banner banner banner
Kozmik hafıza
Kozmik hafıza
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kozmik hafıza


Bu üçüncü gruptan, yukarıda sözü edilen ve okült edebiyatın Manu olarak belirttiği Asli Lider, bunlardan ortaya çıkacak yeni bir insanlığı meydana getirmek için en yeteneklileri seçti. Bu en yetenekli olanlar beşinci alt-soyda varlığını sürdürdü. Altıncı ve yedinci alt-soyların düşünce yetisi bir bağlamda yolundan sapmıştı ve ileriye dönük bir gelişme için uygun değildi.

En iyilerin en iyi niteliklerinin geliştirilmesi gerekiyordu. Bu da seçilmiş olanların dünyadaki belirli bir yerde (Orta Asya’da) tecrit edilmesi sayesinde, Asli Lider tarafından gerçekleştirilmişti; burada, geride kalanların ya da yoldan sapanların her türlü olumsuz tesirinden uzaktaydılar.

Lider’in üstlendiği vazife, müritlerini, o ana dek yönetildikleri ve belli belirsiz hissedilen fakat açıkça anlaşılmayan ilkeleri kendi ruhlarında, kendi düşünce yetileriyle kavrayabilecekleri noktaya getirmekti. İnsanlar bilinçsiz olarak izledikleri İlahi Kuvvetler’i idrak etmek zorundaydılar. Buraya dek tanrılar insanları Habercileri aracılığıyla yönlendirmişti; şimdi insanlar bu İlahi Varlıklar hakkında bilgi sahibi olacaktı. Bunlar kendilerini İlahi Kudret’in uygulayıcı organları olarak görmeyi öğreneceklerdi. Böylece, tecrit edilen grup önemli bir kararla karşı karşıya kalmıştı. İlahi Lider, kendi aralarında ve insan suretindeydi. Bu tür İlahi Haberciler’den insanlar daha önce, ne yapacakları ya da ne yapmayacaklarına dair talimatlar ve emirler almışlardı. İnsanlar, duyuları aracılığıyla algılayabilecekleri şeyleri işleyen bilimler konusunda eğitilmişti. İnsan evladı, dünyanın İlahi Denetim altında olduğunu belli belirsiz hissetmiş, bunu kendi eylemlerinde fark etmiş, ama bu konuda net bir bilgiye erişememişti.

Şimdi liderleri kendilerine tamamen yeni bir biçimde hitap ediyordu. Kendilerine, görünürde karşılaştıkları şeyleri Görünmeyen Güçler’in yönettiğini ve kendilerinin de bu Görünmeyen Güçler’e hizmet ettiklerini, bu Görünmeyen Güçler’in Yasaları’nı kendi düşünceleriyle gerçekleştirmek zorunda olduklarını öğretti. İnsanlar doğaüstü nitelikteki İlahi Kudret’ten haberdar oldular. Görünmeyen spiritüelin, görünür fizikselin yaratıcısı ve koruyucusu olduğunu duydular. Buraya dek, kendi görünür İlahi Habercileri’ne, yani İnsanüstü İnisiyeler’e saygı göstermişler ve bunlar aracılığıyla da yapılacak ve yapılmayacak olanlar kendilerine bildirilmişti. Fakat şimdi, İlahi Haberci’nin kendilerine doğrudan tanrılardan söz etmesine layık görülmüşlerdi. Manu, müritlerine tekrar ve tekrar kuvvetli sözcüklerle hitap etmişti: “Şimdiye kadar sizi yönlendirenleri gördünüz, fakat sizin görmediğiniz daha Yüksek Liderler bulunuyor. Siz bu Liderlere tâbisiniz. Görmediğiniz Tanrı’nın Emirleri’ni yürüteceksiniz ve kendiniz için suretini oluşturamayacağınız Tek’e itaat edeceksiniz.” Böylece, yeni ve en yüksek Emir, Asli Lider tarafından seslendiriliyor ve hiçbir duyusal-görsel suretin betimleyemeyeceği ve bu yüzden de hiçbir suretinin yapılmaması söz konusu olan bir Tanrı’ya saygı gösterilmesini salık veriyordu. İnsanlığın beşinci kök-soyunun bu büyük temel Emrinden, şu iyi bilinen emir ortaya çıkmıştır: “Kendin için put oyma, yukarıda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın.” (Tevrat, Çıkış: 20/4).

