarındaydı. Hanımefendi buraya aile bağlarıyla bağlıydı, Voltaire’in Hague’la olan ilişkisiyse fayda sağlayacak birtakım edebi işler üzerine kuruluydu. Bu seyahatin amacı Hague’da, Paris’te ve diğer başkentlerde IV. Henri’yle ilgili yazdığı şiirin basımını ve abonelikleri ayarlayabilmekti. Gerekli ayarlamalar yapılırken utanç içinde terk edip ünlü ve sevilen biri olarak yeniden ziyaret ettiği bu şehri gözlemleme şansına erişti. Hollanda’nın sahip olduğu siyasi ve dini özgürlük, keyfini yerine getirmişti. Burada her türlü inanca saygıyla yaklaşılıyordu. Eğer Hague operasındaki oyunun tadı tuzu yoksa, Voltaire’in neşeyle aktardığına göre, “Kalvinistlerle, Arminyanistlerle, Sokinyanistlerle, Hahamlarla, Anabaptistlerle; her türden dinin vaizleriyle,” teoloji tartışabilirdi.

Faal ve çalışkan Amsterdam’da da durum farksızdı. Paris’in uçarılığı ve saraylılarla dolu Versay’la karşılaştırıldığında ne büyük bir tezat çıkmaktaydı ortaya! Yarım milyonluk nüfusunda “başıboşluk, yoksulluk, züppelik ya da küstahlıktan tek bir iz bile yoktu,” diye yazmıştı eve döndüğünde. “Pansiyonerle (Eyalet Başkanı) yolda, kalabalığın içinde karşılaştığımızda yanında ne uşakları ne de yağcıları vardı. Hiç kimsenin hiç kimseye hürmet ve sadakat gösterme zorunluluğu yokmuş gibi görünüyordu. Prens geçerken kimse onu görebilmek için sıraya girmiyordu.” Voltaire’in sarf ettiği bu sözler, Fransız kraliyetine verdiği gerçek değeri anlamamıza yardımcı olmaktadır. Paris’e dönüş yolunda Oedipe’i okuyup hayran kalan sürgün Bolingbroke’un ikamet ettiği, Orleans yakınlarında yer alan şato La Source’a uğramıştı. Ünlü İngiliz’le gerçekleştirdikleri sohbetler Voltaire’i büyülemişti. “Bu adam,” diye yazmıştı, “ülkesinin tüm bilgeliğiyle ülkemizin tüm inceliğini bir araya getirmiş,” ve böylece, Voltaire’in benzetmesiyle “Perikles-Bolingbroke” haline gelmişti. Buna karşın ilerleyen yıllarda Bolingbroke’un çalışmalarının meyveden çok yaprak verdiğini yazacaktı. Doğal olarak IV. Henri üzerine yazılan şiirin müsveddeleri Bolingbroke’a gösterilmişti. İngiliz, bu şiiri göklere çıkarmış, Voltaire de bu durum karşısında mest olmuştu. Ne var ki, beğenilerini gizlemeyenlerin övgülerinin ya da Voltaire’in eseri için kullandığı nüfuzun zavallı şaire hiçbir getirisi olmamıştı. 1723’ün başlarında Paris’e dönüşünün hemen ardından telifinin güvence altına alındığına dair resmi izni alabilmek şöyle dursun, Fransa’da herhangi bir kitabın dolaşıma girebilmesi için gerekli olan resmi izin talebinin dahi reddedildiğini öğrenmişti. Voltaire, bağnazları rahatsız edebilecek kısımları yumuşatmak için çok fazla çaba sarf etmişti.

Hatta kahramanının Roma diniyle ilgili konuşmasını dini hakikatin sapkınlığa karşı zaferi olarak sunacak kadar ileri gitmişti. Buna karşın eseri yayımlamak için uygun bulmayan yetki ya da nüfuz sahibi kişileri ikna etmek için talihsiz şairin yapması gereken daha çok şey vardı. Yapılan tüm değişikliklerin ve eksiltmelerin ardından geriye kalanlar; Protestan mücahidin şairin kahramanı olarak seçilmesi, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’e sunulan övgüler, Papalık eşrafına yönelen kötülemeler, bağnazlığı ve fanatizmi hedef alan ardı arkası kesilmeyen protestolar, genelde ve Aziz Bartholomew Günü Katliamı özelinde kanlı zulümlere ilişkin suçlamalardı. Abonelik ücretleri abonelere geri ödenmişti. Voltaire’in, ülke tarihinin heyecan verici bir dönemini tema olarak belirlediği bir ulusal destan ortaya koyma çabası da böylece çöpe gitmiş gibi görünüyordu. Kendisine yapılan bu büyük yanlışın müsebbibleri olan Kilise ve mensuplarına karşı neler hissetiğini tahmin edebilmek güç değil.

