banner banner banner
Yeni bir hayat
Yeni bir hayat
Оценить:
 Рейтинг: 0

Yeni bir hayat


Yaşamak, sevmekse bil ki sevdiğin seni sevmese de olur, önemli olan senin sevgindir…

Yaşamak, vermekse bil ki bu karşılıksız olmalıdır…

Yaşamak, bir canlı ise bil ki bazen sümüklü böcek de olabilmeli insan, arkasında iz bırakmak için…

Yaşamak, bir ırmaksa bil ki hiçbir şey bir öncekinin aynı değildir…

Yaşamak, hissetmekse bil ki tüm hücrelerinle hissetmelisin…

Yaşamak, mücadele etmekse bil ki vazgeçmen yaşamın umurunda değildir…

Yaşamak, bir yolculuksa bil ki önce kendi içinde yapmalısın onu…

Yaşamak, engelli bir yarışsa bil ki en zor engeller kendi önüne koyduklarındır…

Yaşamak, mutlu olmaksa bil ki aradığın asıl şey huzurdur…

Yaşamak, senin içinse bil ki herkes içindir de…

Yaşamak, bir trafik ışığıysa bil ki önemli olan senin içindeki ışıktır ve her zaman yeşil yanmalıdır…

Yaşamak, bilmekse geleceği bil ki en iyi yol kendi geleceğini yaratmaktır…

Yaşamak, sadece nefes alıp vermek değilse bil ki kendinden bir şeyler katmalısın ona…

ZİHİNSEL FİTNESS

1. Yaşamak sizce nedir, neye benzetiyorsunuz hayatı?

2. Yaşama kattığın şey nedir senin?

SINIRLAR…

Kendinizi ağzı mantarla kapanmış camdan bir şişenin veya camdan bir fanusun içinde hissettiğiniz zamanlar oluyordur. Etrafı görüyorsunuz, duyuyorsunuz, hatta hissediyorsunuz, fakat bir türlü o camdan sınırların dışına çıkamıyorsunuz.

Elinizi uzatsanız dokunacak-mışsınız gibi geliyor, fakat eliniz sert soğuk bir şeye dokunup, orada kalıyor.

Bizler eve yanlışlıkla girmiş ve camdan güneşe, dışarı doğru kaçmak isteyen sinekler, kelebekler gibi koşup, koşup camlara vuruyoruz. Kafalarımız değil ama yüreklerimiz yara alıyor. Fakat sineklerden bir farkımız var. Sinekler, kelebekler vazgeçmiyorlar. Bir daha, bir daha, bir daha deniyorlar.

Bizler ne yapıyoruz? Çok çabuk vazgeçiyoruz, pes ediyoruz, tuş oluyoruz. Hem de hemen, ilk denememizde…

Simurg’un hikayesinden dersler çıkarın. Kuşlar kendilerine bir kral seçmek isterler. Kral olmaya Kafdağı’nın ardında yaşayan Simurg’u (Anka Kuşu) uygun bulurlar. Hepsi birden Simurg’a giderek onun önünde yere kapanmak için yola koyulurlar. Yolculuk kolay değildir. Yolda kuşların yarısı ölür. Daha yedi alan daha geçmeleri gerekmektedir. Yedi alanı geçinceye kadar bir o kadar kuş daha ölür. Sonunda milyonlarca kuştan sadece otuz kuş kalır. Otuz kuş da yorgunluktan bitkin düşmüş, bitap haldedir. Kafdağı’na ulaştıklarında buldukları Simurg’un kendilerinden başka bir şey olmadığını görürler.

Simurg, farsça otuz kuş anlamına geliyor. Tasavvuf bilginlerinden Feridüddin Attar’ın bu hikayesi hayatta aradığımız şeyleri nasıl bulacağımızı bize gösteriyor. Mutluluğu, huzuru, başarıyı, sevgiyi, aşkı, dostluğu, gücü neyi arıyorsanız sonunda kendinizi bulursunuz.

Aradığınız her neyse sizin içinizdedir. Önce içinize bakacaksınız, aklınız ve yüreğinizde yolculuğa çıkacaksınız…

İç yolculuğunu yapmamış olanlar daha uzun olan başarı ve mutluluk yolculuğunda kendi engelleri ile karşılaşırlar. Çoğumuz da mutsuzluk ve başarısızlıklarımız için kendimiz dışında mazeretler buluruz. Bir suçlu, bir engelleyen vardır mutlaka.