Asli Lider olan Manu, yaşamın belirli bölümlerinde O’nun niyetlerini uygulayan ve yeni soyun gelişmesi üzerinde çalışan diğer İlahi Haberciler tarafından destekleniyordu. Çünkü tüm yaşamın, dünyanın İlahi bir Yönetim’e tâbi olmasına ilişkin yeni bir telakkiye göre düzenlenmesi söz konusuydu. Her yerde insanların düşünceleri görünür-den görünür olmayana yönlendirilmeliydi. Yaşam, doğanın güçleri tarafından belirlenmektedir. İnsan yaşamının gidişatı, gündüz ve gece, kış ve yaz, güneş ışığı ve yağmura bağlıdır. Bu etkin, görünür olayların, görünmeyen İlahi Güçler’le nasıl bağlantılı oldukları ve insanın kendi yaşamını bu Görünmeyen Güçler uyarınca düzenlemek amacıyla nasıl davranması gerektiği kendisine gösterilmişti. Tüm bilgi ve tüm emekler bu doğrultuda izlenmeliydi. Yıldızların izlediği rotada ve hava durumunda, insan ilahi kurallar ve ilahi bilgeliğin zuhurunu görmeliydi. Astronomi ve meteoroloji bu anlayışla öğretilmişti. İnsan kendi emeğini, kendi ahlaki yaşamını, İlahi Kudret’in bilgece yasalarına karşılık gelecek biçimde düzenlemeliydi. Yaşam, tıpkı ilahi düşüncelerin yıldızların devinimi ve hava değişimlerinde aranmasında olduğu gibi, İlahi Emirler uyarınca buyrulmuştu. İnsan kendi eserlerini, özveri eylemleri aracılığıyla tanrıların takdirleriyle uyumlu bir hale getirmeliydi.

İnsan yaşamında her şeyi Yüce Âlemler’e doğru yönlendirmek, Manu’nun gayesiydi. Tüm insan faaliyetleri, tüm kurumlar, dini bir karakter taşımalıydı. Bunun sayesinde, Manu beşinci kök-soya bahşedilen gerçek Vazife’yi başlatmak istedi. Bu soy kendini kendi düşünceleriyle yönetmeyi öğrenmeliydi. Fakat bu tür bir özkararlılık, ancak insan aynı şekilde kendini Yüce Güçler’in hizmetine verdiği takdirde iyiliğe götürür. İnsan kendi düşünce yetisini kullanmalıdır, fakat bu düşünce yetisi İlahi Kudret’e adanma sayesinde de kutsanmalıdır.

İnsan o dönemde neler meydana geldiğini ancak, düşünce yetisinin gelişiminin, beşinci Atlantis alt-soyu ile birlikte başlayarak, aynı zamanda başka bir şeye de yol açtığını bildiği takdirde bütünüyle anlayabilir. Belirli bir açıdan insanlar bilgi ve sanatlara sahip olmayı başarmışlardı, ki bunlar yukarıda belirtilen Manu’nun kendi gerçek Vazifesi olarak ele alabileceği şeylerle yakın bir bağlantı oluşturmuyordu. Bu bilgi ve bu sanatlar ilk önce dinsel karakterden yoksundu. Bunlar insana öyle bir biçimde gelmişlerdi ki, insanın bunları kendi çıkarlarının, kendi kişisel gereksinimlerinin hizmetine sunmaktan başka bir şey düşünmesi mümkün değildi.[6 - Şimdilik bu bilginin ve bu sanatların kökeni hakkında açıklama yapma iznimiz yoktur. Bu yüzden de Akaşa Kayıtları’nın bu konuyla ilgili bölümü verilememektedir.] Bu tür bilgiye, örneğin insan faaliyetlerinde ateşin kullanımının girdiğini söyleyebiliriz. Atlantis’in ilk döneminde insanlar ateşi kullanmamışlardı, çünkü yaşam gücü onun emrindeydi. Fakat zamanın geçmesi ile birlikte bu güçten giderek daha az yararlanabilecek bir konuma geldi, böylece cansız nesnelerden araçlar, aletler yapmayı öğrenmesi gerekti. Bu amaçla da ateşi kullandı. Diğer doğal güçlere ilişkin olarak da benzer koşullar hüküm sürdü. Böylece insan, bunların İlahi Kökeni’nin bilincinde olmadan, bu tür doğal güçlerden yararlanmayı öğrendi. Bunun böyle olması gerekiyordu. Düşünce yetisine hizmet eden bu şeyleri dünyanın İlahi Düzeni’yle ilişkilendirmesi yönünde insana hiç baskı yapılmamalıydı. Daha çok bunu gönüllü olarak kendi düşüncelerinde yapmalıydı. Manu’nun niyeti insanları, bağımsız olarak, içsel bir ihtiyaçtan hareketle, bu tür şeyleri dünyanın Yüce Düzeni’yle bir ilişki içine getirecekleri noktaya ulaştırmaktı. İnsanlar ulaştıkları içgörüyü, tamamen kişisel çıkarlara yönelik olarak ya da daha yüce bir dünyanın dinsel hizmetinde kullanıp kullanmamayı seçebilirlerdi.

