banner banner banner
Canterville Hayaleti
Canterville Hayaleti
Оценить:
 Рейтинг: 0

Canterville Hayaleti

Canterville Hayaleti
Oscar Wilde

Üç yüzyıldır Canterville Kalesi’nde insanları korkutmakla ün yapmış olan bir hayaletin, buraya yeni taşınan Amerikalı ailenin kimi zaman mizahi kimi zaman da hüzünlü mücadelesini konu edinir, Canterville Hayaleti. Öyküde, Amerikan yaşam tarzı incelikle işlenerek yer yer alaycı bir tavırla eleştirilir. Var olma amacını gerçekleştirmede sürekli hezimete uğrayan Canterville Hayaleti’nin malikânedeki zamanı artık dolar ve nihayet huzura kavuşur. “Evet, ölüm. Ölüm çok güzel olmalı. Otlar başının ortasında salınırken yumuşak kahverengi toprakta yatmak ve sessizliği dinlemek… Dünün ve yarının olmaması… Zamanı unutmak, yaşamı unutmak ve huzur içinde olmak. Bana yardım edebilirsin. Ölüm evinin kapılarını benim için açabilirsin. Çünkü sevgi her zaman seninle. Ve sevgi ölümden daha güçlüdür.”

Oscar Wilde

Canterville Hayaleti

Oscar Wilde, 16 Ekim 1854 tarihinde İrlanda’nın Dublin kentinde ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan Wilde’ın tam adı Oscar Fingal O’Flahertie Wills Wilde’dır. Babası yaptığı hizmetlerden dolayı 1864 yılında şövalye unvanını kazanmış dönemin ünlü doktorlarından William Wilde, annesi ise devrimci şiirleri ile dikkat çekmiş yazar Jane Francesca Elgee’dir.

9 yaşına kadar evde eğitim alan Oscar, 9 yaşına geldiğinde Portora Kraliyet Okuluna buradan da Dublindeki Trinity Kolejine başlamıştır. Üstün başarılarıyla dikkat çeken Wilde, Trinity Kolejindeyken Berkeley Altın Madalyası’nı ve Oxford Üniversitesi Magdalen Kolejinden bir burs kazanmıştır. 1874-1878 yılları arasında Magdalen Kolejinde öğrenim gören Wilde, 1878 yılında Ravenna isimli şiiriyle Newdigate Ödülü’nü kazanmıştır. 1881’de Peoms adlı ilk kitabı basılmıştır. Aynı yıl ABD’ye yerleşmiştir.

Neredeyse bütün hayatı boyunca eleştirilse de düşüncelerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Oscar Wilde, sosyalizm yanlısı olması ile okları hep üzerine çekmiştir. 1895 yılında gayritabii davranışları nedeniyle tutuklanmıştır.

Hayatının son yıllarını beş parasız bir şekilde geçirerek, şehrin en kötü otellerinden birinde menenjit rahatsızlığından hayata veda etmiştir. Ölürken papaz ve otel sahibinin yanında o meşhur son sözünü söylemiştir: Duvar kâğıdı ile ölümüne bir düelloya giriştik. İkimizden birinin gitmesi gerekiyor. Ya duvar kâğıdı gider, ya ben!

Eserleri:

Dorian Grey’in Portresi (Roman), Vera veya Nihilistler (Tiyatro), Padova Düşesi (Tiyatro), Lady Windermere’in Yelpazesi (Tiyatro), Ehemmiyetsiz Bir Kadın (Tiyatro), Salome (Tiyatro), İdeal Bir Koca (Tiyatro), Ciddi Olmanın Önemi (Tiyatro), Kutsal Metres ve Bir Floransa Trajedisi (Tiyatro), Ravenna (Şiir), Şiirler (Şiir), Sfenks (Şiir), Mensur Şiirler (Şiir), Reading Zindanı Baladı (Şiir), Canterville Hayaleti (Hikâye), Bay W. H.’nin Portesi (Hikâye), Mutlu Prens (Hikâye), Nar Evi (Hikâye), Zümrüdüanka ve Kaplumbağa (Hikâye).

