Книга İslam Ahlakının Esasları - читать онлайн бесплатно, автор Babanzade Ahmet Naim
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
İslam Ahlakının Esasları
İslam Ahlakının Esasları
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

İslam Ahlakının Esasları

Babanzade Ahmet Naim

Ýslam Ahlakýnýn Esaslarý

Başlangıç

1912 yılının ağustosunda, Lahey’de ikinci defa “Ahlak Terbiyesi” kongresi toplanmıştı. Hükûmetimiz tarafından, ilk ilmî toplantıya iştirak edilmemiş olduğu için, hiç olmazsa bu ikinci toplantıya temsilci gönderilmesi ve Doğu’da ahlak terbiyesinin desteği olan esasları anlatan bir raporun kongrede bulunan temsilcilere sunulması resmen rica olunmuştu. Bu resmî dilek, Doğu terbiyesi hakkındaki malumatın, vaktiyle Korfolu bir Yunanlı tarafından yazılmış kısa bir eserden ibaret olduğunu apaçık anlatıyordu. Devrin Maarif Nazırı merhum Emrullah Efendi, istenen raporun hazırlanmasını benden istedi. Ben de raporu hazırlamak için bir dereceye kadar çalıştımsa da kongrenin toplanmasına pek yakın bir zaman kala kabinenin değişmesi, taslak hâlinde kalan eserin tamamlanmasına ve işlenmesine karşı geldiği gibi, hükûmet namına bir temsilci gönderilmesi hakkındaki resmî sözün tutulmamasına da sebep olmuştur. Bereket versin ki o yıl kendi hesabına kongreye iştirak eden bir iki Türk bulundu da hükûmetin içine düştüğü yalancılık mevkisi de biraz gizli kalabildi.

O zaman yazdığım müsveddeleri “Sebilü-r Reşad” neşretmiş idi. Bugün belki yalnız bir tarihî vesika olmaktan fazla kıymeti olmayan o satırları, bazı yurttaşlarımızın zevk ve meşrebine uygun düşer düşüncesiyle olduğu gibi neşrediyorum. İsabet mi ediyorum? Bilmem!..

Ahmet Naim

1. Bölüm

İSLAM AHLAKININ ESASLARI

1 İslam Âlemi

Batı medeniyetinin bugün ele geçirmiş olduğu egemenlik durumu, Avrupa milletlerini, yeryüzünün her bölümündeki diğer milletlerle sürekli bir temasta bulunmaya zorlamakta olduğundan milletlerarası tanışma ihtiyacı, günden güne genişlemektedir. Doğu milletlerinin Avrupalıları, Avrupalıların Doğuluları, gereği gibi tanımaları meselesi, milletlerarası hayatın en söz götürmez ve ihmale dayanmaz, en belli başlı ve en lüzumlu ihtiyaçlarından sayılacağı sıra çoktan beri hulul etmiştir. Avrupalı olmayan milletler içinde, Müslümanlık namı altında toplanan ve Büyük Okyanus ile Atlas Okyanusu arasında birbirlerine perçinlenmiş bir varlık gibi yaşayan yüzlerce milyona varan büyük bir milletler kümesi vardır ki dilleri, renkleri ve sırf yerli olan bazı ehemmiyetsiz alışkanlıkları bakımından birbirinden ayrı isimlerle anılmakta olmalarına rağmen, dinleri ve ayinleri ve yine dinlerinden alınmış tavırları ve âdetleri dolayısıyla aralarında pek sıkı ve genel bir bağlantı vardır. Bu büyük beşer kütlesinin büyük bölgeleri, Avrupalı sömürgecilerin idaresi altında bulunduğu için, bu milletlerin, dinleri kadar, ahlak ve âdetlerinin dayandığı esasları bilmek ve öğrenmek yine o sömürgecilerin menfaatleri gereğidir.