Eğer insan, daha önce kendisini dünyanın İlahi Yönetimi içinde bir bağlantı olarak görmesi yönünde baskı altına alınmışsa (ki bununla örneğin, düşünce yetisini kullanmasına gerek olmadan yaşam gücü üstündeki egemenlik kendisine verilmişti), şimdi de doğal güçleri düşüncelerini İlahi Kudret’e yönlendirmeden kullanabilirdi.

Manu’nun çevresine topladığı insanların tümü değil de sadece birkaç tanesi bu kararın altından kalkacak güçteydi. İşte ancak bu birkaç kişiden Manu gerçekten de yeni soyun tohumunu oluşturabilirdi. Bunların gelişimini ilerletmek amacıyla bunlarla birlikte inzivaya çekilirken, diğerleri insanlığın geri kalanının arasına karıştı. Nihayet, Manu’nun çevresinde toplanan bu az sayıda insandan, günümüze dek beşinci kök-soyun gerçek gelişim tohumlarını oluşturan kişilerin nesli geldi. Bu nedenle aynı zamanda, bu beşinci kök-soyun tüm gelişimi boyunca iki özellik süregelmiştir. Bu özelliklerden biri yüce fikirlerin harekete geçirdiği insanlara özgüdür, ki bunlar kendilerini İlahi, Evrensel bir gücün çocukları olarak görürler, diğeri ise her şeyi kişisel çıkarların, egoizmin hizmetine sunanlara aittir.

Bu ufak müritler topluluğu, yeni anlayışla hareket etmek için yeterince güçleninceye dek ve bunun üyelerinin bu yeni anlayışı, önceki soylara ait insanlığın geri kalanına götürmek üzere dışarıya çıkmaları mümkün olana dek, Manu’nun çevresinde kalmayı sürdürdü. Bu yeni anlayışın çeşitli insanlar arasında, kendilerini farklı alanlarda geliştirme şekillerine göre, farklı bir yapıya bürünmesi doğaldır. Eskiden arta kalan özellikler, Manu’nun habercilerinin dünyanın çeşitli kısımlarına taşıdıkları bilgilerle harmanlandı. Böylece, çeşitli türden yeni kültürler ve uygarlıklar ortaya çıktı.

