banner banner banner
Şafak Sancısı
Şafak Sancısı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Şafak Sancısı

Şafak Sancısı
Cengiz Aytmatov

Muhtar Şahanov

Cengiz Aytmatov, Muhtar Şahanov

Şafak Sancısı

Muhabbetten hasıl olan sevinç

Kelimeler de hisler gibi tasarruf etmeyi gerektirir. Yani onları da gece gündüz durmaksızın şarıl şarıl akmakta olan su gibi görüp derleyip toplamadan, zihin süzgecinden geçirmeden, düşüncesizce sağda solda sarf edersen söylediklerinin hiç kıymeti kalmaz. Sözü değersiz olanın özü de değersizdir. Bu, insanlık tarihinin ilk dönemlerinde ispatlanmış bir gerçektir.

Çocukluk yıllarımda köyümüzün itibarlı bir ihtiyarının kendi kendine hüzünlenerek, “Artık konuşacak kimse de kalmadı!” dediğini sık sık duyardım. Bu aksakalın bunca insanın içinde yalnızlık çekmesinin sebebi nedir diye hayret eder, buna hiç anlam veremezdim. Meğer ihtiyar, oturup dertlerini paylaşacak, sözün kıymetini kendi haysiyetiyle eşit sayan, konuşurken güvenilir kaynaklardan yararlanarak konuşan kafa dengi insanlara ihtiyaç duyarmış.

O köylü dedeye hayal olan böyle bir samimi dertleşme bize, Muhtar ikimize nasip oldu. İkili muhabbetin sonucunda elinizde bulunan kitap meydana çıktı. Birimizin Kazakça, diğerimizin Kırgızca (yani iki kardeş dilde) konuşarak birbirimize içimizi dökmemizle ortaya çıkan bu diyalogu, kayda alınmış bir sohbet veya teyp kasetinden yazıya geçirilmiş bir ‘dertleşme kitabı’ diye adlandırabilirsiniz.

Konuşma esnasında keyfî olarak meydana gelen heyecan ve sevinçlerimizi mümkün olduğu kadar üzerinde düzeltme yapmadan olduğu gibi vermeyi tercih ettik. En yakınlarımız hariç çok kimsenin bilmediği, kader tarafından bize sunulan sevinçlerimizi ve kederli anlarımızı da saklamaya gerek duymadık. Birebir oturup dertleşmeyi yazıdan ayıran en önemli esas da bu değil mi?

Yabancı olan okuyucularımız için dert ortağımı tanıtayım:

Ben iki tane Muhtar tanıyorum. Birisi, babam gibi beni himaye eden, üstadım, hocam, meşhur yazar Muhtar Awezov. İkincisi ise, kelimenin tam manasıyla şair, uzun yıllardan beri dert ortağım, kardeşim ve dostum Muhtar Şahanov. Benim kanaatimce o geniş çaplı bir araştırmacı ve düşünür; doğunun engin irfanıyla batının keskin görüşlerini çok güzel bir şekilde harmanlayarak sunabilen, Asya kıtasının en büyük şairlerinden biri. Kendi ülkesi dışında pek tanınmıyorsa, bu şairin suçu değil. Okurlarımız bu kitapta Muhtar Şahanov’un birkaç özlü şiiriyle tanışma fırsatı elde edecektir. Şunu da belirtmeliyim ki, Muhtar, Kazak milletinin çok zor dönemlerde sırtını dayadığı, halkın millî kahraman olarak gördüğü kıymetli şahsiyetlerden birisidir. 1986 yılında Sovyetler Birliği’nin uyguladığı totaliter sisteme karşı cesurca baş kaldıran gençlerin suçsuz olduğunu ispatlamak için – hayatını tehlikeye atarak – ciddi çalışmalar gerçekleştirdi, mertliğini gösterdi.

