banner banner banner
Sokrates`in Savunması
Sokrates`in Savunması
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sokrates`in Savunması

Sokrates`in Savunması
Platon

Platon’un en şiirsel eserlerinden biri olan Sokrates’in Savunması, dinsizlikle suçlanan Sokrates’in ağzından yargılanışı ve kendisini savunmasını felsefi bir pencereden okuyucuya aktarmaktadır. Sokrates’in tarihî savunması, evrensel ve her daim güncelliğini koruyan bir eser olarak işlerini en iyi yapan zanaatkârların, sanatçıların ve en bilge görünen insanların bile, kibirlerine yenik düşerek bilgeliklerini gölgede bıraktıkları sonucuna varır ve gidilmesi gereken tek doğru yolun, gerçek bilgi ve erdem olduğunu işaret eder. "Ben, Tanrı’nın devlete verdiği bir at sineğiyim. Devlet ise büyük ve soylu bir at, cüssesinden dolayı hareketleri ağır aksak ve hayata döndürülmek için dürtülmesi gerekiyor. İşte ben Tanrı’nın devletin üzerine yapıştırdığı o at sineğiyim. Tüm gün ve her yerde, her zaman üzerinize yapışmış hâlde sürekli sizi uyarıyor, kandırıyor ve azarlıyorum. Benim gibisini kolayca bulamazsınız. Bu sebepten sizlere beni serbest bırakmanızı tavsiye ederim."

Platon

Sokrates’in Savunması

“Sizler, ey Atinalılar, beni suçlayanlardan nasıl etkilendiniz bilemiyorum. Ancak şunu biliyorum ki ikna edici konuşmalarıyla neredeyse bana bile kim olduğumu unutturdular. Yine de tek kelime dahi olsa doğru söylemiş değiller. Söyledikleri çok sayıda yalandan biri var ki beni oldukça hayrete düşürdü: Güzel konuşmamın gücüne kanmamak için tetikte olmanız gerekliliği… Dudaklarımdan kelimeler dökülmeye başlar başlamaz iyi bir konuşmacı olmadığım ortaya çıkacak olduğundan böyle bir şey söylenmesinin utanç verici olduğunu düşünüyorum. Tabii eğer güzel konuşma gücü derken kastettikleri hakikatin gücü değilse. Eğer kastettikleri şey buysa o zaman ben hitabetimin güzel olduğunu itiraf ederim. Ama onların yöntemlerinden çok farklı bir şekilde! Neyse, dediğim gibi, hakikati neredeyse hiç konuşmadılar. Ancak sizler tüm hakikati benden dinleyeceksiniz. Fakat onların yaptığı gibi, süslü kelimeler ve ifadelerle yavan bir şekilde süslenmiş hazır bir söylev olmayacak bu. Tanrı korusun! Şu an aklıma gelen kelimeleri ve argümanları kullanacağım. Çünkü ben, davamın doğruluğuna inanıyorum ya da bu yolu seçerek doğru davrandığımdan eminim: Ey Atinalılar, bu yaşımda genç bir konuşmacı misali karşınızda durmamı kimse beklemesin benden. Ayrıca sizlerden bir de ricam var: Kendimi her zamanki şekilde savunur ve agorada, sarraf tezgâhlarında ya da başka bir yerde kullandığım kelimelerle ifade ettiğimi işitirseniz sizden şaşırmamanızı ve bu sebeple sözümü kesmemenizi rica edeceğim. Çünkü ben yetmiş yaşını geçmiş biriyim ve şimdi ilk kez bir mahkeme huzurundayım. Bu mekânın lisanına da oldukça yabancıyım. Bu sebepten beni gerçekten bir yabancı, ana diliyle, kendi ülkesinde konuştuğu gibi konuşmasını yadırgamayacağınız bir kimse olarak görmenizi tercih ederim. Sizden haksız bir ricada mı bulunuyorum yoksa? İyi olsun olmasın konuşma biçimime aldırmayın, sadece kelimelerimin doğruluğunu düşünün ve şuna dikkat edin: Konuşmacı doğruları söylesin ve yargıç adil karar versin.

