Libratus 2017’nin başındaki yirmi günlük bir yarışmada dört profesyonel poker oyuncusunu yenen bir bilgisayar algoritması. Bununla ilgili haberler distopik manşet seli yaratmıştı. Bir gazete bu olayın “insanlık için ezici bir yenilgi, yapay zekâ için çok büyük bir dönüm noktası” olduğunu duyurmuştu. Bu manşet kısmen doğru olsa da aslında abartılıydı. YZ programı pokerde gerçekten galip gelmiş ve bir makinenin ilk kez böyle bir şey yaptığını göstermişti. Ama onun galibiyeti insanlık için ezici bir yenilgiye işaret etmiyordu. Anlayacağınız, bilgisayarın haksız bir üstünlüğü vardı – insan yardımı almıştı.
Daha karmaşık poker varyasyonlarından biri olan Heads-up No-Limit Texas Hold’em’da 120 bin el oyundan sonra Libratus’un poker oyuncularının beklediğinden çok daha zorlu bir rakip olduğu ortaya çıkmıştı. Libratus pekiştirmeli öğrenme denen, belli bir sonucun ihtimallerinden yola çıkarak stratejik kararlar vermek için uç seviyede deneme-yanılma yöntemini kullanan bir YZ biçiminden faydalanıyordu. İnsan poker oyuncularıyla boy ölçüşebilmek için Libratus’un aylarca alıştırma yapması, kendine karşı trilyonlarca el poker oynaması ve belli durumlarda hangisinin işe yarayıp hangisinin yaramadığını anlamak için farklı stratejilerle rastgele deneyler yapması gerekmişti. Ama bu da yeterli olmamıştı. Profesyonel oyuncular bilgisayarın oyunundaki örüntüleri tespit edip bunlardan faydalandılar. Her akşamın sonunda, bu programın arkasındaki bilgisayar bilimcilerinin söz konusu örüntüleri tespit edip ortadan kaldıran başka bir algoritma kurması gerekmişti. Avantaj: insan.
Libratus’un oluşumuna katkı sağlayan Carnegie Mellon araştırmacılarından Noam Brown da, Libratus’un diğer oyuncuların blöf yapıp yapmadığını anlamak için onların beden dilini “okuyamayacağına” dikkat çekti. Bir makinenin sezgisi, hissedişi ya da duygusu yoktur. Belli görevlerde –kartları taramak, belli bir sonuç için ihtimalleri tartmak– üstündür. Libratus AI, standart bir masaüstü bilgisayardan 30 bin kat hızlı çalışan, maliyeti yaklaşık 10 milyon dolarlık devasa bir süperbilgisayara bağlı. Evet, Libratus matematiksel ihtimalleri tartma konusunda son derece hızlı. Ancak empati olmayınca Libratus sınırlı kalıyor. “Bir bilgisayarın yakın zamanda ödüllü bir roman yazabileceğini sanmıyorum,” demişti Brown.26
Libratus zorlu bir rakip ama ciddi bir engeli var. Empatiye sahip olmadığından insanların nasıl hissettiğini anlayamaz. Şampiyon bir poker oyuncusunu yenebilir ama hiçbir zaman beş yıldızlı bir lider olamaz ya da beş yıldızlı bir marka kuramaz. Libratus fikirler savaşında asla kazanamaz, çünkü orijinal bir fikir sahibi olacak ya da onu savunacak yeterliliği yok. Ama ikna sanatında ustalaşmış bir poker oyuncusu insanın elinde son kozu, hiçbir algoritmanın kopyalayamayacağı bir becerisi vardır.
İskambil oyunu kariyerine on altı yaşında başlamış eski poker şampiyonu olan Teksaslı Haseeb Qureshi’yle tanışalım. İlk senesinde 50 doları 100 bin dolar yaptı. İki yıl sonra milyonerdi. Qureshi on dokuz yaşına geldiğinde dünyanın en iyi No-Limit Texas Hold’em oyuncularından biri olarak görülüyordu. Ama poker Qureshi için anlamını kaybetmişti. Kendini yalnız ve mutsuz hissediyordu. Böylece poker yaşamını geride bırakıp San Francisco’da yeni baştan başladı.