Voltaire içten içe hayal kırıklığına uğramıştı fakat bu olay karşısında affalayıp kalmamış, şiirinin gizlice basılıp elden ele dolaştırılmasına karar vermişti. De Berniéres çiftinin kır evinin bulunduğu La Riviére-Bourdet’ye yakınlığından dolayı basım yeri olarak Rouen’ı seçti. Çok geçmeden baskı ve ciltleme işlemlerinin oldukça cüzi miktarlar karşılığında gerçekleştirilmesi için ayarlamaları yapmış olduğu bu şehre geçmişti. 1724 yılının başlangıcıyla birlikte La Ligue ou Henri le Grand. Poéme épique par M. de Voltaire’in bir kâğıdın sekizde birine denk gelecek büyüklükte, ince, ciltlenmiş birkaç kopyası Bayan Bernieres’i kasabaya getiren arabaya eşlik eden bir mobilya arabasına yüklenerek Boulogne’un ünlü ormanında güvenilir bir alıcıya teslim edilmiş; bu alıcı aracılığıyla da başarılı bir şekilde Paris’e kaçak olarak sokulmuştu.

Fransa’nın ulusal destanı olma özelliğini taşıyabilecek basılı haldeki tek şiirin ilk okurlarına ulaşması işte bu şekilde kaçak olarak gerçekleşmişti. İlk basım 2000 kopyadan oluşuyordu ve bir kısmı çok geçmeden dolaşıma girmiş, okunduğu her yerde övgüyle karşılanmıştı. Şiirin, yetkililerden gerekli izni alamamasına neden olan kısımlar birçok okur için şiirin en etkileyici kısımları olarak görülüyordu.

Bu sırada, Dubois’nın ölümünden birkaç ay sonra, 2 Aralık 1723 tarihinde Orleans Dükü hayatını kaybetti. Zamanının en güzel Fransız kadınlarından birisi olan metresi Prie Markizi’nin güdümünde hareket eden, aptal olduğu kadar çirkinliğiyle de dikkat çeken Condé Hanesi’nin reisi Bourbon Dükü, Fransa’nın yeni başbakanı olmuştu. Voltaire, Markiz’e takdim edildi. Markiz’e okuduğu dizeler ve diğer güzel şeylerle kadının takdirini kazanmıştı. Böylece Voltaire’e, Fontainebleau’de bulunan evinde kalabileceği bir yer vermişti. Genç Fransa Kralı, Polonya’nın eski kralı Stanislaus’un akılsız kızı Marie Leczinska’yla burada evlenecekti. Düğün 4 Eylül 1725 tarihinde gerçekleştiğinde müstakbel kraliçenin maiyetinde Voltaire’in arkadaşları da bulunuyordu. Hauge seyahatindeki yol arkadaşı Bayan Rupelmonde ile Maréchale de Villars kraliçenin yatak odası nedimelerindendi. Voltaire, Oedipe’i, trajedisi Mariamne’ı ve küçük, hoş komedisi L’Indiscret’yi Kraliçe’nin önünde oynatmayı başarmış, Kraliçe’nin Mariamne’da ağladığını, L’Indiscret’deyse güldüğünü halinden memnun bir şekilde aktarmıştı. Voltaire, kendine has eşsiz üslubunu kullanarak yazdığı kafiyeli bir mektupla birlikte Oedipe’in bir kopyasını iffet abidesi Kraliçe’ye sundu.

Bunu, L’Indiscret’nin manzum halde çok zarif fakat iffetli olmaktan bir o kadar uzak Madam Prie’ye ithaf etmesi izledi. Kraliçe, Voltaire’le zarifçe konuşmuş, ona “zavallı Voltaire’im” diye hitap etmişti. Kraliçe’nin hazinesinden Voltaire’e 1500 livre tutarında aylık bağlandığında bu konuşmanın üzerinden çok geçmemişti. Fransa’nın hem gerçek hem de görünürdeki kraliçelerinin gözünde yer edinen Voltaire, en nihayet Saray’da güvenli ve kazançlı bir yere sahip olmasının neredeyse kesin olduğunu hissediyordu. Bir kez daha tüm umutları, üstelik en yüksek olduğu anda yıkılacak ve hayatında karşılaştığı en korkunç felaket başına gelecekti.