Hatice Vildan Topaloğlu, Kilis’te doğdu. İlköğretimine Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulunda başlayıp Teğmen Kalmaz İlköğretim Okulunda tamamladı. Özel Sevgi Kolejini birincilikle bitirdi. Hacettepe Üniversitesinde bir yıl işletme okudu. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Anadolu Ajansının İngilizce bölümünde 4 yıla yakın çalıştı.

Çevirmenin yayımlanmış tercüme kitapları:

Binbir Gece Masalları, Alâeddin’in Sihirli Lambası, Denizci Sinbad, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Yeşilin Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Avonlea Günlükleri / Lucy Maud Montgomery, Avonleali Anne / Lucy Maud Montgomery, Adanın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Rüzgârın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Beyaz Diş / Jack London, Kadınlar Alayı / Jack London, Üç Silahşorler / Alexander Dumas, On Beş Yaşında Bir Kaptan / Jules Verne, Sokrates’in Savunması / Platon, Mutlu Prens / Oscar Wilde, Nar Evi / Oscar Wilde, Tavşan Peter / Beatrix Potter

I

Amerikalı diplomat Bay Hiram B. Otis, Canterville Kalesi’ni satın aldığında herkes bunun aptalca bir şey olduğunu söylemişti. Çünkü eve hayaletlerin musallat olduğuna şüphe yoktu. İşin aslı, usul erkân bilen dürüst ev sahibi Lort Canterville, satın alma işlerini görüştükleri sırada bu durumu bildirmeyi görev saymıştı.

“Bu evde yaşamak istemedik.” dedi Lort Canterville, “Çünkü büyük teyzem, yani Dul Bolton Düşesi, akşam yemeği için giyindiği bir vakit omuzlarına iki iskelet eli dokundu. Dehşete düşen teyzem bu durumu atlatamadı. Bu hayaletin ailemizin başka üyeleri tarafından da görüldüğünü size söylemeye mecbur hissediyorum kendimi. Dahası Kilise Papazı Sayın Augustus Dampier, bu hayaleti görenlerden biridir. Düşes’in başına gelen talihsiz olay sonrasında genç çalışanlarımız bizimle kalmak istemedi. Bir de koridor ve kütüphaneden gelen tuhaf sesler yüzünden Lady Canterville geceleri iyi uyuyamamaya başladı.”

“Lordum.” diye cevap verdi diplomat. “Hayalet de mobilyalar gibi fiyata dâhil. Paranın satın alabildiği her şeye sahip olunabilen modern bir ülkeden geliyorum ben. Eski dünyayı kana boyayıp en iyi aktörlerinizle divalarınızı götüren çevik gençlerimiz, Avrupa’da hayalet diye bir şey olsaydı, onu da götürürlerdi diye düşünüyorum. Kısa süre içinde de halka açık müzelerimizde ya da yol kenarı gösterilerinde hayalet görüyor olurduk.”

“Korkarım hayalet gerçekten var.” dedi Lort Canterville gülümseyerek. “Her ne kadar sizin girişken aracılarınızın tekliflerine direnmiş olsa da. Üç yüzyıl gibi bir süredir var olduğu biliniyor, 1584 yılından beri aslına bakarsanız. Ailemizin herhangi bir ferdi vefat etmeden önce mutlaka yüzünü gösterir.”

“Öyle bakarsanız, aile hekimi de aynısını yapıyor Lort Canterville. Fakat beyefendi, hayalet diye bir şey yoktur. Doğa kanunlarının İngiliz Aristokrasisi için askıya alınacağını zannetmiyorum.”

“Amerika’da çok doğal olduğunuz kesin.” diye cevap veren Lort Canterville, Bay Otis’in son söylediğini anlamamıştı. “Eğer evde bir hayalet olmasına aldırmazsanız, ne âlâ. Fakat sizi uyardığımı hatırlamanız gerekiyor.”

