banner banner banner
Kayıp Dünya
Kayıp Dünya
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kayıp Dünya

Kayıp Dünya
Arthur Conan Doyle

Dedektif Sherlock Holmes’un yaratıcısı Arthur Conan Doyle’un huysuz kahramanı Profesör Challenger, huysuzluklarıyla insanları çıldırtmaya devam ediyor. Bu aksi aynı zamanda çok zeki karakterle yakınlık kurmak ve onu anlayabilmek hayli zor olsa da bir o kadar da keyifli olacaktır. “Profesör Challenger, iki yıl önce tek başına bir Güney Amerika gezisine çıktı. Geçen sene geri döndü. Güney Amerika’da bulunduğu kesin, ancak tam olarak nereye gittiğini açıklamayı reddediyor. Çekingen bir şekilde maceralarını anlatmaya başladı, fakat birileri kusurlar bulmaya başlayınca istiridye gibi kapanarak kabuğuna çekildi. Ya çok olağanüstü bir şeyler oldu ya da adam baştan aşağı yalancı, ki bu daha büyük bir olasılık. Sahte olduğu söylenen birtakım resimler ortaya çıkardı. O kadar alıngan olmaya başladı ki, soru soran herkese saldırmaya koyuldu ve gazetecileri merdivenlerden aşağı fırlattı. Benim görüşüme göre o, bilime yatkınlığı olan cinai bir megaloman! İşte adamın, Bay Malone! Şimdi iş başına, bakalım sen nasıl bir izlenim edineceksin.”

Arthur Conan Doyle

Kayıp Dünya

Yarı erkek olmuş bir çocuğa,
Ya da yarı çocuk bir erkeğe,
Bir saatlik keyif verebilirsem eğer
Basit planım işledi demeye değer.

ÖN SÖZ

Bay E. D. Malone, Bay G. C. E. Challenger’ın mahkemenin alıkoyma zaptı için ihtarını ve hakaret davasını kayıtsız şartsız geri çektiğini belirtmeyi arzu etmektedir. Profesör Challenger, bu kitaptaki eleştiri veya yorumların hakaret gayesiyle yapılmadığı konusunda tatmin olmuş ve kitabın basılmasına veya dağıtımına hiçbir engelleme getirmeyeceğine dair garanti vermiştir.

1. BÖLÜM

“Etrafımız Hep Kahramanlıklarla Dolu.”

Babası Bay Hungerton gerçekten de dünyanın en patavatsız adamıydı; tüylü bir kukumav kuşu gibi dağınık, tamamıyla iyi niyetli fakat bütün dünyası kendi budalaca egosunun etrafında dönen bir adam. Eğer beni Gladys’ten uzaklaştıracak tek bir şey varsa o da böyle bir kayınpedere sahip olma düşüncesiydi. Eminim ki benim haftada üç gün Chestnuts’a sohbetinin hatırına, sırf bir otorite sayıldığı bimetalizm konusundaki görüşlerini dinlemek için geldiğime canıgönülden inanıyordu.

O akşam, belki bir saatten daha uzun bir süre boyunca kötü paranın iyi parayı nasıl uzaklaştırdığı, gümüşün simgesel değeri, rupinin değer kaybı ve para değiş tokuşunun gerçek standartları hakkındaki uyutucu gevezeliklerini dinlemiştim.

“Varsayalım ki!..” diye bağırdı heyecanını kontrol etmeye çalışarak. “Dünyadaki bütün borçların aynı anda ödenmesi talep edilsin. O zaman içinde bulunduğumuz şartlar altında durumumuz ne olurdu dersin?”

Ne olacağı belliydi; ona bunu belirtip böyle bir durumda mahvolmuş bir adam olacağımı söyleyince havailiğim yüzünden benimle herhangi bir şekilde ciddi bir konuyu tartışmasının imkânsız olduğu konusunda beni azarladıktan sonra sandalyesinden fırlayarak masonlukla ilgili bir toplantıya katılmak için giyinmek üzere hızla odadan dışarı çıkmıştı.

Sonunda Gladys’le yalnız kalmıştım ve kader anı gelip çatmıştı işte!