Söz konusu felaket gerçekleştiğinde Voltaire Paris’teydi. Saray’daki başarısından sonra hiçbir şeyden şüphesi kalmamıştı, başı her zamankinden dikti. Kısaltılmış olarak anlatılacak olan bu hikâyenin birkaç farklı aktarımı bulunsa da bunların hepsi öz itibarıyla aynıdır. 1725’in Aralık ayında, muhtemelen operada, Voltaire’le çok samimi bir ilişkiye doğru yol alan Adrienne Lecouvreur’ün locasındayken Voltaire’in tavrı ya da konuşması, onlarla birlikte bulunan köklü Rohan Hanesi oğullarından Şövalye Rohan-Chabot’yu rahatsız etmiş. Şövalyenin, Adrienne’in gözüne girme yarışında Voltaire’in rakibi olması muhtemeldir. “Mösyö Voltaire? Mösyö Arouet? Adınız nedir?” diye sormuş Şövalye, küçümseyen bir tavırla. Bir aktarıma göre Voltaire ağırbaşlı bir üslupla “Köklü bir isim taşımıyorum,” diye yanıtına başlamış. Bu arada Şövalye’nin tefecilik yaptığına dair şüpheler bulunduğunu da belirtelim. Voltaire, “Fakat taşıdığım ismi nasıl onurlandıracağımı biliyorum,” diye devam etmiş.

Diğer aktarımlara göreyse Voltaire şöyle yanıt vermiş: “İsmim benimle başlıyor, sizin isminizse sizinle son buluyor.” Söylentiye göre Şövalye bastonunu kaldırıp Voltaire’in eli de kılıcına yöneldiğinde Adrienne bayılmış ve sahne böylece sona ermiş. Bununla birlikte zamanın Paris günlüklerini tutan bir kimsenin aktardığına göre bu sahneyi, şüphesiz ki Voltaire’in kaleminden çıkmış, Şövalye’yi hedef alan ölümcül hicivlerin elden ele dolaşması takip etmiş. Her ne olmuş olursa olsun, olayın üstünden birkaç gün geçmişti ki Voltaire, Sully Dükü’nün konutunda akşam yemeğindeyken kendisine aşağıdan beklendiği söylendi. Davetten böylece ayrılan Voltaire kapıya vardığında, önünde durmakta olan at arabasına binmesi rica edildi. Böylece kendisiyle konuşmak isteyen kişiyle görüşebilecekti. Ayağını arabaya atar atmaz alıkonularak arabadan uzağa çekildi. Üzerine darbeler yağarken Voltaire’i arkasından sıkıca tutuyorlardı. Voltaire’in hesabına göre saldırganlar altı kişiydi. O sırada Rohan Şövalyesi, biraz uzakta konumlanan başka bir araçta oturmuş şövalyelik ruhuyla dolu bu operasyonu yönlendirmekteydi. Voltaire, öfkeden deliye dönmüş bir halde yemek masasına dönerek hikâyesini anlatmış, Sully Dükü’nden polise gitmek üzere kendisine eşlik etmesini ve vereceği ifadeye katılmasını istemişti. Fakat Dük konuya dahil olmayı reddetmiş, Voltaire de bunun üzerine olan biteni Madam Prie’ye anlatmak üzere soluğu operada almıştı. Kadın Voltaire’i anlayışla karşılamıştı fakat Bourbon Dükü üzerindeki nüfuzu ne olursa olsun Dük’ü, Rohanlardan biri hakkında, bir şaire karşı ağır kusurlu eylemde bulunma gerekçesiyle adli kovuşturma başlatma emri vermeye ikna edemeyecekti. Yine de yetkili makamlar, 5 Şubat’tan (1726) önce olmasa da, saldırıda bulunanların araştırılıp tutuklanmaları için emir vermişlerdi; fakat bu emir sessizce yerine getirilecek, saldırganların arama emri, zorba işverenlerinin evini kapsamayacaktı.

Bu süre içinde Voltaire, Şövalye’ye meydan okuyarak düelloya girişme amacıyla eskrim dersleri aldı. Haftalar ve aylar süren öfkeli söylem ve edimlerinin sonucunda (polisler, gözlerini Voltaire’den ayırmama talimatı almıştı) 17 Nisan tarihinde kendini bir kez daha Bastille’de buldu. Ne var ki arkadaşlarının kendisini ziyaret etmesi serbestti, İngiltere’ye gitmek için istediği izinse çıkmıştı.