Manu’nun çevresindeki mürit topluluğundan en yetkin şahıslar, diğer insanlara öğretmenlik yapabilsinler diye, Manu’nun İlahi Bilgeliği’ne tedricen ve doğrudan inisiye edilmek üzere seçildiler. Eski İlahi Haberciler’e böylece yeni tür bir İnisiye de eklenmiş oldu. Bu inisiyeler, kendi düşünce yetilerini tıpkı kendi hemcinsleri gibi dünyevi bir biçimde geliştiren kişilerden oluşuyordu. Bundan önceki İlahi Haberciler (ve aynı zamanda Manu) için bu geçerli değildi. Onların gelişimi Yüce Âlemler’e aitti. Onlar kendi Yüce Bilgelikleri’ni dünyevi koşullara sunmuşlardı. Bunların insanlığa verdikleri, “Yukarı’nın İhsanı”ydı. Atlantis döneminin ortasından önce insanlar, kendi güçleriyle İlahi Kurallar’ın ne olduğunu kavrayabilecekleri noktaya erişmemişlerdi. Şimdi (belirtilen zamanda) bu noktaya ulaşacaklardı. Dünyevi düşünce kendisini İlahi Kudret kavramına yükseltecekti. Beşeri inisiyeler kendilerini İlahi olan ile birleştirmişlerdi. Bu durum, insan soyunun gelişmesindeki önemli bir devrimi temsil eder. İlk Atlantisliler henüz kendi liderlerini İlahi Haberciler olarak mütalaa edip etmeme seçimine sahip değillerdi. Çünkü İlahi Haberciler’in gerçekleştirdiği, kendini Yüce Âlemler’in işi olarak dayatmıştı. Bu, İlahi bir Köken’in damgasını taşıyordu. Böylece, Atlantis döneminin Habercileri, kendi güçleri tarafından kutsanan, bu gücün kendilerine verdiği ihtişam ile çevrili Varlıklar’dı. Dışsal bir bakış açısına göre, daha sonraki dönemlerin beşeri inisiyeleri, insanlar arasındaki insanlardır. Fakat bunlar Yüce Âlemler’le ilişkilerini sürdürürler ve İlahi Habercilerin vahiyleri ile tezahürleri kendilerine ulaşır. Sadece istisnai olarak, yüce bir zorunluluk ortaya çıktığında, yukarıdan kendilerine bahşedilen belirli güçleri kullanırlar. Böylece, insanların bildikleri yasalar ile açıklayamadığı ve dolayısıyla da haklı bir biçimde mucize olarak gördükleri işleri gerçekleştirirler.

Fakat tüm bunların amacı, insanlığın kendi ayakları üzerinde durmasını, kendi düşünce yetisini tam olarak geliştirmesini sağlamaktır. Günümüzde beşeri inisiyeler, halk ve Yüce Güçler arasında aracı işlevini görürler ve insanın İlahi Haberciler’le iletişime girmesini sadece inisiyasyon mümkün kılar.

Beşeri inisiyeler, yani kutsal öğretmenler, beşinci kök-soyun başlangıcında insanlığın geri kalanının liderleri oldular. Tarihöncesinin büyük rahip kralları -ki tarihte bunlardan söz edilmez de daha çok efsane dünyasında yer alırlar- bu inisiyelerin arasından çıkmışlardır. Yüce İlahi Haberciler, dünyadan giderek çekilmiş ve liderliği bu beşeri inisiyelere bıraksalar da söz ve eylemde onlara destek olmuşlardır. Bu böyle olmadığı takdirde, insan kendi düşünce yetisini özgürce kullanmaya hiçbir zaman ulaşamayacaktı. Dünya ilahi yönetim altındadır, fakat bunu kabul etmesi için insana baskı uygulanmayacaktır. Bunu özgür düşünce sayesinde görmeli ve anlamalıdır. Bu noktaya ulaştığı zaman, inisiyeler kademeli olarak gizlerini kendisine açacaklardır. Fakat bu birden meydana gelemez. Beşinci kök-soyun bütün gelişimi bu amaca doğru ağır ağır alınan bir yoldur. İlk başta Manu, müritlerini tıpkı çocukları gibi yönetti. Sonra liderlik giderek beşeri inisiyelere aktarıldı. Bugün gelişme hâlâ, insanların bilinçli ve bilinçsiz eylem ve düşüncesinin bir karışımından oluşur. Sadece beşinci kök-soyun sonunda ve altıncı ve yedinci alt-soylar boyunca yeterince çok sayıda insan bilgeler haline geldiğinde, İnisiyeler arasında en büyüğü Kendini açıkça Onlara gösterebilecektir. Böylece bu beşeri inisiye, tıpkı Manu’nun dördüncü kök-soyun sonunda yaptığı gibi, Asli Liderliği deruhte edebilecektir. Dolayısıyla, beşinci kök-soyun eğitimi, tıpkı bu beşinci kök-soyun tohumunu atan soyun, İlahi Manu’yu takip etmesi gibi, insanlığın büyük bir kısmının beşeri bir Manu’yu özgürce takip etmesini öngörür.[7 - Yüce Varlıklar’ın yerlerini nasıl giderek Yüce İnisiyeler’in ve onların yerlerini de Kutsal Krallar’ın aldığı, Teozofi Cemiyeti’nin en önde gelen isimlerinden H. P. Blavatsky’nin Secret Doctrin (Gizli Öğreti) adlı kitabında ayrıntılı olarak gözler önüne serilmektedir. (ç.n.)]