Bütün bir akşam boyunca kendimi, kafasının içinde zayıf bir zafer ışığıyla yenilgi korkusunun gidip geldiği, işaret bekleyen bir asker gibi hissetmiştim. O ise gururlu ve zarif profilinin hatları arkasındaki kırmızı kadife perde üzerine nakşedilmişçesine oturmuştu. Ne kadar da güzeldi! Ve ne kadar da ulaşılmaz! Uzunca bir zamandır arkadaştık, hem de çok iyi arkadaş fakat onunla olan arkadaşlığımı gazetedeki iş arkadaşlarımla geliştirebileceğim arkadaşlığın -tamamen samimi, tamamen nazik ve tamamen aseksüel- ötesine taşıyamamıştım hiç. İçgüdüsel olarak çok samimi tavırlara sahip, yanımda rahat davranan bir kadın fikrine karşı olmuşumdur hep.

Bu, bir erkek için hiç de iç açıcı bir şey değil. Gerçek seksüel duygular canlanmaya başladığında, eski kötü zamanlardan miras kalan aşk ve şiddetin kol kola olduğu utangaçlık ve güvensizlik, onun en yakın arkadaşlarıdır. Bükük boyun, kaçamak bakışlar, titreyen ses ve ürkek davranışlardır ihtirasın gerçek emareleri, yoksa direkt bakışlar veya içten cevaplar değil. Ben bile bu genç yaşımda bu kadarını öğrenebilmiştim veya “içgüdü” diye adlandırdığımız o genetik hafızaya sahiptim.

Gladys, bir kadında bulunması gereken bütün meziyetlere sahipti. Bazılarına göre biraz soğuk ve katıydı ama böyle düşünmek, bence vatan hainliğiydi. O tatlı, neredeyse oryantal bronz ten, kuzguni siyah saçlar, kocaman berrak gözler, dolgun fakat kusursuz dudaklar, dişiliğin bütün ihtirası vardı onda. Ancak ne yazık ki şimdiye kadar bunu ortaya çıkaracak sırra bir türlü erişemediğimin farkındaydım. Yine de ne olursa olsun bu heyecan sona ermeli ve bu işi bu gece halletmeliydim artık. En kötü ihtimalle beni reddedebilirdi ama bir kardeş gibi kabullenilmektense kovulmuş bir âşık olmayı tercih ederdim.

Düşüncelerim beni bu noktaya kadar getirmişti ve tüm o uzun ve huzursuz edici sessizliği bozmak üzereydim ki tedirgin bakışlara sahip koyu renkli bir çift göz üzerime dikildi ve mağrur baş, azarlayıcı bir gülümsemeyle sallandı.

“Ned, bana öyle geliyor ki bir teklifte bulunacaksın. Keşke bunu yapmasan çünkü her şey böyle çok daha güzel.”

Sandalyemi biraz daha yakınına çektim:

“Yani nasıl anlayabildin ki böyle bir teklifte bulunacağımı?” diye sordum samimi bir merakla.

“Kadınlar hep bilmezler mi? Dünya üzerindeki hiçbir kadın buna hazırlıksız yakalanmamıştır herhâlde? Fakat, oh Ned, şimdiye kadar nasıl da hoş, nasıl da güzel bir arkadaşlık yaşamıştık. Bunu bozmak ne acı. Genç bir erkekle genç bir kadının bizim yapabildiğimiz gibi yüz yüze konuşabilmesinin ne kadar muhteşem bir şey olduğunu sen de düşünmüyor musun?”

“Bilemiyorum Gladys, yani örneğin gar müdürüyle yüz yüze konuşabilirim.”

Bu memurun nasıl olup da böyle birdenbire konuşmamıza dâhil oluverdiğini anlayamamıştım ama her nasılsa olmuştu işte ve her ikimizi de güldürmüştü.

“Ancak bu benim için hiç yeterli değil. Ben kollarımla seni sarmak istiyorum ve başını göğsüme yaslamanı istiyorum ve… Oh, Gladys isterdim ki…”

İsteklerimin bir kısmını gerçekleştirmek için hareketlendiğimi gören Gladys, sandalyesinden fırlayıvermişti.