Qureshi 2015’te seçkin bir Silikon Vadisi kodlama eğitim kampına kaydoldu. İşi hemen kaptı ve üç aylık programda iki ay geçirdikten sonra derslerden birini kendisi vermeye başladı. Qureshi çalıştı, kodlama yaptı ve haftada seksen saat ders verdi. Yine de iş piyasasındaki değeri hâlâ belirsizdi. Bir iş tanımına kolayca uymayan sıradışı bir geçmişi vardı. Ayrıca yirmi yaşındaydı ve on yaşından beri kodlama yapan yirmi yaşındaki kişilerle yarışıyordu. Kâğıt üstünde kaybeden bir eli vardı: Bir İngiliz edebiyatı diploması, profesyonel poker oyuncusu olduğu kısa bir dönem ve bir yıldan az kodlama deneyimi. Libratus olsa ona düşük bir başarı ihtimali tanırdı.
Beklendiği üzere Qureshi’nin özgeçmişi aradan sıyrılamadı. İlk olarak yirmi özgeçmiş gönderip yirmi ret cevabı aldı. Kâğıt üstünde bariz olarak akranlarından daha az dikkat çekiyordu. Kendinden şüphe duymaya başladı. Ben satılabilir değil miyim? diye düşündü. Sonunda, tavsiye ağının da desteğiyle Qureshi işyerlerinde yüz yüze görüşmeler için davetler almaya başladı. İlk şirket pas geçti. Qureshi bu reddi bir başarısızlık saymak yerine iş görüşmesi becerilerini iyileştirmek için bir fırsat olarak kullandı. Kodlamayı bir yılda öğrenebildiyse o zaman iletişim becerilerini iyileştirmeyi de öğrenebilirdi. Çalışmaları sonuç verdi. Ona yılda 105 bin dolarlık iş teklif eden ilk şirket Yelp’ti. Domino taşları düşmeye başladı. Başka iki şirket de Qureshi’ye 115 bin dolar teklif etti. Ardından rüyalarındaki şirketten, iş görüşmesinde harika performans sergilediği Google’dan teklif geldi. Onların teklif ettiği paketin yıllık değeri 162 bin dolardı. Uber ile Stripe da benzer tekliflerde bulundu. Yeni bir işe alımla ilgili dedikodular varsa Silikon Vadisi’nde haber hızlı yayılır. Airbnb çok iyi iş görüşmeleri yapan bu mühendisle ilgili duyumlar aldı ve sonunda onu arayıp 220 bin dolar teklif etti. Google karşı teklifte bulundu. Qureshi, Airbnb’nin maaş, işe giriş ikramiyesi ve ilk halka arz öncesi hisseden oluşan 250 bin dolarlık son paket teklifini kabul etti.
Kâğıt üstünde dikkat çekici olmayan bu kişiyi Silikon Vadisi’ndeki bir çılgınlığın öznesi yapan neydi? Bu, iş görüşmesiydi.
Haseeb bana, “İş görüşmesi bir beceri, hem de pek öyle gizemli değil,” dedi.27 “İlk soru neredeyse daima, ‘Hikâyeniz nedir’in bir versiyonu olur. Yanıtınız onların size bakışını ciddi biçimde etkileyecektir.”
Qureshi, işin temellerini bilmiyorsanız yazılım mühendisi pozisyonu için yapılan bir iş görüşmesini sırf karşı tarafı etkileyerek geçemeyeceğinizi söylüyor. Ama ilgi çekici hikâyeler kurabilen iletişimciler çok teknik işler için görüşmeler yaptıklarında bile rakiplerinden farklarını ortaya koyabilir. “Kendinizi hikâyedeki bir karakter gibi düşünün ve hikâyeyi giriş, gelişme, sonuç şeklinde kurun. Dönüm noktaları, karakterler ve anlaşılması kolay sebepler olmalı. Sizi ilginç gösteren renkleri korurken hikâyeyi de mümkün mertebe kısa tutun. ‘Karşılaştığınız zorlu bir sorunu ve onu nasıl çözdüğünüzü anlatır mısınız bize’ diye sorduklarında bir hikâye anlatın.” Qureshi anlatacağı hikâyeleri tekrar tekrar prova etti. Hikâyeyi anlatırken kendini kaydediyordu, arkadaşlarından geribildirim istedi. Kendi deneyimini teknik bir sorunla karşılaşan ve bu zorluğu kendini geliştirmek için kullanan bir karakter (kendisi) etrafında anlatmak için Kahramanın Yolculuğu’nu28 kılavuz edindi. İş görüşmelerinde “onu göz ardı edemeyecekleri” kadar iyi hale gelmek için çok çaba gösterdi.
