Книга Ali Baba ve Kırk Haramiler - читать онлайн бесплатно, автор Неизвестный автор
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Ali Baba ve Kırk Haramiler
Ali Baba ve Kırk Haramiler
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Ali Baba ve Kırk Haramiler


Ali Baba ve Kırk Haramiler

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken iki kardeş yaşarmış Fars diyarının uzak bir köşesinde. Birinin adı Kasım’mış, diğeri ise Ali Baba adıyla bilinirmiş. Babaları vefat ettiğinde iki kardeşe çok az miras bırakmış. İki kardeş bu mirası kendi aralarında hakkıyla bölüşmüşler. Ama insanoğlu bu, işin içinde para olunca bir türlü rahat durmaz yerinde… İkisi de babalarından kalan mirası harcayıp tüketmekte gecikmemişler. Büyük oğlan, varlıklı bir tüccarın kızını eş almış kendine. Kayınpederi Hakk’ın rahmetine kavuşunca da esaslı bir servete kavuşmuş bizimki. Genişçe bir dükkânda bulunan çeşit çeşit değerli mallar, depolar dolusu pahalı malzemeler, sandık sandık altınlar… Daha neler neler… İşte böyle, Kasım kısa sürede zengin, tanınan bir adama dönüşmüş. Ali Baba’ya gelince… Fakir ve muhtaç bir kadını eş seçmiş kendine. Küçük, harap bir kulübede binbir zorlukla yaşarlarmış. Ali Baba ormandan topladığı dal parçalarını eşeklerine yükleyip şehre getirir, sonra da pazara götürüp satarmış.

Ali Baba, her zamanki gibi topladığı kuru dalları hayvanlarına yüklemiş ve şehrin yolunu tutmuş o gün. Bu sırada bir toz bulutu ilişmiş gözüne. Dikkatlice baktığında toz bulutu sandığı şeyin kendisine doğru dörtnala yaklaşan atlılar olduğunu anlamış. Bu manzara Ali Baba’yı çok korkutmuş. Kendisine yaklaşan bu kişilerin eşkıya olmasından endişe ediyormuş. Hayvanlarını kaybetme korkusuna bir de can derdi eklenince müthiş bir dehşet duygusunun içinde buluvermiş kendini. Bir anda kaçmaya başlamış Ali Baba; ama adamlar kendisine o kadar yakınmış ki ormandan çıkmayı gözü kesmemiş. Hayvanlarını çalıların arasına saldıktan sonra görebildiği en büyük ağaca tırmanmış. Koca bir kaya parçasının arkasında bulunan bu ağacın tepesinden her yeri görebiliyormuş hiç kimseye fark ettirmeden. Güçlü kuvvetli atlılar irice bir kaya parçasının önüne gelerek atlarından inmişler. Onlara dikkatlice bakan Ali Baba, yüzlerinden ve hareketlerinden, hepsinin eşkıya olduğunu anlamış. Buraya yağmaladıkları kervandan elde ettikleri ganimeti getirmiş olmalılar, diye düşünmüş. Toplamda kırk kişi imişler.

Ali Baba, haramilerin atlarından inerek heybelerini yanlarına aldıklarını görmüş. Haramibaşı olduğu her hâlinden belli olan adam, dikenli çalıların arasında güç bela ilerledikten sonra nihayet durmuş ve tuhaf bir söz söylemiş:

“Açıl susam açıl!”

Bunun üzerine mağaranın önünü kapatan devasa taş açılmış. Bütün haramiler koşa koşa içeri girmiş, reisleri de arkalarından. Onlar içeri girdiği zaman mağaranın önündeki taş, kendiliğinden kapanmış…

Bütün bunlar yaşanırken Ali Baba, kuş gibi tünediği ağaçtan seyrediyormuş her şeyi. Kendisini öldürmelerinden korktuğu için aşağı inecek cesareti bulamıyormuş. Nihayet aşağı inerek atlardan birine binmeye ve eşeklerini bulmak için yola koyulmaya karar vermiş; fakat bir anda açılan mağara kapısı, onu bu fikrinden vazgeçirmiş. Haramibaşı mağaradan ayrılan ilk kişiymiş; adamlarının da dışarı çıkmasını beklemiş ve eksik var mı diye onları saymaya koyulmuş. Sayılarının tam olduğunu görünce de mağaranın önüne gelerek sihirli sözleri söylemeye başlamış:

“Kapan susam kapan!” İşte bu sırada mağaranın ağzı kapanmış. Bütün haramiler bir araya toplanmış, heybeleri yanlarına asmış, atlarını dizginlemiş ve reislerini takip ederek geldikleri yönden geri dönmüşler.