Orada kanunlar en yüksek asilzadeleri olduğu kadar en mütevazı alt tabaka mensuplarını da korumaktaydı. Bolingbroke ile Bolingbroke’un çevresi onu orada hoş karşılayacaktı. Bolingbroke güç sahiplerine karşı konum almıştı fakat aynı zamanda onlara Voltaire’i tavsiye etmişti. O dönem İngiltere başbakanı Sör Robert Walpole’du. Sör Robert’ın kardeşi Horatio Walpole ise İngiliz büyükelçisi olarak Paris’te görev yapmaktaydı. Voltaire’in iyiliğini düşünen Dışişleri Bakanı Morville Kontu tarafından teşvik edilen Horatio Walpole, Newcastle Dükü Bubb Dodington’a ve çok büyük ihtimalle bizzat Sör Robert’a, Voltaire’e dair bir tavsiye mektubu gönderdi. Dodington’a gönderilen mektupta Voltaire’in zorunlu sürgününden bahsedilmiyordu. Yabancı ziyaretçi “Bay Voltaire, burada büyük başarı yakalayan birçok eser kaleme alan Fransız şairdir. Zulümlere ve rahiplere karşı kimi cesur ifadelerde bulunuyor olması bakımından basımı burada mümkün olmayan IV. Henri isimli harika şiirin abonelik karşılığı basımını gerçekleştirmek üzere İngiltere’ye gelmektedir,” ifadeleriyle tanıtılıyordu. Dodington’a ses getirecek bir girişimde bulunması konusunda ricada bulunulmuştu. Bu mektuplar İngiltere’ye dek Voltaire’i izledi. Voltaire, İngiliz topraklarına ilk kez muhtemelen 30 Mayıs 1726 tarihinde ayak bastı.

Beşinci Bölüm (1726 – 1729)

Voltaire’in, başından geçenleri pek az kişinin bildiği bu yeni ülkede dahi, onu Fransa’dan süren acımasız zorbalığı unutması kolay olmadı. Bu ve başka sebeplerden, tüm mektupları arasında en hüzünlüleri İngiltere’deki ilk ayları boyunca yazılanlardı. İngiltere’ye varışının hemen ardından yürekten bağlı olduğu tek kız arkadaşı Madam Mignot’nun ölüm haberini almıştı. Aile dostu bir hanımefendinin Voltaire’e vefat haberini ilettiği mektubu şu hazin ifadelerle yanıtlamıştı: “Kız kardeşimin vefatıyla ilgili olarak size ne söyleyebilirim ki Matmazel? Onun yerine ben ölmüş olsaydım hem kendim hem de ailem için çok daha iyi olurdu.” Buna karşın geçmişe dalıp dalıp gitmesine engel olan çok şey vardı. Yeni bir dil öğrenmesi gerekiyordu. Çalışması gereken İngiliz edebiyatı, felsefesi ve bilimi vardı. Seçkin kişilerle de tanışmalıydı. İngilizcede belli bir ustalığa ulaşması gerekiyordu, kendini bir an önce bunu gerçekleştirmeye adadı. Karargâhını Wandsworth’e kurmuştu. Burada, sonradan Sör Everard Fawkener (ya da Voltaire’in telafuzuyla, “Falkener”) adını alacak olan Everard’la birlikte kalıyordu. Anlaşılan kendisi bir hindi tüccarıydı ve almış olduğu diğer terfilerin yanı sıra İstanbul’un İngiltere büyükelçiliğine terfi etmişti.

Tanışıklıklarının kaynağı belirsiz olsa da sahip olduğu hatırı sayılır kültür ve felsefi düşünce tarzıyla Fawkener, Voltaire’in bir nevi can dostu haline gelmişti. Görünüşe bakılırsa Voltaire, İngilitere’ye gitmeden önce de biraz İngilizce biliyordu, birkaç ay içinde de anlaşılır bir şekilde yazmaya başlamıştı fakat asla bir İngiliz gibi yazamadı. Voltaire, Wandsworth’ten Londra’ya ve başka yerlere çok kısa süren ziyaretler gerçekleştiriyor, kimi zaman Fransa’dan gelecek mektupların adres hanesine “Lort Bolingbroke’un Londra’daki evi” yazılması isteniyordu. Bolingbroke, sürgünden “yarı ıslah olmuş” halde dönmüş, İngiltere’de kalmasına müsaade edilmiş fakat Lortlar Kamarası’ndaki yerini geri almasına izin verilmemişti. Genel olarak Twickenham’daki dostu Pope’tan çok uzak olmayan Middlesex’te yer alan Dawley’de yaşamış, oldukça gösterişli bir beyefendi çiftçi rolünü oynamıştı. Voltaire, Bolingbroke’dan ve dahası Bolingbroke’un Fransız eşinden davet almıştı fakat bunun kısa bir zaman öncesinde Voltaire’in Henriade’ı Bolingbroke’a ithaf edeceğine dair iması boşa çıkmış, Bolingbroke da buna karşılık Fransız şairin “laf kalabalığı”na aldırmadığını ifade etmişti. İngiltere’ye varışının ardından geçen altı ayın ertesinde Voltaire, Alexander Pope’a etkileyici bir mektup yazmıştı. Bu mektubu, sanki Twickenhamlı bu müthiş insanla daha önceden bir tanışıklığı varmış gibi bir üslup kullanarak, yazarın Essay on Criticism ve Rape of the Lock eserleri hakkında yazmış, aynı zamanda yazara dair cömert övgülerde bulunmuştu. İngilizce yazılan bu mektup, hiç şüphe yok ki bir İngiliz tarafından düzeltilmişti.