Şahanov, birkaç yıldır Kazakistan Cumhuriyetinin Kırgızistan Büyükelçisi görevini yürütüyor. Eşine ender rastlanan bir şahsiyet olduğunu, burada gerçekleştirdiği çalışmalarıyla bir kez daha ispatlamıştır. Onunla sık sık yaptığımız görüşmelerimiz, zamana ve kendimize dair yaptığımız sohbetlerimiz böyle bir kitabın oluşmasına vesile oldu. Bu eserin okurun da ilgisini çekeceği umuduyla…

    Cengiz AYTMATOV

I. Bölüm

Dört ana veya anayurtla kavuşma

“Benim yurdum, Şeker Köyü… Manas Dağının zirvelerinden damlaya damlaya çoğalan beyaz köpüklü, masmavi kaynak suyu Şeker’e kadar akıp geliyor. Bu kaynağın adı Kürkirew[1 - Gürlemek demektir. Burada ‘gürleyerek akan’ su manasında. (Ç.N.)]. Kürkirew, ismiyle müsemma olan ve etrafındaki tüm mahlukata hayat bahşeden bir su… Şeker’e yaklaşırken kalbim küt küt atıyor. Tam karşıdan, güneş ışınlarıyla göz kamaştıran Manas Ata zirvesi göründüğü andaki heyecanımı kelimelerle ifade etmem mümkün değil!”

    Cengiz AYTMATOV

“Kaderini soysuzluk derdinden koru!
Her insanın kendi annesinden başka,
Gıyabında her an onu koruyan ve kollayan
Olmalıdır dört anası, asıl takdire şâyân:
Anayurdu: asıl dayanağı, heybeti.
Ana dili: satılmayan serveti.
Esas direk: örf, destur, geleneği, âdeti
Adımına ışık saçan an be an.
Olsa dahi hatırası çok hüzünlü ve ağır
Dördüncüsü: millî tarih, bunu bilmeyen mağdur.
Bu manevi dört anayı korumayan milletin,
Derdi eksik olmamıştır, bulunamamış derman.
Kutsal olan bu dört ana hayatın öz manası
Bu uğurda mücadele, çabaların âlâsı!”

    Muhtar ŞAHANOV

Şahanov: Hayatın inişli çıkışlı merhalelerinden geçerek kâh dolan kâh solan beşer tabiatı, vatan denilen kutsal mekânı duygularıyla dahi olsa sık sık ziyaret ediyor. Çok tanınmış biri de olsan, göbek kanının damladığı toprak özeldir. İşte bu özeli can-ı gönülden sevmelisin ki çoğunluğa kucağını açabilesin. Fakat Sovyetler, bizim kuşağı tam tersine;

Benim adresim ne evdir, ne de sokak.
Benim adresim Sovyetler Birliği’dir

marşının temposuyla eğitti.

Herkes vatanına olan bağlılığını ilk önce kendi ailesine ve hemşerilerine beslediği sevgiyle ifade etmeli. Bunu yapmadan “Herkesi eşit seviyorum” demek, yapmacıklıktan başka bir şey değildir.

Doğup büyüdüğü memleketin, insana cesaret veren gür nehirlerini, merhametle gönül okşayan yemyeşil çayırını ve bayırını, kulak ve yanaklarını çimdikleyen sert soğuğunu zaman zaman zihninde canlandırmayan kimse yoktur sanırım. Hatta uzaklara gittiğinde, kurbağaların durmadan vıraklamaları ve köpek havlamaları bile hasret esintisi uyandırır insanın gönlünde.

Şike[2 - Şike: Kazakçada büyüklere hitap ederken saygı ifadesi olarak muhatabın adının ilk hecesine ka. ke. ba eklenerek söylenir. (Ç. N.)], siz beni bir keresinde doğup büyüdüğünüz köye, Şeker’e davet etmiştiniz. Manas’ın ata yurdu olan Talas bozkırının bir köşesinde yer alan Şeker Köyü doğal güzellikleriyle Kırgızların dikkate değer mekânıymış.

Şeker köyüne yaklaştıkça, yüzünüzde beliren bin bir türlü heyecan izini görmezlikten gelmek imkansızdı. Arabanın arka koltuğunda ikimiz yan yanaydık. Çocukluğun saf, masum günlerinin, delikanlı çağınızda hayal peşinde koştuğunuz yılların, iyilik kervanına katıldığınız değerli devrelerin hafızanızda canlanmasıyla, hem sevinip hem de üzülerek heyecanlanmakta olduğunuzu fark etmiştim. Yol uzadıkça geçtiğimiz her tepe ve vadi, “Beni unuttun mu yoksa?” dercesine önünüze çıkıp el sallar gibi oluyordu....