2 Doğu ile Batı Arasındaki Münasebetler

Bir asrı geçen zamandan beridir, bir taraftan müsteşriklerin İslam definelerini eşerek unutulmış eserleri ortaya çıkarmak ve bunların sinesinde gizli olan güzelliklerden faydalanmak için uğraşmaları; diğer taraftan sömürgecilerin gerek ticaret yapmak gerek ele geçirdikleri memleketleri idare etmek gibi yollarla egemenlikleri altında yaşattıkları milletlere temasta bulunmaları; bir taraftan da Avrupa ve Amerika dışında Hristiyanlığı yaymaya çalışan misyonerlerin çeşit çeşit gayretler göstermeleri; Doğu ile Batı arasında dolmaz ve aşılmaz zannedilen uçurumu epeyce doldurmuş ve aşılacak bir hâle getirmiştir.

Hele bu son aydınlık ve bilgi devrinin yorulmak bilmeyen bilim ve gerçeklik mücahitleri (ülkücü savaşçıları) sayesinde, tanışmak işi, geçen asırları fersah fersah geçmiş olduğundan vaktiyle “Sarazanlar” ve “Türkler” hakkında ağızdan ağıza dolaşan tuhaf, fakat manasız lakırtılardan eser kalmamıştır diyebiliriz. Avrupalılarca, Müslümanların müşrik ülkeleri yıkmak ve halkı türlü türlü işkencelere uğratmak için yaratılmış, bütün insanlık vasıflarından azat edilmiş bir bela -hem de gökyüzünden inme bir bela- sayıldıkları devirler, pek geride kalmış bulunuyor. Bu büyük değişikliğin sebebini, her şeyden önce ilim fikrinin, tenkit fikrinin bütün beşerî bilgileri kucaklayan bir hâle gelmesinde, hiçbir hakikati delilsiz kabul etmek şanından olmayan ilmî metodun düşünen insanların hepsi arasında yayılmış bulunmasında aramalıdır. Biz Müslümanlar, baştan başa hakikat aşkıyla yüklenmiş olan bu değerli çalışmalara karşı minnet ve şükran duymakla beraber bu yüzden insanlığın geleceği bakımından da yüreğimizin büyük ümitlerle dolup taştığını hissetmekteyiz.

Batı mütefekkirlerinin, Doğu’nun ahlak ve âdetlerini tasvir için vücuda getirmiş oldukları bir yığın eseri incelemek, Doğulular hakkında doğru dürüst bir fikir edinmeye yardım etmekte ise de bu eserleri yazanların görüşlerindeki ayrılık, çok önemli bazı cephelerin aydınlanmasına karşı geldiğinden; bizi tasvir eden levhaların, yine bizim elimizle vücuda getirilmesi, herhâlde çok faydalı olur. Onun için bu risalede kendi memleketimizde hüküm süren ahlak ve terbiyenin, âdet ve meşreplerin ne şekilde ve ne gibi esaslara dayandığı anlatılacak ve burada açıklanan hakikatler pek cüzi farklarla bütün İslam âlemine intibak edeceğinden bu eser iki belli başlı fayda sağlamış olacaktır.

3 Ahlakın İlk Kaynağı ve En Değerli Desteği

Her yerde olduğu gibi, ahlak kaidelerini, insan vazifelerini, beşerin hayatını düzenleyen muamelelerin dayandığı kanunları, insanlara ilk öğreten kaynak dindir. Milletleri, bahtiyarlık konaklarına, ilerleme duraklarına kavuşturacak bu kaidelerle kanunlar, hangi kavmin dininde daha açık ve daha geniş ise, o milletin dünya sahnesindeki durumu daha sağlam ve daha sürekli olmuş ve o millet, bütün insanlık âlemini faydalandırmak bakımından daha hayırlı izler bırakmıştır. Fakat bu kaideler ve kanunlar, herhangi bir cemiyette, erişilmesi gereken bahtiyarlığı gerçekleştirmekten aciz kalırsa dinin bu bakımdan eksikliğini, o milletin akıllıları ve filozofları tamamlamaya çalışmışlardır. Felsefi düşüncelerin milletlerin hayatı üzerindeki geniş tesirleri inkâr olunmazsa da derin görüşlü kimselerin gözünden saklanamayan bir nokta vardır ki o da umumun zihnî tekâmülüne yardım ettiği hâlde, felsefi nazariyelerin, kalplere işlemek ve ahlak kaidelerini ruhların derinliklerinde yaşatmak bakımından din ve itikat derecesinde hâkim olamamaları ve bu hâkimiyeti kazanamamalarıdır. Felsefi nazariyelerin birbirine aykırı düşmesi ile beraber felsefelerin, fikir hürriyeti ve istidlal bakımından açtığı geniş yol, onun bu hâkimiyeti kazanmasına engel olmaktadır. Beşer tarihinin her safhası bize gösteriyor ki insanların havassını da, avamını da hayran eden faziletlerin ve en hayırlı işlerin gelişme devirleri, itikat ve imanın en köklü olduğu zamanlara tesadüf etmiş ve itikatların yozlaşması devirlerinde ise kötülükler ve türlü türlü fenalıklar, cemiyet hayatında hükümran olagelmiştir.