Voltaire, Pope’un diğer iki arkadaşıyla da hemen hemen aynı yakınlığı kurmuştu. Bir süre için Parsons Green’de Peterborough’nun misafiri olmuş; İngiltere’ye son ziyaretini 1727 yılında gerçekleştiren, Gulliver adlı eseri daha yeni yayımlanmış olan Swift’le burada tanışmıştı. 1727 yılında Swift, Fransa’yı ziyaret etmek istemiş, Voltaire de ona Count de Morville’i tanıtan mektuplar yazmıştı. Gay[12 - John Gay. İngiliz şair ve oyun yazarı. (e.n.)] ise ona Dilenci Operası’nı daha sahnelenmeden önce göstermişti. Bir de yazın işlerini bırakmış olan Congreve’in ziyareti ve ona verilen ünlü yanıt var elbette. Congreve, Voltaire’in kendisi hakkında düzdüğü övgülere müdahale ederek kendisini bir yazar olarak değil bir centilmen olarak görmesini istemiş, Voltaire ise eğer Congreve’i bir centilmen olarak görecek olsaydı iltifatlarının hiçbirini dile getirme zahmetine girmeyeceği yanıtını vermişti. Bu anekdot, Voltaire’in İngilizce Mektuplar eserinin sonraki basımlarından çıkarıldı. Voltaire, 1726 yılında Winter adlı eseri yayımlanan, 1727 yılındaysa Yaz adlı eserini Bubb Dodington’a adayan Thomson’ı, sahip olduğu karakterin “sadeliği”ni övmeye yetecek kadar tanıyordu. Önce Night Thoughts’u sonraysa hicivlerini yayımlayan Young’la birlikte, bu hicivlerden birinin adandığı Bubb Dodington’ın Dorsetshire’daki konutunda misafir olarak kalmaktaydılar. Bu ziyarette Young’a atfedilen, oldukça bilindik olmasına karşın doğruluğu epey şüpheli bir nükte kayıtlara geçmişti. Söylendiğinde göre Young, bu nüktede bulunduğunda Kayıp Cennet’teki “Ölüm ve Günah” bölümünü Voltaire’in şiddetli eleştirilerine karşı savunduğu sıcak bir tartışmanın ertesindeydiler: “Çok esprili, haylaz ve incesin… Sen ey Milton! Ne zaman düşünsek Ölüm ve Günah’ı, aklımıza sen gelirsin.”

Buna karşın Young, yıllar sonra Sea-Piece adlı yapıtını çok içten bir dille Voltaire’e adadığında bahsi geçen bu olaya şöyle göndermede bulunmuştu:

“Dorset tepelerinde açıldığında Milton’ın sayfaları, Günah ve Ölüm uyandırdı gazabını.

Uyanan gazabını kim dindirdi narin kafiyelerle? Kim örttü perdeyi kınayan gözlere,

Ve kim açık kıldı sana, güçlüyü çekici kılan geçerli yargıları üreten yasanın farkını?”

Bu nükteyi zarif ya da nazik olarak değerlendirmek çok güçtü, dolayısıyla sinirlenmeye daima yer arayan Voltaire’i “sakinleştirmek” konusunda işe yaramayacaktı.