Öncelikle bana yöneltilen eski ithamlara ve ilk suçlayıcılarıma cevap vermem gerekiyor. Ardından da sonrakilere cevap vererek devam edeceğim. Çünkü uzun yıllardır beni haksız yere suçlayan çok sayıda kişi olmuştur ve ben onlardan, kendileri de tehlikeli olan Anytus ve ortaklarından korktuğumdan daha fazla korkuyorum. Ancak onlardan daha tehlikeli olanlar diğerleridir. Siz daha çocukken zihninizi yalanlarıyla ele geçirdiler. Sokrat’ın, bilge bir adamın yukarıdaki cennetle ilgili iddialarda bulunduğunu, yer altındaki dünyayı araştırdığını ve kötü olanı iyi gösterdiğini söylediler. Bu hikâyeyi yayanlar korktuğum kişilerdir. Çünkü onları dinleyenler, araştırma yapan kişilerin tanrıların varlığına inanmadığını düşünmeye meyillidirler. Onların sayısı da çoktur. Bana yönelttikleri suçlamalar da çok uzun zamandır mevcut. Bu suçlamalar, şimdi olduğunuzdan daha fazla etkiye açık olduğunuz zamanlarda, çocukluğunuzda belki de gençliğinizde yapıldı. Hem de gıyaben, cevap verecek kimse yokken. En zor olanı da bir komedya yazarı[1 - MÖ 423’te Sokrates’i hicveden Nepheles (Bulutlar) komedisiyle ün kazanan Aristophanes kastediliyor. (e.n.)] dışında beni suçlayanları ne tanıyorum ne de onların isimlerini söyleyebilirim. Hepsi de kıskançlıkları ve kötülükleri ile sizi kandırdılar, bazılarınınsa ilk önce kendilerini ikna etmeleri gerekti. İşte bu adamlar baş edilmesi en güç olanlar çünkü onları karşıma alıp yüzleşemiyorum. Bu sebepten kendi savunmam için sadece gölgelerle kavga etmem ve cevap verecek kimse yokken sorgulama yapmam gerekiyor. Bu sebepten daha önce söylediğim gibi karşıtlarımın iki çeşit olduğunu bilmenizi rica ediyorum. Bir grup yeniyken bir grup eski. Bu sebepten ilk önce ikinci gruba ait suçlamalara cevap verme isteğimi siz de uygun bulursunuz umarım. Çünkü bu suçlamaları diğerlerinden çok daha önce ve çok daha sık duydunuz.

Pekâlâ, o zaman savunmamı yapacağım ve uzun bir süredir devam etmiş bulunan bir iftirayı aklamak için çabalayacağım. Eğer sizler ve benim için iyi olacak ya da davama faydalı olacaksa başarılı olmam dileğiyle! Bu iş kolay bir iş değil. Doğasını da oldukça iyi anlıyorum. Bu işi Tanrı’ya havale edip kanunlara itaat ederek şimdi savunmamı yapacağım.

