banner banner banner
Kayıp Dünya
Kayıp Dünya
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kayıp Dünya

“Size yol gösterecek birkaç bilgim var, Bay Malone. Bir süredir Profesörü izlemekteyim.” Çekmeceden bir kâğıt çıkardı.

“İşte dosyasının bir özeti. Kısaca sana okuyorum:

“George, Edward Challenger. Doğumu: Largs N. B. 1863. Eğitim Durumu: Largs Akademisi, Edinburgh Üniversitesi, British Museum Asistanlığı 1892, Karşılaştırmalı Antropoloji Bölümü Yardımcı Asistanlığı 1893.

Aynı sene içinde hırçın yazışmalar sonucu istifa etti. Zooloji Araştırmaları dalında Crayston Madalyası’nı kazandı. Bir bakalım, bir sürü kuruluşun yabancı üyesi. Belçikalılar Cemiyeti, Amerikan Bilim Enstitüsü, La Plata vs. vs. Paleontoloji Cemiyeti eski başkanı, Britanya Ajansı Kısım H… Ve liste böyle devam ediyor. Yayımlanan eserleri: ‘Bir Dizi Kalmuck Kafatası Üzerine Bazı Düşünceler’, ‘Omurgalı Evrimin Ana Hatları’ ve Viyana’daki Zooloji Kongresinde şiddetli tartışmalara neden olan ‘Weissmannism’de Belli Başlı Yanılgılar’ adlı çalışmasının da dâhil olduğu daha bir sürü doküman. Hobileri: Yürüyüş, dağcılık. Adresi: Enmore Park, Batı Kensington.”

“İşte, bunu yanına al. Bu akşamlık hepsi bu kadar.” Kâğıt parçasını cebime yerleştirdim.

“Bir dakika, efendim.” dedim.

Önümde duranın kırmızı bir surat değil de pembe bir çıplak kafa olduğunu algılayarak:

“Bu beyefendiyle niçin görüşmem gerektiğini henüz tam manasıyla anlayabilmiş değilim. Ne yaptı ki?”

Tekrar yüzünü kaldırdı.

“İki yıl önce tek başına, bir Güney Amerika gezisine çıktı. Geçen sene geri döndü. Güney Amerika’da bulunduğu kesin ancak tam olarak nereye gittiğini açıklamayı reddediyor. Çekingen bir şekilde maceralarını anlatmaya başladı fakat birileri kusurlar bulmaya başlayınca istiridye gibi kapanarak kabuğuna çekildi. Ya çok olağanüstü bir şeyler oldu ya da adam baştan aşağı yalancı, ki bu daha büyük bir olasılık. Sahte olduğu söylenen birtakım resimler ortaya çıkardı. O kadar alıngan olmaya başladı ki soru soran herkese saldırmaya koyuldu ve gazetecileri merdivenlerden aşağı fırlattı. Benim görüşüme göre o, bilime yatkınlığı olan cinai bir megaloman. İşte adamın, Bay Malone. Şimdi iş başına, bakalım sen nasıl bir izlenim edineceksin. Ha, tabii, tamamıyla emniyettesin. Çalışanların Güvenliği Kanunu’nu biliyorsun.”

Sırıtan, kırmızımsı surat, bir kez daha portakal rengi saçlarla çerçevelenmiş, pembe, oval şekle dönüşüverdi; görüşme bitmişti.

Yürüyerek, Savage Kulübü’nün önünden geçtim fakat o yöne dönmek yerine Adelphi Terrace’ın korkuluklarına dayanıp uzunca bir müddet nehrin bulanık, kirli sularına bakarak düşüncelere daldım. Açık havada daima daha aklı başında ve daha açık düşünebilmişimdir. Profesör Challenger’ın marifetlerinin yazılı olduğu listeyi çıkararak elektrik lambasının altında bir gözden geçirdim. Sonra aklıma, sadece ilham diyebileceğim bir şey geldi. Bana anlatılanlardan çıkarabildiğim kadarıyla, bir basın mensubu olarak bu huysuz profesörle temasa geçmemin hiç olanağı yoktu. Ancak iskelet biyografisi konusunda iki kere bahsedilen fikir çatışmaları, onun bilim hususunda tam bir fanatik olduğunu gösteriyordu. Acaba burada ona ulaşabileceğim açık bir kapı olamaz mıydı? Bunu deneyecektim.