3

Lemuryalılar

A kaşa Kayıtları’ndan, insanlığın gelişiminde çok uzak tarihöncesi bir döneme değinen bir kısım, bu bölümde açıklanacaktır. Bu dönem, yukarıda verilen açıklamalarda tanımlanan dönemden önce gelir. Biz burada insanlığın üçüncü kök-soyu İle ilgileniyoruz, ki Teozofi kitaplarında bunun Lemurya kıtasında yaşadığı söylenir. Bu kitaplara göre, bu kıta Asya’nın güneyinde yer alıyordu ve yaklaşık olarak Seylan’dan Madagaskar’a kadar uzanıyordu. Günümüzün Güney Asya’sı ve Afrika’nın bazı kısımları da buna aitti.

Akaşa Kayıtları’nın şifresinin çözülmesinde mümkün olan bütün özen gösterilirken, bu metinlere yönelik olarak hiçbir dogma iddiasında bulunulamayacağını vurgulamalıyız. Eğer ilk başta, günümüzden öylesine uzak olayların ve bilgilerin okunması kolay gelmezse, görülüp de günümüz diline aktarılan bir bilginin çevirisi neredeyse aşılamaz engeller ortaya koyar.

Tarihler daha sonra verilecektir. Tüm Lemurya dönemi ve aynı zamanda günümüze dek bizim beşinci kök-soy dönemi tartışıldığında, bunlar daha iyi anlaşılacaktır.

Burada bahsedilen şeyler, bunları ilk kez okuyan bir okültist için bile şaşırtıcıdır, “şaşırtıcı” sözcüğü istenilen anlamı tam olarak veremese bile. Dolayısıyla, bunlar ancak çok dikkatli bir incelemeden sonra başkasına aktarılmalıdır.

Dördüncü olan Atlantis kök-soyundan önce, Lemuryalılar denilen kök-soy yaşamıştı. Bunun gelişimi sırasında, dünya ve insanlar açısından son derece büyük önem taşıyan olaylar meydana geldi. Burada, önce bu kök-soyun yapısına dair bilgi verilecek, sonra bu olaylar tartışılacaktır. Bu soy arasında hafıza henüz gelişmemişti. İnsanlar nesneler ve olaylar hakkında fikir sahibi olabilirken, bu fikirler hafızada kalmıyordu. Dolayısıyla, bunlar gerçek anlamda henüz bir dile de sahip değillerdi. Daha çok bunların dile getirdikleri, kendi duygularını, sevinç, neşe, acı vs. ifade eden doğal seslerdi, fakat bunlar dışsal nesneleri belirtmiyordu.

Fakat fikirleri, sonraki insanlara kıyasla oldukça farklı bir kuvvete sahipti. Bu kuvvet aracılığıyla çevrelerine etki ediyorlardı. Diğer insanlar, hayvanlar, bitkiler, hatta cansız nesneler bu etkiyi hissedebilir ve sadece fikirlerden etkilenebilirlerdi. Bu nedenle Lemuryalı, diğer insanlarla, bir dile gerek duymadan iletişim kurabilirdi. Bu iletişim bir tür “düşünce okuma”ya dayalıydı. Lemuryalı kendi fikirlerinin kuvvetini, doğrudan, kendisini çevreleyen nesnelerden alıyordu. Bu kendisine, bitkilerin büyüme enerjisinden, hayvanların yaşam gücünden akıyordu. Bu şekilde bitkileri ve hayvanları kendi içsel hareketlerinde ve yaşamlarında anlıyordu. Hatta aynı yolla, cansız nesnelerin fiziksel ve kimyasal güçlerini bile anlıyordu. Bir şey inşa ettiğinde, önce bir ağaç gövdesinin yük taşıma haddini, bir taşın ağırlığını hesaplamak zorunda değildi; ağaç gövdesinin ne kadar taşıyabileceğini, görünürdeki taşın ağırlığı ve boyu ile nereye uyacağını, nereye uymayacağını anlayabilirdi. Dolayısıyla Lemuryalı, mühendislik bilgisi olmaksızın, bir tür içgüdüsel kesinlik ile hareket eden kendi hayal gücü yeteneğine dayanarak inşaat yapıyordu. Ayrıca, büyük ölçüde, kendi bedeni üzerinde egemenliği vardı. Gerekli olduğu takdirde, iradesinin ufacık bir çabasıyla kolunun kuvvetini arttırabilirdi. Örneğin, sadece iradesini kullanarak büyük yükler kaldırabilirdi. Eğer daha sonra Atlantisliye yaşam gücünü denetim altına alması yardımcı olmuşsa, Lemuryalı da iradesine hükmetmesinden yararlanmıştı. Kendisi (bu ifade yanlış yorumlanmamalıdır) düşük düzeydeki beşeri faaliyetlerinin tüm alanlarında doğuştan bir sihirbazdı!