İkna, teknik sorunları çözmekten çok daha fazlasını yaptıklarından yazılım mühendisleri için anahtar bir beceri. Qureshi’ye göre başarılı mühendisler “sosyal orkestra şefleri” gibi hareket eder. Her yazılım mühendisi, uygulamanın biraz daha farklı bir parçası üstüne çalışsa da iş arkadaşlarına son derece bağlıdır. Bir şef herkesi ahenk içinde tutar ve bir bütün olarak çalışmalarını sağlar. Bir görevi başarıyla yerine getirebilen mühendis iyi bir kariyerin keyfini sürebilir ama diğerlerini doğru yolda tutabilen mühendis bir lider olarak öne çıkacaktır. “Bir iş görüşmesinde sadece teknik sorunları çözebildiğinizi ama hiçbir iletişim becerinizin olmadığını gösterirseniz, iyi iletişim becerilerine ve gayet iyi teknik becerilere sahip birinden çok daha kötü bir aday olursunuz. İletişimin anahtarı empatidir. Bir iş görüşmesinde karşı tarafla bağ kurabilirseniz istediğinizi elde etme ve işinizde fark yaratabilme ihtimaliniz çok daha yüksek olur,” diyor Qureishi. “Yazılım mühendisliği alanında bile güçlü iletişim ve sunum becerilerine sahip kişiler genellikle en iyi teknik becerileri olanlara üstün gelir.”
Qureshi daha vasıflı ve deneyimli kodlama uzmanlarına karşı mücadele verdiğini itiraf ediyor. Ama Qureshi’ye teklifte bulunan yerler –Silikon Vadisi’nin en başarılı ve en kârlı şirketlerinin çoğu– gelecekte liderlik pozisyona yükselebilecek çalışanlar arıyordu. Büyük liderler, büyük fikirler ile bu fikirleri etkin biçimde yayma kabiliyetini bir araya getirir.
Qureshi gibi çalışanlara yüksek maaşlar ödemek için sıraya giren şirketler, çok başarılı olmanın yanı sıra yapay zekâ, makine öğrenmesi, bulut bilişim ve büyük veri –milyonlarca işçiyi yerinden etme tehdidi taşıyan trendler bunlar– alanlarında önde gelen kuruluşlar. Buna rağmen hepsinin de çağırdığı kişi Qureshi oldu. Çağırdılar çünkü fikirler dünyayı ileri taşır ve onların da iyi fikirlere sahip insanlara ihtiyacı var. Ancak tek başına fikirler yetmez. Bu fikirleri ikna edici biçimde satma becerisi, bireylere rekabet üstünlüğü sağlayan en önemli beceridir.
İLETIŞIM BECERILERI NOKSANLARISam, Silikon Vadisi’ne silikon adını koyan bir şirket için çalışan, kariyerinin ortalarındaki bir uzman. Dünyadaki bilgisayarların, sunucuların ve cihazların pek çoğunu güçlendirmesiyle tanınan efsanevi Intel’de çalışıyor. Sam’in yaptığı iş, 1965’te ortaya atılan ve bilgisayar işlem gücünün her on sekiz ayda iki katına çıkacağını öngören ünlü Moore Yasası’nı ileri seviyeye taşıyor. Sam’in fark etmemiş olabileceği şey, işlem gücünde sağladığı her ilerlemeyle işyerindeki kendi değerini aşağı çektiğidir.
