Kadın, gözlerini pencereden ayırmadan:
“Neyi biliyormuşsun?” diye sordu.
“Bunların hepsinin senin işin olduğunu biliyorum, lanetli şey! Tüm bunları sen yaptın! Kahrolası! Kar fırtınası çıkarttın, posta arabacısının başını döndürdün. Hepsi senin eserin! Senin!”
Kadın, sakin bir sesle:
“Sen aklını kaçırmış aptalın tekisin.” dedi.
“Yok, ben bunu uzun zamandır fark ediyordum! Evliliğimizin daha ilk gününde fark ettim, nasıl bir kancık evladı olduğunu!”
Kadın istavroz çıkararak omuzlarını silkti.
“Lanet olsun sana! Hâlâ istavroz çıkararak kendini kandırıyorsun! Cadısın sen, cadı!” diye donuk ve ağlamaklı bir sesle devam ederken aceleyle burnunu gömleğinin kenarına sildi.
“Benim karım olarak ruhani bir rütben olsa da seninle ilgili gerçek hislerimi haykıracağım: Ne öyle? Kiliseye gir, ‘Tanrı’m! Merhamet et!’ diye yalvar. Geçen sene Daniel Peygamber ve üç gencin olduğu yerde de böyle kar fırtınası çıkmıştı, ustaları bize ısınmaya gelmişti. Hatırladın mı? Sonra başka bir zaman, Aziz Aleksiy Günü ırmaktaki buzlar çatlamıştı, polis memuruyla burun buruna gelmiştik. O gece seninle uzunca sohbet etmişti, ertesi gün adamın yanakları içe göçmüş, gözlerinin altında halkalar vardı. Ya? Spasovka’da da iki kez fırtına çıkmıştı, yine geceyi kilisede geçirmek için iki avcı gelmişti. Hepsini gördüm, o kahrolasıyla! Utancından kıpkırmızı olmuştun. Evet? Var mı savunulacak bir şeyin?”
“Hiçbir şey görmedin.”
“Ha, öyle mi! Bu kış, Noel arifesi, Girit’te gece gündüz devam eden şiddetli kar fırtınasında on şehit verilmişti. Sonra soyluların kâtibi yolunu kaybetmiş, gelmişti kiliseye, hatırladın mı? Ne iltifatlar, aman ne iltifatlar! Hem de kâtip bozuntusuna! Sümüklü herif yüzünden kilisenin kutsallığını kirlettiniz, pis herifle! Çarpık boyunlu, sümüklü, yamuk, çıban suratlı herif, tipsiz! Güzeldi ama sana değil mi? Çüş! İblis seni!”
Adam derin bir iç geçirdi, dudaklarını sildi ve dışarıdaki seslere yöneldi. Çan sesi yoktu ama rüzgâr kulübenin çatısından bir şeyler düşürdü, sonra pencerenin dışında yine uğuldadı.
“İşte, şimdi de!” diye devam etti Saveliy. “Bu posta arabasının etrafta dönüp durmasına şaşmamalı! Eğer seni aramıyorsa yüzüme tükür! Şeytan işini biliyor. Ooo… İyi yardımcı! Dönüp dolaştırıp o arabayı buraya getirir. Bi-li-yo-rum! Gö-rü-yo-rum! Benden saklayamazsın, iblisin dölü, pislik! Senin masken düşer düşmez tüm düşüncelerini anlamıştım.”
“Aptal herif!” diye sırıttı kadın. “Aptal, çalışmayan aklına göre ben mi yapıyorum bu kötü havayı?”
“Sırıt sen daha! Sen veya değil, ben artık biliyorum ki senin damarlarındaki kötü kan oynamaya başlayınca havalar berbatlaşıyor, görmüyor musun? Sonra salağın biri bizim evin yolunu tutuyor. Hep böyle olduğuna göre nedeni sensin!”
Adam kendini daha fazla ikna etmek için bir parmağını alnına koydu, sol gözünü kapattı ve şarkı söyleyen bir sesle şöyle söyledi:
“Ah deli! Lanetlenmiş kadın! Eğer cadı değil de normal bir insan olsaydın, o ustanın, avcının ve kâtibin, insan kılığına girmiş şeytanlar olduklarını aklın alırdı! Değil mi? İdrak ederdin!”
“Sen iyice aklını yitirmişsin, Saveliy!” diye içini çekti Raisa, acıyan gözlerle kocasına bakarak. “Babam hayattayken ve burada yaşarken civar köylerden, Ermeni çiftliklerinden, taşradan bir sürü insan gelirdi evimize, hastalıklarına çare bulmak için. Her gün çok sayıda insan geldi buraya dua etmeye, hiçbiri onlara şeytan demedi. Şimdi, soğuk ve kötü havalarda kimin yolu ısınmak için buraya düşse aptalca kuşkular giriyor senin kafana. Vay senin aklına!”
