banner banner banner
Türkçeyle Yaşamak
Türkçeyle Yaşamak
Оценить:
 Рейтинг: 0

Türkçeyle Yaşamak

Türkçeyle Yaşamak
Leyla Karahan

Zeynep Korkmaz Kitabı

Türkçeyle Yaşamak

Prof. Dr. Zeynep Korkmaz (2017)

SÖZ BAŞI

Bu kitap, bütün ömrünü Türk dili çalışmalarına adamış ve alanında ekol yaratmış olan bir ismi, Türklük Biliminin çağımızdaki en önemli temsilcisi Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’ı yakından tanıtmak üzere hazırlanmıştır.

Hepimiz, hayranlık duyduğumuz bir şahsiyeti daha yakından tanımak isteriz. Nerede ve ne zaman doğmuş, eğitimini nerede tamamlamış, hangi hizmetlerde bulunmuş gibi soruların cevaplarına yazılı kaynaklarda kolayca ulaşmamız mümkündür. Ancak bir hayat hikâyesi sadece bu bilgilerden ibaret değildir. Her hikâyede sevinç, üzüntü, özlem, başarı, başarısızlıkla birlikte sayısız hatıra vardır. İşte, bunları da öğrenmek isteriz. Sahnenin arkasını merak ederiz.

Avrasya Yazarlar Birliğinin bir projesi çerçevesinde Hocam Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun’un önerisiyle Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’ı çeşitli yönleriyle tanıtacak bir kitap hazırlama görevi bana verildi. Bu, benim için onurlu bir görevdi. Biliyordum ki Zeynep Korkmaz gibi Cumhuriyet Türkiyesi’nin ve Türklük Biliminin bir asırlık tarihine tanıklık etmiş bir ismin anlatacağı pek çok ilgi çekici hatıra vardı. Ama nasıl yapmalıydım? Bir insan hakkındaki en doğru bilgilerin kaynağı, yine insanın kendisi olduğuna göre Zeynep Korkmaz’ı da en doğru anlatacak olan, Zeynep Korkmaz olacaktır diyerek kendisiyle bir söyleşi yapmaya karar verdim. Bu düşüncemi Hocam’a anlattım ve bize bu fırsatı vermesi için kendisinden ricada bulundum. Kabul ettiler ve 2016 yılının Haziran ayı sonlarında sohbete başladık. Hocam’la dünü, bugünü ve yarını konuşmak, merak ettiklerimi sormak heyecan vericiydi. Hatıralarını dinlerken ben de kendisiyle birlikte mazide dolaştım. Eski Ankara’da yaşar gibi oldum, o dönemin hocalarını tanır ve derslerine girer gibi oldum.

Bazen kısa, bazen uzun aralıklarla beş ay kadar sürdü bu sohbetler… Hocam’ın bana ayırdığı bu çok değerli zamanlarda kendisi hakkında epeyi bilgi kaydettim. Ömrünü bilime adamış biri olarak anlattıkları daha çok meslek hayatıyla ilgili olsa da Hocam, benim sorularımla eşinden, çocuklarından, özel zevklerinden de bahsetti. Çok sevindiği, çok üzüldüğü olayları sordum; anlattı. Böylece akademisyen Zeynep Korkmaz’la birlikte, insan, eş, anne ve ev kadını Zeynep Korkmaz’ı da tanıma fırsatı bulmuş oldum.