Din temeline dayanmayarak yalnız akla dayanan ahlak kaideleri, belledikleri nazariyelerin gerçekliğine kuvvetli bir iman ile bağlı olan mütefekkirler için hareket örneği olabilir. Fakat bu zümrenin azlığına delil aramak bile fazladır. Halkın çokluğu ise bu felsefi nazariyelere akıl erdiremez ve onlara bağlanmaya imkân bulamaz. Onun için ahlaki kaidelerin en sağlam desteği ve en kuvvetli müeyyidesi dindir. Ahlaki esasların en büyük koruyucusu ise Allah’ın, ahiret gününde kullarını hesaba çekeceğine ve işlediklerine göre onları mükâfatlandıracağına, yahut cezaya çarptıracağına inanmaktır.

4 İslam Ahlakının Mukaddes Kaynağı

İslam yurtlarında ahlakın belli başlı temeli, İslam dinidir. Ve bu din, bütün halk tabakaları arasında ahlak ve faziletin yayılmasına, herkesin ahlak ve fazilete sarılmasına çalışmış ve muvaffak olmuştur. Müslümanlar, kötülüklerin ve çirkinliklerin her çeşidinden korunmak; faziletlerle ve güzelliklerle bezenmek için Allah’ın kitabından ve peygamberin sünnetinden başka bir feyiz ve ilim kaynağına ihtiyaç hissetmemiş ve Hazreti Peygamber’in terbiyesiyle yetişen güzide arkadaşlarından ve onların yetiştirdikleri nesilden başka rehberlere ve örneklere değer vermemişlerdir.

Hint ile Yunan’ın bir aralık Müslümanların eline geçen felsefi yazıları, Müslümanlar arasında ahlakın umum seyrine tesir bakımından hiçbir iz bırakamamıştır. Vakıa Hint’in “Kelile ve Dimne”si, İbn El-Mukaffa’ı, Eflâtun ile Aristo’nun ahlaki kitapları Farabileri, İbni Sinaları, İbn Miskeveyhleri, Tusileri, İbni Rüşdleri tesir altında bırakmışsa da bunlardaki amelî esaslar Kur’an ile hadisin coşkun bir sel gibi fışkıran öğütlerine karşı varlığını koruyamayacak derecede ruhsuz görünmüş, gönülleri terbiye etmek hassası yalnız peygamberlik kaynağından sâdır olan buyruklar ve yasaklar ile bunları hareket ve amelî prensibi sayan fazilet ve marifet erbabına münhasır kalmıştır.

5 İslam Dinindeki Amelî Hikmet ve İslam İnkılabı

Hakikatte İslam dinindeki amelî hikmet, en ince teferruatı dahi kucaklayacak derecede boldur. İslam dini, hakikaten ahlak dinidir. Kur’an’ın herhangi ayeti tetkik edilse ya mantığında ya mefhumunda insanları hidayet ve fazilet yoluna sevk edecek, bahtiyarlığa engel olan huylardan ve hareketlerden koruyacak irşatları keşfetmekte güçlük çekilmez. Kur’an-ı Kerim’i inceleyen bilginlere zor gelecek ve içinden çıkılamayan bir mahiyet arz edecek bir şey varsa o da yalnız ahlak ve edebe ait olan ayetleri seçerek tasnif etmek güçlüğünden ibarettir. Çünkü Kur’an baştan başa bu mahiyettedir. Çünkü Kur’an’ın ve İslam dininin en mühim hedefi ve gayesi; beşerin ahlakını doğrultmak ve tasfiye etmektir. Hazreti Peygamber hakkında Kur’an’da varit olan en büyük medih “Ve inneke lealâ hulükin azîm”1ayetidir ki “Şüphesiz sen (Ya Muhammed!) ahlak güzelliğinin yüce bir mertebesini haizsin!” demektir.

