banner banner banner
Abbasiler ve Abbasi Halifeleri
Abbasiler ve Abbasi Halifeleri
Оценить:
 Рейтинг: 0

Abbasiler ve Abbasi Halifeleri


Halife Mutazıd, sahip olduğu yetkileri kullanma konusunda irade gösterse de onun ölümüyle durum tekrar eski hâline döndü. Emeviler’in son döneminde olduğu gibi Abbasi Devleti de merkezî idareyi toparlamak için Halife Râzi döneminde 936 yılında -günümüzdeki başbakanlık kurumuna benzer- emîr-ül ümera kurumunu tesis etti. İlk emîr-ül ümera da Muhammed b. Raik El Hazari oldu. Ancak devlet iyice parçalandığı için halifenin iktidarı ancak Irak’ın sınırlı bir kesiminde etkili oldu.

Büyük Darbeyi Şiiler Vurdu

Abbasiler, tarihlerindeki en büyük darbeyi 945 yılında Şiilerden yediler. İran kökenli ve Şia’ya mensup Büveyhoğulları Hanedanı, 9. yüzyılın ortalarına doğru Fars, Huzistan, Kirman ve Cibâi bölgelerinde egemen hâle gelmişlerdi. Şiilerin Bağdat’ı işgal etmeleri üzerine, Abbasi Halifesi Mustekfi, Büveyhoğulları’ndan Muizzüddevle Ahmed’e emîr-ül ümeralık görevini vermek zorunda kaldı.

Büveyhoğulları Hanedanı, yüz yılı aşkın bir süre Bağdat sarayını yönettiler. Bu süreçte Abbasi halifeleri, Büveyhoğulları’nın kölesi durumuna düşerken askerî ve siyasi otoritelerini kullanamaz hâle geldiler. Abbasi halifelerini meşruiyetin kaynağı olarak gören Büveyhoğulları, istedikleri kişiyi halife yaparak halifeleri kuklaya çevirdiler. Uğradığı uzun işgal döneminde Bağdat, İslam dünyasının merkezi olmaktan çıkarken Abbasiler’in uğradığı ikinci yıkım da Kahire’den geldi. 11. yüzyılın ortalarında Büveyhoğulları’nın gücü kırılırken bu sefer de Türk kökenli komutanlardan Arslan El Besasiri tehlikesi ortaya çıktı.

Abbasi Devleti’nin krize girdiği dönemde Afrika’da Fâtımîler, Asya’da da Selçuklular güçlenmeye başlamıştı. Arslan El Besasiri, Türk olmasına rağmen Fâtımî dâîlerinin etkisinde kalmış bir komutandı. Büveyhoğulları’nın gücünün zayıfladığı dönemde Arslan El Besasiri, Bağdat camilerinde hutbeyi Fâtımî halifesi adına okutmaya başladı. Bağdat’ın Fâtımî egemenliğini tanıması anlamına gelen bu hareket üzerine Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat’a girdi. Bağdat bu sefer de Selçuklular’ın nüfuzu altına girdi.

Abbasiler’in Kurtarıcısı Türkler Oldu

11. yüzyılın yükselen gücü olan Selçuklular, Bağdat ile birlikte Irak ve Suriye’de de Fâtımî nüfuzunu kırdılar. Aynı zamanda Şia anlayışına karşı Sünni anlayışı yaymak için fikrî mücadelede fonksiyonel olacaklarına inandıkları medreseler açtılar.

Büyük Selçuklu Devleti’ni Bağdat karşısında zayıflatan ise Türkler arasındaki iktidar kavgaları oldu. Türklerin iç kavgalarından Abbasi halifeleri faydalanmayı başardılar. Halife Nasır döneminde başlatılan maddi iktidarı ele geçirme mücadelesi, 1194 yılında Irak Selçuklu Sultanı Tuğrul’un, Harzemşah Sultanı Tekiş’e yenilince Büyük Selçuklular nüfuz sahalarını Harzemşahlar’a terk etmek zorunda kaldılar. Ancak Abbasi sarayı için bu sefer de Harzemşahlar tehdide dönüştü.

Moğolları Bağdat’a Abbasiler mi Davet Etti?