Voltaire İngiltere’ye vardığında Sör Isaac Newton ölüm döşeğindeydi, tarih 20 Mart 1727’yi gösterdiğindeyse hayatını kaybetti. Fakat Voltaire, Newton’ın güzel ve yetenekli yeğeni Bayan Conduitt’e, yani Swift’in hayran olduğu Catherine Barton’a ulaşıp onunla tanışmış ve kadından elma ve yerçekimi hikâyesini öğrenmişti. Bu hikâyeyi ilk kez yazılı olarak aktaran da Voltaire olmuştur. Voltaire, bir Newton fanatiği ve yorumcusu olan metafiziksel teolog Samuel Clarke’la felsefe ve teoloji hakkında sohbetler gerçekleştirmiş, tartışmalar yürütmüştü. Bir şekilde yaşlı Marlborough Düşesi’ne ulaşarak Kraliçe Anne’in, kardeşi Yaşlı Talip’in tahtın varisi olması konusunda çok istekli olduğunu fakat onun bir Protestan olmasını da şart tuttuğuna dair söylentilerin gerçek olduğunu onaylatmıştı. Lort Chesterfield’la yemek yemiş, Pope’un Lort Fanny olarak aktardığı John Hervey ve eşi “güzel Molly Lepel”la yakınlaşarak bu hanımefendiye hiç de fena olmayan iki âşıkane dörtlük yazmıştı. Voltaire’in övgüleri II. George’un metresi Leydi Sandon tarafından memnuniyetle karşılanmış, II. George’un eşi Kraliçe Caroline’ın gözüne girmesini sağlamıştı.

Newcastle Dükü’yle ilgili bilgiler edinmiş olmasının tam olarak ne işine yaradığı ya da Sör Robert Walpole’la birden fazla görüşme gerçekleştirip gerçekleştirmediği açık değildir. Her ikisi de edebiyata destek sağlayan kimseler değildi. Fakat şu açıktır ki İngiltere’ye daha önce ayak basmış hiçbir yabancı ziyaretçi, bu denli çok sayıda seçkin İngilizle hoşbeş edebilme ve hatta birçoğuyla yakınlık kurabilme şansına erişememiştir.

Geçen tüm bu süre içinde, İngiltere’ye gerçekleştirmiş olduğu ziyaretin öncelikli amacı unutulmamıştı. Anlaşıldığı kadarıyla Henriade’ın abonelik karşılığı basımını hızlandırmak ve yönetmek için 1727 yılının sonlarında Wandsworth’ten Londra’ya taşınmıştı. Aynı yılın Aralık ayında “Maiden Lane, White Peruke”tan Swift’e yazmış olduğu bir mektupta ondan İrlanda’daki nüfuzunu kullanarak şiiri için her biri bir gineden abone temin etmesini, bunun yanı sıra Voltaire tarafından basımı henüz gerçekleştirilmiş Henriade’ın müjdeleyicisi ve tanıtımı olma özelliğini taşıyan bir bölümünü başrahibe iletmesini istemişti. Bu bölümde IV. Henri’nin kariyerinin bir özeti mahiyetinde Fransa’nın iç savaşlarına değinilmiş, bununla birlikte Homeros’tan Milton’a dek tüm ulusların destan yazan şairlerine yer verilmişti ki bunların bazılarını şimdi dahi okumak büyük bir haz vermektedir. Şiirin bahsi geçen bu iki kısmı da İngilizce yazılmış, işinin ehli biri tarafından düzenlenmişti. La Ligue’i İngilizce basımı için değiştiren ve genişleten Voltaire eserin ismini Henriade olarak değiştirmişti. Bilinenin aksine, Sully Dükü’nün şanlı atasının şiirin isminden çıkarılmasının nedeni Dük’ün Rohan-Chabot olayının ardından sergilediği tutum değildi.

