banner banner banner
Korku
Korku
Оценить:
 Рейтинг: 0

Korku

Korku
Stefan Zweig

Bayan Wagner burjuva dünyasında sakin bir şekilde yaşayan; ünlü, kültürlü ve saygın bir avukatla sekiz yıllık evli, iki çocuğuyla huzurlu ve mutlu sayılırdı. Bir akşam tesadüfen tanıştığı genç piyanistle başlayan gönül ilişkisiyle kendini bambaşka bir dünyada bulur. Hükmedemediği karmaşık duyguları onu maceraya sürüklerken aynı zamanda tehlike ve korkunun da derinliğini fark edecekti. Maruz kaldığı şantaj ve hoyratlık karşısında savunmasız, çaresiz ve yakıcı korkularının içinde duyduğu suçluluk, ruhunu trajik bir sona doğru götürecekti… “Ne diye bağırdım, neleri ele verdim?” diye ürperdi Irene. Ne biliyor acaba? Gözlerini kaldırıp kocasının gözlerine bakmaya cesaret edemedi. Ama o, garip bir sakinlikte ve gayet ciddi, kendisine bakıyordu.

Stefan Zweig

Korku

Bayan Irene sevgilisinin dairesinin merdivenlerinden inerken aniden yine o anlamsız korkuya kapıldı. Birdenbire gözlerinin önünde vınlayarak dönen siyah bir fırıldak belirdi, dizleri feci şekilde dondu, kaskatı kesildi ve yüzüstü düşmemek için tırabzana tutunması gerekti. Bu tehlikeli ziyareti ilk defa göze almıyordu, bu ani ürpertiye de yabancı değildi, içindeki tüm dirence rağmen eve her dönüşünde bu anlamsız, gülünç ve sebepsiz korkuya kapılıyordu. Randevuya giderkenki yolculuğu şüphesiz daha kolaydı. Arabayı caddenin köşesinde durduruyor, çabucak ve başını kaldırmadan birkaç adımda apartmanın kapısına geliyor, merdivenleri alelacele çıkarken erkeğin onu hemen açılacak olan kapının arkasında beklediğini biliyordu ve içinde sabırsızlığın da olduğu bu ilk korku, ateşli bir kucaklaşma içinde eriyip gidiyordu. Ancak sonra, eve dönmek istediğinde, bu diğer gizemli dehşet yeniden kabarıp onu üşütüyor, bu hisse suçluluğun ürpertisi ile o ahmakça kuruntu -caddedeki her yabancı bakışın sanki nereden geldiğini yüzünden okuduğu ve şaşkınlığına arsızca gülerek karşılık verdiği vehmi- karışıyordu. Erkeğin yanında geçirdiği son dakikalar, bu önsezinin verdiği ve gittikçe artan sıkıntıyla zehirleniyordu; oradan ayrılırken de asabi bir telaşla elleri titriyor, erkeğin sözlerini kısmen algılıyor ve onun ihtirasından artakalanlara alelacele karşı koyuyordu; gitmek, sadece gitmek istiyordu tüm benliğiyle; adamın dairesinden, onun evinden ve bu maceradan kaçıp kendi sakin burjuva dünyasına dönmek istiyordu. İfadesindeki güvensizlikten korktuğu için aynaya bakmaya bile çekiniyordu ama kıyafetlerinin bozulup bozulmadığını, yaşadığı tutkulu saatlerin izlerini meydana koyup koymadığını anlaması için aynada kendini kontrol etmesi gerekiyordu. Evet, şimdi de heyecandan pek duymadığı ve işe yaramayan, beyhude yere yatıştırmaya çalışan birtakım sözler söyleniyor, kendilerini gizleyen kapının arkasından merdivenlerden inip çıkan var mı diye kulak kabartılıyordu. Dışarıda onu sabırsızca sarmak üzere korku bekliyor ve bu, kalbini öyle sıkıştırıyordu ki merdivenin birkaç basamağını inerken bile nefessiz kalıyor, zorla topladığı gücünün tükendiğini hissediyordu.

Bir dakika kadar gözlerini kapatıp merdiven boşluğunun loş serinliğini açgözlülükle içine çekti. Aniden yukarı katlardan birisinde bir kapı kapandı, korku içinde kendini toparladı ve elleriyle gayriihtiyari sık dokunmuş peçesini daha sıkı kapatırken merdivenlerden indi. Şimdi sonuncu ve en korkunç ana gelmişti, yabancı apartmanın kapısından sokağa çıkmak, belki oradan geçen bir tanıdığın nereden geldiğine dair ısrarcı bir sorusuyla karşılaşmak, bir yalan uydurmanın karmaşasını ve tehlikesini yaşamak… Bir uzun atlayıcının başlangıç çizgisinde yaptığı gibi başını eğdi ve ani bir kararla yarı açık kapıya yöneldi.