Bazı tarihçiler otuz dördüncü Abbasi Halifesi Nasır’ın, Harzemşahlar’ı Selçuklular’dan daha tehlikeli bulduğunu kaydetmişlerdir. Harzemşahlar’a karşı bir denge unsuru olarak daha uzak tehdit olan Moğollardan yardım istediği belirtilen Halife Nasır’ın amacı, Harzemşahlar’ı Moğollar ile sıkıştırmak ve Bağdat üzerindeki Harzemşah tehdidini gevşetmek idi. O dönemde Harzemşahlar’ın başına geçen Sultan Muhammed’in planı Abbasi halifeliğine son vermekti. Halife Nasır’ın planladığı gibi Moğol tehdidi Harzemşahlar’ın Bağdat’a yönelik planlarını gerçekleştirmeye fırsat vermedi.

Devlet Hızla Küçüldü

Emevi Devleti döneminde en geniş sınırlarına ulaşan Araplar, Abbasiler iktidara geldikten sonra büzüşmeye başladı. Abbasiler’den bağımsızlığını ilk ilan eden 756 yılında Endülüs Emevi Devleti oldu. Endülüs Emevilerini 758’de merkezi Fas’ın Sicilmase şehri olan Harici Midrariler, 777’de Batı Cezayir’de Rüstemîler, 789’da Fas’ta İdrisîler ve 800’de Tunus’ta Ağlebîler takip etti. 9. yüzyılın ortalarından itibaren de Abbasiler’in, Kahire’nin batısında hiçbir etkileri kalmadı.

9. yüzyıldan itibaren Abbasiler’in doğudaki sınırları da hızla daraldı. 819 yılından itibaren bugünkü İran’ın kuzeydoğusundan Ceyhun Nehri’ne kadar uzanan Horasan bölgesi ile Maveraünnehir denilen Ceyhun Nehri’nin doğusunda Samaniler, 821 yılında Horasan’da Tahinler, Bağdat’a şeklen bağlı kaldılar. 867’de Sistan bölgesinde Saffariler ortaya çıktı. Aynı şekilde 905 yılında Suriye ve El Cezire’de Hamdaniler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Böylece, 9. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Abbasi Devleti’nin hüküm alanı, Bağdat ve çevresinden ibaret kaldı.

İsyanlar Coğrafyanın Kaderi Oldu

Emevi Devleti kurulduğu andan itibaren isyanlarla boğuştuğu gibi, Abbasi Devleti’nde de ilk zamanlarından itibaren türlü isyanlar yaşandı. Daha önce Ehl-i Beyt’in hakkı için isyan eden kitlelerin yerine 752 yılından itibaren Emevi Hanedanı’nın hakkı için isyan eden kitleler aldı. İlk isyan bastırılsa da Ümeyyeoğulları’nın bir gün geri döneceğine inanan kitleler zaman zaman ayaklandılar.

Öte yandan isyan eden bir diğer kitle de Şiiler idi. Kendilerini siyaseten aldatılmış hisseden Şiiler, Abbasoğulları’nın halifeliği ele geçirmesine itiraz ediyorlar ve hilafetin kendi hakları olduğunu savunuyorlardı. Şiilerin ilk isyanı 762 yılında Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ın soyundan gelen Muhammed ve kardeşi İbrahim’in halifelik iddiasıyla harekete geçmeleriyle oldu. Bu isyan geniş yankı bulmadı, iki kardeş yakalanarak idam edildi.

İsyanı bir kültüre dönüştüren Şiiler, buldukları her fırsatta isyan etseler de sonuç alamadılar. Ancak bu isyanların en etkilisi, Ebu Müslim Horasani’nin düzenlenen bir komplo sonucunda 755 yılında öldürülmesi üzerine başladı. Abbasiler’e saltanatı ikram eden Ebu Müslim Horasani’nin öldürüldüğü haberi Horasan’a ulaşınca yakın adamlarından Sunbaz, Rey şehrini ele geçirerek Hamedan üzerine yürüdü. Ancak Abbasi kuvvetlerine karşı verdiği savaşı kaybederek Taberistan’a kaçsa da yakalanarak idam edildi.

Aynı tarihlerde İshak El Türkî de Maveraünnehir’de ayaklandı. Abbasi kuvvetleri iki yıl boyunca bu isyanı bastırmaya çalıştı. 757 yılında ise Herat, Badgis ve Sistan bölgesinde Üstazsis adlı birisi isyan çıkarttı. Bir yıl süren bu isyan da güçlükle bastırılabildi.