Birkaç hafta sonra satın alma işlemi tamamlandı. Mevsimin sonlarına doğru diplomat ve ailesi Canterville Kalesi’ne taşındı. Evlenmeden önceki ismi Lucretia R. Tappan olan Bayan Otis, Batı 53. Cadde’de yaşayan New Yorklu bir afetti. Çok hoş bir kadın olan orta yaşlı bu hanımın güzel gözleri ile iyi bir görünümü vardı. Ana vatanını terk eden birçok Amerikalı hanım kronik hastaymışçasına kötü bir görünüme bürünürler; çünkü bunun Avrupalı zarafetinin bir gereği olduğu izlenimine kapılmışlardır. Fakat Bayan Otis bu hataya asla düşmedi. Görkemli bir yapısı ile sağlam bir ruh hâli vardı. İşin aslı pek çok yönden İngiliz gibiydi. Bugünlerde Amerika ile her yönümüzün, dil dışında tabii ki, ortak olmasının mükemmel bir örneği sayılabilirdi. Anne babasının vatanseverliğinden dolayı Washington ismiyle vaftiz edilen ve bu duruma dair üzüntüsünü aşamayan en büyük oğlu, sarı saçlı ve pek yakışıklı bir delikanlıydı. Kendisi Newport Kulübü’nde üç sezon üst üste Alman dansını yöneterek Amerikan diplomasisi için ehil olduğunu kanıtlamıştı. Hatta Londra’da dahi bilinirdi ne kadar mükemmel bir dansçı olduğu. Yegâne zaafları gardenyalar ile soylulardı. Bunların dışında fazlasıyla duyarlıydı. Bayan Virginia E. Otis on beş yaşında küçük bir kızdı. Ceylan gibi kıvrak ve güzeldi. İri mavi gözleri özgürlükle doluydu. Muazzam bir amazondu. Hatta bir keresinde midillisini sürerek Lort Bilton’la yarışmış ve yarışı kazanmıştı. Bu durumdan etkilenen Cheshire Dükü kendisine oracıkta evlenme teklif edince vasileri tarafından derhâl Eton’a götürülmüştü gözyaşları içinde. Virginia’dan sonra ikizler geliyordu. Onlara genelde “Yıldızlar ve Şeritler” derlerdi, sık sık azarlandıklarından dolayı. Kendileri pek sevimliydiler. Aynı zamanda değerli diplomat dışında, ailedeki yegâne, hakiki Cumhuriyetçilerdi bu ikisi.

Canterville Malikânesi en yakın tren istasyonunun bulunduğu Ascot’a 7 km mesafede olduğundan, Bay Otis kendilerini karşılaması için telgrafla bir at arabası istemişti. Yolculuklarına keyifle başladılar. Güzel bir temmuz akşamıydı ve havada hoş bir çam ağacı kokusu vardı. Kendi tatlı sesini dinleyen tahtalı kuşun ötüşünü işitiyorlardı zaman zaman. Hışırdayan eğrelti otlarının arasında göğsü parlayan bir sülüne de tesadüf etmişlerdi. Aile, yolculuğuna devam ederken, kayın ağaçlarındaki küçük sincaplar onlara bakıyordu. Arabayı gören tavşanlarsa çalıların arasındaki yosun tepeciklerinin üzerinden kaçarak uzaklaşıyordu. Ne var ki Canterville Malikânesi’nin olduğu yola girdikleri anda gökyüzü bulutlarla kaplandı. Havada tuhaf bir sessizlik vardı. Kocaman bir ekin kargası sürüsü geçti üzerlerinden. Onlar henüz daha eve ulaşmadan iri damlalı yağmur taneleri düşmeye başladı.

Siyah ipekten düzgün bir elbise giyen beyaz başlıklı ve önlüklü yaşlı bir kadın onları karşılamak üzere merdivende bekliyordu. Bu kadın Bayan Otis’in, Lady Canterville’e samimi ricası üzerine evdeki eski görevine devam etmeyi kabul eden hizmetçi Bayan Umney’di. Arabadan inen aile üyelerine teker teker reverans yaptı. Eskilere özgü tuhaf bir tavırla, “Canterville Kalesi’ne şeref verdiğinizi söylemek istiyorum.” dedi. Bayan Umney’i takip eden aile Tudor hanedanına özgü şık bir girişten geçip kütüphaneye ulaştı. Burası siyah meşe ağacından kaplamaları ile vitray pencereleri olan uzun ve alçak bir odaydı. Kendileri için hazırlanmış çaylar vardı burada. Üzerlerini çıkardıktan sonra oturup etraflarına bakınmaya başladılar. Bu sırada Bayan Umney başlarında beklemekteydi.