Kendiniz dışında her şeyi değiştiriyorsunuz, bir de bakıyorsunuz ki yine mutsuz, doyumsuz ve huzursuzsunuz. Sorumluluğu başkalarının sırtına yükleyerek mutlu olamazsınız. Sınırlardan söz ederek mutlu olamazsınız. Bunları kabul etmek de kolay değildir. Kendinizden kaçarsınız. Fakat kabul etmeseniz yaşam yolunda sağlıklı ilerleyemezsiniz.Bizi sınırlayan şeffaf sınırlardan, kendi sınırlarımızdan, engellerimizden kurtulmalıyız. Sınırları kim koydu diye de düşünmeyin. Sınırları koyan da, kaldıracak olan da bizleriz.

Hayatımızı yaşanabilir kılmak bizim elimizde. İhtiyacımız olan gerçek güç, unvanlarımızdan, paramızdan, sahip olduğumuz eşyalardan gelmez. Gerçek gücümüzün kaynağı içimizden gelir. Çevremizdeki güçlü insanlara bakar imreniriz. Kendimizden başka neredeyse her şeyi herkesi güçlü görürüz. Doğanın gücü içinden gelmektedir, biz de doğuştan gelen bir güce sahibiz. Unutmuşsak bunun yeniden farkına varmalıyız.

Diğer insanları, çevreyi içinizden gelen sesten daha çok dikkate almaya başladığınız andan itibaren gücünüzü de kaybetmeye başlarsınız. Sınırlara mahkum olursunuz. Güce yeniden sahip olmak için hayatın sizin hayatınız olduğunu tekrar hatırlamanız gerekir.

Yaşamda önemli olan diğerleri değil asıl sizin ne düşündüğünüz, ne hissettiğinizdir. Başkalarını değil, sadece kendinizi mutlu etme gücüne sahipsiniz bunu unutmayın. Başkalarının değil, kendi sınırlarınızı kaldırma yolunda çaba göstermelisiniz. Diğerlerinin düşüncelerini, duygularını, sınırlarını kontrol edemezsiniz ancak kendinizi değiştirebilirsiniz. Siz kendi sınırlarınızı kaldırırsanız, başkalarına sınır olmazsınız. Bu kadar basit…

ZİHİNSEL FİTNESS

1. Sınırlar var mı önünüzde, varsa neler?

2. Sınırlarınızı koyan kim? Emin misiniz?

3. Sınırları kaldırmak için neler yaptınız?

4. Mücadeleye devam ediyor musunuz? Cevap “Hayır” ise neden?

AYNA, AYNA SÖYLE BANA…

“Ayna, ayna söyle bana istediğim gibi bir hayat yaşıyor muyum ve nerede benim düşlerim?”

Aynaya bakıyor musunuz? Mutlaka bakıyorsunuzdur. Her sabah, günün değişik saatlerinde aynaya bakıyoruz. Peki aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Saçlarınızı, kırışıklıkları, gözlerinizin şişliği, kaşınızı, gözünüzü, saçınıza düşen akları mı?

Kaçımız gözlerimizin içine bakıp geçmişimizi, heyecanlarımızı, tutkularımızı, düşlerimize ne kadar yaklaştığımızı veya ne kadar uzaklaştığımızı, nereden gelip nereye gittiğimizi düşünüyoruz?

İnsanın kendiyle göz göze gelmesi zordur, gözünün içine bakarak hayatını sorgulaması zordur. Bu nedenle aynaya bakarken gözümüzü kaçırırız kendi gözlerimizden. Aynanın karşısında bedenimize dalarken ruhumuzu yitiririz gözlerimizin derininde bir yerlerde.

Şöyle geçin bir aynanın karşısına ve geçmişinize bir dönün. Çocukluk günlerinize, gençliğinize.