Intel’in Kaliforniya, Santa Clara’daki global merkezine yaptığım ziyaretlerin birinde bir başkan yardımcısı koridorda durdu, pencereden dışarı baktı ve bir toplantıya katılan Sam’i gösterdi.
“Şu adamı görüyor musunuz? Odadaki en zeki insan o. Bölümünün başına geçmeliydi ama yıllardır aynı pozisyonda takılıp kaldı.”
“Neden?” diye sordum.
“Berbat bir iletişimci. Esas konuya gelmesi çok uzun sürüyor. Net ve ikna edici bir sunum yapamıyor. İlham kaynağı olamıyor.”
“Az önce zeki olduğunu söylediniz. Neden onun liderlik pozisyonuna gelmesini istemiyorsunuz?”
“Günümüzde, ilham verdiğin takipçilerin yoksa liderlik edemezsin.”
On yıl boyunca teknoloji devriminin ön sıralarında yer aldım; şirketin ilk medya eğitimi ve iletişim becerileri danışmanı olarak doğrudan Intel’in kıdemli liderleriyle çalıştım. Sam gibi kişiler iletişimdeki başarısızlıklarının aslında ilerlemelerini engellediğini her zaman bilmezdi. Ama bu söylendiğinde pek çoğu da umursamazdı – işleri bir şey üretmekti, onu satmaksa başkalarının işiydi; gösterişli iletişimcilerin içerikten çok biçimi yücelttiğini düşünüyorlardı. Bu büyük bir talihsizlikti, çünkü sıyrılma şansları vardı ama egoları onları engelliyordu.
Intel’de ve Silikon Vadisi’nin başka ünlü şirketlerinde yaptığım çalışmalar sırasında, uzmanların şirkete kattıklarını sandığı değer ile kıdemli liderlerin beklediği beceriler arasında bir noksanlık – aslında bir uçurum– olduğunu görmeye başladım. Eskiden referanslarının ve deneyimlerinin yeterli olduğunu düşünen CEO’lar, mühendisler, uzmanlar ve müdürler kendilerini aniden marka ve ürünleri hakkında konuşmalarını gerektiren bir konumda buldu. Çok sayıda rakip, tüketiciler ve şirketin en üst yetenekleri için yarışmaya başladı. Yöneticiler, müdürler ve mühendisler rollerinin değiştiğini gördü. Başkalarına açıklama yapmaları, onları heyecanlandırmaları ve onlara ilham vermeleri bekleniyordu. Sunum becerilerinin niteliği şirket ve sektör içindeki değerlerini etkilemeye başladı.
Şirket yöneticileri için bu beceriler özellikle önemli. Bir araştırma on yıl boyunca 4400 CEO’yu inceledi.29 İş dünyası programlarında düzenli boy gösterenler ya da gazete yazılarında kendilerinden çokça bahsedilenler maaşlarında çok yüksek artışlar gördü. Böyle göz önünde olmaları ücretlerinin 210 bin dolara varan miktarlarda artmasını sağladı. Daha küçük firma CEO’ları için bu korelasyon daha da yüksekti; onlar artan görünürlükten daha fazla faydalandı. Bir şirketin stratejisini net şekilde söze dökme kabiliyeti ve bunu kamusal alanda yapmak artık çok kıymet verilen –ve ücret bakımından karşılığı yüksek olan– bir beceri.
Efsanevi Intel CEO’su Andrew Grove –Steve Jobs’un, Larry Ellison’ın ve Mark Zuckerberg’ün de akıl hocasıdır– Ancak Paranoidler Ayakta Kalabilir kitabında “stratejik dönüm noktası” ifadesini ortaya attı. Bu, bir işin ya da kariyerin esaslarının değişmek üzere olduğu bir noktayı betimler. Söz konusu değişim yeni zirvelere ulaşmak için fırsat demektir ya da “sonun başlangıcına işaret eder”. Grove’a göre bu dönüm noktaları “o kadar sinsice güç kazanır ki neyin değiştiğini tam olarak kavramakta zorluk çekseniz bile bir şeylerin değiştiğini anlarsınız. İhmal edilmesiyse ölümcül olabilir”.30
Grove bunları 1996’da yazdı ama bugünün işyerlerini tarif ediyor da olabilirdi. Şu tahminde de bulunmuştu: Teknoloji değişim hızını öyle artıracak ki bu herkesi, her alanı ve her ülkeyi etkileyecek.