Bayan Otis, şöminenin yakınındaki zeminde donuk, kırmızı bir leke gördü aniden. Bunun ne anlama geldiğini bilmediğinden, Bayan Umney’e, “Korkarım oraya bir şey dökülmüş.” dedi.

“Evet, hanımefendi.” diye cevap verdi yaşlı hizmetçi alçak bir sesle. “Oraya kan döküldü.”

“Ne kadar da korkunç!” diye bağırdı Bayan Otis. “Oturma odasında kan lekesine tahammül edemem. Derhâl temizlenmeli!”

Yaşlı kadın gülümsedi ve aynı alçak, gizemli ses tonuyla, “O kan Cantervilleli Lady Eleanore’a ait. Kendisi 1575 yılında tam olarak o noktada, kocası Cantervilleli Sör Simon tarafından öldürüldü. Sör Simon bir dokuz yıl daha yaşadıktan sonra esrarengiz bir şekilde aniden kayboldu. Cesedi asla bulunamasa da suçluluk duyan ruhu malikâneye musallat olmaya devam ediyor. Gerek turistler gerekse diğerleri bu kan lekesini çok ilginç buluyor. Ayrıca lekeyi çıkarmak mümkün değil.

“Saçmalık bu.” diye bağırdı Washington Otis. “Pinkerton’ın Şampiyon marka leke çıkarıcısı ile Paragon deterjanı kısa sürede temizler.” Washington, dehşet içindeki hizmetçi müdahale etme fırsatı bulamadan dizleri üzerine çöktü ve makyaj ürününe benzeyen siyah bir çubukla yeri ovalamaya başladı. Kısa bir süre sonra kan lekesinden hiçbir iz kalmamıştı.

“Pinkerton’ın halledeceğini biliyordum!” diye haykırdı muzaffer bir edayla, kendisini hayranlıkla seyreden ailesine bakarken. Fakat tam da bu sözleri söyler söylemez korkunç bir yıldırım loş odayı aydınlattı. Dehşete düşüren bir gök gürültüsü hepsini ayağa kaldırdı. Bayan Umney bayıldı.

“Ne kadar da korkunç bir hava.” dedi Amerikalı diplomat sakince, uzun purosunu yakarken. “Anladığım kadarıyla buralarda nüfus o kadar artmış ki herkese yetecek kadar güzel hava yok. Dış göçün İngiltere için tek çare olduğunu her zaman söylemişimdir.”

“Sevgili Hiram!” diye bağırdı Bayan Otis, “Bayılan kadını ne yapacağız?”

“Kırdıklarının parasını ödetirsin.” diye cevap verdi Bay Otis. “Bir daha bayılmaz.” Kısa bir süre sonra Bayan Umney kendine geldi. Çok üzgün olduğuna şüphe yoktu ve Bay Otis’i eve gelecek belalar konusunda ciddi bir şekilde uyardı.

“Bu gözler çok şey gördü, efendim.” dedi. “Herhangi bir Hristiyan’ın tüylerini diken diken edecek şeyler… Burada yapılan korkunç şeylerden dolayı çok geceler bir damla uyku uyuyamadım ben.” Ne var ki Bay Otis ve eşi bu dürüst kadına hayaletlerden korkmadıklarını söyledi. Yaşlı kadın, Tanrı’ya yeni patronlarını kutsaması için niyazda bulunduktan sonra maaşının yükselmesi için onlarla görüştü. Sonra da sendeleyerek odasının yolunu tuttu.

II

Fırtına bütün gece şiddetle devam etse de dikkate değer bir şey yaşanmadı. Kahvaltı yapmak üzere ertesi sabah aşağıya indiklerindeyse o korkunç kan lekesinin yerinde durduğunu gördüler. “Paragon deterjanının suçu olduğunu sanmıyorum.” dedi Washington. “Bu deterjanı her şeyle kullandım ben. Bu hayalet olmalı.” Böylece yeri bir kez daha ovaladı. Fakat leke ertesi gün tekrar ortaya çıktı. Leke üçüncü günün sabahında da yerinde duruyordu. Hâlbuki Bay Otis kütüphaneyi kilitlemekle kalmamış, anahtarı da beraberinde yukarıya götürmüştü. Bütün aile bu durumu fazlasıyla ilginç bulmuştu. Bay Otis ise hayaletlerin varlığını inkâr etmek konusunda fazla katı olduğunu düşünmeye başlamış, Psişik Topluluğu’na katılma niyetinden bahsetmişti. Washington’sa suçla alakalı kan lekelerinin kalıcılığıyla ilgili Bay Myers ve Bay Podmore’a iletilmek üzere uzunca bir mektup yazdı. O gece hayaletlerin varlığı ile ilgili bütün şüpheler ortadan kalkmıştı.