Hocam’la geçirdiğim bu zamanlardaki izlenimlerimden de söz etmeliyim. Sohbet için kendisiyle hep Kuğulu-park (Ankara) karşısındaki evinde buluştuk. Her buluşmamız, belirli ritüeller içinde gerçekleşirdi: Anlaştığımız saatte giderim; apartman görevlisi çok sıkı tembihlenmiş ve arabam için bir park yeri ayrılmıştır. Kapı açılır; Hocam özenle giyinmiş, süslenmiş olarak beni beklemektedir. Görsel kayıt yapmadığıma göre bu tavır belli ki misafire duyulan saygı ile ilgilidir. İçeriye girdikten sonra mutlaka terlik verilir, kolonya ve çikolata ikram edilir. Çay çoktan ocağa konmuştur. Börek, kurabiye ve meyveler hazırdır. Hâl hatır sorma faslından sonra sohbete başlarız. Laf lafı açar. Hocam konuşur, konuşur. O kadar akıcı konuşur ki araya girip bir soru sormak neredeyse imkânsızdır. Mecburen cümlenin yarısında konuşmaya girerek sorumu sorarım. Hocam, cevabı verir ve hemen konuşmasına kaldığı yerden devam eder. Bazen önceden hazırladığı notlarla konuya eklemeler yapar. Unuttuğu olayları, isimleri bir tarafa kaydeder ve bunları mutlaka bir sonraki sohbetimizde ben hatırlatmadan söyler. Sonra çay molası veririz. Mutfakta yardım kabul etmez. Çayı, bardağıma bile kendisi koymak ister. İkramdaki ısrarcılığı karşısında teslim olmaktan başka çareniz yoktur. Önünüze konanı bitirmek zorundasınız; mazeret kabul etmez. Sohbet sırasında yoruldum dediğine şahit olmadım. Yorulduğunu hissettiğim an, sohbeti bitirirdim. Zaman zaman bu sohbetlere öğrencilerim de katıldı. Hocamı yormamak için öğrencilerimi birer birer götürdüm. Onlar, Zeynep Korkmaz gibi büyük bir hoca ile aynı ortamda bulunmanın, onu dinlemenin benim gibi heyecanını yaşadılar. Fotoğraf çektiler, sınıfta arkadaşlarına izlenimlerini anlattılar. Sohbetlerimizin yarının öğretmenleri olacak bu gençlerimiz için unutamayacakları birer hatıra olduğunu düşünüyorum.

Kitapta, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’ın öğrenci ve meslektaş olarak yakından tanıdığı bazı bilim adamlarının ve iki oğlunun hatıralarına da yer verdik. Ayrıca Hocam’ın eserleriyle ilgili kısa bir değerlendirme yazısı ile eserlerinin listesini kitaba ekledik. Çok zengin olan fotoğraf albümünden seçtiklerimizi kitaba dâhil ettik. Sohbet sırasında adı geçen kişilerin isimlerini de bir dizin hâlinde kitabın sonuna koyduk. Hocam, kitabın müsveddelerini gözden geçirerek basıma onay verdi. Böylece kitap tamamlanmış oldu.

Kitabın hazırlanışında yardımlarını gördüğüm isimleri zikrederek onlara şükranlarımı ifade etmek, benim için bir borçtur. Hocam Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun, kitabın tamamını okuyup bazı düzeltmeler yaptı. Kayıtları yazıya geçirmede, öğrencilerim Doç. Dr. Feyzi Ersoy, Fatma Koç Özkul, Bahar Sağır, Zekeriya Merdin, Sinan Yener, Şenay Dönmez, Özge Dağdeviren, Ayşegül Kayar, Fadime Hedef, Gökçen Karakoç, Nurten Başay, Fatma Kaya, Ayşegül Çam, Merve Çiftçi, İlknur Tüfekçi, Semiha Dede, Çiğdem Talyak Düz; fotoğrafların taranmasında Dr. Erkan Karagöz bana yardımcı oldular. İbrahim Sağlam, özenle dizgisini yaptı. Hepsine çok teşekkür ederim. Ayrıca Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Ömeroğlu’nu da böyle bir projeyi başlatarak çok değerli bilim ve sanat adamlarının daha yakından tanınmasına katkıda bulunduğu için kutluyorum.

Bu kitap, bilimi hayatın bir parçası değil hayatın kendisi yapmış, ömrünü bilime adamış ve Türkçeyle yaşamış değerli bir insanı, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’ı anlatmaktadır. Türklük Bilimi ile uğraşan ve uğraşacak olanlar için yararlı olacağını ümit ediyorum.

