banner banner banner
Kayıp Dünya
Kayıp Dünya
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kayıp Dünya

Kapıldığı coşkunun tesiriyle öyle güzel görünüyordu ki bir an neredeyse sohbetimizin bütün seviyesini düşürecek bir hareket yapacaktım. Kendime sıkı sıkıya hâkim olarak tartışmayı devam ettirdim.

“Hepimiz bir Burton ya da Stanley olamayız ki.” dedim. “Üstelik bu şansa sahip de olamayabiliriz. En azından benim hiç böyle bir şansım olmadı. Eğer olsaydı ben de bunu değerlendirebilirdim.”

“Fakat şans hep yanı başımızda. Zaten benim tarif ettiğim adamın özelliği bu. O kendi şansını kendisi yaratır. Onu engelleyemezsin. Ona hiç rastlamadığım hâlde onu öyle yakından tanıyor gibiyim ki. Etrafımız hep kahramanlıklarla dolu, başarılmayı bekliyorlar. Bunu erkekler başarmalı ve kadınlar da aşklarını böyle bir erkek için saklamalılar. Şu geçen hafta balonla göğe çıkan Fransız’a bir bak. Rüzgâr fırtınaya dönmüştü ama sırf daha önceden ilan edildiği için o uçmakta ısrar etti. Rüzgâr altında, yirmi dört saat içinde tam 1500 mil sürüklenerek Rusya’nın ortasına düştü. İşte benim bahsettiğim erkek böyle birisi. Onun sevdiği kadını gözünün önüne getir ve diğer kadınların ona nasıl gıpta ettiğini bir düşün! Ben de böyle olmak istiyorum, erkeğim için kıskanılmak.”

“Seni memnun etmek için ben de yapardım bunu.”

“Fakat sadece beni memnun etmek için yapmamalısın. Kendine hâkim olamadığın için yapmalısın çünkü senin için doğal bir şey olmalı bu; içindeki erkek, kahramanlıklar yapmak için yanıp tutuştuğundan dolayı yapmalısın. Geçen ay anlattığın, Wi-gen’deki kömür gazı patlamasını hatırla… Madene inip zehirlenme tehlikesine rağmen o insanlara yardım edemez miydin?”

“Ettim zaten.”

“Fakat bundan hiç bahsetmemiştin?”

“İyi ama övünülecek bir şey yoktu ki.”

“Ben bunu bilmiyordum.”

Şimdi beni nedense daha bir merakla süzüyordu.

“Cesurca bir davranış.”

“Yapmak zorundaydım. Eğer iyi bir haber yazmak istiyorsan olayların göbeğinde olmalısın.”

“Ne kadar sıkıcı bir gerekçe! İşin bütün romantizmini öldürüyor âdeta. Ama ne olursa olsun o madene indiğine sevindim.”

Bana elini verdi fakat bunu öylesine tatlı ve gururlu bir hareketle yapmıştı ki onu sadece eğilip öpmekle yetinmek zorunda kaldım.

“Belki de ben yalnızca genç kız hayallerine sahip, aptal bir kadınım. Ancak ne yapayım, bu bir gerçek ve öyle bir içime işlemiş ki böyle davranmaktan kendimi alamıyorum. Eğer bir gün evlenirsem bu, meşhur birisiyle olacak!”

“Neden olmasın?” diye atıldım. “Erkeklere destek olanlar hep senin gibi kadınlar. Elime bir şans geçerse gör bak, nasıl değerlendiriyorum onu. Hem senin de dediğin gibi insan kendi şansını kendi yaratmalı, ayağına gelmesini beklememeli. Clive’a bir bak, basit bir kâtipken Hindistan’ı fethetti! Aman ya Rabbi! Bu dünyada başaracağım çok iş var daha!”

Bu ani, İrlandalı coşkuma gülerek:

“Neden olmasın?” dedi. “Bir erkeğin isteyebileceği her şeye sahipsin: gençlik, sağlık, kuvvet, eğitim, enerji. Konuşmaya başladığında üzülmüştüm ama şimdi seviniyorum, hem de çok seviniyorum. Eğer içinde böyle düşünceler oluşmasına yol açtıysa.”

“Ve eğer ben…”

Tatlı elini dudaklarımın üzerine sıcak bir kadife gibi yasladı.

“Hayır, efendim, bir kelime daha istemem. Akşamki görevin için yarım saat önce ofise gitmiş olmalıydın ama sana hatırlatmaya gönlüm elvermedi. Belki bir gün bu dünyadaki yerini kazandığın zaman bunları tekrar konuşuruz.”

İşte böylece, sisli bir kasım akşamı Camberwell tramvayının peşinde bulmuştum kendimi, içim içime sığmıyordu. Güzel leydimin şerefine layık bir kahramanlık yapmadan bir gün dahi geçmesine izin vermeyecek, hevesli bir kararlılık, tüm benliğimi doldurmuştu. Ama kim, evet, kim bu işin böyle inanılmaz bir şekil alacağını veya benim ona böyle tuhaf bir yoldan ulaşabileceğimi hayal edebilirdi şu koca dünyada?