En başından başlayacağım ve bana atılan bir iftiraya dönüşen suçlamanın ve Meletus’u, bu suçlamada bana karşı cesaretlendiren delilin ne olduğunu soracağım. Peki, iftiracılar ne söylüyorlar? Onlar benim savcılarım olsunlar ben de onların ifadelerini toparlayacağım: ‘Sokrat kötülük yapan, göklerde ve yerde olan şeyleri inceleyen bir meraklıdır. Kötü olanı iyi gösteriyor ve bunları diğer insanlara da öğretiyor.’ Suçlama işte bu şekilde. Aristophanes’in komedyasında gördüğünüz gibi tıpkı. Sahnede dolaşan ve havada yürüyen Sokrat isimli bir adam var, az ya da çok bildiğimi iddia etmeyeceğim konular hakkında saçmalayıp duruyor. Tabii ben tabiat felsefesi öğrencilerini küçümseme amacıyla söylemiyorum bunu. Eğer Meletus bana yönelik bu kadar ciddi bir suçlamada bulunursa üzülürüm. Ama hakikat şudur ki Atinalılar, benim bunlarla bir alakam yok. Burada bulunanların çoğu da bu duruma şahittir ve ben onlara başvuruyorum. Beni duyanlar konuşun ve komşularınıza bu konular hakkında az ya da çok bir şeyler söylediğimi duyduysanız bunu bildirin. Onların cevabını duyacaksınız. Suçlamanın bu kısmında onların söyleyeceklerinden yola çıkarak geri kalanının doğruluğu hakkında hüküm verebilirsiniz. Benim bir öğretmen olduğum ve para aldığım iddiası da temelsizdir ve bu suçlama da diğerlerinde olduğu gibi doğru değildir. Tabii eğer bir adamın insanlara bir şeyler öğretme imkânı olsaydı, bunun için para alması bence bir şeref olurdu. Leontiumlu Gorgias, Ceoslu Prodicus ve Elisli Hippias gibi şehirleri gezerek genç adamları kandıran ve kendi şehirlerinde hiçbir karşılık almadan bir şeyler öğretenleri terk edip para ödemeleri hâlinde kendilerine minnettar olmalarını sağlayanlar da var. Şu sıralar Atina’da ikamet eden Parianlı bir filozof olduğunu işittim. Bu adam hakkında şunlar konuşuluyor: Sofistler için çok sayıda para harcatan bir adama tesadüf etmiştim, Hipponicus’un oğlu Callias’a. Oğulları olduğunu bildiğimden ona şunu sordum: ‘Callias!’ dedim. ‘Eğer iki oğlun tay ya da buzağı olsaydı onlara eğitim verecek birini bulmakta zorluk çekmezdin. Ya bir seyis ya da bir çiftçi bulurduk ve onları kendi tabiatlarına göre yetiştirirlerdi. Ancak mademki onlar birer insan, onları eğitmesi için kimi düşünüyorsun? İnsanları ve siyaseti anlayan bir kişi var mı? Oğulların olduğuna göre bu konu hakkında düşünmüşsündür, böyle bir kişi var mı?’ ‘Var.’ dedi. ‘Peki kim ve hangi ülkeden? Ne kadar ücret alıyor?’ diye sordum. O da, ‘Paroslu Evenus’ cevabını verdi, ‘Beş mina ücret alıyor.’ dedi. Eğer gerçekten böyle bir bilgisi var ve böylesine cüzi bir miktar karşılığında öğretiyorsa ne mutlu Evenus’a, dedim kendi kendime. Eğer gerçekten bende de böyle bir bilgi olsaydı gururlanır ve kibirlenirdim. Ama işin aslı bu türden bir bilgiye sahip değilim.

Herhâlde siz Atinalılardan bazıları şu şekilde cevap verecektir, ‘Peki ama sana yöneltilen bu suçlamaların asıl sebebi nedir Sokrat? Tuhaf bir şey yapmış olmalısın. Eğer sen de diğerleri gibi olsaydın hakkındaki tüm bu dedikodular ve söylentiler olmazdı. O zaman bizlere bunların sebebini söyle çünkü seni yargılarken aceleci davranmak istemiyoruz.’ Ben bu tür bir itirazın haklı olduğunu düşünüyorum ve sizlere neden bilgin olarak adlandırıldığımı ve böylesine kötü bir şöhrete sahip olduğumu açıklamaya çalışacağım. O zaman lütfen dikkatle dinleyin. Ayrıca her ne kadar bazılarınız şaka yaptığımı düşünecek olsa da ben sizlere sadece gerçeği açıklayacağım. Ey Atinalılar, bu şöhret sahip olduğu bir çeşit bilginin neticesi olarak ortaya çıktı. Eğer bana bunun ne tür bir bilgi olduğunu soracak olursanız sizlere her insanın sahip olabileceği türden bir bilgi olduğu cevabını veririm. Bu ölçüde bilgi sahibi olduğuma inanıyorum. Ancak kendilerinden bahsettiğim şahısların sahip olmadığım için tanımlamakta başarısız olduğum insanüstü bir bilgileri var. Bu bilgiye sahip olduğumu söyleyen kişi yalan söylüyor ve adımı lekelemiş olur. Ve şimdi, Atinalılar, söyleyeceğim şey abartılı gibi gelse de sizlerden sözümü kesmemenizi rica edeceğim. Çünkü söyleyeceğim sözler bana ait değil. Sizlere güvenilir bir tanık sunacağım, bu tanık Delphi’nin Tanrı’sıdır ve sizlere bilgimi ve bu bilginin ne tür olduğunu anlatacak. Eğer böyle bir bilgiye sahipsem tabii. Khairephon’u biliyor olmalısınız. Kendisi benim eski dostlarımdandır ve aynı şekilde sizin de dostunuzdur. Kendisi yakın zamanda gerçekleşen sürgünde insanlarla beraberdi ve sizlerle döndü. Neyse, Khairephon bildiğiniz üzere yaptığı tüm işlerde fevri davranır ve kendisi Delphi’ye gidip kâhine, -sizden sözümü kesmemenizi rica ediyorum- benden daha bilgin biri olup olmadığını sormuş ve Pytholu kadın kâhin benden daha bilgin kimse olmadığı cevabını vermiş. Khairephon ölü olsa da şu anda mahkemede olan kardeşi sözlerimin doğruluğunu teyit edebilir.