Grove kariyerinizin işiniz olduğunu söylüyordu. Onun CEO’su sizsiniz. Kendinden hoşnut olmak başarısızlık getirir, demişti. Kendi kariyerinizin CEO’su olarak yeteneklerinizi, özellikle de iletişim sanatı becerilerinizi sürekli geliştirmelisiniz.
Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de doğan Grove Nazi işgalinden sağ kurtuldu. ABD’ye göç ettiğinde tek kelime İngilizce bilmiyordu. Ama ikna yeteneğinin kendi kariyerindeki dönüm noktalarında yönünü bulmasını sağlayacağını fark etti. Grove altında çalışanlardan net, özlü ve ikna edici sunumlar talep eden bir patron olarak itibar kazandı. Bu büyük değişim çağının ortasındaki şirket için net bir vizyon belirlemeyi, CEO olarak rolünün ayrılmaz bir parçası şeklinde görüyordu.
Grove’a göre değişimler ve yeni yönelimler çalışanlarda kafa karışıklığı yaratabilir, onların keyfini kaçırıp morallerini bozabilir, “ya da onları yorabilir”. Bir liderin ilk görevinin, şirketin ya da departmanın nasıl görünmesini istediğine dair zihinsel bir imaj yaratması olduğuna inanıyordu. Bu resmin ardından da söz konusu vizyonun açık ve net biçimde iletilmesi gelmeliydi.
Intel’den arabayla on dakikalık bir mesafede Cisco’nun geniş kampüsü yer alıyor. Üç şehre yayılan bu devasa ağ teknolojileri şirketinin 70 bin fazla çalışanı var. Cisco, Amazon ya da Facebook gibi ünlü bir isim değil ama o olmadan ne Amazon’dan ürün sipariş edebilirsiniz ne de en sevdiğiniz videoları Facebook’ta yayınlayabilirsiniz. Gezegenimizin bilgi teknolojileri (BT) altyapısının büyük kısmını yöneten Cisco dünyadaki en önemli şirketlerden biri.
Cisco verimliliği artırmak ve işgücü maliyetlerini düşürmek için kendi teknolojisini kullanıyor. Çalışanlar binlerce kilometre uzaktaki müşterilerle toplantılar yapmak için telepresence [telebulunma] teknolojisinin yer aldığı videokonferans odalarında görüşmelere katılarak seyahat masrafından tasarruf ediyor. Hepsinde dijital ekranda hizmet veren bir resepsiyon görevlisinin bulunduğu on lobiden birine giriş yapıyorlar. Cisco, binalarında işlerin otomatikleşmesi için kendi ürünlerini kullanıyor. Ama bunlar çoğu açıdan insanlar arasındaki etkileşimi de daha değerli bir beceri kılıyor. Bu da gördüğümüz gibi günümüzün işinsanları arasında ender bulunan bir şey.
Cisco’nun başkanı Chuck Robbins her şeyin hızlıca yapılmasını istiyor, bunun için de iyi bir sebebi var. Televizyonun 50 milyon insana ulaşması elli yıldan fazla zaman aldı. Facebook için bu süre üç buçuk yıl oldu. Bağımlılık yaratan Angry Birds oyunuysa aynı sayıda insana sadece otuz beş günde ulaştı. Bir mühendis ekibi bir ürünü otuz günde hazır edebileceğini söylerse Robbins onlara üç hafta veriyor. Cisco’da en üst kademedeki liderler, iletişim becerilerinin şirketin “yağ gibi akmasını” sağlayarak ona rekabet üstünlüğü kazandırdığını düşünüyor.