Gündüz vakti hava sıcak ve güneşliydi. Akşam serinliği çöktüğündeyse bütün aile araba gezintisine çıktı, saat dokuz oluncaya kadar da eve dönmediler. Hafif bir akşam yemeği yediler. Hiçbir şekilde hayaletlerden bahsetmediler. Psişik olayların ortaya çıkmasını sağlayan algı açıklığının ana koşulları oluşmamıştı bile. Kültürlü Amerikalı üst sınıfın konuşacağı türden şeylerden bahsettiler. Bir oyuncu olarak Bayan Fanny Devonport’ın Sarah Bernhardt’a üstünlüğü; yeşil mısır, karabuğday ya da mısır lapasını en iyi İngiliz evlerinde dahi temin etmenin zorluğu; Boston’un dünya ruhunun gelişimi için önemi; tren yolculuğunda bagaj kontrolü sisteminin faydaları ve New York aksanının ağır Londra konuşmasına kıyasla nasıl tatlı olduğu konuşuldu. Doğaüstü olayların ya da Cantervilleli Sör Simon’ın hiçbir şekilde bahsi geçmedi. Saat on birde bütün aile dinlenmeye çekildi. On bir buçukta ise ışıklar söndürüldü.

Bay Otis bir müddet sonra odasının dışında, koridordan gelen tuhaf bir ses üzerine uykusundan uyandı. Metal sesine benzer bu ses gittikçe yaklaşıyor gibiydi. Bay Otis derhâl ayağa kalkıp bir kibrit yaktıktan sonra saate baktı. Saat tam biri gösteriyordu. Kendisi fazlasıyla sakindi. Nabzını yokladı ve ateşi olmadığından emin oldu. Tuhaf ses hâlâ gelmeye devam ediyordu. Belirgin bir biçimde işittiği ayak sesleri de cabası… Terliklerini giyip tuvalet çantasından dikdörtgen şeklinde uzun bir şişe aldı ve kapıyı açtı. Tam karşısında, solgun ay ışığında, korkunç görünüşlü bir adam vardı. Omzundan düşen uzun gri saçları birbirine dolanmıştı. Parçalanmış eski moda kıyafetleri lekeliydi. El ve ayak bileklerinde paslı kelepçeler ile prangalar vardı.

“Sevgili beyefendi.” dedi Bay Otis. “Size bu zincirleri yağlamanız konusunda ısrarcı olmak zorundayım. Bunun için de size Tammany Yükselen Güneş yağından küçük bir şişe getirdim. Tek bir uygulamayla etkisini gösterdiği söyleniyor. Ne kadar etkili olduğu ile ilgili beyanlar etiket üzerinde mevcut. Bunu mumların yanına bırakıyorum. İhtiyacınız olursa daha fazlasını temin etmek de beni mutlu eder.” Bu sözlerle birlikte şişeyi mermer masaya bırakan Birleşik Devletler Diplomatı, kapıyı kapatarak dinlenmeye çekildi.

Hâliyle öfkelenen Canterville Hayaleti bir an için hareketsizce durdu. Sonra şişeyi cilalanmış zemine şiddetle fırlattı. Boğuk kükremelerle birlikte koridordan kaçtı. Soluk, yeşil bir ışık yayıyordu. Tam da meşe merdivenin ucuna geldiği sırada aniden bir kapı açıldı. Beyaz cüppeli iki silüet görmüştü. Kocaman bir yastık, başının yanından uçarak geçti. Ortadan kaybolmak için derhâl harekete geçmesi gerektiğinden aceleyle dördüncü boyuta geçti. Duvar kaplamasının ardında kayboldu. Ev iyice sessizliğe bürünmüştü.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 641 форматов)