Hazreti Peygamber de, peygamberliğinin gayesini anlatmak için: “Ben ancak ahlak güzelliklerini, ahlak yüceliklerini tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur. Hazreti Peygamber’in eşi Hazreti Aişe’ye “Hazreti Peygamber’in ahlakını bize anlat.” dendiği zaman, “Onun ahlakı Kur’an’dan ibaretti.” cevabını veriyor.

Böyle büyük bir dava ile ortaya çıkan bu din, ortaya çıkmasının üzerinden geçen bir çeyrek asırlık zaman içinde, gayesini gerçekleştirmiş ve dünya tarihinde eşi görülmeyen bir inkılap başarmıştır.

Kur’an’ın faziletleri koruması ve reziletleri imha etmesi; Peygamber Efendimiz’in bu hareket tarzını yaşatarak ümmetine rehber ve örnek olması yüzünden; arkadaşları içinde, ahlaki fazilet bakımından her biri bir millet için, iftihar abidesi sayılacak nice nice büyük insanlar yetiştirmiştir. İslamiyetin temeli ve ruhu, güzel ahlakı benimsemekten ibaret olduğundan ve gerçekleşmesi istenen bu yüksek ülküyü gerçekleştirmeye yardım edecek teferruatın biri de ihmal edilmemiş bulunduğundan yeryüzünde bu kadar kısa bir zaman içinde akıllara durgunluk veren bu muazzam inkılap başarılmış bulunuyor.

2. Bölüm

İSLAM DİNİNE GÖRE AHLAK

Ahlaki vazifelerden her birinin İslam nazarındaki mevkisini ayrıntılı olarak anlatmadan önce İslam dininin, faziletlere ne kadar yüksek ve ileri yer verdiğini, faziletin zıddı olan reziletleri ve kötülükleri ne kadar hor gördüğünü belirtmek herhâlde faydalı olur.

1 Ahlakı Tamamlamak

Daha önce anlattığımız gibi Peygamber Efendimiz, iyi ahlakı tamamlamayı, peygamberliğinin baş vazifesi olarak göstermiş ve onun için “Ben iyi ahlakı tamamlamak için gönderildim.” demiştir. Onun bu sözü, iyi ahlaka verdiği ehemmiyeti ifade ettiği gibi, Allah’a niyaz ederken de iyi ahlak için Cenabıhakk’a karşı en samimi yalvarış ve yakarışlarda bulunması, bütün emelinin en iyi ahlakı yaşatmak ve geliştirmek olduğunu belirtmektedir. Peygamber Efendimiz namaza durdukları zaman: “Ya Rabb’i! Ahlakın en güzeline erişmek için bana yol göster. Zira en güzel ahlakı bildirecek ancak sensin!.. Ya Rabb’i! Fena ahlakı benden uzak tut. Zira ahlakın fenasını benden uzak tutacak, ancak sensin!” buyururdu. Çok kere de “İlâhi! Senden sıhhat ve afiyet (yani din ve dünyaya ait işlerdeki her kötülükten korunmak), bir de iyi ahlak dilerim!” diye Allah’a yalvarırdı. Bir gece de sabaha kadar “İlâhi, suretimi (yani dış yüzümü) güzel yarattın. Siyretimi de güzelleştir!” diye dua etmişti. Kendisine “Ey Allah’ın peygamberi! Bütün gece dua ve niyazın hep iyi ahlaka dairdi.” denilince “Allah’ın Müslüman kulu, ahlakını güzelleştire güzelleştire nihayet güzel ahlakı onu cennete sokar. Keza ahlakını çirkinleştire çirkinleştire kötü ahlakı onu cehenneme sokar. Müslüman kulun öylesi vardır ki uykuda iken bile Allah tarafından yargılanır.” buyurmuşlardır.