Bir teknoloji şirketi olarak Cisco iletişim becerileri de dahil her şeyi ölçmek için verilere güveniyor. Ancak ikna yetenekleri ortalamanın üstünde olanlar gerçek anlamda terfi ediyor.
İşleyiş şöyle: Cisco’nun çalışanları, müdürleri ve kıdemli yöneticileri içerideki ekiplere, müşterilere ve ortaklara sık sık sunumlar yapar. Eş konumdaki çalışanlar ile müşteriler bu sunumları içerik ve anlatım tarzı bakımından değerlendirir. Puanlama 1 ile 5 arasında yapılır. 4 ya da üstü iyi puan kabul edilir. 4,5 ila 5 arası yüksek puan kabul edilmekle birlikte nadir görülür. Cisco’nun yirmi yıllık eski CEO’su John Chambers hep 4,5 ya da üstü bir puan almıştır. Chambers 1996’da CEO olduğunda şirketin yıllık cirosu 70 milyon dolardı. Chambers şirketin hararetli hatibiydi ve Cisco’nun kıdemli liderlerinden de beş yıldızlı sunum becerileri talep ediyordu. On yıldan biraz daha uzun bir süre sonra da Cisco yılda 40 milyar dolar ciro yapar hale geldi.
Kıdemli liderlerden birine, “Sunum puanları gerçekten önemli mi?” diye sordum.
“İşini kaybetmemek ya da terfi almak istiyorsan öyle,” dedi.
Cisco, Google, Microsoft, Salesforce ve IBM gibi büyük veriyle ve yapay zekâyla derinlemesine uğraşan şirketlerde bile en etkili liderlerden bazıları en iyi konuşmacı olarak görülenlerdir. Her alanda iletişim becerilerine talep yüksekken, yetenek arzıysa düşüktür. Bu yetenek noksanlığı kadim ikna sanatında uzmanlaşanlara ciddi avantaj sağlıyor.
Ancak kimlerin bu beceriye sahip olduğuna ve bunun nasıl geliştirileceğine dair daha fazla şey öğrenmeden önce, buraya nasıl geldiğimizi ve nereye gittiğimizi gözden geçirmemiz gerek.
FIKIRLERIN SEVIŞMESI HEPIMIZIN YARARINABüyük oranda Avrupa’da Aydınlanma ve Amerikan Devrimi sırasında prangalarından kurtulan düşünce özgürlüğü sayesinde dünyanın büyük bir kısmı inovasyonun ve refahın altın çağına giriş yapmış oldu. Geçen iki yüz yılda medeniyet tıpta, teknolojide ve yaşam standartlarında en büyük ilerlemeleri kaydetti. Bunların hepsi –ekonomist Matt Ridley’in de söylediği gibi– fikirlerin sevişmesiyle yaşandı. Ridley’in Akılcı İyimser kitabında belirttiği üzere, sıradan bir kişi bir görüşü ifade etme özgürlüğüne kavuşunca fikirler “birleşip yeniden şekillenmeye, buluşmaya ve çiftleşmeye” başlamıştı.31
Çiftleşme dönemi yaklaşık 1800 yılından başlayarak eşi benzeri görülmemiş bir inovasyon çağını tetikledi. Bunun sonucunda, bizden öncekilerden biraz daha iyi yaşamaya başlamakla kalmayıp neredeyse her bakımdan çarpıcı biçimde daha iyi duruma geldik.
Chicago’daki Illinois Üniversitesi’nde tanınmış bir tarih, ekonomi, İngiliz edebiyatı ve iletişim profesörü olan Deirdre McCloskey son iki yüz yılı “Büyük Zenginleşme” olarak adlandırıyor. Bu, sıradan insanların ulaşabildiği ürün ve hizmet sayısının yüzde 10 binlik bir artışla öngörülemez biçimde büyüdüğü bir döneme işaret ediyor. McCloskey bunu tarımın icadından beri en önemli seküler olay olarak niteleyerek, “Tarihi yeniden başlattı,” diyor.