Ben şimdi aynaya bakıyorum. Gözlerimin içine bakıyor ve düşlerime dalıp gidiyorum işte…

Bahçesinde dut ağacı, tavuk ve horozlar olan bir apartman dairesinde oturuyorduk ben çocukken. Siyah beyaz fotoğraflarım var hala artistik pozlar verdiğim ve artist gibi babamla birlikte çekildiğimiz. Annem gülümsüyor. Duvarlarda aile fotoğraflarımız asılı.

Annemin çocukluğu, dayımlar, teyzemlerin çocukluğu ve dedem ile anneannem poz vermişler. Hepsi ciddi. Tabi gülmek o kadar kolay değil o zaman. Fotoğraf çektirmek ciddi iş. Bizim de böyle aile fotoğraflarımız var. Ben, annem ve babam. Kardeşim yedi yıl sonra teşrif edecekler kıvırcık saçları ile. Halalarımla, amcalarımla, teyze ve dayılarımla fotoğraflarımız var.

Şimdi yerini digital teknoloji aldı, artık fotoğraf stüdyolarına da gitmiyoruz aile fotoğrafları için. Çektirmiyoruz da, çektirdiklerimize bakmıyoruz da. Bir kenara atıyoruz. Yıllar sonra, ne kadar gençmişim diye hayıflanırken bakıyoruz belki de. Gençliğimiz, düşlerimiz, heyecanlarımız, umutlarımız siyah beyaz fotoğraf karelerinde kalıyor. Yıllar geçtikçe de sararıp soluyor. Ben tekrar çektireceğim o fotoğraflardan ve duvarıma asacağım. Arkasına da hayallerimi, hedeflerimi yazacağım ki sonradan nereye ulaşmışım bileyim.

Bir kitabın adı, en sık kullandığım cümlerden birisiydi çocukluğumda “Bir maniniz yoksa annemler size gelecek”. Misafiri çok severdim. Gitmeyi de gelmelerini de. Evcilik oynardık kız çocukları ile. Biraz yaramazdım da galiba. Anneme sormalı doğrusunu. Evde her dolabı karıştırırdım. Annem çikolataları, şekerleri saklardı ben bulurdum. Muhallebileri soğusun diye yere bırakırdı ben hepsine parmaklarımı sokardım.

O zamanlar doğalgaz diye bir şey yoktu. Havagazı vardı, ispirto ocakları vardı. Evimizin o güzelim yemekleri orada pişerdi. Babamın gelmesini beklerdik akşam yemekleri için. Gelince ne kadar sevinirdim bilemezsiniz. Öğlenleri babam işten eve gelir öğle yemeğini yer öyle giderdi tekrar işe.

Ben de işe giderdim bazen onunla. Dairede resimler yapardım. Güzel resimler. Ben hiç çöpten adam çizmedim hayatımda biliyor musunuz? İlkokul ikinci sınıfta İsmet İnönü’nün karakalem portresini yapmış adamdım ben. Tarkan’ı, Karoğlan’ı severdim. Az mı Tarkan ve Kurt resmi çizdim. Fakat hep bir hobi olarak kaldı bu yeteneğim, sadece bir hobi. Çünkü metematik, çünkü coğrafya daha önemli ve ciddi işti resim çizmekten.

Siyah önlükle 10 Kasım günü ilkokulum Ergenekon İlkokulu’nda şiir okurken bir fotoğrafım var görmelisiniz. Saçlarım alaburus kesilmiş. Şimdilerde moda, fakat o zamanlar hiç de istemezdim böyle kesilmesini.

Kara kuru bir çocuktum. Bakınca ilkönce kara kaşlarını ve kara gözlerini gördüğünüz bir çocuktum ben o zamanlar. Öğretmenim karagöz diye severdi beni. Şimdi de oğluma “kara kuzu” diyorlar. İlkokul öğretmenimizi hiç unutmadık. Biz vefalıyız. Arar, sorarız birbirimizi hala.

Bana ilk alınan üç tekerlekli bisikletimi de hiç unutmam. Ben memur çocuğuydum birçoğunuz gibi. Annem ev hanımıydı. Bizsikleti ulustan almıştık. Dünyalar benim olmuştu. Babamı, annemi daha çok sevmiştim o gün. Sonradan öğrendim sevginin maddi şeylerle bağlantısı olmaması gerektiğini. Ama öğrendim ya önemli olan budur zaten. Öğrenmek.