Hazreti Aişe validemiz, kendisinden Hazreti Peygamber Efendimiz’in ahlakını soran zata “Sen hiç Kur’an okumuyor musun? Peygamber Efendimiz’in ahlakı, Kur’an’dan ibaretti ve onu Kur’an,şu ayetlerle terbiye etmişti.” diyerek Kur’an-ı Kerim’in şu ayetlerini örnek göstererek okumuştu:

2 Peygamberimizin Ahlakı ve Ahlaki Sözleri:

“Affa sarıl, iyiliği buyur, cahillerden yüz çevir.”2

“Şüphe yok ki Cenabıhak adaleti, ihsanı (iyiliği), yakın olanlara atâyı (bakmayı, gözetmeyi) emreyler. Sözün ve fiilin kötüsünden, kötülüğünden, tecavüzden (haddi aşmaktan) nehyeyler (Yani bütün bunları yasak eder.).”3

“Uğradığı zulme karşı sabrederek (dişini sıkarak) affeden kimsenin imanı ise daha yüksektir. Zira bu, azmedilecek işlerin en mühimlerindendir.”4

“… bir de onlar, af ile safh ile (bağışlayarak, göz yumarak) muamele etmesinler. Siz, Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?”5

“Ya Muhammed! Seyyieyi (yani kötülüğü) kendisinden daha iyi olan ile yani iyilik ile defet. Kendisiyle aranızda düşmanlık olan kimse bir de bakarsın ki seni esirgemeyen, seven bir dost gibi oluvermiş.”6

“O müttekiler için ki (o Allah’tan korkan, o kötülüklerin her çeşidinden korunan ve Allah’a karşı vazifelerini yapan kimseler için ki) genişlik içinde oldukları zaman da darlık içinde kaldıkları zaman da ellerindekinden (Allah yolunda) harcarlar, gayızlarını (hiddetlerini, hınçlarını) zapt ederler, halkı affederler. Allah da zaten böyle ihsan edenleri (yani iyilik edenleri) sever.”7

“Zannın çoğundan sakınınız. Zira zannın azı bile günahtır. Bir de tecessüs etmeyiniz (Birbirinizin gizli kapaklı taraflarını araştırıp açığa vurmaya özenmeyiniz.). Birbirinizin gıybetini etmeyiniz (Birbirinizin ardından, birbirinizin kusurlarını sayıp dökmeyiniz.).”8

İşte Peygamber Efendimiz’in ahlakı bu mahiyette idi. Onun bu ahlaki vasıfları ümmeti için bir örnekti. Onun bu güzide vasıfları üzerinde durmak, bizi bu eserin hududundan uzaklaştıracağı için, doğumundan ölümüne kadar onun her hâlini, her şanını zapt ile meşgul olanlara bu işi bırakıyoruz. Biz burada onun, insanları iyi ahlaka teşvik eden, kötülüklerin ve kusurların her çeşidinden korunmaya davet eden bazı sözlerini kayıt ile iktifa edeceğiz:

3 İyi Ahlakın Mahiyeti

“İyi ahlak, Allah’ın yarattığı en büyük şeydir.”

“İyi ahlak cennet amellerindendir.”

“Ahlak, dinin kabıdır.” (Yani bir kimsedeki dinin derece ve mahiyeti, ahlakının derece ve mahiyetine uygundur.)

“İnsanın, işlediği işler terazisine, iyi ahlaktan daha ağır bir şey konamaz. Zira iyi ahlak sahibi olan kimse, namaz kılan, oruç tutan kimsenin derecesini elbet bulur.”

“Dinden sonra aklın başı halka kendini seçtirmek ve herhangi bir iyiye veya kötüye karşı bol bol iyilik göstermektir.”

“İyi ahlaka yapış. Zira insanların en iyi ahlaklıları, dini en iyi olanlarıdır.”

“İslam, iyi ahlaktan ibarettir.”

“Cenabıhak, bir kulunun hem suretini hem siyretini güzel yaratıp da ateşe yedirmez.”

“İnsanın asaleti, dini; soyu, güzel ahlakıdır; mürüvveti de aklıdır.”

“Siz bütün halka mallarınızla iyilik etmeye yetişemezsiniz.

Öyleyse güler yüzlülükle, iyi ahlak ile yetişiniz.”

“Cenabıhak bu dini, halis olarak kendi dini kılmıştır (Nezdinde makbul din olarak seçmiştir.). Dininize cömertlik ile iyi ahlaktan başkası yakışmaz. Öyleyse siz de dininizi bu iki vasıf ile süsleyiniz.”