Orada belli ki içeriye girmek isteyen bir kadınla sertçe çarpıştı. “Pardon!” dedi çekingenlikle ve çabucak yanından geçip gitmeye davrandı. Ama kadın kapının önünde yolunu kapatmış, kızgın ve aynı zamanda apaçık alaycı bir tavırla gözlerini dikmiş bakıyordu. “Sizi yakaladım bir kere!” diye pervasızca ve haşin bir sesle bağırdı. “Tabii namuslu bir kadınsınızdır! Bir erkekle, bir sürü parayla ve başka şeylerle yetinmeyen bir kadın; bir de ayrıca zavallı bir kızın sevgilisini ayartan…”

“Tanrı aşkına… Neyiniz var… Yanılıyorsunuz…” diye kekeledi Bayan Irene ve aradan kaçabilmek için beceriksiz bir hamle yaptı, ancak diğer kadın iri vücuduyla kapıyı kapatmış, cırlak bir sesle bağırıyordu: “Hayır, yanılmıyorum… Sizi tanıyorum… Benim erkek arkadaşım Eduard’ın yanından geliyorsunuz… Nihayet sizi yakaladım, nihayet son zamanlarda bana neden çok az zaman ayırdığını anlıyorum… Sizin yüzünüzden demek… Sizi adi!..”

“Tanrı aşkına, bağırmayın böyle.” diye sözünü kesti Bayan Irene kısık sesle ve gayriihtiyari yeniden apartman boşluğuna doğru geri çekildi. Kadın ona alayla baktı. Bu korku içinde titrer hâli, bu apaçık çaresizliği onu mutlu ediyor gibiydi, zira şimdi kendine güvenli ve alaycı bir gülümsemeyle kurbanını inceliyordu. Sesi edepsiz bir hazla ağırlaşmış, neredeyse keyifli bir havaya bürünmüştü.

“Demek bu evli hanımlar böyle görünüyor, erkekleri çalmaya giderken; bu asil, bu kibar hanımlar!.. Peçeli, tabii peçeli, daha sonra her yerde yine namuslu kadın olacaklar ya…”

“Benden… benden ne istiyorsunuz?.. Sizi tanımıyorum ki… Gitmek zorundayım…”

“Gitmek… Evet, tabii… Kocanın yanına gitmek… Sıcacık eve gitmek, kibar hanım olmak ve hizmetliler tarafından giydirilmek… Ama bizim gibiler ne yapıyor, açlıktan ölüyor mu, böyle kibar bir hanımın umurunda değil… Bu namuslu kadınlar eldeki son şeyi de çalıyorlar…”

Irene kendisini toparladı, aniden aklına gelen bir fikirle cüzdanına uzandı ve eline gelen banknotları aldı. “Alın… İşte burada… Ama beni bırakın artık… Bir daha hiç buraya gelmeyeceğim… Yemin ederim.”

Kadın kızgın bir bakışla parayı aldı. “Şıllık!” diye mırıldandı. Bayan Irene bu sözü duyunca ürperdi ama kadının kapının önünden çekildiğini görünce intihar etmek isteyen birisinin kuleden atladığı gibi nefes almadan ve yüreği daralarak dışarıya fırladı. Koşarcasına yürürken yanından geçen yüzleri çarpık resimler gibi görüyordu; köşede duran otomobile kadar gözleri kararmış bir şekilde sürüklenerek gidebildi ve kendini içeri zor attı. Bedenini koltuğa bir külçe gibi bıraktı, sonra içindeki her şey donmuşçasına hareketsiz kaldı. Şoför bir süre sonra hayretle bu garip yolcuya nereye gitmek istediğini sorduğunda beyni söylenen kelimeleri anlayabilene kadar, bir süre bomboş bakışlarla baktı. “Güney istasyonuna.” dedi alelacele birden aklına o kadının kendisini takip edebileceği ihtimali geldi, “Çabuk, çabuk, acele gidelim!” diye ekledi.

Ancak yola çıktıktan sonra bu karşılaşmanın yüreğini ne kadar yaraladığını hissetti. Bedenine donmuş, soğuk, cansız bir şey gibi asılı duran ellerini yokladı ve birdenbire sarsılırcasına titremeye başladı. Boğazında acı bir şeylerin yükseldiğini fark etti, bir taraftan midesi bulanıyor diğer taraftan göğsünün içini oyan, kramp gibi anlamsız ve sıkıcı bir öfke hissediyordu. Beynine saplanmış bir olta iğnesi gibi duran bu hatıranın dehşetinden kurtulmak; alaycı alaycı sırıtan o görgüsüz suratı, o proleter kadının kötü nefesinden çıkan bayağı kokuyu, yüzüne karşı bağırarak o nefret dolu sözleri söyleyen terbiyesiz ağzı ve kendisini tehdit edercesine kalkan kırmızı yumruğu unutmak için bağırabilmeyi veya bir yerleri yumruklamayı çok istiyordu. Mide bulantısı gittikçe arttı ve boğazındaki yumru daha da yükselmeye başladı, buna bir de hızlı giden arabanın kendisini sağa sola sallaması eklendi; tam şoföre daha yavaş gitmesini söylemek üzereyken aklına tüm banknotları o şantajcıya verdiği için belki de yanında yol ücretini ödemeye yetecek kadar para olmadığı geldi. Hemen şoföre durmasını söyleyip adamı tekrar hayrete düşüren bir hızla çabucak arabadan indi. Neyse ki kalan parası yetmişti. Fakat bu defa da kendisini yabancı bir semtte, kendisine her sözleri ve her bakışları ile fiziksel acı veren, itişe kakışa koşuşturan insanların arasında buldu. O sırada korkudan dizleri tutmuyor ve adım atmakta zorlanıyordu. Muhakkak eve gitmek zorundaydı, bu yüzden tüm enerjisini toplayıp insanüstü bir gayretle sanki bir bataklığın veya diz boyu karın içinde bata çıka yürüyor gibi kendisini bir sokaktan diğerine sürükledi. Nihayet evine vardı. Asabi telaşının ve huzursuzluğunun dikkat çekmemesi için merdivenlerden sakin sakin çıkmaya başladı.