Saveliy bir an sustu. Çıplak ayaklarını iki yana açtı, başını önüne eğdi ve düşüncelere daldı. Aslında kuşkularından tam emin değildi. Bir an kayıtsız kaldı, aklı tamamen karışıktı, biraz daha düşünerek başını salladı ve şöyle dedi:
“Hepsi gençti onların, yaşlı ya da çelimsiz tipler değillerdi. Neden sence? Niyetleri ısınmak falan değildi, eğlenmekti! Bu dünyada kadınlar kadar kurnaz yaratık yoktur! Kuş beyinlidir hepsi ama iş kandırmaya gelince… Ah, hep iblisin hileleri! Kutsal Meryem kurtarsın sizi! Posta arabası geliyor bak! Ah-ah! Fırtına başladığı an, her şeyi hissettim ben! Örümcek kafalı seni!”
“Neden bana sadık kaldın o zaman, bu kadar lanetliysem? Ha?” Kadının sabrı taşmıştı. “Reçine gibi yapıştın bana.”
“Yapıştım ha, bu gece Tanrı korusun bir şey olursa… Dinle! Eğer bir şey olursa yarın şafakta Dyakovo’ya, Peder Nikodim’e gidip her şeyi anlatırım. Peder’e şunu diyeceğim: ‘Peder Niko-dim, beni bağışlayın ama karım bir cadı.’ O da ‘Nasıl?’ diye soracak. ‘Hım… Bilmek ister misiniz nasıl? Bağışlayın, böyle böyle…’ diyerek her şeyi anlatacağım ve ne acı olacak sana, uğursuz ihtiyar! Bil ki korkunç olacak ama bu âlemde cezalandırılacaksın! Senin gibi kadınlardan dua kitaplarında bahsedilmesi boşuna değil!”
Aniden pencereden o kadar yüksek sesler ve olağan dışı bir şekilde gürültüler geldi ki Saveliy’in yüzü korkudan sapsarı oldu ve oturdu. Karısı da yerinden fırladı ve bembeyaz oldu.
“Tanrı aşkına, açın kapıyı, ısınayım!” diye titreyen, kalın bir ses geldi derinden. “Orada kimse var mı? Lütfen merhamet edin! Yolumuzu kaybettik!”
“Kimsiniz?” diye sordu kadın, pencereye bakmaya korkarak.
“Posta arabacıları!” dedi, ikinci bir ses.
“Şeytanın işi şaşmadı!” dedi Saveliy, elini sallayarak. “İşte tam orada! Ben doğru söyledim… Hey, bana bak!”
Diyakoz yatağın önünde iki kez zıpladı ve kendini kuş tüyü yatağa attı, öfkeyle burnunu çekerek yüzünü duvara çevirdi. Çok geçmeden sırtında bir soğukluk hissetti. Kapı gıcırdayarak açıldı ve eşikte tepeden tırnağa karla kaplı, uzun boylu biri belirdi. Hemen arkasında üstü başı beyaz başka biri parladı.
“Çuvalları da getireyim mi?” diye sordu ikincisi, boğuk bir sesle.
“Onları orada bırakmayalım!” diyen birincisi, kapüşonunu çözmeye başladı, çözemeden başından yırtarak çıkardı, sobaya doğru fırlattı ve selam vermeden kapıdan içeri girdi.
Eprimiş bir üniforma ceketi giymiş, kirli kırmızı çizmeleriyle genç, sarışın bir postacıydı bu. Yürüyerek biraz ısındıktan sonra gelip masaya oturdu, kirli ayaklarını çuvallara uzattı ve başını yumruğuna dayadı. Kırmızı lekelerle dolu solgun yüzü, az önce yaşadığı acı ve korkunun izlerini hâlâ taşıyordu. Yakın zaman önce yaşadıkları sıkıntının, kötülükle karışmış ahlaki acının taze izlerini taşıyan yüzünde yuvarlak bir sakal vardı, kaşlarındaki ve bıyıklarındaki karlar eriyordu, yakışıklı bir adamdı.
“Köpeklere göre bir hayat!” diye homurdandı postacı, hâlâ sıcak bir odada olduğuna inanamıyormuşçasına duvara bakarak. “Yolda geberip gidecektik! Sizin yanan ateşiniz olmasaydı ne olurdu bilmem. Köpek gibi yaşıyoruz, sonumuz ne olur bilmeden!”
“Biz nereye geldik?” diye sordu sonra, diyakozun karısına bakarak.
“General Kalinovski’nin mülküdür. Buralara Gulyaevski Tepesi derler.” diye kızarıp sıkılarak yanıt verdi kadın.
“Duyuyor musun Stephan? Gulyaevski Tepesi’ne gelmişiz.” dedi, sırtında büyük deri çuvalla kapıdan girmeye çalışan posta sürücüsüne.