“İçinizden en ziyade sevdiklerim, kıyamet günü yeri bana en yakın olanlarınız, ahlakı en güzel olanlarınızdır.”

“Müminlerin imanca en kâmilleri, ahlakı en iyi olanlarıdır ki bunlar kendileriyle hoş geçinilir, halk ile ülfet eder ve kendileriyle ülfet edilir kimselerdir. Ülfet etmeyen ve kendisi ile ülfet mümkün olmayanlarda hayır yoktur.”

“Cenabıhak, ahlakın yükseğini sever, bayağılarını sevmez.”

“Tedbire benzer akıl, iyi ahlaka benzer soy sop yoktur.”

“Bir kimsede üç şeyin hepsi veya hiç olmazsa biri bulunmazsa iyi işlerinden birine de değer vermeyiniz. Bu üç şey: Allah’a karşı isyanda bulunmaktan kendisini alıkoyacak takva, sefihe karşı gelebilecek bir usluluk, insanlar arasında hoş geçinmesini sağlayacak iyi ahlak.”

“İnsanın bahtiyarlığı, iyi ahlaktır. Fena ahlak ise bedbahtlık alametlerindendir.”

“Şüphe yok ki doğruluğuna giden Müslüman, iyi ahlakı ve güzel seciyesi sayesinde daima oruç tutan ve namaz kılan kimsenin derecesini bulur.”

“Şüphe yok ki bir kul ahlakı sayesinde, ibadeti az olduğu hâlde, ahiret derecelerinin en büyüklerine, ahiret konaklarının en yükseklerine nail olur. Kötü ahlakı sebebiyle de âbidler zümresinden sayılır iken cehennemin en aşağı derekelerini bulur.”

“Sirke balı nasıl bozarsa fena ahlak da ameli öylece bozar. İyi ahlak ise güneşin karı erittiği gibi, günahları eritir.”

“Fena ahlak uğursuzluktur. En kötüleriniz de en fena ahlaklılarınızdır.”

“Bir kul ahlakını fenalaştırdığı müddetçe Hak Teâlâ’dan hep uzak kalır durur.”

“Her şeyin bir tövbesi vardır. Yalnız fena ahlakı olanın tövbesi yoktur. Zira o hiç bir günahtan tövbe etmez ki daha fenasına giriftar olmasın.”

Biri, Peygamber Efendimiz’e sormuş: “İyi ahlak nedir?” O da “Sana darılan kimse ile görüşmen, seni mahrum edene vermen, sana zulmedeni affetmendir.” buyurmuştur.

Biri de Peygamber Efendimiz’in önünde, sağ tarafında ve sol tarafında durarak ayrı ayrı üç kere “Ya Resulallah! Din nedir?” diye sormuş; üçünde de “İyi ahlaktır.” cevabını almış. Buna da kanaat etmeyerek bir kere de arka tarafına geçip “Ya Resulallah! Din nedir?” diye sorunca Hazreti Peygamber arkasına dönerek “Yahu, anlamıyor musun, gazap etmemektir.” buyurmuşlardır.

Bir diğeri de “Ya Resulallah, bana nasihat et!” demiş. “Nerede bulunursan bulun Allah’tan kork.” buyurmuşlar. “Daha nasihat et.” demiş. “Kötülükten sonra hemen bir iyilik işle ki onu mahvedesin.” buyurmuşlar. Yine “Daha nasihat et.” diye ricada bulunmuş. “Halka, iyi ahlak ile muamele et.” cevabını almış.

Yine, “Amellerin en üstünü hangisidir?” sualine “İyi ahlaktır.” cevabını vermişlerdir.

Yine bir gün Hazreti Peygamber’in huzurunda bir kadından bahsedilirken “Her gün oruç tutar, bütün gece namaz kılar, yalnız şu kadarı var ki ahlakı fenadır, diliyle komşularına eziyet eder.” demişler. Buna karşı da “O kadında hayır yoktur, cehennemliktir.” cevabını vermişlerdir.

3. Bölüm

İMAN İLE AHLAK

1 İman ile Ahlak

Dinin emrettiği farizalar ile ahlakın, İslam nazarında birbirlerine olan münasebetlerini izah için arz ettiğimiz örnekler yeterlidir. Bir de iman ile ahlak arasındaki ilgiyi de tayin edecek bazı örnekler gösterelim ki yüksek ahlak sahibi olmanın İslam’ca kesin bir farz olduğu büsbütün belirsin.