Ancak hizmetçi kız mantosunu alıp da yan odada küçük oğlunun kız kardeşiyle oynadığını duyduğunda, eşyalarının kendisine verdiği aidiyet ve korunmuşluk duygusunu algıladığında toparladı, ama hâlâ heyecan dalgasının, tedirgin göğsünün içinde yuvarlanarak canını yaktığını hissediyordu. Peçesini çıkardı, sakin görünmek için büyük bir çaba ile yüz ifadesine dikkat ederek kocasının akşam yemeği için hazırlanmış masada oturmuş gazete okuduğu yemek odasına gitti.

“Geç, geç geldin, sevgili Irene.” diye selamladı kocası onu yumuşak bir sitemle, ayağa kalktı ve yanağından öptü; bu da kadında gayriihtiyari sıkıntılı bir utanç duygusu yarattı. Masaya oturduklarında kocası gazeteden gözünü ayırmadan ve kayıtsızca sordu: “Bu saate kadar neredeydin?”

“Ben… ben… Amelie’deydim… Bir şeyler alacaktı… Ben de onunla gittim.” derken bu kadar kötü yalan söylediği için kendi basiretsizliğine kızıyordu. Başka zaman daima önceden kontrol edilebilecek tüm ihtimalleri düşünerek itinayla hazırladığı yalanlar olurdu ama bugün korku ona bunu unutturmuş ve böyle beceriksiz bir doğaçlamaya mecbur bırakmıştı kendisini. Kocası yakınlarda seyrettikleri tiyatro oyunundaki gibi telefon edip durumu soracak olsa ne yapardı diye geldi aklına.

“Neyin var senin? Çok sinirli görünüyorsun. Şapkanı neden çıkarmıyorsun?” diye sordu kocası. Birden ürktü, zaten yakalandığını düşünüp sıkılmaktaydı, hemen kalktı, şapkasını çıkarmak için odasına gitti ve endişeli bakışları tekrar kendinden emin ve sabit bir hâl alana kadar uzun bir süre aynaya baktı. Sonra yemek odasına döndü.

Hizmetçi kız akşam yemeğini getirdi. Bu akşam da diğer akşamlar gibi geçti, belki biraz daha az konuşuldu ve daha az neşeliydi, az, cansız ve çoğu zaman kesik konuşmalarla… Irene düşüncelerine engel olamıyordu, şantajcı kadının korkunç derecede yakın durduğu o dakikaya kadar tekrar tekrar yolu geri gidiyor ve her defasında dehşete düşüyordu. O zaman kendisini güvende hissetmek için hatırası veya anlamı nedeniyle odasına yerleştirdiği güzel eşyalara nazikçe dokunuyor, onların yakınlıklarıyla rahatlıyor ve böylece yeniden huzura kavuşuyordu. Ve duvar saati; huzurlu, çelik gibi adımlarla sessizliği bölen vuruşlarındaki düzenli, dertsiz ve emin ritmi fark ettirmeden onun kalbine de aktarıyordu.

***

Ertesi sabah kocası yazıhanesine, çocuklar gezmeye gittiklerinde nihayet yalnız kaldığında, o korkunç karşılaşmayı tekrar düşündü ve endişeleri öğleden öncesinin parlak aydınlığında epey azaldı. Bayan Irene ilk olarak peçesinin oldukça sık dokunmuş olduğunu ve o kadının yüzünü iyi görmüş olmasının ve kendisini tekrar tanıyabilmesinin imkânsızlığını düşündü. Şimdi sakince, dikkatli davranmak adına, alabileceği tüm tedbirleri ölçüp biçti. Sevgilisini bir daha kesinlikle onun evinde ziyaret etmeyecekti ve bu tür bir baskın ihtimali ortadan kaldıracaktı. Bu durumda o kişiyle tesadüfen karşılaşma tehlikesi kalıyordu sadece; ancak bu da pek olmayacak bir şeydi, zira oradan araba ile kaçtığı için kendisini takip etmiş olamazdı. İsmini ve evini bilemezdi; bunun dışında yüz hatlarını belirsizce gördüğünden kesin bir şekilde tanınma korkusuna gerek yoktu. Hem bu tür olağanüstü bir durum için de hazırdı Bayan Irene. Dolayısıyla artık korkunun kıskacında olmadığı için gayet sakin bir şekilde sükûnetini korumaya, her şeyi inkâr etmeye, soğukkanlı olup bir yanlışlık olduğunu iddia etmeye karar verdi, ziyaretini kanıtlayacak başka bir delil bulunamayacağından, bu kadının muhtemelen şantaj yapmak istediğini öne sürecekti. Bayan Irene boş yere başkentin en meşhur avukatlarından birisinin eşi değildi, eşinin meslektaşlarıyla yaptığı sohbetlerden şantajların hemen ve büyük bir soğukkanlılıkla engellenebileceğini gayet iyi biliyordu, zira şantaj yapılan kişinin vakit kaybetmesi, tehdit edilenin her türlü huzursuzluğu, karşı tarafın üstünlüğünü arttırırdı.

