banner banner banner
Tarihin Kuyumcusu – Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?
Tarihin Kuyumcusu – Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?
Оценить:
 Рейтинг: 0

Tarihin Kuyumcusu – Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?


Evet. Bu Yekkoş rahmetli, Demokrat Parti zamanında Kasım Küfrevi’ye mektup yazardı. Kasım Küfrevi’den gelen mektupları da açar ve o az önce söylediğim talebesine okurdu. O mektup bir defa değil, birkaç defada okunurdu.

Kasım Küfrevi de çok güzel inşa bilen bir adamdı. Hatta Cevdet Sunay’ın bir Afganistan seyahati olmuş o zaman tercüman olarak da Kasım Küfrevi’yi götürmüşler. Çok güzel Farsça bilmesi sebebiyle Afganistan’da Kasım Küfrevi’ye büyük bir hayranlık duymuşlar.

Tabii talebelik dönemimde üniversiteye başladığım sıralarda Kasım Küfrevi hayattaydı. Ankara’da onun yanına da birkaç defa gittim.

Kasım Küfrevi’nin abisi olan Cesim Küfrevi de sık sık Van’a gelirdi. Ben lisede talebeyken Cesim Küfrevi gelmiş diye bizim arkadaşlar arasında ona ilgi duyanlar olurdu. Onlarla beraber Cesim Küfrevi’yi nasıl dinleyebiliriz gibilerden. Cesim Küfrevi bir parkta ya da başka bir yerde oturduğu zaman ben de onların arasına katılıp giderdim. Yani bizim dinî çevremiz aşağı yukarı bunlardan ibaretti.

Özalp’e Ortaokulu Kim Yaptırdı?

Burada ortaokul okudunuz mu?

Senenin birinde bizim Özalp’te ilkokul öğretmenleri Adnan Menderes’e bir mektup yazmışlar. Adnan Menderes’ten ilçemizde ortaokul yapılmasını istemişler. Adnan Menderes’in de bu çok hoşuna gitmiş. “Yörenin insanları okul talep ediyorlar diye emir vermiş, buraya okul yapacaksınız.” demiş.

Saray’a mı Özalp’e mi?

Özalp’e. Saray’ı o zaman köy durumuna getirmişlerdi. Saray. 33’ler olayından sonra Fevzi Çakmak Genelkurmay Başkanı, uçakla Saray’a gelmiş. Saray’da bir düzlük yer var, uçak oraya inmiş.

Fevzi Çakmak Saray’a gelince, bakmış karşıda hudut var. “Hudut’a yakın bir ilçe olursa bu tür olaylar eksik olmaz, kazayı buradan kaldırın” diye emir vermiş. Hududa 20 km. içeride Özalp denilen ilçeyi kurdular.

Devletin politikası böyle. Mesela Trakya’da da Edirne’ye devletin pek böyle ciddi yatırımlar yapmadığı söyleniyor.

İran’dan geldiniz; sizin aşiretten kızlar komşunun çocuğunu beğendik veya annesi babası biz bu adamlara kız verebiliriz veya onlardan bir kızı beğendik, onlardan bir kız alalım, onlarla münasebetimiz olsun, akraba olalım geçinelim veya mesela Saray’daki mukimler biz bunlardan kız almayız, gelinimiz olmasın filan mı dediler?

Evet. Saray’a gelen Küresinlile genellikler kendi içlerinde evlenirlerdi. Yani akraba evlilikleri olurdu. Amca çocukları, dayı çocukları gibi böyle evlilikler olurdu. Fakat bizde galiba kız çocuğu sayısı fazla ki Kürtlerden de (çevredeki) Küresinlerden de kız almayı çok makbul bulurlardı. Dolayısıyla benim emsalim olan kız çocuklarının birçokları köylerde Kürtlerle evlendiler, Kürtler onlara çok değer verirlerdi. Bu şekilde evlenmeler olurdu ama dediğim gibi genel olarak kendi içinde evlenmeleri çok olurdu.

Saraylılar Devleti Neden Mahkemeye Verdi?

Ortaokuldan devam edelim.

Saray köy durumuna getirildi. Hatta birkaç sene köy olarak kaldı. Ondan sonra nahiye yaptılar. Daha sonraki dönemlerde nahiyeyi de ortadan kaldırdılar. Saray gene köy durumuna geldi.

Süleyman Demirel 1990’lı yıllarda cumhurbaşkanı olunca bizim köylüler bir dava açıp devleti mahkemeye veriyorlar. Dilekçelerine de şöyle yazıyorlar:

“Bizim 33 tane adamımızı öldürdünüz, ondan sonra bizi de cezalandırdınız, ilçeminizi köy durumuna getirdiniz.”

Demirel, Saray’a telefon ediyor. Telefona Cabbar Emmi çıkıyor. Cabbar, dangul dungul konuşan birisiydi. Demirel onlara açtıkları davayı hatırlatmış. Cabbar Emmi de “He biz bir dava açtık. Hem bizi öldürdünüz hem de bizi köy yaptınız.” demiş. Demirel de “O davanızı kaldırın ben sizi ilçe yaptım.” demiş. Dolayısıyla Saray tekrar ilçe oldu.

Ortaokul Neden Öğrencisiz Kaldı?

Kendisine gönderilen mektuptan memnun kalan Menderes, Özalp’e ortaokul yaptırıyor.

Evet. Ancak açılan ortaokula talebe bulamıyorlar. Bir iki memur çocuğu var talebe olabilecek ama, çevrede başka talebe yok. Babama diyorlar “Senin de ilkokul bitiren bir oğlun var, hele oğlunu ver ortaokula kaydedelim.”

Ben ilkokulu bitireli üç sene olmuş. O kocaman hâlimle babam beni ortaokula kaydetti. Ondan sonra çevrede yerli halktan da 10 kişilik grup oluştu. O on kişiyle okul açıldı.

Yıl 1955. Tabii bu ortaokul açılınca okula öğretmen lazım. İdari işleri Millî Eğitim Müdürü olan Vahab Bey yürütüyor. İki tane de ilkokul öğretmeni var. Onların yanında kaymakam, şube reisi, tabur komutanı, bir tane doktor var; bunlar hepsi ortaokula öğretmen oldular.

Biz dolayısıyla ilk iki sene aşağı yukarı bunların öğretmenliğinde yetiştik. Kaymakamı severdik. Kaymakam Turan Bayazıt’tı. Sonra Halk Partisi milletvekili oldu, bakan oldu. Hanımı da Türkan Hanım’dı.

Ortaokula başladığımda 15 yaşındaydım. Biz ortaokulda çok iyi yetiştik. 10 kişilik bir gruptuk. Kaymakam çok güzel ders veriyordu. Ondan sonra doktor da iyi öğretmenlik yapıyordu. O sene vali ortaokulu teftişe geldi. Sınıfa girince 10 kişi heykel gibi valinin önünde durduk. Vali arkadaşın birisine “Böbreklerin nerededir?” diye sordu. Çocuk düşündü, bilemedi. Vali güldü, sonra bıraktı gitti. Vali gidince doktor geldi “Ulan insan böbreğinin nerede olduğunu bilmez mi?” dedi. Çocuğu aldı masanın üzerine yatırdı, kalemle böbrek resmini çizdi. Böyle bir hatırayı o zaman yaşamıştık.

Ortaokuldayken nerede kalıyordunuz hocam?

Babam getirdi, ortaokula kaydetti. Kayıttan sonra babama kravat takacağım, şapka giyeceğim söylendi. Babam nereden alınacağını bilmiyordu. Adam bir yer tarif etti. Gidip aldık. Eve gelince hepimiz kravatın başına toplandık. Kravatın nasıl bağlanacağını bilmiyoruz.

Biz de Konya’da ortaokula başladığımızda bir hocamız bize uygulamalı kravat bağlamayı öğretmişti.

Tabii o zaman bizim gömleklerin yakası da farklı. Kravatı onun içine nasıl bağlayacağız? Ben de kravatı boynuma taktım, kördüğüm vurdum.

Hoca baktı “Yav sen ne biçim kravat bağlamışsın?” dedi. Getirip beni yanına oturttu kravatın nasıl bağlanacağını öğretti. “Bu gömlek olmaz, böyle yakalı bir gömlek alacaksın.” O zaman gidip Van’dan bir gömlek alıp getirdiler. Böyle böyle ortaokula talebe olmaya alıştık.

Ortaokul ikinci sınıftayken üç öğretmen tayin ettiler. Osman Daloğlu adında bir öğretmen Muğlalıydı. İsmet Güneş adındaki öğretmen İnegöllüydü. Hidayet Pasin adındaki öğretmen de Erzincanlıydı. Bu üç adam öğretmen olarak Özalp’e tayin edildi.

Şimdi o gelenlerden birisi Osman Daloğlu musiki öğretmeniydi. Bir iki ders geldi, bana saz çalmayı öğretti. Hatta ben o zamanlar şiir yazmaya başlamıştım. “Seni ben mihman eylerim.” gibi şiirleri de o zaman bilirdim. O şiirden dolayı evvela sazın olacak, saz olmazsa saz çalmayı öğrenemezsin. Ben de gittim bir cura aldım. Ama teli yoktu. Öğretmen gitti, Van’dan tel aldı. Başladı bana saz öğretmeye. Hatta hiç unutmuyorum bir defasında Osman Daloğlu’na arkadaşın biri “Senin hemşehrin Mustafa Muğlalı bizim burada 33 kişiyi öldürdü.” filan deyince o da “Eline sağlık çok güzel yapmış.” dedi.

Kış Soğuklarını Nasıl Atlattı?

Ortaokula giderken nerede kaldınız?

Özalp yeni kurulmuş bir ilçeydi. Bu ilçe kurulduğu zaman memur evleri odalardan müteşekkildi. Benim nerede kalacağım belli değil. Ortaokulun müdürü maliyecilere haber vermiş, o lojmanlardan birinde bana oda verdiler.

Beton bir bina. Özalp’in kışında yakıt yok, soba yok, fakat döşeğim vardı. Bir de kalın bir yün yorganım vardı. O kışı o yorganın altında geçirdim. Kendimi yorganın içine kapatırdım, ancak nefes alabilecek kadar bir yeri açık olurdu. Kış boyunca ben öyle geçirdim. Bazen gider kahvehanelere bir köşeye çekilir ya bir defter karıştırır ya ödev yapardım. Kahvehane gece yarısına doğru kapanmaya başlayınca beni çıkartırlardı, gider yorganımın altına girerdim.

Senenin birinde de orayı benden aldılar. Bir han, köylülerin hayvanlarını barındıracak bir yer vardı. Hancı Sabri amcanın handa bir odacığı vardı. Babamın söylemesiyle odayı bana verdi. Onun oğlu da benim sınıf arkadaşımdı. Dolayısıyla senenin birini de o handa geçirdim. Bu arada babam o adamın parasını veremedi. O da beni handan çıkardı.

Yemek filan ne yapıyorsunuz?

Her cumartesi günü Saray’a giderdim. Özalp ile Saray arası 17 km’dir. Düşünün; cumartesi günü öğleden sonra 17 km yaya yürüyorum, Saray’a gidiyorum. Pazar günü orada yatıyorum pazartesi günü sabah namazında Saray’dan çıkıyorum geliyorum 9’da derse yetişiyorum.

Otobüs filan yok.

Yoktu hiç yoktu. Hele kışın kar olurdu; böyle gider gelirdim. Her gidiş gelişimde ekmek (bizim yufkalar olurdu böyle) peynir getirirdim, bütün gıdam oydu, peynir ekmek.

Sınıfta 10 kişisiniz. 15 yaşında bir gençsiniz. Arkadaşlarınızdan, halktan, öğretmenlerinizden beraber yemek yiyelim, sahiplenelim diyen yok muydu?

Bazen sınıf arkadaşlarım beni evlerine götürürlerdi. Orada yemek yerdim. Doğrusunu söylemek gerekirse çalışkandım. Çalışkan olduğumdan dolayı arkadaşlarım benden ders alırlardı. Dolayısıyla beni evlerine götürürlerdi. Hem onlara ders verir, hem de orada yer içerdim. Fakat o adam beni handaki odadan çıkarınca bizim köylünün birisi gelmiş Özalp’te bir terzi dükkânı açmış, terzi dükkânını da bir perde ile bölüp içine bir somya koymuş. Aşağı yukarı 2-3 ay o somyada uyudum. Köylümüzle sırt sırta sabahlardık.

Şair Yönünü Kim Keşfetti?

O yıllarda Güneydoğu ve Doğu bölgelerinde medreseler yaygın. Hatta halk yeni rejime karşı çok tepkili. Aman çocuklarınızı devletin okuluna göndermeyin diyorlar. Bir müddet sonra da çocuk askere gidecek, okuyup yazacak, ticaret yapacak, hiç değilse ilkokulu bitirsin diye müsaade ediliyor. Ama kız çocuklarına izin verilmiyor. Buna karşın ilkokulu bitirir bitirmez de dinî eğitime gönderiyorlar. Dinî eğitim veren kurumların yapısı nasıldı?

Az önce bahsettiğim Yekkoş denilen hoca efendi Saray’da 3-4 kişiye ders verirdi. Bir de İran’dan gelen hocama ders verirdi. Onunla İran edebiyatının klasik eserlerini okurlardı. Ben o sıralarda ortaokula devam ediyordum. Okulda öğretilenler bana yetmiyordu. Daha çok şey öğrenmek istiyordum. Dolayısıyla Tahir Hocanın yanında Farsça öğrenmeye başladım. Tabii Tahir Hoca’dan Farsça dersi aldığım dönemlerde birlikte belli zamanlarda Yekkoş’un yanına gidiyorduk.

Onlar ders çalışırken ben de onları anlamaya çalışıyordum. Bir defasında Tahir Hoca, “Mikâil şiir yazıyor.” dedi. O da benden bir şiir okumamı istedi. Ben de halk türü bir şiiri ona okuyunca hoşuna gitti. O andan itibaren bana aruz dersi vermeye başladılar. Yani hem Yekkoş Hoca hem onun talebesi olan Tahir Hoca bana aruz dersi vermeye başladılar.

Ben aşağı-yukarı bir sene yaz tatili boyunca o iki hocamdan hem Farsça öğrendim, hem aruz ilmi okudum. Tabii liseye gidince o öğrendiklerim çok işime yaradı. Özellikle lisede. Ortaokulda daha çok saz çalmaya özeniyordum. Doğrusu saz çalmayı, âşıklık yapmayı istiyordum. Birkaç tane de âşık görmüştüm, zaten bizim ailede de vardı. Az önce dedim ya amcam böyle şiir yazarmış. Bazı âşıklar Saray’a gelirlerdi. Gelenlerden birisi Tercanlı Davut Sulari idi. Benim talebe olduğum sıralarda Davut Sulari Saray’a gelirdi. Saray’da da onu dinlemeyi çok severlerdi. Onlara para hesabından çok buğday verirlerdi. Sonra Erzurum Tortum’dan âşık Ummanî Can Saray’a her yaz gelirdi. Özellikle de harman zamanı gelirdi. Âşık Ummanî’ye çok yardım ederlerdi.

Âşık Ummanî’ye, Davut Sulari’ye, Reyhani’ye özenerek ben de saz çalmaya çalıştım ve arzum da âşık olmaktı. Çıkacağım yollara para toplayacağım gibi düşünüyordum. Hatta bir köylümüz ben âşık olduğumda bana yardımcı olup para kazanmayı hayal ediyordu. O yüzden beni o yöne sevk etmeye çalışıyordu.