Ağaca tünemiş bir vaziyette bekleyen Ali Baba onların gidişini izlemiş. Zavallı hepsinin iyice uzaklaştığına ikna oluncaya dek de ağaçtan inmemiş. İçlerinden biri gelir de kendisini görür diye çok korkuyormuş çünkü. Kendi kendine, “Şu sihirli sözleri bir de ben söyleyeyim hele. Bakalım kapı açılacak mı?” demiş.

“Açıl susam açıl!” diye bağırmış. Bunun üzerine mağaranın önünü kapatan taş açılmış ve Ali Baba içeri girmiş.

Mağaranın içi oldukça genişmiş. Çatıya benzeyen yukarıdaki kısmından ise ışık gelmekteymiş. Ali Baba’nın görmeyi umduğu tek şey, karanlık bir inmiş hâlbuki… Burası envaiçeşit malzemeyle doluymuş. Yığın yığın ipek kumaşlar, nakış işlemeli dokumalar, değerli halılar, daha neler neler… Üstelik mağarada altın ve gümüşle dolu sandıklar da varmış ki insanın aklı hayali durur. Ali Baba böylesine bir servetin uzun yıllar süren bir birikimin eseri olduğunu düşünmekteymiş.

Ali Baba mağaradan içeri girdiğinde kapı üzerine kapanmış; fakat o, sihirli sözleri iyice ezberlediği için en ufak bir rahatsızlık bile duymuyormuş. Etrafındaki değerli mallar hiç de dikkatini çekmemiş Ali Baba’nın. O, sadece altın dinarlarla ilgilenmekteymiş.

Hayvanlarını bulduktan sonra taşıyabileceği kadar bol miktarda altın dinarı onlara yüklemiş. Üzerlerini de dal parçalarıyla kaplamış ki hiç kimse altınların varlığından şüphelenmesin. Nihayet: “Kapan susam kapan!” demiş ve kapı kapanmış. Kapının açılıp kapanmasını sağlayan büyü o kadar tesirliymiş ki bu sihirli sözleri söylemeyen birinin içeri girmesi imkânsızmış. İçeri girenlerin üzerine kapanan bu kapıya ancak ve ancak sihir yoluyla hükmedilebilirmiş.

Ali Baba müthiş bir süratle, yüklü eşekleri ile beraber evinin yolunu tutmuş. Evin avlusuna girer girmez derhâl kapıyı arkasından kapatmış ve dalların altına sakladığı altınları karısına götürmüş. Onları yoklayıp da gerçek altın olduğuna ikna olan kadın, kocasını azarlamaya, yaptığını düşündüğü kötü şey için onu suçlamaya başlamış.

Ali Baba: “Hayır, ben hırsız ya da soyguncu değilim! Böylesine bir zenginliğe kavuştuğumuz için sevineceğine neler söylüyorsun.” demiş ve başına gelen her şeyi tek tek anlatmış. Sonra da altınları karısının önüne yığmış. Kadın bir taraftan altınların parlaklığına hayran oluyor, diğer taraftan kocasının maceralarını heyecanla dinliyormuş. Bir müddet geçince de altınları saymaya koyulmuş. Bunun üzerine Ali Baba:

“Ah seni ahmak kadın! Altınları daha ne kadar saymayı düşünüyorsun a şaşkın? Şimdi büyükçe bir çukur kazıp altınları saklayacağım ki sırrımız ifşa olmasın.” demiş.

Kadın: “Çok doğru düşünüyorsun ama yine de altınları tartalım ki elimizde ne olduğunu bilelim.” deyince Ali Baba:

“İstediğini yap ama sakın kimseye bir şey söyleme!” demiş.