    Leylâ Karahan
    Ankara – 2018

I. BÖLÜM

SÖYLEŞİ

BAŞLARKEN

Sevgili Hocam, sizi 1976 yılında tanıdım. Hacettepe Üniversitesinde yüksek lisans öğrencisiydim ve sizin dersinizi seçmiştim. Elbette isminizi ve eserlerinizi biliyordum, ama sizi şahsen tanıma imkânım olmamıştı. Sizden ve diğer hocalarımdan aldığım derslerle lisans öğrenimimdeki eksikleri giderdim. Daha sonra doktora derslerinde de hocam oldunuz. Tek öğrenci olduğum için sizinle DTCF’deki odanızda ders yapardık. Dolu dolu geçen derslerdi bunlar. Bana alanımızla ilgili o kadar çok makale okuttunuz ve ben bu sayede o kadar çok şey öğrendim ki… Tarihî lehçeler, özellikle Eski Anadolu Türkçesi, eklerin kökeni, bibliyografya… Hepsi de benim ufkumu açan makalelerdi. Ben de akademik hayatımda sizi örnek alarak öğrencilerime alanı tanımaları için bol bol makale okuttum. Sizin disiplinli ve titiz çalışmanız beni çok etkiledi. Dersler sırasında geçen ilgi çekici ayrıntıları daha sonra araştırmak üzere fişlere kaydetme ve bir zarfa koyma yönteminizi ben de akademik hayatımda uyguladım ve zamanı geldikçe bu fişlerde kayıtlı olan konuları makale şeklinde değerlendirdim. Bu yöntemi sizi de yad ederek öğrencilerime tavsiye ettim.

Doktora tez konumu da siz vermiştiniz; ama sizinle çalışamadım. YÖK’te görevlendirildiğiniz için kanunen fakültedeki derslerinizi bırakmak zorundaydınız. Ben de tezimi hocam Ahmet Bican Ercilasun’la tamamladım. Aradan yıllar geçti. Türk Dil Kurumunda çeşitli komisyonlarda sizinle birlikte çalıştık. Yine birlikte Ankara dışındaki konferanslara gittik. Bunlar benim onur duyarak sakladığım anılar. Sizi ilk tanıdığım günden bugüne tam 40 yıl geçmiş. Pek çok öğrenciniz gibi ben de derslerinizle, eserlerinizle beslendim. Disiplinli çalışmanın önemini sizden öğrendim. Akademik hayatımda sizin çok özel bir yeriniz var Hocam.

Sevgili Hocam, dersinize girerken duyduğum heyecanı, bugün yeniden yaşıyorum. Sizinle, Türklük Biliminin ulu çınarı Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’la, hayata, bilime, insana dair konuşmak beni heyecanlandırıyor. Çeşitli vesilelerle yurt içine ve yurt dışına sizinle birlikte pek çok yolculuk yaptık. Şimdi başka bir yolculukta, geçmişe doğru bir yolculukta size eşlik etmekten dolayı ne kadar mutlu olduğumu ifade etmek isterim.

Sevgili Hocam, bana bu fırsatı verdiğiniz ve hafızanızda biriktirdiklerinizi bizimle paylaşmak cömertliğini ve inceliğini gösterdiğiniz için size şükran borçluyum. Eminim ki bütün Türklük Bilimi camiası, akademisyen Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’ın yanında, anne, eş, ev kadını Zeynep Korkmaz’ı da tanımak isteyecektir. Bu sohbetlerimiz sırasında sizi çok fazla yormayacağımı ümit ediyorum. Bugünün tarihini kaydedelim: 30 Haziran 2016.

– Hocam, hayat doğumla başladığına göre ben de sohbetimize doğum tarihinizi ve doğum yerinizi sorarak başlamak istiyorum. Bazen gerçek yaş ile kimlikte yazılı olan yaş aynı olmayabiliyor. Aile, çocuğu nüfusa geç kaydettiriyor veya doğum tarihi nüfus müdürlüklerinde yanlış yazılıyor. Biz sizin doğum yerinizi ve doğum tarihinizi “Nevşehir, 5 Temmuz 1922” olarak biliyoruz. Doğru mu Hocam?