Doğduğunuz yerin eşsiz tabiat güzelliklerinin yanı sıra misafirperver ve cömert olan hemşehrilerinizin çeşitli kaderleri sizin yazar olmanızı büyük ölçüde etkilemiştir diye düşünüyorum. Onları iyice tanımak, araştırmak, sevmek, hatta bazılarından nefret etmek suretiyle sanatkârlığın zirvesine ulaştınız. Şayet olağandışı bir güç, zihninizden Şeker köyünü silmiş olsaydı, mazmunu dar, ruhu alçak, sıradan yazarların sayısını artırmış olurdunuz.

Şekerliler, o gün yediden yetmişe sizi karşılamaya gelmiş; kimisi tokalaşmak, kimisi dua ve dilekte bulunmak için adeta yarış ediyorlardı.

Burada aklıma bir şey geldi: tanınmış büyüklerimizden biri, kendi memleketinden milletvekili adayı olduğunda, “ne olursunuz beni seçin” diye hemşehrilerine çok şeyler vaad etmişti. Fakat neticede yeterli oyu alamamış, hemşehrilerine küskünlüğünü anlatırken; “Kimsenin yüzüne bakamaz oldum” demişti.

Şeker’e girdiğin anda, diğer köylere kıyasla şehre benzeyen yapısı göze çarpıyor. Bembeyaz evler, yüksek binalar ve kültür merkezleri uzaktan dikkat çekiyor. Şeker’in etraftaki köylere kıyasla gelişmiş olmasını, hemşehrileriniz sizin isminize bağlıyor.

Geniş sofra etrafındaki sohbet esnasında hemşehrilerinizden biri, Cumhuriyet Yüksek Kuruluna milletvekili seçildiğiniz zaman, ilçeden iki kişi size oy vermediğini ağzından kaçırdı. Bunu duyan diğer hemşehrileriniz, suçluluk hissine kapılarak:

– Ne kadar demokrasi desek de, bizim buralardan Aytmatov’a karşı oy kullanacak mankurt insanın çıkması mümkün değil… Belki sarhoş birileri, farkında olmadan yanlış yapmıştır dediler.

Ektiğini biçmenin net bir örneği değil mi bu? Evet, doğduğu yerde, kendi vatanında belli bir ağırlığı olmayanlar rüzgârla savrulup giden boş buğday kabuğu gibiler. Mutsuz da bunlara denir.

Aytmatov: Evet, doğduğu yer, vatan her kişinin kaderini belirler. Ancak ondan aldığını gönül süzgecinden geçirerek bal yapan arı misali kalbinde toplayabilmen şart.

Eskiden yaşlılar bir araya geldikleri zaman, çocukları konuşturmak için; “yedi atasını[3 - Yedi ata: Kazak ve Kırgızlarda yedi göbek geçmeden evlenmeme geleneği vardır. Dolayısıyla çocuklar küçük yaştan itibaren yedinci dedesine kadar ezbere bilirler. (Ç. N.)] yanılmadan kim sayabilir?” derlerdi.

Çocuklar oyunu bırakıp hemen ciddileşir ve sırayla dedelerinin isimlerini saymaya başlardı. Dilin sürçer de (dedelerinden) birini unutursan, Allah korusun… Büyüklerin böyle soru sormalarının ehemmiyetini sonradan anladım. Kimin neslinden olduğunun unutulmamasının, kuşaklar arası ilişkilerin kesilmemesinin ve yakınınla yabancıyı ayırabilmeyi küçük yaştan hafızaya işlemenin çok önemli olduğunu çok sonradan farkettim.

Yedi göbeğe kadar inemeyen özürlüdür. Çünkü bunun bilmediği yerde ahlaksızlık kol gezer, haramdan sakınmak söz konusu olmaz.

İşte bunun gibi basit, aynı zamanda sert halk felsefesini büyüklerin ağzından çokça duyarak büyüdüm.

Mesela, ben Şekerliyim. Babam Törekul, Törekul’un babası Aytmat, Aytmat’ın babası Kimbildi, Kimbildi’nin babası ise Konışıjok vd. Dedem Aytmat on parmağında on marifet olan, kopuz çalmada, ozanlıkta Talas kırlarında eşine ender rastlanan, ferasetiyle, irfanıyla tanınan birisiymiş. Ayımgül, Törekul, Karakız, Gülayım, Rıskulbek adında üç kızı, iki oğlu varmış.