Önde gelen pek çok ekonomi tarihçisi McCloskey’le aynı fikirde. 18. yüzyılın sonlarından başlayarak yaşamın pek çok yerde daha iyiye gittiğini keşfettiler. Başta yavaş sonra hızlı gerçekleşen bu süreç artık durdurulamaz bir halde. McCloskey, “Maddi yaşam sadece Avrupalılar, emperyal güçler ya da zenginler için değil, Brooklyn’den Pekin’e kadar sıradan insanlar için de daha iyi bir hale geldi,” diyor.32
Oxford Üniversitesi’ndeki Oxford Martin School’un yöneticisi, küreselleşme konusunda uzman Profesör Ian Goldin modern dünyayı “Yeni Rönesans” diye adlandırıyor. Goldin, “Dünya, sayısı fırlayarak çoğalan ve gittikçe dinamikleşen birçok farklı fikri –küresel çapta, ânında ve neredeyse sıfır maliyetle– birbiriyle paylaşan, daha sağlıklı ve daha iyi eğitimli beyinlerin sayısının arttığı bir yere dönüşüverdi,” diye yazar.33 Dünya Bankası’nın eski başkan yardımcısı ve Nelson Mandela’nın danışmanı olan Goldin, yaratıcı buluşlar için koşulların olgunlaştığı ve insanlık tarihinin her dönemini fersah fersah geride bırakacak bir ilerlemeyi başlatan altın çağda bulunduğumuzu söylüyor.
İsveçli tarihçi Johan Norberg de bunda hemfikir. Norberg bana, “Son 100 yılda, ilk 100 bin yıldakine kıyasla daha fazla ilerleme kaydettik,” dedi.34 “Yoksulluk, yetersiz beslenme, okuma yazma sorunu, çocuk işçiliği ve bebek ölümleri insanlık tarihinin herhangi bir döneminden daha hızlı geriliyor… Bugün doğan bir çocuğun emeklilik yaşına varma ihtimali atalarının beş yaşına varma ihtimalinden daha yüksek.’’
Bu tarihçiler ilerlemeyi farklı biçimlerde tarif etseler de hepsi temelleri konusunda hemfikir. Özgür bir toplumda fikirler sevişir ve ancak böyle çoğalırlar.
Matbaa makinesinin icadını izleyen yüzyıllarda fikirler daha hızlı ve daha geniş biçimde yayıldı, çünkü kitleler bir yılda sadece birkaç yüz kişinin erişebildiği kitaplara ulaşabilir hale geldi. “İçinde yaşadığımız yeni dünya ile insan gelişiminde ulaştığımız yeni zirveler arasındaki son bağlantı fikirlerin yayılmasıdır,” diye yazar Goldin.35 “Bilginin ambalajı –bir cihaz, bir hap, bir enjeksiyon ya da bir dizi siyasi adım– her ne olursa olsun, daha az gelişmiş toplumlar onu benimseyerek bu fikrin oluşması için geçen bir ya da onlarca yılı tek sıçramada aşabilir, getirdiği faydaların verimini hemen alabilir.”
Johan Norberg 1780’de insanlığın daima kıtlık ve yoksulluk çekeceğini tüm kötümserliğiyle iddia eden Robert Malthus’u hatırlatır. Malthus o zamanları doğru biçimde betimlemekle birlikte, “Aydınlanma fikirleri ve artan özgürlükler insanlara imkân tanıdığında (insanlığın) yenilik üretme, sorun çözme ve yaşama şeklini değiştirme kabiliyetini hafife almıştır”.36 Zamanla dünyanın nüfusu gerçekten arttı ama gıda arzı daha da hızlı büyüdü. Bunun sonucunda büyük kıtlıklar ve yetersiz beslenme ciddi biçimde azaldı. Norberg’e göre nüfus şimdi yüz yıl öncesinden dört kat daha fazla ama kıtlıktan ölümler yüz yıl öncesinin sadece yüzde 2’si kadar. “Kıtlığa karşı en etkili silahlarımızdan biri demokrasi,” diyor Norberg, çünkü basın özgürlüğü ve fikirlerin serbestçe paylaşılması, insanların sorunların farkına varmasını sağlıyor. Böylece insanlar da bunları çözmek için fikirleri kullanma özgürlüğüne sahip oluyor.