Kulübe girdim. Saat on biri henüz geçmişti ve büyük salon oldukça dolu olmasına rağmen, henüz tam anlamıyla civcivli saatler değildi. Ateşin yanındaki koltukta oturan, uzun boylu, zayıf, köşeli hatlara sahip bir adam dikkatimi çekmişti. Sandalyemi yanına yaklaştırırken yüzünü bana döndü. Şu işe bakın, bunca adamın arasında bula bula Çevre Bölümü’nde çalışan Tarp Henry’nin ta kendisini bulmuştum. Zayıf, kuru, kayış gibi bir adamdı ama yakınındakiler tarafından çok insancıl ve nazik biri olarak tanınırdı. Hemen konuya giriverdim:

“Profesör Challenger hakkında ne biliyorsun?”

“Challenger mı?”

Kaşlarını bilimsel bir onaylamazlıkla birleştirmişti:

“Challenger, şu Güney Amerika’dan bir sürü palavrayla dönen adam…”

“Hangi palavra?”

“Garip bir hayvan keşfettiğine dair safi bir saçmalıktı. Her neyse, şimdi çenesini kapatmış gibi. Reuter’a bir röportaj verdi ama öylesine bir uğultu koptu ki işe yaramayacağını anladı. İnanılmaz bir savdı. Birkaç kişi onu ciddiye alma eğilimindeydi ama onları da kısa zamanda bozdu attı zaten.”

“Nasıl?”

“Eh, tahammül edilemez kabalığı ve imkânsız davranışlarıyla. Zooloji Enstitüsü’nden, zavallı, yaşlı Wadley mesela. Wadley bir mesaj göndermişti: ‘Zooloji Enstitüsü Başkanı Profesör Challenger’a saygılarımı iletir ve eğer gelecek toplantımıza teşrif ederlerse bunu kişisel bir onur vesilesi sayacağımı belirtmek isterim.’ Yanıt ise yenilir yutulur gibi değildi.”

“Deme!..”

“Sorma. Sansürlenmiş hâliyle şöyle bir şeydi: ‘Profesör Challenger, Zooloji Enstitüsü Başkanına saygılarını iletir ve cehennemin dibine gitmeyi kabul ederlerse bundan kişisel bir onur duyacağını belirtir!”

“Aman Tanrı’m!”

“Wadley’in bildirdiğine göre buna benzer bir şeymiş işte. Toplantıdaki bağrışmasını hatırlıyorum da: ‘Elli senelik bilimsel işretim boyunca…’ Zavallı yaşlı adamcağızı çok üzdü bu.”

“Challenger hakkında başka bilgilerin var mı?”

“Eh, ben yalnızca bir bakteriyoloğum, biliyorsun. Dokuz yüz yarıçaplı bir mikroskobun içinde yaşıyorum. Bu sebeple, çıplak gözle görebildiğim hiçbir şeyin ciddi bir anlam ifade ettiğini iddia edemem. Bilinebilirliğin en ucundakilerin bir gözcüsüyüm ben ve çalışmalarımdan başımı kaldırıp da sizler gibi büyük, iri, gulyabani misali yaratıklarla burun buruna geldiğimde epeyce yabancılık çekiyorum. Skandalların çok uzağında bir yaşamım var ama buna rağmen bazı bilimsel konuşmalarda Profesör Challenger hakkında bazı şeyler duydum. Çünkü kendisi hiç kimsenin görmezden gelemeyeceği bir şahsiyet. Söylenildiği kadar zeki… Gözünü budaktan sakınmayan biri o; güçlü, enerjik ama aynı zamanda kavgacı, garip fikirleri olan, marazi kişilikli ve vicdansız birisi. Güney Amerika gezisi hakkında bazı sahte fotoğraflar ortaya çıkaracak kadar ileri gitti.”

“Garip fikirleri olan birisi, dedin. Özellikle nasıl fikirler bunlar?”

“Saymakla bitmez ama en sonuncusu Weissmann ve Evrim ile ilgili olanı. Yanılmıyorsam bununla ilgili olarak Viyana’da şiddetli bir tartışmaya girişmişti.”

“Tam olarak neyle ilgili olduğunu söyleyemez misin?”

“Şimdi anlatamam ama konuşmaların bir tercümesi var bende. Büroda dosyalanmış vaziyette. Gelip bir bakmak ister misin?”