“Her şeyi berbat ettin Ned!” dedi. “Bu tip şeyler ortaya çıkmadan önce her şey öyle güzel ve doğal ki! Çok yazık! Niye kendini kontrol edemiyorsun?”

“Bunu ben icat etmedim ki.” diye savundum kendimi. “Tabiatın kanunu bu. Aşk bu.”

“Eh, belki her iki taraf da birbirini sevseydi daha farklı olabilirdi ama ben hiç böyle bir şey hissetmedim.”

“Ama hissetmelisin Gladys, sen bu güzelliğinle, bu ruhunla! Oh Gladys, sen aşk için yaratılmışsın, aşkı tatmalısın.”

“O, kapını çalana kadar beklemek gerekir.”

“Ama niçin beni sevemiyorsun Gladys? Yoksa görünüşümden dolayı mı?”

Bir parça yumuşamıştı şimdi. Elini uzattı -nasıl da zarifçe eğilmişti bu hareketiyle- ve başımın arkasını hafifçe sıktı. Sonra yukarı kalkmış yüzüme arzulu bir gülümsemeyle baktı.

“Hayır, hayır, öyle değil!” dedi sonunda. “Sen şımarık bir çocuk değilsin. Bundan dolayı olmadığına emin olabilirsin. Daha derin bir şey bu.”

“Karakterim mi yoksa?”

Başını ciddi ciddi sallayarak evetledi.

“Peki, düzeltmek için ne yapabilirim? Otur ve açıkla bana lütfen. Gerçekten, eğer oturmazsan yapmayacağım bunu.”

Güvensiz, meraklı bir bakışla yüzümü süzmesi, bütün samimiyetiyle yaptığı itiraftan daha çok etkilemişti beni. Böylesi siyah ve beyaza indirgendiğinde her şey ne kadar da ilkel ve hayvansı gözüküyordu. Belki de sadece bana hoş gelen bir duyguydu bu, kim bilir. Her neyse, yeniden yerine oturdu.

“Şimdi söyle bana, neyim eksik benim?”

“Başka birisine âşığım.” dedi.

Bu sefer sandalyeden fırlama sırası bendeydi.

Yüzümdeki ifadeye gülerek:

“Belirgin birisi değil bu.” diye açıkladı. “Sadece idealimdeki insandan bahsediyorum. Şimdiye kadar da öyle birine hiç rastlamadım zaten.”

“Bana anlatır mısın hayalindeki bu adamı? Neye benziyor mesela?”

“Oh, sana çok benzemesi mümkün.”

“Bunu bana söylemen ne kadar da hoş! Pekâlâ, bu adam benim yapamadığım neleri yapıyormuş bakalım? Sadece kelimeyi söyle yeter… Ağzına içki koymaz mı, havacı mı, vejetaryen mi, felsefeci mi, süpermen mi? Gladys, yeter ki bana seni neyin memnun edeceğini söyle, üstesinden gelmeye çalışırım bunun.”

Karakterimin bu esnekliğine bir kahkaha attı.

“Pekâlâ, başlangıç olarak diyebilirim ki hayalimdeki insan böyle konuşmamalı.” dedi. “Daha sert, daha haşin bir erkek olmalı. Böyle hoppa bir kızın kaprislerine kolayca boyun eğmeye yanaşmamalı. Ancak hepsinden önce başarılı, her an harekete hazır, ölümün yüzüne bakıp korkmayacak, büyük işler becerebilecek, esrarengiz maceralara atılabilecek cesarette birisi olmalı bu adam. Kendisine âşık olmaktan çok, zaferleriyle gururlanabileceğim birisi o. Çünkü o zaferlerin ışıltısı benim de üzerimde parlayacaktır. Richard Burton’u düşün bir! Karısının ağzından onun hayatını okuyunca, ona nasıl bir aşkla bağlandığını anlayabiliyorum. Ve Leydi Stanley! Hiç kocası hakkındaki kitabın o muhteşem son bölümünü okudun mu? İşte bir kadının bütün hayatı boyunca tüm benliğiyle tapabileceği erkekler bunlar ve başarılan bütün bu asil işler onlara duyulan aşkı küçültmez, tam aksine daha da yüceltir.”