Önlem olarak yapılacak ilk şey, sevgilisine yarın anlaştıkları saatte ve sonraki günlerde de gelemeyeceğini bildireceği kısa bir mektup yazmaktı. Yazdıklarını tekrar okuduğunda ilk defa yazısını değiştirerek yazdığı notun biraz fazla soğuk kaçtığını fark etti, güzel olmayan sözleri daha samimileriyle değiştirmeyi düşündüyse de dünkü karşılaşmayı hatırladığında o satırlardaki soğukluğa duyduğu derin öfkenin sebep olduğunu anladı. Sevgilisinin kendisinden önce böyle aşağılık ve rezil birisiyle beraber olması gururunu zedelemişti ve yazdıklarını kindar duygularla gözden geçirdiğinde ona gideceği tarihi kendi keyfine göre ayarlamış olması ve kullandığı intikamcı ve soğuk kelimeler hoşuna gitti.

Henüz küçük bir çevrede tanınan ve piyanist olan bu gençle bir akşam toplantısında tesadüfen tanışmış ve kısa süre sonra ve pek de istemeden, nasıl olduğunu anlayamadan sevgilisi olmuştu. Ne kanı kanına ısınmış ne de bedensel veya ruhsal olarak bağlanmıştı; kendisini ona ihtiyaç duymaksızın veya arzulamaksızın vermiş, sadece erkeğin isteğine fazla direnç göstermemiş ve bir tür huzursuz bir merak duymuştu. İçindeki hiçbir şey ona bir sevgili ihtiyacı hissettirtmemişti, evliliği mutlu ve tatmin ediciydi, kadınlarda sık sık ortaya çıkan ruhsal ilgilerinin köreldiği duygusu da yoktu. Mali durumu iyi, kendisinden daha kültürlü kocasının yanında, iki çocuğuyla, konforlu, oldukça medeni, sakin hayatının içinde rahat ve mutluydu. Ancak aynı fırtına veya bunaltıcı bir hava gibi durgun bir hava da insanı duygulandırabilir, ayrıca monoton bir mutluluk da mutsuzluk kadar tahrik edici olabilir ve tüm arzuları yerine getirilen kadınlar tıpkı umutsuzluktan dolayı mutsuz olanlar gibi acı çeker. Tokluk açlıktan daha az kışkırtıcı değildir. Tehlikesiz, güvenli yaşamı Irene’nin macera merakını körüklemişti. Yaşantısının hiçbir yerinde zorluk yoktu. Elini attığı her şey düzgündü, her yerde özen, şefkat, sevgi ve saygı hissediyordu ve bu varoluştaki ılımlılığın hiçbir zaman dış etkenlerle ölçülmediğinin, aksine sadece ve daima içteki ilişkisizliğin yansıması olduğunun farkında değildi ve bir biçimde bu rahatlık yüzünden gerçek hayatı yaşamadığını zannediyordu.