Köy, azaları bir bütün teşkil eden vücuda benzer. Bizim köylerin herkesçe bilinen, fakat yazıya geçirilmeyen kendine özgü bir yasası var. Büyüklere saygı göstermekle başlayan bu yasanın bir bölümü -aynı zamanda en mühimi- yedi kuşağa kadar dedelerini ezberebilmek. Yedi göbeğe varmadan yani tuajat[4 - Tuajat: Altıncı kuşak torun.], jurejatı[5 - Jurejat: Yedinci kuşak torun.] aşmadan, akrabaların kan içeriğinin benzer olduğu tıpta da ispatlanmıştır. Önceki kuşaklara dair bilgi edinmeden akrabanla evlenecek olursan, bundan, gelecek nesil zarar görür. Kırlarda hayvan otlatırken, atasözü dediğimiz özlü ifadeleri meydana çıkaran büyüklerimiz hayat tılsımını nasıl ustaca çözebilmişler…

İnsanlar arası ilişkiler şöyle dursun, kaliteli nesil üretmek amacıyla koyun sürüsüne damızlık koçu, at sürüsüne aygırı[6 - Aygır: Atın erkeği.] komşu köylerden getirirlerdi. Mesela, Amerika’da son devirde iradesi güçlü, kuvvetli insanların çoğalmasının sebebi nedir? Kıta dünyaya açılınca, dünyanın dört bir ucundan yüzlerce millet buraya göç etti. Ve yerli halkla içli dışlı oldu; haliyle evlilikler gerçekleşti, kan yenilendi, genetik kuvvetlendi. Hatta onlar eski atayurtlarını Eski Mekan olarak adlandırdılar.

Şahanov: Sekiz-on sene evvel, Jambıl vilayetinden bir adam bana özellikle gelerek birisi hakkında fikrimi sormuştu. Yeğeni Almatıdaki üniversitelerden birinde birinci sınıf öğrencisiymiş. Misafirim; “Yakın akrabamızın bir kızı vardı, yeğenimle birbirine aşık olmuşlar. Yeğenim “İllaki o kızla evleneceğim, izin vermezseniz intihar edeceğim” diye inat ediyor. Akrabalar toplanıp yaptığının doğru olmadığını söyledik, ne yazık ki dinletemedik. Kızdık. Akıl vermeye, samimi bir üslupla yatıştırmaya çalıştık. Hiç dinlediği yok. Kendi aramızda meşveret ettik, eninde sonunda size danışmayı uygun bulduk. Dinlerse, ancak sizi dinler. Çünkü sizin şiirlerinizi çok seviyor, çoğunu ezberebiliyor, anlattıklarınızdan örnek alıyor. Yanınıza çağırıp akıl verseniz veya birkaç cümlelik mektup gönderseniz. Çaresiz kaldık!” diye mahzun mahzun bakmıştı.

Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal misali, iki arada bir derede kaldım. Gençlerin birbirini sevdikleri bir gerçekti. Onlardan taraf olmaya, yedi göbek geçmeden evlenmeyi yasaklayan atalar geleneği elvermiyordu. Ayrılsınlar diyecek olsam, herkese nasip olmayan sevgi denilen o engin duygudan kopunca bütün hayatları boyunca göz yaşlarını dökmeyeceklerinden emin değildim. Çünkü sevmek, gerçek manada sevmek, insan hayatında bir defaya mahsus olabilir. Kafamı allak bullak eden sualleri cevaplamak o anda bana çok ağır geldi. En sonunda; “Şimdilik nasıl olsa 1. sınıftaymışlar. Evlenmeyi mezun olacakları tarihe ertelesinler. Bu arada belki birbirlerinden soğurlar. Zira insanoğlu gerçek sevgi ile geçici arzuyu bazen ayırt edemiyor ve yanlışa düşebiliyor. Eğer üniversiteyi bitirdiklerinde hâlâ birbirine can atıyorlarsa, gerçekten seviyorlar demektir. Alın yazısına boyun eğer, dünya evine girerler” dedim. Bu da benim çaresizliğimin ifadesiydi.