İlk kıtada yapılan değişiklikle kahramanın Kraliçe Elizabeth’e gerçekleştirdiği ziyarette ona eşlik eden kişi artık Sully değil, Duplessis-Mornay olmuştu. Voltaire’in, ona ev sahipliği yapan İngilizlere bir övgü mahiyetinde gerçekleştirdiği bu değişiklik sonucunda La Ligue’in İngiltere’de gördüğü ilgi Henriade’la birlikte gözle görülür bir şekilde artmıştı. Buna karşın sekizinci kıtada Sully’nin, Ivry muharebesinde Henri’nin yoldaşı olarak yer aldığına dair bahis yerini muhafaza etmişti. Nesir halinde yer alan notlardan biriyle de bu kahramanın ve kariyerinin hakkı teslim edilmişti. Takvimler Mart 1728’i gösterdiğinde Henriade’ın dört yaprak boyutunda, çizimlerle bezenmiş abone baskısı yayımlandı. Şiirin 354 abonesi arasında Kral, Kraliçe (aynı yılın haziran ayında II. George, I. George’un yerine geçecekti) ve çok sayıda asilzadeyle üst tabaka mensupları yer almaktaydı. Eser, kraliyet eşrafı içinde Hannover Hanedanı’nın tek mensubu, genç yaşına rağmen zekâ yaratımlarına saygı ve ilgi duyan Kraliçe Caroline’a ithaf edilmişti. Voltaire, incelikle kaleme aldığı İngilizce ithafında “Sör Isaac Newton’ın gelişinden önce Avrupa’nın en büyük filozofu olan Descartes’ımız,” diyordu, “Felsefenin İlkeleri eserini şanlı Prenses Palatine Elizabeth’e adamış fakat bunu hanımefendinin bir kraliçe olmasından dolayı değil (zira gerçek filozoflar prenseslere saygı duysalar da onları asla göklere çıkarmazlar) tüm okurları arasında kendisini en iyi anlayan ve hakikate karşı en büyük aşk besleyen kişi olması nedeniyle gerçekleştirdiğini belirtmiştir. Eğer izniniz olursa Hanımefendi, ben de (kendimi Descartes’la bir tutmaksızın) benzer düşünceye sahip olarak Henriade’ı, yalnızca tüm sanatların ve bilimin koruyucusu olmakla kalmayıp bunlarla ilgili hükmü verebilecek en yüce hâkim olan siz Majesteleri’ne adamak isterim.” Voltaire, abone edinme konusundaki ısrarlı uğraşlarının yanı sıra sonradan İrlanda valisi olacak, iyi yetişmiş ve başarılı Carteret’e İrlanda’da dağıtılmak üzere şiirin bir tomar kopyasını göndermişti. Henriade’ın İngiltere’deki satışlarından elde edilen resmi gelir Voltaire’in servetinin temellerini oluşturmuş olsa da İrlanda’da yapılan satışların buna katkısı göz ardı edilebilir düzeyde kalmıştı.

Voltaire, Henriade’ın yayımlanmasının ardından bir yıl daha İngiltere’de kalmış, XII. Karl’ın Yaşamı adlı eseri için bilgi toplamakla uğraşmış, elde ettiği birçok farklı bilgiden istifade ederek bir daha dönmemek üzere İngiltere’den ayrılmıştı. İngiltere ziyareti sırasında onun hakkında söylenenler kayıt altına alınmıştı. Voltaire üzerinde etki yaratanların birçoğu, küçük ama görkemli yapıtı Lettres Philosophiques, ou Lettres sur les Anglais’de[13 - Felsefi Mektuplar ya da İngilizler Üzerine Mektuplar. (e.n.)] açığa çıkmıştı. Büyük bir kısmı İngiltere’de planlanmış veya yazılmış olan bu kitap Voltaire’in Fransa’ya dönüşünü takip eden birkaç yıldan önce yayımlanmayacaktı. Voltaire, söz konusu yapıtı kaleme alırken hedefinde iki şey vardı. Bunlardan ilki, İngiltere’nin fikri, bilimsel, edebi, politik ve sosyal yönleri hakkında kendisine ilginç ve önemli gelen noktaları vatandaşlarına tanıtmaktı. Diğeriyse, cesaret edebildiği kadarıyla, bazen doğrudan bazense dolaylı olarak özgür İngiltere’nin imrendiği yanlarıyla hoşgörüden uzak, baskıcı Kilise yönetiminin hüküm sürdüğü despot Fransa’nın kendisini iten yanları arasındaki zıtlığı ortaya koymaktı. Eğer Voltaire’in ilgisini çeken şeyler arasında onun takdirini gözeterek bir öncelik sıralamasına gidilecek olsaydı bu listenin ilk sırasında onu en çok etkileyen şey olarak Quakerizm[14 - 1600’lerde kurulan bir Hıristiyan mezhebi. (e.n.)] ve Quaker-lar yer alırdı. Zira İngilizler hakkındaki ilk sözleri Quakerlara adanmıştı. Onlar hakkında işittikleriyle merakı artmış, böylece Hampstead’de oturan varlıklı bir Quaker, güvenilir bir insan olan Andrew Pitt’i ziyaret etmiş, tarikat hakkında tutkuyla bilgi edinmek isteyen ilk Fransız olarak içtenlikle karşılanmıştı.