– Doğru. Ancak bizim kimlik kartlarımız değiştirilirken doğum yılımı 1921 yazmışlar; ilgililere ayları neden dikkate almadıklarını sorduğumda, herkesin ayına yılına bakacak değiliz, dediler. Ama gerçek doğum tarihim, sizin de bildiğiniz gibi 5 Temmuz 1922.

– Hocam, 5 Temmuz 2017’de 95. yaşınızı tamamlıyorsunuz. İnşallah hep beraber doğum gününüzü kutlayacağız.[1 - Bu söyleşiden sonra 5 Temmuz 2017’de, editörlüğümde hazırlanan ve TKAE tarafından yayımlanan “Türklük Biliminin Ulu Çınarı Zeynep Korkmaz Armağanı”nın takdim töreninde Hocamızın 95. yaşını da kutladık.]Doğum günleriniz aile içinde kutlanır mı? Özel bir tören yapılır mı?

– Hayır. Sadece oğullarım hatırlıyor, telefon ediyorlar. Aa, benim doğum günüm mü diyorum. Ben de o zaman hatırlıyorum. Böyle bir geleneğimiz yok. Zaten eskiden, bizim çocukluk yıllarında hiç yoktu doğum günü kutlama âdeti.

– Hocam, siz Nevşehir’de doğdunuz. Ama biliyoruz ki Anadolu, sürekli göçlere sahne olmuş bir coğrafya. Aileniz Nevşehir’e nereden gelmiş, ne zaman Nevşehir’e yerleşmiş? Ailenizin geçmişi hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Toroslardan Nevşehir’e

– Aile büyüklerinin anlattıklarına göre benim anne ve baba tarafından büyük büyük dedem Hacı Osman Ağa’ymış. O zamanlar Toroslardan Niğde livasına bağlı Alacaşar’a gelmişler. Kervancılıkla uğraşıyorlarmış. Develeri varmış. Daha sonra da 18. yüzyılda Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’i kurmasıyla oraya yerleşmişler. Biliyorsunuz Nevşehir’in o zamanki adı Muşkara idi. Muşkara önceleri Uçhisar’a bağlı küçük bir köy imiş. İl olmadan önce de Niğde’ye bağlıydı. Uçhisar’daki Osman Ağa Cami’sinin de büyük dedem Hacı Osman Ağa tarafından yaptırıldığı söylenir.

– Neden Nevşehir’e göç etmişler?

– Tarihlerin kaydettiğine göre Damat İbrahim Paşa, Toroslardaki göçebe aşiretleri, Türkmen aşiretlerini oraya yerleştirmiş, iskân etmiş. Gelenler arasında bizim aile de varmış. Nevşehir’e gelince Türkmen Mahallesini kurmuşlar. Adı üzerinde: Türkmen Mahallesi. Ayrıca Yukarı Mahalle var, Aşağı Mahalle var. Damat İbrahim Paşa, çok şey yaptırmış Nevşehir’e. Kurşunlu Cami, çeşmeler, hamamlar, kütüphaneler… Ben Damat İbrahim Paşa Kütüphanesinde çalıştım. Hocam Tahsin Banguoğlu bana, orada ne gibi yazmalar var, üzerinde biraz çalış, demişti.

– Hocam, hangi Türkmenlerdensiniz? Ben o mahallede daha çok Herikli Türkmenlerinin yerleştiğini biliyorum. Çünkü benim annem ve babam da o mahalleden ve oraya Herikli Mahallesi deniyor. Ne dersiniz?

– Olabilir. Ama ben hangi Türkmenlerden olduklarını kesin olarak bilemiyorum. Herikli aşireti var, başka Türkmen aşiretleri de var. Nevşehir ve Yöresi Ağızları kitabımın Giriş bölümünde bu konuyla ilgili arşiv kaynaklarına dayalı hayli bilgi yer almış bulunuyor.