Peygamber Efendimiz’in şu sözleri, iman ile ahlak arasındaki bağlantıyı açıkça gösterir:

“İman yetmiş küsur kadar şubedir (nevi, çeşit). Efdali ‘Lâ ilâhe illallah.’ (Yani Allah’tan başka tapacak yok.) demek, ednası yol üzerinde insanlara eza verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ (utanmak) da imanın bir şubesidir.”

“İmanın en üstünü Allah için sevmen, Allah için buğzetmen, lisanını Allah’ı anmakla çalıştırman, kendin için her neyi seversen, başkaları için de onu arzu etmen, kendin için neden hoşlanmazsan başkaları için de o şeyin husulünü arzu etmemendir. Bir de ya hayırlı söz söylemek yahut sükût etmektir.”

“Nefsimi yedi kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki hiçbir kul, kendi nefsi için istediği hayrı, kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.”

“Bir kul kendi nefsi için istediğini kardeşi için de istemedikçe mizahında da, ciddiyette de Allah’tan korkmadıkça imanı, kemalini bulmuş olmaz.”

“Bir kul, ahlakını güzelleştirmedikçe, gayzını (hiddetini ve hıncını) yenmedikçe, başkaları için, kendi nefsi için arzu ettiğini istemedikçe imanı kâmil olmaz (bütünleşmez). Yararlı işler işlemeden yalnız Müslümanların hayırhahı olmakla cennete girmiş nice kimseler vardır.”

“Bir kimsenin kalbi, diliyle beraber, dili de kalbi ile beraber olmadıkça, sözü işine uygun olmamaktan kurtulmadıkça, komşusu şerrinden emin olmadıkça mümin sayılmaz.”

2 Ahlaki Vazifeler ve Dinî Emirler

Peygamber Efendimiz’in bu çeşit sözlerine dikkat edilecek olursa ahlaki vazife ve hakların, dinî emirlere ne derece bağlı olduğu derhâl belirir; belki bunların ikisi âdeta birdir. Çünkü İslam dininde hiçbir ahlaki buyruk yoktur ki; dinî bir buyruk veya imani bir buyruk olmasın. İmanın yetmiş küsur kadar kolundan her biri, anlaşılıyor ki amelî bir buyruktur ve dinî bir ödevdir. İnsanın “Lâ ilâhe illallah.” yani “Allah’tan başka tapacak yok.” demesi bir dil işidir. Fakat bunu dil ile söylemek imandan bir parçadır. Bu böyle olmakla beraber halkın gelip geçtiği bir yerde halka eziyet verecek bir şeyi kaldırmak, mesela bir taş parçasını ortadan alıp bir kenara koymak da imandan bir cüzdür. Bir Müslüman; namazını, orucunu, zekatını, haccını, hasıl bir dinî vazife tanırsa; sıhhatini korumayı, ailesini geçindirmeyi, insanlara güler yüz göstermeyi de dinî bir vazife sayar. Adam öldürmek, içki içmek, kumar oynamak, zina etmek; kazaf (yani dil ile birinin namusuna tecavüz) etmek, başkasının malına el sürmek, gasbetmek nasıl günah ise nasıl haram ise; gıybet etmek (bir adamı arkasından çekiştirmek, fassallık etmek), malayani (saçma sapan) konuşmak, sıhhate zarar veren bir şey yemek, mideyi bozmak, edep ve terbiyeye uymayan tavır ve hareketlerle haysiyetini kırmak, nefsini haksız yere alçaltmak da birer günahtır ve bu yüzden haramdır (yasaktır).