“Bu tam benim istediğim şey. Bu adamla bir röportaj yapmam gerekiyor ve bunun için de hakkında bilgiye ihtiyacım var. Beni arabanla götürmek istemen gerçekten çok nazik. Eğer çok geç olmadıysa hemen şimdi seninle gelirim.”

Yarım saat sonra gazetenin bürosunda, önümde “Weissmann Darwin’e Karşı” adlı makalenin açılmış olduğu koca bir kitapla oturuyordum. Makalenin alt başlıkları ise “Viyana’da Heyecanlı Protesto. Ateşli Müzakereler” idi. Bilimsel eğitimimi biraz ihmal etmiş olduğum için tartışmayı tam anlamıyla kavrayamamıştım ancak yine de İngiliz Profesörün kendi savını çok saldırgan bir tavırla sergilediği ve kıtadaki meslektaşlarını tepeden tırnağa kızdırdığı belliydi. “Protestolar”, “Kargaşa” ve “Başkana Umumi İtirazlar” gözüme çarpan ilk belirgin parantezlerdi. Yazılanların büyük bölümünün benim için öncekilerden pek bir farkı yoktu doğrusu; açıkçası pek bir şey anlamamıştım bütün bu rapordan.

Çaresizce:

“Keşke şunu benim için İngilizceye bir çevirebilseydin.” dedim yardım eden arkadaşa.

“İyi ama bu zaten çevrilmiş hâli…”

“O zaman belki de orijinaliyle bir şansımı denesem daha iyi olacak.”

“Sokaktaki adam için biraz fazla derin gerçekten.”

“Şöyle ele avuca gelir, insan zekâsı için anlaşılabilir, dolgun bir cümle bulabilsem işimi hallederdi. Hah, işte bu olur, evet. Kıyısından köşesinden de olsa anlar gibiyim bunu biraz. Bir kopyalayayım bunu. Bu, benim çılgın Profesörle bağlantımı oluşturacak.”

“Başka bir şeye ihtiyacın varsa eğer?..”

“Eee, evet. Ona yazmayı planlıyorum. Eğer mektubu burada yazıp sizin adresinizi kullanabilirsem mektuba iyi bir hava verebilirdi.”

“Adam buraya gelip kargaşa yaratarak mobilyaları kırıp dökmesin!..”

“Hayır, hayır, mektubu göreceksin, kışkırtıcı hiçbir şey yok, seni temin ederim.”

“Pekâlâ, işte sandalyem ve masam. Kâğıdı şurada bulacaksın. Postaya verilmeden önce sansürden geçirmek isterim.”

Biraz zaman aldı ama bittiğinde pek de kötü sayılmazdı, hatta kendimi tebrik edecek kadar iyiydi. Yaptığım işten biraz da gurur duyarak bunu eleştirici bakteriyoloğa yüksek sesle okudum.

“Sevgili Profesör Challenger;” diye başlıyordu.

“Mütevazı bir doğa bilimleri öğrencisi olarak sizin Darwin ve Weissmann arasındaki farklara işaret eden varsayımlarınıza her zaman derin bir ilgi duydum. Yakın zamanda okuma fırsatını elde ettiğim Viyana’daki muhteşem konuşmanız…”

“Vay yalancı vay!” diye mırıldandı Henry Tarp.

“Muhteşem konuşmanız hafızamı tazelememe vesile oldu. Bu gayet açık ve şahane ifade, bu konuya noktayı koyacak son söz gibi gözüküyor. Bununla beraber burada bir cümle var; şöyle ki: ‘Her ayrı kimliğin, bir dizi jenerasyon sonucu yavaş yavaş gelişen tarihsel yapıyı kapsayan bir bireyi içerdiği gibi dayanılmaz ve tümüyle dogmatik bir fikri şiddetle protesto ediyorum.’ Son gelişmeler ışığında acaba bu ifadenizde değişiklikler yapmayı düşünmüyor musunuz? Bu konu üzerindeki vurgunun biraz abartılı olduğunu düşünmüyor musunuz? Eğer izin verecek olursanız, bu konu beni derinden ilgilendirdiği için ve sadece kişisel bir görüşmede detaylarına inebileceğim bazı konular dolayısıyla sizinle bir görüşme yapmak için ricada bulunmak istiyorum.

Müsaadelerinizle yarın değil ertesi gün (Çarşamba) sabah saat on birde konutunuza uğrayabileceğimi umuyorum.