Peki, bundan neden bahsediyorum biliyor musunuz? Sizlere neden böyle kötü bir şekilde anıldığımı açıklamak istiyorum. Cevabı aldığımda kendi kendime şöyle dedim: ‘Tanrı acaba söyledikleriyle ne kastediyor? Bu bilmece ne anlama geliyor?’ Çünkü bildiğim kadarıyla çok ya da az bu tür bir bilgiye sahip değilim. Peki, insanların arasında en bilgin kişi olduğumu söylerken ne demek istemiş olabilir? Yine de o bir tanrı ve yalan söyleyemez. Yalan söylemek doğasına aykırı olurdu. Bunun üzerine Uzun süre tefekkür ettikten sonra sorgulamayı düşündüm. Düşündüm ki eğer kendimden daha bilgin bir adam bulabilirsem Tanrı’ya gider, iddiasını çürütebileceğimi göstermiş olurum. Ona şöyle derim: ‘İşte burada benden daha bilgin bir adam var; ama sen en bilginin ben olduğumu söylemiştin.’ Böylece bilgin olmasıyla ün salmış bir kişinin yanına gidip onu gözlemledim -ismini zikretmeme gerek yok; kendisi denemek için seçtiğim bir politikacıydı- sonuç şöyle oldu: Adamla konuşmaya başladığımda gerçekten bilgin olmadığını düşünmekten kendimi alamadım. Gerçi çoğu kişi onun bilgin olduğunu düşünüyordu, kendisinin kanaati ise insanların zannettiğinden daha fazla bilgin olduğu yönündeydi. Bunun üzerine ona kendisinin bilgin olduğunu düşündüğünü ama gerçekte böyle olmadığını açıklamaya çalıştım. Fakat sonuç olarak benden nefret etti ve bu nefret o sırada mevcut bulunup beni işiten kişiler tarafından da paylaşıldı. Ben de adamın yanından ayrıldım ve oradan uzaklaşırken kendi kendime şöyle dedim: ‘Yani, ikimizden birinin gerçekten güzel ve iyi olan şeyler hakkında bir şeyler bildiğini zannetmiyorum ama ben ondan daha iyiyim.’ Çünkü kendisi hiçbir şey bilmiyor ve bildiğini zannediyor. Ben ise ne biliyorum ne de bildiğimi zannediyorum. Bildiğimi zannetmeme hususunda da ondan kısmen üstünüm. Sonra daha fazla bilginlik iddiasında bulunan bir başka kişinin yanına gittim ve vardığım sonuç aynı oldu. Bunun üzerine onun ve çok sayıda başka kimsenin de nefretini kazanmış oldum.