“Beni kabul ettiğinde,” diyordu Voltaire, “başında şapkası vardı, bana yaklaşırken bedeninde en ufak bir eğilme yoktu; buna karşın içten, müşfik yüz ifadesinde bizim bir ayağımızı diğerinin ardına atarak başımızı örtmesi için yapılmış şeyi elimize alıp selam verme alışkanlığımıza nazaran daha büyük bir kibarlık taşıyordu.” Voltaire, tıpkı modern bir muhabir gibi, tarikatın öğretilerini ve kendine has özelliklerini sorgulamış, yönelttiği sorular da layıkıyla yanıtlanmıştı. Sorgulamalarda bulunan Fransız, dinine sıkı sıkıya bağlı bir Katoliğin doğal olarak gösterebileceği şaşkınlığı gösteriyor, en azından şaşırıyormuş gibi davranıyordu. Hatta bir keresinde Hampstead’deki arkadaşıyla, Quakerların gerçekleştirdikleri bir toplantıya bile gitmişlerdi. “Rehberimle içeri girdiğimizde,” diyordu, “çoktan bir araya gelmişlerdi. Toplantının yapıldığı hanede dört yüz adam ve üç yüz kadın bulunmaktaydı. Kadınlar yüzlerini gizlemiş, erkeklerse geniş kenarlı şapkalar takmışlardı. Hepsi derin bir sessizlik içinde oturmaktaydı. Ben aralarından geçerken içlerinden biri bile gözlerini kaldırıp bana bakmadı.” Quaker toplantısındaki Voltaire, ressamlar için eşi bulunmaz bir tasvir sunuyordu. “Sessizlik bir on beş dakika kadar daha devam etti. Sonunda içlerinden biri ayağa kalktı, şapkasını çıkarttı, birkaç kez nefes aldı. Bir kısmı dudaklarından, bir kısmıysa burnundan dökülen zırvaların ne anlama geldiğine dair ne kendisinin ne de dinleyenlerin en ufak bir fikri vardı.” Buna karşın Voltaire, Quakerizmin az sayıda dogmaya sahip olması, ruhbanlığı ve ihtilafı reddedişi, unvanları önemsememesi ve en önemlisi de savaşa karşı tiksinti duymasından oldukça etkilenmişti.

William Penn’in kariyerini ve onun memleketi Pensilvanya’nın tarihini yakından inceleyerek bir taslak ortaya koyan Voltaire böylece Quakerizmin Penn için en kıymetli tarikat olduğu sonucuna varmıştı:

“Quakerların dininin Amerika’daki geleceği hakkında tahmin yürütemem fakat gördüğüm kadarıyla bu inanç Londra’da ortadan kaybolmak üzere. Her ülkenin baskın olan dini, zulmetmediği müddetçe, uzun vadede diğerlerini yutmaktadır. Quakerlar parlamentoya katılamıyor ya da resmi dairelerde herhangi bir konuma sahip olamıyorlardı. Bunlar için yemin etmeleri gerekiyordu fakat onlar yemin etmiyordu. Böylece işletme ve ticaretle para elde etmek durumunda kalmışlardı. Çocuklarıysa ebeveynlerinin işletmeleri sayesinde zenginleşerek sahip oldukları konumla birlikte düğmeli ve dalgalı kıyafetlerinin tadını çıkarmayı arzular hale geldiler. ‘Quakerlar’ olarak anılmaktan utanıyorlar, bu nedenle dönemin modasına uymak adına Kiliseye katılıyorlar.”

Quakerizmden genel olarak İngiltere’de dinin konumuna geçişse Voltaire için gayet kolaydı:

“İngiltere,” diye başlıyordu tezine, “tarikatlar ülkesidir. ‘Babamın evinde kalacak çok yer var.’ Bir İngiliz, cennete giden yollar arasından kendi isteğine göre seçim yapabilir. Özgür bir insana yakışan da budur. Anglikan rahipler, birçok Katolik ayinini olduğu gibi devam ettirmişler, en önemlisi de vergilerini müthiş bir titizlikle toplamayı sürdürüyorlar. Bununla birlikte yönetici olmaya yönelik dindar hırslara da halen sahipler. Zaten hangi köy papazı papa olmak istemez ki? Fakat kilise büyüklerinin gerçekleştirdiği toplantılara son verilmişti. Bunun yanı sıra, ‘Britanya siyasi partilerinin aksine’ piskoposlar halen Lortlar Kamarası’nda yer alıyor olsalar da, devlet için ettikleri yeminde sabırlarını zorlayacak bir ibare de bulunuyordu. Bu ibareye göre kanunen tanınması kaydıyla Kilisenin hizmetinde bulunacaklarının sözünü veriyorlardı. Kendine ilahi bir hak tanınmadığını düşünen bir piskoposa, rahibe ya da başrahibe rastlamak neredeyse imkânsızdı. Bu nedenle sahip oldukları hakları pagan laikler tarafından düzenlenen sefil yasalardan aldıklarını ifade etmek onlar için büyük bir aşağılanmaydı.”


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1190 форматов)