Büyük aşk ve cazip duygular hakkında dalıp gittiği kızlık hülyaları, evliliğinin ilk yıllarının keyifli rahatlığında ve genç yaştaki anneliğinin oyunumsu cazibesinde unutulmuş ve sonra, şimdi otuzuna yaklaştığında, yeniden uyanmaya başlamıştı. Her kadın gibi içten içe kendisini büyük ihtiraslara layık görüyor ancak bunları yaşama arzusuna cesaret katmayı istemiyor, maceranın gerçek karşılığı olan tehlikeyi göze alamıyordu. Hâlinden hoşnut olduğu ve bu duygusunu tek başına çoğaltamayacağı böyle bir anda bu genç adam, gizlemediği güçlü bir arzuyla ona yaklaşmış, gizemli ve sanatsal bir romantikle burjuva dünyasına girmiş ve Irene kendisini kızlık günlerinden beri ilk defa yine en derinden tahrik edildiğini hissetmişti. Etrafındaki diğer erkekler sadece tatsız şakalarla ve ufak cilvelerle bu “güzel kadını” saygıyla eğlendirmiş, ciddi olarak hiçbir zaman içindeki dişiyi arzulamamışlardı. Bu adamda ona çekici gelen, belki de fazlasıyla ilginç yüzündeki bir belirip bir kaybolan hüzün gölgesiydi; ancak bu hüznü ve melankolik derin düşünceli hâlini de sanatının tekniği gibi önceden yaptığı alıştırmalarla mı edindiğini veya (önceden provasını yaptığı) bir doğaçlama mı olduğunu ayırt edemiyordu. Kendisini bir sürü tok ve orta sınıf insanın çevrelediğini hisseden Irene, bu hüzünde renkli kitaplarda gördüğü ve tiyatro oyunlarına romantizm katan o daha üstün dünyanın belirtilerini gördü ve istemeden bunları incelemek için günbegün hissettiği duygularının kenarından uzanıp bakmaya başladı. O anda hissedilen bir heyecanla, belki yakışık alacağından biraz daha hararetle yapılan bir kompliman adamın başını piyanodan kaldırıp kadına bakmasına sebep oldu ve daha bu ilk bakış, kadını yakaladı. Irene korktu ama aynı zamanda da korkunun zevkini hissetti. Sanki her şeyin yer altından gelen alevlerle aydınlatılmış ve ısıtılmış gibi olduğu bir sohbet Irene’nin zaten uyanmış merakını öylesine meşgul ve tahrik ediyordu ki herkese açık bir konserde adamla yeniden karşılaşınca kaçmadı. Sonra birbirlerini daha sık görmeye başladılar ve bu artık tesadüfen olmuyordu. O zamana kadar sahip olduğu müzik bilgisine pek güvenmeyen ve haklı olarak sanat duygusuna da fazla önem vermeyen Irene, onun anlayışına ve kılavuzluğuna önem verdiğini defalarca dile getiren gerçek bir sanatçının birkaç hafta sonra en yeni eserini ona, kendi evinde sadece ona çalacağı sözlerine karşı aceleci bir güven gösterdi. Adamın maksadı, teklif ederken belki yarı yarıya içtendi ama öpücüklerle ve sonunda kadının beklenmedik kendini teslim edişiyle unutuldu. Durumun beklenmedik bir biçimde cinselliğe dönüşü karşısında kadının hissettiği ilk şey korku oldu. İlişkilerinin çevresindeki gizemli heyecan birdenbire yok olmuş ve bu irade dışı aldatmanın verdiği suçluluk duygusu, iç gıcıklayıcı bir kendini beğenmişlik ve içinde yaşadığı burjuva dünyaya ilk defa kendi kararıyla karşı gelmiş olduğu düşüncesi ile kısmen yatışmıştı. İlk günlerde kendi kötülüğü hakkında korkarak hissettiği heyecan, kendini beğenmişliğini arttırarak gurura dönüştürmüştü. Ancak bu gizemli heyecanlar da sadece ilk başlarda gerilim yarattı. İçgüdüsü bu insana karşı içten içe direnç gösteriyordu ve en çok da aslında önceleri merakını uyandırmış olan ondaki yeni ve farklı şeylere. Kıyafetlerinin aykırılığı, evindeki Çingene atmosferi, maddi durumunun sürekli israf ile yokluk arasında gayrimuntazam gidiş gelişleri kendi burjuva anlayışı için antipatikti; kadınların çoğu gibi o da sanatçıları uzaktan çok romantik, kişisel ilişkilerinde çok terbiyeli olarak düşünüyordu; görgünün demir parmaklıkları arkasındaki göz kamaştırıcı vahşi bir hayvan gibi… Adamın piyano çalışında hissettiği tutku, bedensel yakınlaşmada onu huzursuz ediyordu, aslında bu ani ve şiddetli kucaklaşmaları istemiyor, erkeğin kendisini düşünüp, onu dikkate almadan yaptığı bu davranışlarını ister istemez yıllar sonra bile kocasının çekingen ve saygılı coşkusuyla karşılaştırıyordu. Ancak bir kere sadakatsizlik yaptıktan sonra ne mutluluk ne de hayal kırıklığı hissederek, bir görev duygusu ve alışkanlığın getirdiği bir tembellikle tekrar tekrar adama geldi. Pervasız ve hatta koket kadınlar arasında bile az olmayan, her şeyi, ihaneti bile düzene sokmak isteyen, kaçamaklara bile bir tür evcillik katan ve en uygunsuz duyguyu bile sabırla taktıkları bir maske ile günlük yaşantılarına yerleştirmeye çalışan kadınlardandı Irene. Birkaç hafta sonra bu genç adamı, âşığını, kocasının ailesine haftada bir gününü ayırdığı gibi hayatının bir yerlerine güzelce yerleştirmişti ancak bu yeni ilişkinin eski düzenini bozmasına izin vermemişti, sadece hayatına bir şeyler katılmıştı. Bu âşık çok geçmeden kendi yaşantısının rahat işleyişinde hiçbir şey değiştirmez olmuş, üçüncü bir çocuk veya yeni bir araba gibi ılımlı mutluluğunu arttırıcı bir vasıta hâline gelmiş ve bu macera, ona meşru bir keyif kadar sıradan görünmeye başlamıştı.

Oysa şimdi ilk defa maceraya gerçek fiyatını, yani tehlikeyle ödemesi gerektiğinde, değerini pintice hesaplamaya başladı. Talih tarafından şımartılmış, ailesi tarafından üstüne titrenmiş, hâli vakti yerinde zenginlikleri sayesinde tüm arzuları yerine getirilmiş olduğundan, bu ilk sıkıntı bile ona çok fazla gelmişti. Ruhsal tasasızlığından ödün vermemek için hiç düşünmeksizin âşığını rahatına feda etmeye hazırdı.

