banner banner banner
Yeni bir hayat
Yeni bir hayat
Оценить:
 Рейтинг: 0

Yeni bir hayat


–Narkissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç farketmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.”

İşte güzel bir hikaye…

Herkes kendi yaşamının biriciğidir, vazgeçilmezidir.

Herkes kendi dünyasının sultanıdır. Sultanıdır, fakat kendini Narkissos ölçüsünde sevmeye de tıp dilinde “Narsizm” denir. Ve hastalıktır.

Kendini narsist bir ölçüde sevmek, sevgi anlamında kendine odaklanmak sevgisizlik demektir. Paylaşacak sevgisi olmayanların sevgisi, sevgi değildir.

Diğerleri olmazsa varlığımızın anlamı ne olur ki? Bizi biz yapan, bizi farklı kılan çevremizdekilerdir. Eğer farklıysak diğerlerinden bunu da diğerlerine borçluyuz. Bir papatya tarlası düşleyin. Bembeyaz bir örtü. Bu beyaz örtünün içinde kırmızı bir gelincik düşleyin şimdi de. Ne kadar da kendini gösterir o gelincik beyazlığın içinde. Yüzlerce, binlerce papatyanın arasında ortaya çıkan gelincik farkedilmesini, farklılığını papatyalara borçludur. Unutmayın yalnız değilsiniz, iyi ki de değilsiniz.

ZİHİNSEL FİTNESS

1. Hayal edin çevrenizde kim/kimler olmasaydı daha mutlu ve iyi bir hayatınız olurdu?

2. Peki şimdi tekrar düşünün bakalım o/onlar’ın hayatınza, size kattığı öğrettiği hiç mi bir şey yok? Emin misiniz?

SAHİPSİZ AT…

Milton Erikson’ın bir hikayesi yaşam yolunda, çevremizle ilişkimizde, kişisel liderlik yolculuğumuzda bize ışık tutuyor.

“Ben çocukken bir çiftlikte yaşadım. Günün birinde bu çiftliğin avlusuna sahipsiz bir at çıkageldi. Bu atın nereden geldiğini hiç kimse bilmiyordu, çünkü üstünde kimliği veya geldiği yeri gösteren bir işaret yoktu. Atı sahiplenmemizin de olanağı yoktu, çünkü böyle bir atın bir sahibinin olacağı kesindi.

Babam bu atın sahibini bulmaya karar verdi. Ata binip, onu çiftlik yoluna çıkardı ve sadece atın içgüdüsüne güvenerek onun kendi evini bulmasına güvendi. Babamın ata tek müdahalesi atın yoldan çıkıp yol kenarında bir şeyler otlamak için hareket ettiğinde oluyordu. At her yoldan çıkışta babam tarafından güçlü bir şekilde yola geri dönmesi için yönlendiriliyordu.

Bu şekilde çok zaman geçmeden atın sahibinin çiftliğini bulduk. Sahibi atı tekrar karşısında görünce çok şaşırıp kaldı ve babama; ‘Atın buraya, bize ait olduğunu nasıl bildiniz?’ diye sordu. Babam, ‘Ben bilmedim, atınız bildi. Benim tek yaptığım onu yolun üzerinde tutmaktı.’ dedi.”

Sizce yaşamımızı nasıl yönetmeli ve yönlendirmeliyiz?

Günü yakalayın.

Anı yaşayın.

Yaşam kendi yolunu bulur. Siz onu sadece beyin ve yürek dengesinde tutun yeter.

Kendinizi geçmişinize, geçmişin mutluluklarına, mutsuzluklarına bağlı bırakmayın. Önünüze bakın. Her yeni gün yenilenebilir, hayata yeniden başlayabilirsiniz. Anı yaşamıyorsanız huzuru, mutluluğu bulamazsınız. Şimdiki zamanda olma yeteneğine sahip olmalısınız. Daha önce binlerce kez geçtiğiniz yolları, yüzlerce kez bulunduğunuz mekanları sanki ilk defa görüyormuş, yepyeni bir yermiş gibi yaşamalısınız. İş arkadaşlarınıza, sevdiklerinize, arkadaşlarınıza, konuştuğunuz, iletişim ve ilişki içinde bulunduğunuz herkese onlarla ilk kez karşılaşıyormuşcasına daha önce konuşmamışcasına dikkatinizi verin. Gerçekten orada olun. Bugünde olun. Tek bir şeyi bile atlamayın. Bugünün geçmiş olmasını beklemeden tadını çıkarın.

Çoğumuz geleceğe, geleceklerimize umutla bakar, ona bel bağlarız. Kimi gelecekte yaşar, kimi geçmişte. Kiminin hayallerini daha ulaşamadığı, ulaşacağı da şüpheli olan bir dünya süslerken, kiminin de rüyaları geçmiştedir. Bunların hepsi bizi bugünden uzaklaştırır. Bu anın dışında bırakır. Hayallerinizden vazgeçin demiyorum, geçmişi silin atın da demiyorum. Ancak bu anı yaşayın, yaşadığını anın tadını çıkarın diyorum.