Ali Baba’nın karısı telaşla Kasım’ın evine gitmiş ki altınları ölçebileceği terazi vesaire alsın. Ellerindeki servetin ne kadar olduğunu çok merak ediyormuş çünkü. Kasım’ın evde olmadığını görünce de karısını kenara çekmiş ve “Acaba terazinizi bir süreliğine ödünç alabilir miyim lütfen?” demiş.

Eltisi sormuş:

“Küçük teraziyi mi getireyim, büyük olanı mı?”

“Büyüğüne lüzum yok, küçüğünü versen yeter.”

“Biraz bekle de getireyim.”

Kasım’ın karısı, terazinin kefesine gizlice bal mumu ve içyağı sürmüş ki eltisinin ne tartacağını bilsin. Tartacağı şey her neyse mutlaka teraziye yapışacaktır, diye düşünmekteymiş. Ali Baba’nın karısı hiçbir şeyden şüphelenmeden teraziyi evine götürmüş ve altınları tartmaya başlamış. Bu arada Ali Baba da çukur kazıyormuş. Altını tartma işini bitirir bitirmez de çuvalı kazdıkları çukura koymuşlar ve üzerini toprakla örtmüşler.

Teraziyi işi bittiğinde sahibine geri götürmüş Ali Baba’nın karısı. Altın dinarlardan birinin kefenin altına yapıştığından haberi yokmuş. Kasım’ın karısı altını görünce kıskançlığından kudurmuş. Kendi kendine:

“Demek benim teraziyi altın tartmak için aldılar öyle mi?” diyormuş. Fakir bir adam olan Ali Baba’nın terazi ile tartacak kadar altını nereden bulduğunu çok merak ediyormuş.



Kadın mesele üzerinde düşünedururken akşam olmuş ve kocası Kasım eve gelmiş. Kocasına:

“Ah herif! Kendini zengin ve varlıklı bir adam sanırsın ama senin dünyadan haberin yok! Kardeşin Ali Baba emir oldu çıktı başımıza. Öylesine çok altını var ki terazi ile tartıyor. Sen hâlâ paranı tek tek saymaya devam et!” demiş.

Kasım: “Peki sen bunları nereden biliyorsun?” diye sorunca eltisine verdiği teraziye yapışmış altın dinardan bahsetmiş kadın. Sonra da onu kocasına göstermiş. Eski sultanlardan birine ait olduğu üzerindeki kabartmadan anlaşılan bu altın inanılmaz değerliymiş. Kıskançlığından bir damla uyku uyuyamamış o gece Kasım. Ertesi sabah erkenden kalkmış ve Ali Baba’nın yanına gitmiş. Ona:

“Ah benim kardeşim! Dışarıdan bakan da seni fakir bir adam zanneder. Meğer sen o kadar varlıklıymışsın ki altınlarını terazi de tartarmışsın.” demiş.

Ali Baba: “Sen ne diyorsun Allah aşkına? Söylediklerinden tek kelime bir şey anlamadım. Ne demek istiyorsan açık açık söyle…” demiş. Öfkesini zar zor zapt eden Kasım:

“Sahip olduğun binlerce altın sikkeden bahsediyorum. Karım bir tanesinin terazinin kefesine yapıştığını görmüş…” diye cevap vermiş.

Bu sözleri duyan Ali Baba, ağabeyinin ve karısının, sahip olduğu altınlardan haberleri olduğunu anlamış. Meseleyi saklamanın faydadan çok zarar getireceğini düşündüğü için de eşkıyalardan tut mağaranın içindeki hazineye kadar her şeyi tek tek anlatmış. Bunun üzerine Kasım:

“Paraları bulduğun o yer nerede bilmek isterim. Kapıyı açıp kapamanı sağlayan o sihirli sözleri de… Ha bir de seni ikaz etmem lazım. Olur da bütün bunları bana söylemezsen seni valiye şikâyet ederim, haberin olsun. Hem sahip olduğun her şeyi kaybedersin hem insanların gözünden düşersin hem de hapislerde çürürsün.” demiş.