Âşığının hemen öğleden sonra birisiyle gönderdiği cevap, ürkmüş ve asabi duygularla yazılmıştı, çaresizce yalvaran, hem kendisini hem onu suçlayan bu mektup Irene’yi yine bu macerayı bitirme kararında tereddüde düşürmüştü; bu ihtiras kendini beğenmişliğini okşamış ve erkeğin kendinden geçercesine ümitsiz oluşundan etkilenmişti. Âşığı ısrarlı kelimelerle eğer onu bilmeden incitmişse en azından suçunu öğrenebilmek için kısa bir buluşma istiyordu; bu da Irene’yi yeni bir oyun oynamaya, ona biraz daha somurtup, kendisini sebepsiz yere geri çekerek daha da kıymetlendirmeye yönellti. Kendisini şimdi yeni bir heyecanın içinde hissetti ve bu durumda içi soğuk olan bütün insanlarda olduğu gibi, yanmadan tutku ateşiyle sarılmış olmak hoşuna gidiyordu. Bu yüzden erkeği birdenbire yeniden hatırladığı bir pastaneye çağırdı, genç kızken orada bir oyuncu ile buluşmuştu, o zamanlar tasasız ve saygılı gerçekleşen bu randevu şimdi artık çok çocuksu geliyordu. Gülümseyerek garip diye düşündü, geçen evlilik yıllarında küllenmeye başlayan romantizm şimdi yine canlanmaya başlamıştı. Neredeyse dün o kadınla karşılaştığı için sevinecekti, uzun zamandır gerçek bir duyguyu böylesine güçlü ve sarsıcı bir şekilde hissetmemişti ve başka zaman kolayca gevşeyebilen sinirleri o olayı düşündükçe hâlâ geriliyordu.

***

Olur da yine o kadınla karşılaşırsa onu yanıltmak için bu defa koyu renkli, dikkat çekmeyen bir elbise giydi ve başka bir şapka seçti. Hiçbir şekilde tanınmamak için bir de peçe hazırlamışken birden inadı tuttu ve onu takmaktan vazgeçti. Onun gibi saygıdeğer, tanınmış bir kadın hiç tanımadığı bir kadının korkusundan sokağa çıkamayacak mıydı? Ve o anda tehlike korkusu içinde garip ve cazip bir haz duydu, kavgaya hazırdı, tehlikeli bir karıncalanma hissediyordu, bu duygu tıpkı insanın parmaklarıyla bir hançerin keskin tarafına dokunması veya bir tabancanın içinde sıkıştırılmış ölümün beklediği namlusuna bakması gibiydi. Maceranın ürpertisi onun korunaklı yaşamında değişik bir şeydi, bu duygu onu şimdi bir oyun gibi cezbediyor, sinirlerini çok güzel geriyor ve kanında elektrik kıvılcımları hissettiriyordu.

Sadece sokağa ilk adımı attığında geçici bir korku duydu; sanki dalmadan önce ayak ucuyla suyun kontrol edildiğinde olduğu gibi serin ve asabi bir ürperti hissetti. Ancak bu serinlik sadece bir saniye kadar bedeninin içinden geçer gibi oldu, sonra içi birdenbire nadir bir yaşam coşkusuyla doldu, şimdiye kadar hiç yapmadığı bir biçimde, hafif, güçlü ve esnek adımlarla yürümeye başladı. Neredeyse pastanenin bu kadar yakın olduğuna üzülecekti; zira içinde yürüyüş ritmini bozmadan maceranın gizemli çekimine doğru yürüme isteği vardı. Ancak buluşma için ayırdığı zaman sınırlıydı ve kanında hissettiği hoş bir güven duygusu sevgilisinin onu çoktandır beklemekte olduğunu söylüyordu. İçeriye girdiğinde bir köşede oturan erkeğin heyecanla yerinden fırlaması Irene’nin hem hoşuna gitti hem de onu utandırdı. Erkeği sesini alçaltması konusunda uyarmak zorunda kaldı, zira sorular ve sitemler bir çığ gibi ve heyecanla geliyordu. Onunla görüşmemesinin gerçek sebebine değinmeden belirsiz imalarla genç adamı daha da kışkırttı. Sevgilisinin arzuları karşısında ulaşılamaz kaldı ve bu gizemli ve ani çekilmesinin onu ne kadar tahrik ettiğini hissedip hiçbir vaatte bulunmadı… Ve yarım saatlik hararetli bir sohbetten sonra hiçbir şefkat göstermeden, hatta bunun vaadinde bile bulunmadan sevgilisinden ayrılırken ancak genç kızlık zamanında hissettiği ateşli bir titreşim hissediyordu. İçinde, derinlerde hafif bir kıvılcım ateşe dönüşüp parlamak ve başına kadar yükselmek için rüzgârı bekliyor gibiydi. Sokakta aceleyle yürürken kendisine yönelen her bakışı fark ediyordu; birçok erkeği kendisine baktırma başarısı kendisinde de yüzüne bakma merakı uyandırdığından aniden bir çiçek dükkânının vitrinindeki aynanın önünde durdu ve kırmızı güllerin ve üzerlerinde çiy taneleri bulunan menekşelerin çerçevelediği güzelliğini seyretti. Işıklar saçan yüzüne baktı, genç ve tasasız, yarı açık şehvetli ağzı karşıdan kendisine memnun memnun gülümsüyordu, yola devam ederken de kendisini kanatlanmış gibi hissetti; bedeninde fark ettiği dans etmek veya sallanmak gibi şeyler yaparak zincirlerinden kurtulmak isteği adımlarının her zamanki ritmini değiştirdi. Michael Kilisesi’nin önünden geçerken kendisini eve, küçük ve düzenli dünyasına çağıran saat çanını duyması pek hoşuna gitmedi. Genç kızlık günlerinden beri kendisini hiç bu kadar hafif, tüm algılarını bu kadar canlı hissetmemiş, ne evliliğinin ilk günleri ne de sevgilisinin kucaklamaları bedeninde böyle kıvılcımlar yaratmamıştı; oysa şimdi bu kanında hissettiği nadir ve tatlı sarhoşluğu saatlerin işleyişine uyarak harcayacağı düşüncesi feci şekilde canını sıkıyordu. Yoluna yorgun yorgun devam etti. Evin önüne geldiğinde bir kere daha tereddütle durdu, ateşli havayı, son saatin heyecanını, maceranın zayıflayan son dalgasını göğsünü gererek bir kere daha içinde çekmek istedi.