3 İslam Ahlakının Şümulü

İslam dini, insana, yalnız kendisini yaratan Allah’a karşı mükellef olduğu (yüklenmiş olduğu) vazifeleri öğretmekle kalmıyor, maddi ve manevi hayatımızda gerekli olan şeylerin hepsini, her türlü incelikleriyle bize bildirmiş bulunuyor. Namaz ile orucun yanı başında diğer insanlara yardım etmek ve onları esirgemek, hak sahibi olan kimsenin hakkını eda etmek, icap ettiği zaman birtakım haklardan feragat etmek de İslam’ın öğrettiği esaslar içindedir. İslam dini, medeni hayatın bütün inceliklerine ait vazifelerin hepsini kavrar ve bütün bunları akla durgunluk verecek derecede en hurda teferruatıyla açıklar. Onun için aile fertlerinin, karı kocanın, komşuların, dostların birbirine karşı hak ve vazifelerini bütün incelikleriyle anlatmış ve bütün Müslümanlar arasında hakiki bir kardeşlik kurmuş ve temelleştirmiştir. Onun için bir Müslüman, İslam yurtlarının en uzağına da gitse kendisini yabancı hissetmez. Bilakis yabancılığı, bütün muhitin kendisini koruması ve esirgemesi, kendisine her türlü yardımı göstermesi için sebep olur ve bu yüzden uzak bir İslam yurduna giden bir Müslüman, dinî bir farzı yerine getirmek üzere kendisine uzanan ellerin eksik olmadığını görür. “Bir kul, kardeşine yardımda bulundukça Hak Teâlâ da ona yardımcıdır.” gibi Peygamber Efendimiz’in yüksek bir vaadini duyan hiçbir Müslüman tasavvur edilemez ki sefalette kalmış bir kardeşini kurtarmak için hemen koşmasın.

4 İslam Medeniyeti

İnsanın bütün ruhi kuvvetlerini ayrı ayrı terbiye ederek eşi görülmeyen gelişmelere eriştirmek isteyen ve bunu sağlayan bir dinin, başlı başına büyük bir medeniyet kurması ve kurmaya muvaffak olması gerektir. Nitekim öyle olmuş, İslamiyet böyle bir medeniyeti kurmuş ve bunu, yalnız başına, diğer medeni milletlerin felsefesinden yardım görmeye lüzum hissetmeden başarmaya muvaffak olmuştur. Müslümanlar, dinlerini, asri saffetiyle yaşattıkları ve ona bütün kuvvetleriyle sarıldıkları sırada parlak bir medeniyet, yaratarak bütün insanlığa hizmet etmişler ve bu medeniyet insanlık tarihinde ünlü bir ad, sönmeyen ve sonu gelmeyen bir iz bırakmıştır. Bu medeniyetin maddi mirası da manevi mirası da hâlâ yaşamaktadır ve bu medeniyetin yeniden canlanması da Müslümanların manevi kalkınmalarına bakmaktadır.

4. Bölüm

MESULİYET ESASI

1 Mesuliyet Esası

Müslümanların vaktiyle yalnız başlarına ve herhangi bir medeni milletin felsefesinden yardım görmeksizin büyük bir medeniyet kurmuş olduklarını söylemekten maksadımız, felsefenin bugünkü Avrupa medeniyetini kurmaktaki büyük hizmetlerini hor gördüğümüzü anlatmak değildir. Demek istediğimiz şudur: Yayılması, ahlakın alçalmasına sebep olacak birtakım felsefi meslekleri bir tarafa bırakacak olursak “vazife” prensibini, akıl üzerine kurarak “doğru, iyi ve güzel” gibi yüksek prensipleri kemal gayesi edinen sağlam nazariyeler bile, umumun gönlüne hâkim olmak bakımından dinin gösterdiği kudret ile rekabet edememektedir. Şu anlamda ki, vahy-i ilahîye iman kaydından azade kalmak isteyenler arasında ahlak kaidesini sırf akıldan çıkararak “vazife” ve “vicdani mesuliyet”i kendilerine -amelî olarak- rehber edinenlerin sayısı henüz pek azdır. İslam dini ise en sağlam, en muhkem bir felsefenin ahlaki prensiplerinden birini de ihmal etmeksizin onun bütün gereklerini akil, gabi, zengin, fakir, âlim, cahil, ileri, geri, bütün beşer sınıfları arasında aynı kuvvet ve nüfuz ile yaymaya başlayalı on üç buçuk asır olduğu hâlde, ahlaki vazifelerin İslamlar arasında din boyasına boyanmış olması, akli mahiyetini hiçbir vakit zedelememiş ve hiçbir vakit İslam arasında, akıl ile din korkulacak bir savaşa düşmemiştir.