Sonra art arda başka adamların yanına, uyandırdığım düşmanlığın farkında olarak gittim. Bu da üzüldüğüm ve korktuğum bir şeydi. Ancak bu duruma mecburdum. İlk önce Tanrı’nın sözünün dikkate alınması gerektiğini düşündüm. Kendi kendime şöyle dedim: ‘Bilir gibi görünen herkese gitmeli ve kâhinin ne demek istediğini öğrenmeliyim.’ Ve sizlere yemin ederim ki ey Atinalılar, köpeğin üzerine yemin ederim ki -çünkü doğruyu söylemek zorundayım!– çalışmanın sonucu şuydu: En bilgin diye bilinen adamlar en aptal olanlardı ve bu hususta daha az itibar sahibi olanlar daha bilgili ve daha iyiydiler. Size tüm gezilerimin ve Herkül misali olduğunu söyleyebileceğim çabalarımın hikâyesini anlatacağım. Meğer bunlara en nihayetinde kâhinin iddiasının çürütülemez olduğunu anlamak için dayanmışım. Politikacılardan sonra şairlere gittim, tragedya ve mübalağa şairleri gibi her türden şaire… Kendi kendime şöyle demiştim, hemen fark edileceksin, şimdi onlardan daha cahil olduğunu göreceksin. Böylece, onlara kendi yazılarındaki en özenli parçaları götürüp anlamlarını sordum, bana bir şeyler öğretebileceklerini düşünüyordum. İnanır mısınız bunu itiraf etmeye neredeyse utanıyorum ama bu şairler, şiirleri hakkında etraftaki herhangi birinin söyleyebileceğinden daha fazla şey söyleyemiyorlardı. O zaman anladım ki şairlere şiir yazdıran bilgi değil, bir çeşit deha ve ilhamdı. Güzel şeyler söyleyen ancak anlamını bilmeyen falcılar ya da kâhinlere benziyorlardı. Şairlerin de işte buna benzediklerini gördüm. Üstelik şunu da fark ettim ki şiirlerinin gücünden dolayı bilmedikleri konularda bile kendilerinin en bilgin olduğunu zannediyorlardı. Ben de oradan ayrılırken, siyasetçilerden hangi sebeple üstünsem onlardan da aynı sebepten üstün olduğuma ikna olmuştum.

En sonunda zanaatkârların yanına gittim. Hiçbir şey bilmediğimin bilincindeydim ve onların çok sayıda iyi şeyleri bildiklerinden emindim. Ve burada yanılmayacaktım, çünkü onlar benim cahil olduğum konularda bilgiye sahiplerdi ve kesinlikle benden daha bilginlerdi. Ancak gördüm ki iyi zanaatkârlar da şairlerin düştüğü yanılgıya düşmüşlerdi: İyi çalışan insanlar olarak önemli konularda her şeyi bildiklerini zannediyorlardı. Bu kusurları da bildiklerini gölgeliyordu. Ben de kâhinin namına kendime şunu sordum: ‘Onların bilgisine de cahilliğine de sahip olmayıp kendim gibi olmak daha iyi değil mi?’ Kendime ve kâhine verdiğim cevap bu hâlimin daha iyi olduğuydu.

Bu araştırma en kötü ve en tehlikeli türden düşmanlar edinmemle sonuçlandı ve çok sayıda iftiralara sebebiyet verdi. Sonra benim bilge olduğum söylendi; çünkü beni dinleyenler diğerlerinde eksik olduğunu gördüğüm bilgilere sahip olduğumu düşündüler hep. Fakat işin aslı şudur ki ey Atinalılar, bilge olan sadece Tanrı’dır ve verdiği cevapla insanların bilgilerinin ya çok az değerli olduğunu ya da değersiz olduğunu göstermeyi amaçlamıştır. Sokrat’tan bahsetmemiştir. Benim adımı sadece bir örnek olarak kullanmış, âdeta ‘Ey insanlar, en bilgin olan Sokrat gibi bilgisinin gerçekte bir değeri olmadığını bilendir.’ demiştir. Böylece ben de Tanrı’ya itaat ederek dünyayı dolaştım, ister vatandaş ister yabancı olsun bilgin gibi görünen insanların bilgilerini arayıp soruşturdum. Bilgin olmadıklarını anlayınca da kâhinin sözlerini teyit etme amacıyla onlara bilgin olmadıklarını gösteriyordum. Bu uğraşım beni oldukça meşgul ettiğinden ne devlet meselelerine ne de şahsi meselelerime ayıracak vaktim kalıyordu. Öyle ki Tanrı’ya olan bu adanmışlığım sebebiyle fakir kaldım.