Birden birisi omzuna dokundu. Dönüp baktı. Nefret ettiği suratı karşısında görüverince “Siz… siz yine ne istiyorsunuz?” diye ölesiye korkup kekeledi ve aynı anda da ağzından çıkan bu tehlikeli sözleri duyduğunda daha da çok korktu. Çünkü bir daha karşılaşacak olursa kadını tanımazlıktan gelmeye, her şeyi inkâr etmeye, şantajcıya karşı koymaya karar vermişti… Ama artık çok geçti.

“Yarım saatten beri burada sizi bekliyorum, Bayan Wagner.”

İsmini duyduğunda Irene irkildi. Bu kadın ismini ve evini biliyordu. Şimdi her şeyi kaybetmiş, çaresizce onun eline düşmüştü. Özenle hazırladığı ve hesapladığı kelimeler dilinin ucundaydı ancak dili uyuşmuştu ve tek bir ses çıkartamayacak güçsüzdü.

“Yarım saattir bekliyorum, Bayan Wagner.”

Kadın sitem edercesine söylediklerini tekrarladı.

“Ne istiyorsunuz… Benden ne istiyorsunuz?..”

“Siz biliyorsunuz, zaten Bayan Wagner.” İsmini duyduğunda Irene yine irkildi. “Benim neden geldiğimi siz çok iyi biliyorsunuz.”

“Onu bir daha hiç görmedim… Beni bırakın… Onu artık hiçbir zaman görmeyeceğim… Hiç…”

Kadın, Irene heyecandan konuşmaya devam edemez hâle gelene kadar istifini bozmadan bekledi. Sonra kendisinden aşağı kademedeki birisine söylüyormuş gibi sertçe “Yalan söylemeyin! Pastaneye kadar arkanızdaydım.” dedi ve Irene’nin geri çekildiğini görünce alaycı bir tavırla ekledi:

“Nasıl olsa işim yok. Çalıştığım yerden çıkarttılar, söylediklerine göre iş azmış ve kötü zamanlar geçiriyormuşuz. Öyleyse bunu değerlendirmek gerek ve bizim gibiler biraz dolaşmaya çıkar… Aynı namuslu kadınlar gibi.”

Bunları Irene’nin kalbine saplanan soğuk bir hainlikle söyledi. Irene kendisini bu bayağılıktaki çıplak hoyratlık karşısında savunmasız hissetti ve kadının yine yüksek sesle konuşmaya başlayacağı veya kocasının o sırada gelebileceği düşüncesiyle korkusu arttı; o zaman her şeyini kaybetmiş olurdu. Aceleyle manşonunu yokladı, gümüş cüzdanın açtı ve eline gelen tüm paraları çıkarttı. Ganimetinden emin, çoktan küstahça uzanmış ele iğrenerek bıraktı.

Ancak bu arsız el, geçen seferki gibi paraları hisseder hissetmez yetinerek kapanmadı, aksine havada açık bir pençe gibi sabit kaldı.

“Gümüş çantayı da bana verin ki paraları kaybetmeyeyim!” dedi hafiften kıkırdayarak gülen ve alayla büzülmüş ağız.

Irene kadının gözlerine baktı, ama sadece bir saniye. Bu terbiyesizlik, adi alaycılık çekilir gibi değildi. Yakıcı bir ağrı gibi tüm bedenini iğrenme duygusunun kapladığını hissetti. Sadece uzaklaşmak, uzaklaşmak, sadece artık bu suratı görmemek istiyordu! Hızlı bir hareketle, başını çevirip pahalı çantayı uzattı ve sonra dehşet içinde merdivenlerden yukarıya çıktı.

Kocası henüz gelmemişti, kendisini divana atabilirdi. Sanki bir çekiç darbesi yemiş gibi kıpırdamadan yattı kaldı, sadece parmakları şiddetle titriyor ve kolunu omuzlarına kadar oynatıyor, ancak bedenindeki hiç bir şey bu korkunun yükselen gücüne karşı savunmaya geçmiyordu. Dışarıdan kocasının sesini duyunca büyük bir çabayla toparlandı, kendisini otomatik hareketlerle ve duyguları ölmüşçesine diğer odaya sürükledi.