Peter H. Diamandis bir düzineden fazla uzay ve ileri teknoloji şirketinin kurucusu. Harvard Tıp Fakültesi’nden mezun oldu ve MIT’den moleküler biyoloji ile uzay mühendisliği diploması aldı. X-Prize Vakfı yönetim kurulu başkanı ve CEO’su, Silikon Vadisi düşünce kuruluşu Singularity University’nin kurucu ortağı olan Diamandis, “Halihazırda mevcut neredeyse tüm ölçü sistemleriyle değerlendirildiğinde, geçen yüzyılda yaşam kalitesi hiç olmadığı kadar yükseldi,” diye yazar.37 Diamandis, küresel iletişime milyarlarca insan katıldığından, “Onların fikirleri –daha önce hiçbir erişimimizin olmadığı fikirler– hepimizin faydalanacağı yeni keşifler, ürünler ve icatlar doğurur,” diyor.
En iyisini McCloskey söylemiş olabilir: “Zenginliklerimizi tuğla üstüne tuğla, diploma üstüne diploma ya da banka hesabı üstüne banka hesabı koyarak değil, fikir üstüne fikir koyarak elde ettik.”38
FIKIRLERI DEĞIŞTIRMENIN ARTAN DEĞERIFikirler, onları savunan yandaşlar ve yayan hatipler olmadan üst üste inşa edilemez. Fikirler üstüne inşa edilmiş bir dünyada ikna edenlerin –kalpleri kazanıp fikirleri değiştirenlerin– bir rekabet avantajı vardır.
Deirdre McCloskey yürüttüğü etkileyici bir araştırma projesiyle klasik tarz retoriğin –ikna– Amerika’nın milli gelir artışında rol oynadığını kanıtladı. O, iknaya –fikirlerin değişimiyle ortaya çıkan davranış değişikliğine– “tatlı dil” diyor.
McCloskey 14 milyondan fazla sivilin çalıştığı 250 meslekten oluşan bir listeyi, Statistical Abstract of the United States’teki39 istihdam kategorilerini inceleyerek başlamıştı. Öncelikle gündelik faaliyetlerde “tatlı dil”in küçük bir rol oynadığı konut eksperliği, itfaiyecilik ve inşaat işçiliği gibi işleri eledi. Bu mesleklerde çalışanların işlerini elde etmek için ikna edici olabilmesi ya da –itfaiyecilerin durumunda– hayat kurtarmak için anlık talimatlar vermek zorunda kalması gerekse de kazançları retoriğe pek bağlı değil.
Daha sonra McCloskey mesainin en az yüzde 90’ının iknaya vakfedildiği avukatlık, halkla ilişkiler uzmanlığı, danışmanlık ve sosyal hizmet görevliliği vb. meslekleri saptadı. Yöneticiler ve denetmenler içinse daha düşük olsa bile yine de yüksek sayılabilecek yüzde 75’lik bir oran belirledi. Başka bir deyişle, bu kişiler gelirlerinin yüzde 75’ini başkalarını ikna etme becerileri sayesinde kazanıyor. “Özgür bir toplumda, çalışanlar taleplere karşılık vermediğinde onlara sorgusuz sualsiz itaat etmeleri için emirler yağdırılamaz ya da dayak atılamaz. İkna edilmeleri gerekir.”40 McCloskey yüzde 50’lik iknacılar kategorisineyse kredi memurlarını, insan kaynakları uzmanlarını, yazarlarla sanatçıları, öğretmenleri, üniversite profesörlerini vb. dahil etti. Doktorlar, diş hekimleri, hemşireler, konuşma terapistleri ve sağlık çalışanlarıyla polisler, bekçiler, dedektifler ve müfettişler de yüzde 25’e girdi.
McCloskey çalışanları saydı ve her kategorideki personel sayısını gelirlerinde belirleyici rol oynayan “tatlı dil” yüzdesiyle çarptı. Böylelikle şu sonuca ulaştı: İkna, Amerika’nın milli gelirinin dörtte birini oluşturuyor.