Bir şey daha var: Yapacak pek bir işi olmayan zengin sınıfların gençleri kendi istekleriyle etrafımda toplanıyor ve bilgin taklitçilerini sorgulamama şahit olmaktan keyif alıyorlardı. Sık sık beni taklit ederek diğer kişileri sorgulamaya çalıştılar. Kısa sürede öğrendikleri üzere bir şeyler bildiklerini zanneden ancak aslında ya çok az şey bilen ya da hiçbir şey bilmeyen sürüyle insan olduğunu gördüler. Bunun üzerine gençler tarafından sorgulananlar kendilerine kızmak yerine bana kızdılar. ‘Kahrolası Sokrat!’ dediler. ‘Gençlerimizi nasıl da yoldan çıkarıyor!’ Eğer biri onlara şöyle soracak olursa, ‘Peki nasıl bir kötülük yapıyor ya da öğretiyor?’ bunun ne olduğunu bilmiyorlar, cevabını söyleyemiyorlardı. Ancak şaşkınlıklarını göstermemek için tüm filozoflara karşı yöneltilen, ‘Bulutlarda ve yerin dibinde olanları öğretmek, tanrılara inanmamak ve kötüyü iyi göstermek.’ gibi uyduruk suçlamaları tekrar ediyorlardı. Çünkü bilirmiş gibi yapmalarının fark edildiğini itiraf etmekten hoşlanmıyorlardı ki doğru olan da buydu. Sayıları çok, hırslı ve kuvvetli olduklarından da savaş hazırlıklarına giriştiler. Dilleri de ikna edici olduğundan kulaklarınızı gürültülü ve ağır iftiralarla doldurdular. İşte Meletos, Anytos, Lykon isimli üç suçlayıcının bana saldırmalarının da sebebi budur. Meletus, şairlerin namına benimle kavga etmektedir, Anytos zanaatkâr ve siyasetçilerin, Lycon ise hatiplerin adına. En başında da dediğim gibi böylesi büyük iftiralar yığınından bir anda kurtulma beklentisi içinde değilim. İşte bu, ey Atinalılar, gerçektir ve gerçeğin tamamıdır. Hiçbir şeyi gizlemedim ve hiçbir şeyi saklamadım. Yine de konuşmamın sadeliği onların benden nefret etmelerine sebep oluyor. Peki, onların nefreti değil midir doğru söylediğimin kanıtı? Dolayısıyla bana karşı bir ön yargı oluşmuştur ve bu ön yargının sebebi de budur. Bunu da ya şimdiki ya da ileriki soruşturmalarınızda anlayacaksınız.

İlk grup suçlayıcılarıma karşı kendimi savunmak için yeterince şey söyledim. Şimdi ikinci gruba dönüyorum. Onların başında Meletus var. Kendi tanımlamasıyla iyi bir adam ve ülkesini gerçekten seviyor. Bu iki duruma karşı da kendimi savunmaya çalışmak zorundayım. Yeminli beyanları okunursa şöyle bir şey olduğunu göreceksiniz. Bu belgede Sokrat’ın kötülük yaptığı, gençleri yozlaştırdığı ve devletin tanrılarına inanmayıp kendine ait başka ilahları olduğu söylenir. Suçlama işte bu şekilde, şimdi de bu suçlamaları inceleyelim. Yani ben kötüyüm ve gençleri yoldan çıkarıyorum. Ancak ey Atinalılar, bense Meletus’un kötü olduğunu ve samimiymiş gibi görünürken aslında alay ettiğini; sahte bir tutkuyla, gerçekte en ufak bir ilgi duymadığı konulara ilgi duyarmış gibi yaparak insanları mahkemeye getirdiğini söylüyorum. Bunun doğru olduğunu da sizlere kanıtlamak için çabalayacağım.”