***

Dehşet artık evinin içindeydi ve odaları terk etmiyordu. Boş geçen saatler boyunca o korkunç karşılaşmanın görüntüleri dalga dalga aklına geldikçe, durumunun umutsuzluğunu anladı. Bu kadın -nasıl olduğunu aklı almasa da- ismini ve evini biliyordu; ilk tecrübelerinde başarılı olduğu için bildiklerini sürekli şantaj yaparak kullanmaktan kuşkusuz geri kalmayacaktı. Yıllarca hayatına bir kâbus gibi çökecekti, en delice çabayı gösterse bile bu kadından kurtulması imkânsızdı; zira zengin bir kadın ve varlıklı bir adamın karısı olsa bile Bayan Irene’nin kendisini bu kadından bir defada kurtarabilmek için kocasından habersiz büyük miktardaki parayı bulması mümkün değildi. Ve ayrıca -kocasının tesadüfen anlattığı olaylardan ve bunlarla ilgili davalardan biliyordu ki- böyle kötü ve namussuz insanlarla yapılan anlaşmaların veya vaatlerin hiçbir kıymeti olmazdı. Hesaplarına göre bir veya belki iki ay kadar felaketi uzak tutabilirdi, sonra evindeki mutluluğun suni yapısı çökmek zorunda kalacaktı; bu çöküşte şantajcıyı da sürükleyeceğini bilmesi ise çok küçük bir sevinç yaratıyordu. Zira muhtemelen daha önce de ceza yemiş bu sefil kadının altı ay hapiste kalması, kendisinin yitirebileceği hayatı ile karşılaştırıldığında neydi ki! Ve Irene, dehşetle bu yaşam biçiminin kendisi için vazgeçilemez olduğunu fark etti. O zamana kadar hayatta her şey kendisine hazır verilen ve kaderinin hiçbir parçasını kendisi belirlemeyen Irene için onuru zedelenmiş, lekelenmiş olarak yeni bir hayata başlamak imkânsızdı, hem sonra çocukları vardı, kocası, yuvası… Ancak şimdi, kaybetmek üzereyken bütün bunların iç dünyasının ve varlığının birer parçası olduğunu hissediyordu. Eskiden elinin tersiyle ittiği birçok şeyi şimdi birdenbire çok gerekli görüyor ve sokağın bir yerinde pusuya yatmış yabancı bir serserinin bu güzel birliği tek bir kelime ile bozabileceği düşüncesini kavramakta zorlanıyor, bu durum ona bazen gerçek dışı bir rüya gibi geliyordu.

Şimdi dehşetle ve kesinlikle felaketten kurtulamayacağını hissediyordu. Ancak ne… ne olacaktı? Sabahtan akşama kadar bu soruyla uğraştı. Günün birinde kocasına bir mektup gelecekti, onun odaya girdiğini görür gibi oldu, rengi atmış, korkunç bakışlarla kendisini kolundan tutacak ve sorguya çekecekti… Fakat sonra… Sonra ne olacaktı? Kocası ne yapacaktı? Ondan sonrasında hayalleri birdenbire karmaşık ve feci bir korkunun içinde yok oldu. Gerisini bilmiyor ve tahminleri dipsiz bir karanlıkta dağılıyordu. Ancak bütün bu bunaltıcı düşüncelerinin içinde kocasını aslında ne kadar az tanıdığını, vereceği kararları önceden hesaplayamayacağını fark etti. Onunla ailesinin isteği üzerine ve duyduğu, daha sonraki yıllarda da hayal kırıklığına dönüşmeyen sempatisi yüzünden evlenmişti. Sekiz senedir onun yanında rahat, dingin ve mutlu bir hayat sürmekteydi; onunla çocukları, bir yuvası ve sayısız saatlerce bedensel birleşmeleri olmuştu. Ama şimdi onun nasıl davranabileceğini düşündüğünde kendisi için ne kadar yabancı ve bilinmez olduğunu anlıyordu. Şimdi telaşla geriye baktığında, hatta geçmiş yılları hayali projektörlerle taradığında hiçbir zaman kocasının gerçek karakterini araştırmadığını ve bu kadar yıl geçtikten sonra bile sert mi yoksa bağışlayıcı mı, acımasız mı yahut sevecen mi olduğunu bile bilmediğini fark etti. İlk kez böyle ciddi bir varoluş korkusu içinde duyduğu suçlulukla ortaya çıkan bu durumda kocasının sadece toplum içindeki karakterini tanıdığını ve böyle trajik bir durumda vereceği kararı belirleyecek iç dünyasını hiçbir zaman bilmediğini kabul etmek zorunda kaldı. Gayriihtiyari kocasının benzer durumlarda ne tür yorumlar yaptığını, küçük jestlerini ve imalarını hatırlamaya çalıştı ve utanç dolu bir şaşkınlıkla kişisel görüşleri hakkında onunla hiçbir zaman konuşmamış olduğunu ancak diğer taraftan kendisinin de bu gibi konuları hiç ona açmadığını fark etti. Fakat şimdi karakterini yorumlayabilmek için kocasının tüm hayatını adım adım tüm yönleriyle incelemeye başlayacaktı. Onun yüreğinin gizli bölmelerine girebilmek için korkusu ürkek bir çekiç gibi en küçük hatıralara bile vurmaktaydı.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1151 форматов)