– O zamanlar aileler lakaplarla anılırdı. Sizin lakabınız neydi?

– Bize Dörtkoloğlu demişler. Büyük dedem, kervan ticareti ile uğraşıyormuş. Pek çok devemiz varmış. Develerimiz Türkiye’nin dört bir tarafına yayılırmış. Onun için Dörtkoloğlu lakabı verilmiş. Hatta benim iki dayım ve yakın akrabalarım, soyadı alırken Dörtkoloğlu’nu Dörtkol’a çevirmişler; hâlâ o soyadını kullanırlar. Ama biz Soyadı Kanunu çıktığı zaman İzmir’deydik. Ağabeyimin bir soyadları listesi vardı; oraya bakmış, Dengi soyadını beğenmiş. Dengi kelimesinin karşısında da “şerefli” yazıyormuş. Şerefli, haysiyetli falan. Hâlbuki dengi, denkten, eşitlikten gelen bir şey. Ağabeyim seçti diye biz de kabul etmişiz.

– Neden babanız değil de ağabeyiniz seçmiş Hocam?

– Ağabeyim yeni evliydi. Belki babam, ağabeyimle beraber çalıştığı için ve ağabeyim genç olduğu için daha etkili oldu. Babam ona fazla itibar ediyordu, onun beğendiği soyadına itiraz etmedi.

Soy Ağacım

– Baba ve anne dedeleriniz hakkında bilginiz var mı?

– Anlatayım. Bizim ailede dağılım şöyle. Büyük dedem Hacı Osman Ağa, hem annemin hem de babamın dedesi. Çünkü annemle babam amca çocukları. Yani babam, Hacı Osman Ağa’nın oğullarından Muhsin Efendi’nin oğlu. Annem de Hacı Osman Ağa’nın diğer oğlu Mustafa Efendi’nin kızı. Büyük dedemin üç kızı, üç oğlu varmış. Kızlarından biri evlenerek İstanbul’a gitmiş, ailenin İstanbul kolunu oluşturmuş. Biri de İzmir’e gitmiş. Ben bunları ancak çok sonradan Ankara’ya geldiğim zaman Ahmet Ali Bey amcamdan öğrendim. Onların evinde kalıyordum. Üniversitenin birinci yılını onların evinde geçirdim. Allah rahmet eylesin, ona çok şey borçluyum. Her Yasin okuyuşumda ona dua eder, ruhuna bağışlarım.

Zeynep Korkmaz’ın kimlik kartı

– Ahmet Ali Bey kim Hocam?

– Babamın halazadesi. Ahmet Ali amca, o yıllarda Askerî Fabrikalar başhekimi idi. Cebeci Hastanesinin başhekimliğinden emekli olmuş. Çok sevildiği için Askerî Fabrikalar başhekimliğine getirilmiş. Annesi Zübeyde Hanım, benim babamın halasının kızı. Ben hep Zübeyde hala demişimdir ona. Kocası sarayda kilerci başıymış. Zübeyde halanın diğer oğlu Denizci Yarbay Avni Omay da son Osmanlı nazırlarından Musa Paşa’nın torunu Naciye Hanım ile evliydi. Onların kızı Berrin, bizim fakülteyi bitirdi. Oğlu Yılmaz Omay da Deniz Ticaret Yüksek Okulunu bitirerek kaptan oldu. Hariciyeci Hasan Esat Işık Bey’in babası Esat Paşa da akrabalarımızdanmış.

– Ailenizin İzmir kolu?