Geçmiş arkamızda kaldı bir şey yapamayız, geleceğin ne getireceğini de bilemeyiz ancak bugün bizim için gerçektir. Onun değerini bilebiliriz. Bugünü anlarsak ve yaşarsak işte o zaman geleceği de kurabiliriz. Elimizde olan tek zaman dilimi bugündür. Yaşamdaki en zorlu mücadelelerimizden biri, bugünü hakkı ile yaşamaktır. Bu gerçekten büyük mücadele gerektirir. Sadece ve sadece bugün tüm olanakları içerir. Gerçek olan bugündür. Geçmişi ve geleceği bir tarafa koyduğunuzda bugünün değerini daha iyi anlayabiliriz. Kendimizi sürekli yolun üstünde tutmak zorundayız.

ZİHİNSEL FİTNESS

1. Geçmişe mi, geleceği mi daha çok takıntılısınız, hangisini daha çok düşünüyorsunuz?

2. Peki günün tadını çıkarmasını, günü yaşamayı bilip ve şükrediyor musunuz?

SEVMEK Mİ, KORKMAK MI?

Korku toplumuyuz. Bize sevgi ile yaklaşılacak her şeye korku ile itaat etmeyi öğrettiler.

Annemizden, babalarımızdan korkarak, çekinerek büyütürler bizi. Komşu teyzelerden, bakkal amcalardan, abimizden, ablamızdan korkarak büyürüz.

Mahallenin delisinden, ev sahiplerinden, okul müdürümüzden, öğretmenimizden, bizi koruyan polis amcalardan, ablalardan, başbakandan, vergi dairesinden korkarız.

Camideki imam dini bize korkutarak öğretir, yemeğimizi yemezsek bizi öcüler alacaktır, dersimizi çalışmazsak dayak yemekten korkarız.

Çimlere özgürce basmaktan, içten gelerek kahkahalarla gülmekten, hüngür hüngür ağlamaktan, yayılarak oturmaktan korkarız hep…

Büyürüz yine korkarız.

Trafik polisinden, dişçiden, doktordan korkarız. Otobüs, minibüs şoföründen korkarız.

Karımızdan, kocamızdan korkarız. İşyerlerimizde amirimizden, şefimizden, genel müdürümüzden korkarız.

Askerde çavuşumuzdan, komutanımızdan korkarız.

Hayatı bize hizada yaşatırlar. Tüm amaç bizi hizaya sokmaktır. İtaat etmemizi isterler.

Korkularımız bizi endişelendirir, güçsüz bırakır, huzursuz eder, strese sokar.

Zaten istenen de budur ya.

İnsana has bir duygudur korku. Ancak biz biraz daha fazla korkarız. Yok biraz değil, çok çok fazla korkarız.

Bizi AB’ye almayacaklar diye korkarız, laiklik elden gidiyor, din elden gidiyor diye korkarız, diktatörlük gelecek diye, savaş çıkacak diye korkarız.

Çocuklarımızın geleceğinden, kendi geleceğimizden korkarız. “Ne olacak bu memleketin hali?” der yine korkarız.

Kimimiz insanlardan korkar, kimimiz hayvanlardan. Kimi doğadan korkar, kimi şehirden. Kazandıklarımızı kaybetmekten, koltuğu kaybetmekten, hayallerimizin gerçekleşmemesinden korkarız.

Korktuğumuz şeyin başımıza gelmesinden de korkarız. Soru sormaktan, özgürce düşünmek ve sorgulamaktan, farklı olmaktan korkarız. Sevmekten bile korkarız. Korkuyu hepimiz yaşarız her gün, her an.

Her geçen gün daha fazla nüfusu artan bir korku toplumu olur çıkarız farkında bile olmadan.

Çığ gibi büyür korkularımız. Korkularımızdan kurtulmak için de bir şey yapmayız, ya da yapamayız. Yapmaktan korkarız belki de.

Başaramamaktan korkarız. Eğer yaparsak sonucun ne olacağını bilmediğimizden korkarız. Belki de en iyi bildiğimiz şey korkmaktır. En çok korku duygusunu severiz. İçten içe korkarız. Sadece korkarız.

Korkma işini de korkutma işini de çok iyi yaparız. Kendine güvenmekten, cesaretli olmaktan, inançlı, tutkulu, coşkulu yaşamaktan daha iyi yaparız bu işi.

Korktuğumuz şeylerin çoğundan neden korktuğumuzu bilmeden korkarız. Çünkü itaat etmek öğretilmiştir bize dedik ya.

Sorarsak, sorgularsak başımıza kötü şeyler gelir diye korkar susarız. Sorgusuz, sualsiz korkuları kabul ederiz. Eğer bilirsek neden korktuğumuzu, korkmanın bir alemi olmadığını da biliriz.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1180 форматов)