“Buraya gel de sana bir soru sorayım Meletus. Gençlerin gelişmesine çok önem veriyorsun değil mi?”

“Evet veriyorum.”

“O zaman jüri üyelerine onları kimin geliştirdiğini söyle. Madem onları yoldan çıkaran kişiyi bulmak için bu kadar zahmete girdin ve benden alıntı yapıp beni itham ediyorsun bunu da biliyor olmalısın. O zaman jüri üyelerine onları geliştiren kişinin kim olduğunu söyle.

Baksana sessizsin, söyleyecek bir şeyin yok Meletus. Ama bu oldukça utanç verici değil mi? Benim söylediklerimle ilgili ciddi kanıtlarım varken senin konudan haberin yok. Konuş dostum ve onları geliştirenin kim olduğunu söyle.”

“Kanunlar.”

“Ama bu kastettiğim şey değildi sayın beyefendi, ben kanunları bilen kişinin kim olduğunu soruyorum.”

“Şu anda mahkemede mevcut bulunanlar Sokrat.”

“Sen, yani onların gençleri eğitip geliştirdiklerini mi söylemek istiyorsun Meletus?”

“Kesinlikle.”

“Peki hepsi mi yoksa bazıları mı?”

“Hepsi.”

“Tanrıça Hera aşkına ne güzel haber! Demek ki gençleri geliştiren çok sayıda kişi var. Peki o zaman izleyiciler hakkında ne dersin, onlar da gençleri geliştiriyorlar mı?”

“Evet öyle.”

“Ya senatörler?”

“Evet, senatörler de gençleri geliştiriyorlar.”

“Ama belki de meclis üyeleri onları yozlaştırıyordur, yoksa geliştiriyorlar mı?”

“Geliştiriyorlar.”

“O zaman her bir Atinalı onları hem geliştiriyor hem de yüceltiyor, ben hariç. Yani onları yoldan çıkaran sadece benim öyle mi? İddian bu mu?”

“Kesinlikle iddiam bu.”

“Eğer sen haklıysan ben çok talihsizim demektir. Ama hadi sana bir soru sorayım: Peki ya atlara ne demeli? Atlara da sadece bir kişi kötülük edip tüm dünya iyilik mi ediyor sence? Bunun tam tersi doğru değil mi? Bir kişi onlara iyilik yapıyor ya da çok az kişi. Bu da atların seyisi. Seyisler atlara iyilik yaparken diğerleri onları yaralamıyor mu? Bu atlar ya da diğer hayvanlar için geçerli değil mi Meletus? Kesinlikle geçerli. Sen ve Anytos evet ya da hayır deyin durum böyle. Eğer gerçekten gençliği yozlaştıran kişi tek olsaydı ve geri kalan tüm dünya onları geliştiriyor olsaydı ne mutlu gençlere. Ancak sen Meletus, gençlere dair tek bir kaygın olmadığını yeterince gösterdin. Aleyhime kullandığın şeyleri umursamayarak umursamazlığını belli etmiş oldun.

Pekala, Meletus, şimdi sana bir başka soru soracağım. Zeus aşkına soracağım. Kötü vatandaşlar arasında mı yaşamak daha iyidir yoksa iyi vatandaşlar arasında yaşamak mı? Cevap ver dostum, bu soruyu cevaplamak oldukça kolay. İyi komşular iyilik, kötü komşular kötülük yapmazlar mı?”

“Kesinlikle.”

“Peki birlikte yaşadığı insanlardan fayda değil zarar görmek isteyen var mı? Cevap ver dostum, kanun seni cevap vermeye mecbur ediyor. Zarar görmek isteyen biri var mıdır?”

“Kesinlikle yoktur.”

“Peki beni gençleri yozlaştırıp yoldan çıkarmakla itham ederken bunu kasten mi yoksa kazara mı yaptığımı iddia ediyorsun?”

“Kasten olduğunu iddia ediyorum.”