– İzmir kolunu çok iyi bilemiyorum. Yalnız büyük halamız İzmir Alaşehir’e gelin gitmiş, kocasını Yunanlılar öldürmüş. Büyük halanın Fatma isminde bir kızı ve iki de oğlu olmuş. Oğulları Hüseyin Bey ile Ethem Bey. Ben ancak bu Fatma Hanım’ı tanıdım. Ethem ve Hüseyin Bey’i de küçükken İzmir’e gittiğimizde, 1928-29 yıllarında görmüştüm. Ethem Bey’le Hüseyin Bey ticaretle uğraşıyorlardı. İzmir’in Tilkilik semtinde Hatuniye Camii’nden yukarıya çıkan bir yol vardı; oradaki büyük mağazalarını hatırlıyorum. Belki böyle sekiz on dükkân genişliğinde… Orada ticaretle uğraşıyorlar iki kardeş. Fakat Hüseyin Bey birisine kefil olmuş. Uzun zaman borç ödenmemiş; nihayet Hüseyin Bey’in malını hacze gelmişler. Bunun üzerine Hüseyin Bey çok büyük bir sıkıntı geçirmiş ve kalp sektesinden ölmüş. Hüseyin Bey’in hanımı Firdevs Hanım teyze çok sevimli ve tatlı bir hanımdı. Konuşkan, cana yakın… O da üzüntüden birkaç sene sonra vefat etti. Hüseyin Bey’in çocuğu yoktu. Hüseyin Bey’in ölümünden sonra Ethem Bey bir süre ticarete devam etmiş. Ben hatırlıyorum onu. Hanımı erken yaşta öldüğü için bir başka hanımla evlenmişti. Balkanlardan göçen Afife Hanım’la… Ethem Bey’in iki çocuğu vardı ilk hanımından. Süheyp ve Cemal. Süheyp, aşağı yukarı benimle yaşıttı, onunla arkadaş gibiydik İzmir’de olduğumuz yıllarda. Hatta biz Urla’da iken İzmir’e gittiğimizde Ethem Beylerin evinde kalırdık. 1935’te Ethem Bey vefat etti. Ölmeden çocuklarına vasiyet etmiş, annenizi bırakmayın, ona sımsıkı sarılın diye. Üvey anne bu iki çocuğu da alıp İstanbul’a göçtü. Çocuklar tahsillerine orada devam ettiler. Ethem Bey’in küçük oğlu Cemal de daha sonra benim ağabeyimin küçük kızı Nigâr’la evlendi.

– Babanızın babası, yani dedeniz Muhsin Efendi’yi tanıdınız mı Hocam?

– Hayır, hiç tanıyamadım. Çünkü hayatta değildi. Ben ailenin tekne kazıntısı, son çocuğu olarak doğdum. Hiçbirini hatırlamıyorum, tanıma imkânım olmadı. Muhsin Efendi’nin üç oğlu ve bir de kızı varmış. Üç oğlanın en büyüğü, benim babam Yusuf Hüsnü. Onun küçüğü Said, onun küçüğü de Şevki. Kızının yani benim halamın adı Zeynep Kadın. Halam, Yukarı Mahalle’ye gelin gitmiş. Ben doğduğum zaman halamın adını bana vermişler.

– Hayatta mıymış o zaman halanız?

– Hayır, ben doğmadan vefat etmiş halam. Onun adını yaşatmak için bana Zeynep adını vermişler. Halamın kızı vardı Yukarı Mahallede, evliydi. Adı da Haviş Hanım. Nevşehir’de Havva’ya Haviş derler. Çok tatlı bir insandı. Ben üniversitedeyken yazları Nevşehir’e geldiğimde ziyaretine giderdim. Kurşunlu Cami’den yukarı doğru çıkılırdı, orada bahçeleri vardı. Bahçelerinden taze salatalık, meyve falan getirirlerdi. Onun iki kızı vardı. Biri Fevziye, diğeri Pembe. Bir de oğlu vardı Ali Ertaş, öğretmen okulunda okuyordu Adana’da. Sonraki yıllarda Ali Ertaş, öğretmenlikten ayrılarak Ankara’da Emlak Bankasında çalıştı. Çocukları Ankara Kolejinde okudular. Halamın kolu böyle devam ediyor.

– Amcalarınızdan biraz söz eder misiniz?