“Evet, çok uzaktayız!”
Kısık ve sıkıntılı bir sesle bunu söyleyen arabacı, bir iç çekerek dışarı çıktı ve biraz sonra daha büyük bir çuval daha getirdi. Sonra tekrar dışarı çıktı ve bu sefer kemerli, uzun, yassı bir kılıfın içinde; Judith Holofernes’in4 başının, yatağında kesilirken tasvir edildiği, meşhur kılıca benzer bir kılıçla geri döndü. Çuvalları duvar boyunca yığdıktan sonra dışarı çıktı ve bir pipo yaktı.
“Yol yorgunusunuz, çay içmek ister misiniz?” diye sordu diyakozun karısı.
“Neredeee… Çay içebilmek! Biraz ısınıp gitmemiz gerekiyor, yoksa posta trenine geç kalırız. On dakika daha oturup sonra yola koyuluruz. Bize tek bir iyilik yaparsanız seviniriz, bize yolu tarif eder misiniz lütfen?”
“Tanrı’nın cezası, hava da çok kötü!” diye içini çekti kadın.
“Doğru, öyle. Kimlerdensiniz siz?”
“Biz mi? Buradanız. Kilisede kalıyoruz. Ruhani rütbedeniz. Kocam, orada yatan! Saveliy, kalk da gelenlere ‘merhaba’ de. Eskiden burada papazın tarikatları vardı ama bir buçuk yıl önce kaldırıldı. Tabii çiftlik beyleri burada yaşarken buralarda daha fazla insan vardı, uşaklar vardı. Bir kilise lazımdı, şimdi efendiler yok. En yakın köy Markovka olsa o bile beş mil uzakta! Artık düşünün din adamları nasıl yaşamalı! Saveliy’in zangoçluk5 görevi de bitti, diyakoz olarak bekçilik yapıyor.”
Postacı, Saveliy’in generalin karısına gidip kendi adına bir tavsiye mektubu alabileceği, ilçe başpapazına iletilmesine aracı olabileceği ve kendisine yeni bir görev verilebileceği fikrine vardı. Ama bu tembel zangoç gitmezdi generale.
“Neticede biz de din insanı sayılırız.” diye iç çekti zangocun karısı.
“Peki nasıl yaşıyorsunuz?” diye sordu postacı.
“Kilisenin bağı bahçesi var. Onlardan pek bir şey kazanmıyoruz.” diye iç çekti kadın ve devam etti: “Diyadin’in pederi Niko-dim kıskançtır, buradaki hizmeti kimseye bırakmaz, yazları da kışları da Nikola’ya6 güya, her şeyi kendine yontuyor. Söylenecek kimse de yok!”
“Yalan söylüyorsun!” dedi Saveliy, hırıltıyla. “Peder Nikodim aziz bir insandır, kutsal bir ruhtur, kilisenin ışığıdır ve eğer bir şeyler alıyorsa işi tüzüğüne uygun olarak yapar!”
“Seninki ne kadar öfkeli!” diyerek güldü postacı. “Ne zamandır evlisin?”
“Geçtiğimiz pazar günü dört yıl oldu. Daha önceleri burada babam zangoçluk yapıyordu. Ölümünden sonra kilise konseyi onun yerine evlenmemiş birini araştırdı benim için, ben de onunla evlendim.”
“Ooo, yani bir krakerle iki sineği öldürdün!” dedi postacı, sırtı dönük olan Saveliy’e doğru. “Hem iş hem eş buldun.”
Ayağını sabırsızca oynatan Saveliy, duvara doğru daha da yaklaştı. Postacı masadan kalktı, gerindi ve posta çuvalının üzerine oturdu. Bir süre düşündükten sonra üzerinde oturduğu paketi elleriyle ezerek yokladı, kılıcın yerini değiştirdi ve bacaklarını uzatarak uzandı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
1 verst:1.06 km
2
Bihorki (Rus.): İngilizcede “sun spiders” olarak geçer. Sıcak kayalarda yaşayan altı ayaklı, zehirli bir örümcek türü.
3
Kiliselerde papaza yardım eden kişi. Hristiyan kiliselerinde kutsal eşya muhafızına verilen isim, Deacon. (ç.n.)
4
Caravaggio tarafından 1597 yılında yapılmış ve Holofernes’in başını yavaş yavaş ve bilinçli biçimde kesen Judith’in tiranların öldürülmesinde alegori olarak kullanılan tablo. (ç.n.)
5
Sacristan (İng.): Zangoç, kilise kayyumu, katedral küratörü, kilisenin çanlarını çalan. (ç.n.)
6
Nikola Winter: Nikola Kışı, Rusya’da her yılın 19 Aralık günü St. Nikolas (Nikola) Günü olarak kutlanır. Kiliseye bağışlar gelir. Bundan bahsedilmektedir. (ç.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов