Книга Kağnı, Ses, Esirler - читать онлайн бесплатно, автор Сабахаттин Али. Cтраница 4
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Kağnı, Ses, Esirler
Kağnı, Ses, Esirler
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Kağnı, Ses, Esirler

Gene böyle grup hâlinde pazardan dönerlerken, dar bir boğazda, fundalıkların arasından üç silahlı göründü. Etrafındakilerin şiddetli korku nöbetleri geçirdiklerinin, telaşla kaçacak yer aradıklarının farkına bile varmayan eski zabit, “Soyunun!” diye bağıran boğukça bir sesle kendine geldi. Derhâl eli ceketinin iç cebine gitti. Pazardaki alışverişin bıraktığı yirmi iki lira burada idi ve bu bütün sermayesinin yarısından fazlasıydı.

Birkaç haftadan beri ağızlarda, karı meselesi yüzünden dağa çıkan ve birkaç köy basan bir eşkıyanın lafı dolaşıyordu; fakat bu sıkı zamanlarda onun böyle yol kesecek kadar ileri gideceği, her şeyden kuşkulanan Aksekili aktarların bile aklına gelmemişti. Üzerlerine dikilen silahların karşısında herkes süratle soyunuyor ve çeşit çeşit elbiseli adamların yerinde beyaz çamaşırlı ve titreşen şekiller kalıyordu. Eşkıyalardan biri uzakta ve silahı elinde bekledi, öteki ikisi yolcuların yanına gelerek yerdeki elbiseleri karıştırdılar, bütün paraları ve saatleri aldıktan ve elbiselerden de kendilerine üç takım seçtikten sonra, bir köşeye birikmiş bekleyen pazarcıların yanına giderek ağızlarının içini, avuçlarını muayene ettiler ve parmaklarından gümüş yüzükleri söküp aldılar.

Akşamın alaca karanlığında, ağaçların yukarıdan doğru gelen uğultusuyla derenin aşağıdan gelen şarıltısı arasında bu beyazlar yığını ve onların arasında, çamaşırlarından daha beyaz kalmış kolları ve seyrek beyaz saçlarıyla eski zabit hiç de gülünç olmayan bir manzara idi. Dudaklarının kenarı acı acı bükülmüştü, kâh eşkıyaların karıştırdıkları gaz sandıklarının altında öteye beriye dönen eşeğe kâh gözleri patlayacakmış gibi dışarı fırlayan Alanyalı manifaturacıya bakıyordu.

Eşkıyalar işlerini bitirdikten sonra bunlara üstlerini giymelerini söylediler. Ondan sonra silahlarını doğrultarak “Hadi bakalım, marş!” diye bağırdılar. Herkes ağır ağır ve âdeta ayakları gitmek istemeyerek yürüyordu. Geride durup bekleyen eşkıyanın: çete başının önünden geçerken hepsi korkudan önlerine bakıyorlardı. Kafilenin en sonunda giden eski zabit başını kaldırarak orada, yarı adam boyu yüksekliğinde bir taşın üstünde silahına dayanmış duran adama uzun uzun baktı, merakla baktı ve sonra gözlerini ileri çevirerek yürümeye başladı. Fakat eşkıya birdenbire bulunduğu taştan atlayıp onu kolundan yakaladı, kendine çevirerek, gitgide koyulaşan akşamın içinde hayretle baştan aşağı süzdü. Sonra, elleri yanına çekilmiş, gözleri hüzün içinde, “Beni tanımadın mı bey?” dedi.

O baktı, bu zayıf, sinirli, kırmızımtırak gözlü yüze dikkatle baktı, sonra omuzundan tutarak yavaş sesle “Tanıdım, sen şey değil misin?” dedi ve onun ismini söyledi. Bu karşısındaki, kendisi bir zamanlar Çanakkale’de divanıharp azası iken askerden kaçan, sonra bir gece yarısı kapıya gelip “Aman bey, beni kurşuna dizdirme, ben teslim olacağım!” diye yalvaran, bu taraflı bir neferdi. O zaman divanıharpte onu kurtarmış, sonra da bir ay kadar yanına emirber almıştı. Namuslu bir çocuk olduğu hâlde çok sinirli ve ataktı. Ufak bir laf için arkadaşları ile boğaz boğaza girerdi. Bu yüzden yanında fazla alıkoyamayarak karargâha göndermiş ve o zamandan beri bir daha adını bile duymamıştı.

Öteki hemen arkadaşlarını çağırarak eski zabiti onlara tanıttı, elini öptürdü. Aldıkları parasını geriye verdikten sonra, onun birkaç misli daha da para verdiler. Eski neferin “Vah beyim, siz bu hâllere mi geldiniz!” derken gözleri yaşarıyor gibiydi. Kendisinden bahsederken “Ne yapalım beyim, bir namus meselesi yüzünden başımıza bu işler geldi. Eh, aç da durulmuyor, Allah taksiratımızı affetsin!” dedi. Zabiti en çok sarsan şey, eski neferinin tavırları idi. Hiçbir zaman kendisine karşı eski muamelesini değiştirmiyor, elleri yanında, âdeta bir iş buyurmasını bekliyordu. Öteki iki kişi de biraz geride ve elleri göbeklerinde bekliyorlardı. Biraz daha konuştuktan sonra “Hadi beyim, geç kaldım, bizi gönülden çıkarma, duanı bekleriz!” diyerek onu gönderdiler.

Eski zabit, ormanın yukarısından gelen uğultusu ile derenin aşağıdan gelen şarıltısı arasında, gözleri karşı yardan doğru çıkan ayın ilk ışıklarında, ağır ağır yürüyordu. İçerisi bu dereden çok daha büyük birtakım nehirlerle dolup boşalıyor, kâh gülüyor kâh gözleri yaşarıyordu.

Fakat kasabaya gelenler hemen meseleyi karakola haber vermişlerdi. İçlerinden biri bunun geriye kalıp eşkıyalarla uzun boylu görüştüğünü de saklanıp seyretmiş ve candarmalara bildirmişti. Şehre girerken yakalayıp ifadesini almaya götürdüler. Üzeri arandığı zaman çıkan paralar ve biraz perişan gözleri, şüpheleri büsbütün arttırdı. Eşkıyalarla sözlü olduğu, onlara habercilik ettiği iddiasıyla tevkif edildi. Tahkikat ilerleyince meselenin meydana çıkacağı muhakkaktı; fakat buna vakit kalmadan o, tevkifinin yirminci günü, ömrünün o belki en geniş gününü kovalayan bu dar günlere tahammül edemeyerek hapishanede öldü.

Varlık, 1.7.1935

Apartman

Sivri damın üzerinde, keskin bir koku dağıtan yaş tahtalara keseri vuruyor, bir taraftan da batıya doğru inmeye başlayan güneşi gözlüyordu. Ağustosun sonuna yaklaştıkları için mal sahibi, çatının çabuk örtülmesini istemişti. Yağmurlar başlar diye korkuyordu. Bunun için sekiz kişi iki gündür hep çatıda uğraşıyorlardı.

Öğleyin şöyle on dakika dinlenip biraz ekmekle yarım karpuz yemiş, hemen işe başlamıştı. Böyle yüksekte (apartman beş katlı idi) ve yarı yatmış, yarı ayakta durarak yaş tahtalara abanmak ve mütemadiyen başının üst tarafında keser sallamak insana sersemlik, hatta baş dönmesine benzer bir şey veriyordu.

Bir akşam olsa, bir eve gitse, bir arkaüstü yatsa ve karısı ile küçük kızına şöyle göğsünü kabarta kabarta bir bağırıp çağırsa!..

Mal sahibi karşı apartmanda oturuyordu (orası da kendi malı idi). Onun için burada bağırmak değil, hızlı bile konuşamıyorlardı. Herif bazen pencereyi açıp göbeğini kenara dayayarak saatlerce baktığı ve ara sıra “Orasını iyi kapat!” yahut “Lakırtıyı bırakalım!” diye emirler verdiği için işçilere, o olmadığı zaman da devam eden bir çekingenlik gelmişti. Sessiz sessiz çalışıyorlardı.

Birdenbire irkildi. Etrafına bakınırken ilerideki sokak başında küçük bir küfecinin iki kat olmuş geldiğini gördü. İçi, safrası kabarmış gibi, allak bullak oldu. Eliyle yarı çivilenmiş tahtalardan birine yapıştı, aşağıya doğru dikkatle bakmaya başladı.

Küfeye yükletilen eşyanın altında, ayakları sokağın bozuk taşlarına yapışıkmış gibi adımlar atarak ilerlemeye çalışan küçük hamal kendi oğlu idi.

Bir gün iş bulup on gün bulamadığı sıralarda, onu, zaten sebebini anlamadan iş olsun diye gönderdiği mektepten almış, bir daha göndermemişti.

Bir karısı ve bu oğlundan başka iki de kız çocuğu vardı. Ayın en çok on gününde aldığı en çok altmışar kuruşla bunları doyuramıyordu. Küçük oğlan ufaktan çalışmaya başlamalıydı.

Ucuzca bir eski küfe aldıktan sonra onu pazarlara gönderdi ve çocuk gününe göre yirmi yirmi beş kuruşa kadar kazanıp getirmeye başladı. Büyüdükçe belki beş on kuruş daha fazla da çıkarabilirdi.

Fakat bu sefer fena yüklemişlerdi. Alnına güneş vurdukça terlerin parıldadığını o buradan görebiliyordu. Çocuğun yanında giden uşak kılıklı bir adam ara sıra ona durup bir şeyler söylüyor, galiba “Yürüsene be!” filan diyordu.

Yaklaştıkları zaman küfenin içinde neler olduğunu da seçmeye başladı. Bir sürü şişelerin arasında irili ufaklı konserve kutuları vardı, renkli kâğıt kuşaklara sarılmış teneke kutular. Ve sonra şişeler, kısa, tıknaz, fıçı biçiminde, huni biçiminde, dar boğazlı, şiş gerdanlı ve içinde beyaz, yeşil, vişne rengi ve kan rengi sular bulunan birçok şişeler. Çocuk bu ağır yüklerin altında yıkılacak gibi yürüyordu.

Çocuğun yanında yürüyen adamı tanıdı: Apartman sahibinin uşağı idi. Herhâlde bu akşam karşıda ziyafet olacaktı. Bu içkiler, bu çeşit çeşit balık ve konserve kutuları bunu gösteriyordu.

Küfeci ve uşak, karşı apartmanın kapısına geldiler. Çocuk ufacık elleriyle duvara tutunarak bir ayağını merdivene attı. Babası yukarıdan bu ayağın pazılarının nasıl titreye titreye gerildiğini gördü. Fakat çocuk öteki ayağını bir türlü kaldıramıyordu. Yük herhâlde çok ağır olacaktı. Uşak canı sıkılmış bir tavırla ve eli arkada seyrediyordu. Çocuk bir hamle daha yaparak o basamağı ve aynı güçlükle öteki üç basamağı çıktı, kapıdan içeri girdi.

Babası yukarıda âdeta nefes bile almayarak bekliyordu.

Ustabaşı damın öbür ucundan, “Hey… Durma!” diye bağırdı. Silkinerek keseri başının üzerindeki tahtalara vurmaya başladı, fakat aklı hep arkada, karşı apartmanda idi. Ara sıra gene durarak dinliyor, fakat kalbinin gümbürtüsünden başka bir şey duymuyordu. Biraz sonra, keser seslerinin arasında, kulağına şangırtıya benzeyen bir ses geldi. Durdu, geriye ve aşağıya doğru eğilerek dinlemeye başladı. Karşı apartmanın içinde kalın bir ses bağırıyordu. Fakat söylenen sözleri anlamak mümkün değildi. Ara sıra ince bir vızıldanma kulağına gelir gibi oluyordu. Biraz sonra sesler kapıya yaklaştı.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Talik olmak: Ertelenmek. (e.n.)

2

Taaffün etmek: Kokuşmak, pis kokmak. (e.n.)

3

Esbab-ı muhaffefe: Ceza indirimi sağlayan hafifletici nedenler. (e.n.)

4

Tenezzüh: Gezinti. (e.n.)

5

İstiğna: Nazlı davranma. (e.n.)

6

İhtilattan menetmek: Bir tutukluyu yakınları veya başkalarıyla ilişki kurmaktan alıkoymak. (e.n.)

7

Muhasebe-i hususiye: Özel muhasebe; eskiden il özel idarelerine verilen ad. (e.n.)

8

Münhani: Eğri. (e.n.)

9

Zayiçe: Yıldızların, belli bir zamandaki yerlerini, durumlarını gösteren çizelge. (e.n.)

10

Kesb-i afiyet: Sağlığa kavuşma. (e.n.)

11

Münferit: Tek, ayrı, kendi başına olan. (e.n.)

12

İstihkar etmek: Hor görmek, aşağılamak. (e.n.)

13

Tekaüt: Emekli. (e.n.)

14

Aksata: Alışveriş. (e.n.)

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:

Полная версия книги

Всего 10 форматов