Aslında sevgili okuyucularıma, bu giriş bölümünde anlattıklarımın, aktaracağım hikâyeyle hiçbir ilgisi yokmuş gibi gelecektir, biliyorum ancak bu konuşmalar olmasaydı “hikâye” diye bir şey zaten hiç olmayacaktı. Çünkü bir insanın kafasında, etrafında hep başarılacak kahramanlıklar olduğu düşüncesi varsa ve kalbinde her daim canlı tuttuğu bir duyguyla, bu uğurda önüne ne çıkarsa peşinden gitmeyi de arzu ediyorsa benim yaptığım gibi bildik yaşantısının dışına çıkabilir. Büyük maceraların ve ödüllerin olduğu o harikulade, esrarengiz, alaca karanlık diyarlara ancak o zaman adım atmaya cesaret edebilir. O zaman beni takip edin ve Daily Gazette’nin ofisinde çalışan önemsiz biriyken, aynı gece içerisinde Gladys’ime layık bir araştırma kapmak için nasıl kesinkes kararlı olduğuma şahit olun. Kendisinin yüceltilmesi uğruna, benden hayatımı riske atmamı istemesi katı kalplilik mi yoksa bencillik miydi, bilemiyorum. Böyle sorular, orta yaşlı birinin aklına gelebilirdi belki. Ama yirmi üç yaşında, ilk aşkın ateşine düşmüş, kanı kaynayan bir gencin, asla.

2. BÖLÜM

“Profesör Challenger’la Şansını Bir Dene.”

Yaşlı, huysuz, kamburu çıkmış ve kızıl saçlı Bay McArdle’ı, yani haber editörümüzü her zaman sevmişimdir ve onun da beni sevdiğini umut ediyorum. Tabii, esas patron Beaumont’du fakat o, uluslararası bir krizin veya parlamentodaki bir bölünmenin dışındaki ufak tefek olayları göremeyecek denli yukarılarda, Kafdağı’nın tepelerinde yaşıyordu. Bazen onu dalgın gözlerle, kafası Balkanlar veya İran Körfezi’nin üzerinde dönüp dururken, heybetli yalnızlığı içinde, kendi dünyasına gömülmüş, ortalıktan geçip giderken görürdük. Bizi tamamen aşmıştı o. Ama McArdle onun birinci komutanıydı ve bizim muhatabımız da oydu. Yaşlı adam, ben odaya girince başını sallayarak çıplak kafasının üstündeki gözlüklerini iyice arkaya ittirdi.

“Evet, Bay Malone, edindiğim izlenimlere göre bayağı iyi gidiyorsunuz.” dedi nazik İskoç aksanıyla.

Teşekkür ettim.

“Madendeki patlama haberi şahaneydi. Southwark’taki yangın da öyle. Sende tam bir haberci yeteneği var. Beni ne için görmek istemiştin?”

“Bir ricada bulunacaktım.”

Şimdi telaşlanmış gibiydi ve gözlerini benden kaçırdı:

“Vah vah! Neymiş bu bakalım?”

“Beni gazete namına bir göreve göndermeniz mümkün mü acaba, efendim? Bunun altından kalkmak için elimden geleni yaparım ve çok da iyi bir haber çıkartabilirim.”

“Kafanızdan ne tip bir görev geçiyordu, Bay Malone?”

“Tehlike ve macera içeren her şey olabilir, efendim. Gerçekten canımı dişime takacağımdan emin olabilirsiniz. Ne kadar zor olursa benim için o kadar daha iyi.”

“Hayatınızı kaybetmek için can atıyor gibisiniz.”

“Hayatıma değer kazandırmak için, efendim.”

“Aman Tanrı’m, Bay Malone, çok şövalyece bir şey bu! Korkarım ki bu tür şeyler artık geçmişte kaldı. Bu ‘Özel Görev’ türünden şeyler artık harcanan çabaya bile değmiyor, kaldı ki böyle bir görevi, tabii ki ancak halkın güvenini kazanmış, daha deneyimli bir gazeteci üstlenebilir. Haritadaki boş alanlar artık her geçen gün dolduruluyor ve romantizme de yer kalmadı. Ama dur hele bir!..” diye ekledi. “Haritadaki boşluklardan bahsederken aklıma bir fikir geldi. Bir sahtekârı -modern bir Munchausen’i-ortaya çıkarmaya ve onu rezil etmeye ne dersin, ha? Onun nasıl bir yalancı olduğunu göstereceksin. İşte bu iyi olur. Nasıl, senin için uygun mu?”

“Ne olursa, nerede olursa olsun, benim için hiç fark etmez.”

McArdle bir süre düşünceye daldı.

“Acaba bu adamla arkadaş olabilir misin? En azından konuşabilecek kadar. Sende insanlarla kolayca haşır neşir olmayı sağlayan bir şeyler var. Sempati herhâlde veya şeytan tüyü belki de gençlik enerjisi gibi bir şey, ne bileyim. Ben bile bunu fark edebiliyorum.”

“Çok iyisiniz, efendim.”

“Tabii, neden olmasın, neden Enmore Park’tan Profesör Challenger’la şansını bir denemeyesin ki?”

İtiraf etmeliyim ki biraz ürkmüştüm.

“Challenger, ha?” diye bağırdım. “Profesör Challenger, şu meşhur zoolojist!.. Telegraph’dan Blundell’in kafatasını kıran adam değil mi o?”

Editör suratını ekşiterek gülümsedi:

“Ne oldu? Macera peşinde olduğunu söylememiş miydin?”

“Her şey göreve dâhildir efendim.”

“Aynen. Her zaman böyle saldırgan olduğunu zannetmem. Bana kalırsa Blundell ona yanlış zamanda çattı veya yanlış bir biçimde. Sen belki daha şanslı olabilirsin veya onu yola getirmek için daha becerikli davranabilirsin. Tam sana göre bir iş bu, eminim Gazette’nin de yardımı olacaktır.”

“Hakkında gerçekten hiçbir şey bilmiyorum.” dedim. “Sadece Bay Blundell’e vurduğu için yargılanmasından dolayı adını hatırlıyorum.”