Bunun üzerine Ali Baba sihirli sözleri söylemiş. Mağaranın yerini de en ince teferruatına kadar anlatmayı ihmal etmemiş. Kardeşinin söylediklerini büyük bir dikkatle dinleyen Kasım, on tane katır kiralamış ve erkenden mağaranın yolunu tutmuş. Ali Baba’nın bahsettiği ağacı ve kayayı da görünce mağaranın olduğu yere geldiğinden iyice emin olmuş. Kayanın önüne gelerek büyük bir sevinçle:

“Açıl susam açıl!” demiş.

Mağaranın ağzı derhâl açılmış ve Kasım içeri girer girmez kapanmış. Altınlar, mücevherler… Her şey yerli yerindeymiş.

Heyecandan kendini kaybetmiş bir vaziyette dolaşmaya başlamış mücevherlerin arasında Kasım. Bir süre hayran hayran baktıktan sonra on katıra yükleyebileceği kadar altın toplamış ve kapının yanına koymuş. Ancak hikmetinden sual olunmaz yüce Allah unutturuvermiş ona sihirli sözleri. Bizimki:

“Açıl arpa açıl!” demiş fakat kaya azıcık bile oynamamış. Kafası karışmış ve şaşkın bir vaziyette aklına gelen bütün tahılların adını söylemiş tek tek Kasım. Susam hariç tabii… Bu kelime kafasından öylece uçup gitmiş. Müthiş bir sıkıntı içindeymiş. O kadar ki mağaranın girişine yığdığı altınları umursamıyormuş bile. Bir ileri bir geri, şaşkın bir vaziyette dolanıp duruyormuş. Görüntüsüyle içine müthiş bir sevinç dolduran hazine onun için büyük bir keder sebebiymiş artık.

Kasım, kıskançlık ve açgözlülüğü yüzünden tehlikeye attığı hayatından tüm ümidi kesmiş. Öğle vakti mağaraya doğru yaklaşan haramiler, civardaki çalılıklarda gezinen katırları fark etmişler. Hayvanların oraya nasıl geldiğini çok merak ediyorlarmış. Talihsizliğinden olsa gerek Kasım, hayvanları bağlamayı ihmal etmiş meğer. Her yere dağılmış katırlar, başıboş bir vaziyette dolanıp duruyorlarmış; haramiler, hayvanlara hiç önem vermemişler. Bu hayvanların şehirden bu kadar uzak bir yere nasıl geldiğini merak ediyorlarmış sadece.

Haramiler nihayet mağaranın kapısına ulaşmış. Reislerinin sihirli sözcükleri söylemesiyle kapının açılması bir olmuş.

Yaklaşan nal seslerinden haramilerin içeri girmek üzere olduğunu anlayan Kasım, korkudan bayılıvermiş. Eşkıya sürüsünün kendisini öldüreceğinden endişe ediyormuş. Bütün bunlara rağmen mağaranın kapısı açılınca aradan sıyrılıp buradan kurtulabileceğine dair bir ümit varmış içinde. Fakat bu kaçma teşebbüsü karşısına çıkan haramibaşının kendisini düşürmesi ile son bulmuş. En yakındaki eşkıya keskin kılıcını çıkarıp onu ikiye bölmekte gecikmemiş. Daha sonra bütün haramiler koştura koştura mağaradan içeri girmiş ve Kasım’ın yığdığı altınları yerine koymuşlar. Karşılarına bir anda çıkıveren bu adam onları öylesine şaşırtmış ki Ali Baba’nın götürdüğü altınların farkına bile varmamışlar. Çok sarp olan kayalıklara çıkmanın, tavandan aşağı sarkmanın ya da çok kaygan zeminde hareket etmenin mümkün olmadığını hepsi çok iyi biliyormuş. Bir de sihirli sözler var tabii… Mağaradan içeri girme cüretinde bulunanlara ibret olsun diye Kasım’ın cesedini dörde ayırmışlar ve her bir parçayı kapının iç kısmındaki farklı köşelere asmışlar. Sonra da mağaranın kapısını kapatıp yollarına koyulmuşlar.

Gece olup da Kasım eve dönmeyince karısı endişelenmeye başlamış ve soluğu Ali Baba’nın evinde almış.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:

Полная версия книги

Всего 10 форматов