“Ama daha şimdi iyi komşuların iyilik, kötü komşuların da kötülük yaptığını iddia ettin. Peki hayatının bu genç yaşlarında öğrendiğin üstün bir hikmeti ben bu yaşımda bilemeyecek kadar karanlık ve cehalet içinde miyim? Yani birlikte yaşamak zorunda olduğum kişileri yoldan çıkarırsam onlardan zarar göreceğimi bilemez miyim? Hem de kasten yoldan çıkarıyormuşum, dediğin üzere. Gerçi ne ben ne de başka bir insan evladı senin söylediklerine ikna olacak değil ya. Fakat onları ya kasten yoldan çıkarıyorum ya da kazara. Senin bu duruma iki türlü yaklaşımın da yalan. Eğer benim kabahatim kazara gerçekleşmişse kanunun beni yargılama yetkisi yoktur. Beni gizlice kenara çekip uyarmalı ve nasihat etmeliydin. Eğer ki bana daha iyisi öğütlenmiş olsaydı kazara yaptığım bir şeyi yapmayı bırakırdım. Şüphesiz bırakırdım. Ancak bana söyleyecek bir şeyin yoktu ve bana öğüt vermeyi reddettin. Şimdi de beni bu mahkemeye çıkardın ki burası bir öğretim yeri değil, cezalandırma yeridir.

Açıkça anlaşılmalıdır ki Atinalılar, dediğim gibi Meletus’un bu konuda büyük küçük hiçbir kaygısı yok. Ama yine de gençleri ne şekilde yoldan çıkardığımı iddia ettiğini bilmek isterdim Meletus. Suçlamandan anladığım kadarıyla gençlere devletin tanıdığı tanrılar yerine yeni ilahlar ve mabutları öğretiyorum. Söylediğine göre gençleri yoldan çıkarmak için verdiğim dersler bunlar.”

“Evet, üstüne basarak söylüyorum.”

“O zaman kendilerinden bahsettiğimiz Tanrılar aşkına bana ve mahkemeye daha sade ifadelerle ne demek istediğini söyle! Çünkü diğer insanlara farklı tanrıları öğrettiğimi iddia ediyorsan tanrılara inandığım ve bana yönelttiğin suçlamanın aksine tamamen ateist olmadığım ortaya çıkar. Peki beni şehrin tanıdığı tanrılardan farklı tanrılara inanmakla mı suçluyorsun? Yoksa benim sadece bir ateist olduğumu ve ateizm öğrettiğimi mi iddia ediyorsun?”

“İkinci söylediğini kastediyorum. Sen tamamen ateistsin.”

“Nasıl da olağan dışı bir söylem bu böyle! Neden böyle düşündün Meletus? Yani diğer insanlar gibi güneşin ya da ayın tanrısına inanmadığımı mı iddia ediyorsun?”

“Sizi temin ederim ki yargıçlar inanmaz. Çünkü güneşin taştan ayın ise topraktan olduğunu söylüyor.”

“Dostum Meletus, sen Anaksagoras’ı itham ettiğini düşünüyorsun: Sen buradaki yargıçların Klazomenaili Anaksagoras’ın kitaplarında bulunan bu öğretilerin ne olduğunu bilmeyecek kadar cahil olduklarını mı düşünüyorsun yani? Gerçekten de bu bilgileri gençlere Sokrat’ın öğrettiği söyleniyor. Hâlbuki tiyatroda konu ile ilgili gösterilerin sayısı az değilken (Muhtemelen karikatürize edilen Aristofanes ve Anaksagoras ve diğer drama şairlerinin düşüncelerini ödünç alan Euripides’e yapılan bir kinayedir.) (Giriş ücreti de en fazla bir drahmiyken) bu gençler parayı ödeyip bu gösterileri izledikten sonra Sokrat’a bu fikirlerin babasıymış gibi yaparsa gülmezler mi zannediyorsunuz? Peki Meletus herhangi bir Tanrı’ya inanmadığımı gerçekten düşünüyor musun?”

“Zeus’a yeminler olsun ki sen hiçbir tanrıya kesinlikle inanmıyorsun.”