Lemuryalıların amacı; iradenin, hayal gücü yeteneğinin geliştirilmesiydi. Çocukların eğitimi bütünüyle buna yönelmişti. Erkekler en kuvvetli biçimde katı olmayı öğrenirlerdi. Bunlar tehlikelerden geçmeyi, acının üstesinden gelmeyi, cesaret gerektiren eylemleri gerçekleştirmeyi öğrenmeliydiler. İşkencelere dayanamayanlar, tehlikelerden geçemeyenler, insanlığın yararlı üyeleri olarak görülmezlerdi. Bu tür çileler altında yok olmaya terk edilirlerdi. Akaşa Kayıtları’nın bu çocukların eğitimi ile ilgili gösterdikleri, çağdaş insanın en cesur hayallerinde bile canlandırabileceği her şeyin ötesindedir: Sıcağa hatta kızgın bir ateşe dayanmak, bedeni sivri uçlu nesnelerle deldirmek oldukça yaygın işlemlerdi.

Kızların eğitimi de farklıydı. Kız çocuk da aynı şekilde sertliğe alıştırılırken, diğer her şey onun kuvvetli bir hayal gücünü geliştirmesine yönelikti. Örneğin, sırf dehşetli güzelliğini sakince hissetmesi amacıyla fırtınaya bırakılırdı; sırf önünde gördüğü kuvvet ve gücü takdir etsin diye erkeklerin dövüşlerine korkusuzca tanık olmak zorundaydı. Böylece kız çocuklarında hayal kurma ve fantezi eğilimleri gelişti; bunlara son derece değer veriliyordu. Hafıza var olmadığı için, bu eğilimler yozlaşamazdı. Söz konusu hayali ya da fantezi tasavvurlar, sadece buna karşılık gelen dışsal bir neden olduğu müddetçe sürüyordu. Dolayısıyla, dışsal nesnelere dayalı gerçek bir temele sahiplerdi. Kendilerini dipsiz derinliklerde kaybetmiyorlardı. Bu, diğer bir deyişle, doğanın dişil ruha aktarılmış olan kendi fantezisi ve hayaliydi.

Lemuryalılar, son dönemleri hariç, bizim bildiğimiz anlamda evlere sahip değillerdi. Doğanın, kendilerine bu olanağı tanıdığı yerlerde yaşıyorlardı. Kullandıkları mağaralar sadece gerekli olduğu ölçüde değiştirilir ve büyütülürdü. Daha sonra bu tür mağaraları kendileri yapmışlardı ve o dönemde bu tür inşaatlar için büyük ustalık geliştirmişlerdi. Buna karşın, daha fazla sanatsal inşaatları gerçekleştirmedikleri de düşünülmemelidir. Fakat bunlardan ev olarak yararlanılmıyordu. En erken dönemlerde, bunlar, doğadaki unsurlara insan yapımı bir biçim kazandırma arzusundan doğmuştu. Tepeler, şekli insana neşe ve sevinç katacak bir biçimde yeniden tasarlanmıştı. Aynı amaç için ya da belirli faaliyetlerde kullanılmak üzere taşlar bir araya toplanmıştı. Çocukların sertliğe alıştırıldıkları yerler, bu tür duvarlarla çevriliydi.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1170 форматов)