Peçeli İsyanı

Halife Mehdi zamanında eski İran dinlerini ihya etmek için daha birçok ayaklanma olmuştur. Bu isyanlardan en boyutlusu Peçeli anlamına gelen Mukanna İsyanı olmuştur. Toplumsal mülkiyet fikrini savunan Mukanna İsyanı, 789 yılında bastırılmıştır. Arka arkaya gelen bu isyanlar üzerine Abbasi Devleti, günümüzde kurulan özel müdahale birlikleri gibi divanü’z zenâdıka adıyla bir teşkilat kurmuştur.

Babek İsyanı Devleti Sarstı

Yapılan isyanların en geniş tabanlısı ise Nahcivan’da ortaya çıkmıştır. Dikkate değer askerî ve siyasi yetenekleri olan Türk komutan Babek, etrafına topladığı geniş kitleler ile 816 yılında isyan bayrağını açtı. Halka mülkiyet eşitliği sözü veren Babek, uzun süre isyanı devam ettirdi. Üzerine gönderilen birlikleri yenmesiyle bir halk kahramanına dönen Babek’in 22 yıl süren isyanı, bir Türk komutan eliyle sonlandırıldı. Abbasi Halifesi Mutasım, 837 yılında Türk kökenli komutanlarından Afşin’i, Babek’in üzerine göndererek isyanı bastırdı ve Babek’i de idam ettirdi.

Köleler de Eşitlik Talebiyle Ayaklandı

Abbasi yönetimine karşı başlatılan bir başka etkili isyan 869-883 yılları arasında oldu. Köle isyanı denebilecek isyana Zenc adında bir köle liderlik etti. Ekonomik ve sosyal taleplerde bulunan köleler, Basra bölgesinde tuzla ve çiftliklerde son derece ilkel şartlarda çalıştırılıyorlardı. Toplumsal bir yaraya dönen bu durumu siyasi bir harekete çevirmek isteyen Ali b. Muhammed adındaki Hz. Ali’nin soyundan geldiğini iddia eden kişi, eşitlik ve adalet getireceği sözüyle köleleri ayaklandırdı. Ayaklanma Irak’ın güneyine hızla yayıldı. Sosyal açıdan baskılanmış pek çok grup isyancılara destek verdi. Basra ve Vasıt’ı ele geçiren isyancılar, Bağdat’ı da tehdit etmeye başladılar. Abbasi halifeliğinde büyük paniğe yol açan bu isyan da çeşitli bölgelerden getirtilen takviye birliklerle bastırılabildi.

Karmatîler Mekke’yi Yağmaladılar

İsyanlar bastırılsa da isyanın beslendiği fikirlerin yayılmasının önüne kimse geçemiyordu. Abbasi Devleti kurulduğu andan itibaren büzüşmeye başlayınca 9. yüzyılın başlarında ortaya çıkan ekonomik sorunlar, sosyal sorunları da beraberinde getirdi. Kölelerin isyanı bastırılsa da Şii dâîleri tarafından propaganda edilen fikirler hızla yayıldı. 901-906 yılları arasında, Karmatîler adıyla bilinen bir gruba mensup ve Şii mezhebinin İsmaili koluna mensup çeteler, Suriye, Filistin ve El Cezire’yi yağmaladılar. Karmatî hareketi, Bahreyn’de çok tehlikeli bir şekilde taban buldu. O tarihte Bahreyn’in merkezi olan Ahsa’da 20 bin kadar silahlı kişinin yaşadığı söyleniyordu.

Karmatîler sahip oldukları kuvvetle önce kuzey yönüne ilerleyerek Kufe şehrini yağmaladılar. Daha sonra 929 yılının sonlarında Mekke’ye yöneldiler ve 12 Ocak 930’da şehri işgal ederek büyük bir katliam yaptıktan sonra Hacerülesved’i Ahsa’ya götürdüler. Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından Kâbe duvarına yerleştirilen ve Müslümanlar tarafından kutsiyet atfedilen Hacerülesved, 20 yıl sonra Abbasi Halifesi Muti Lillah döneminde tekrar yerine konuldu. Hatta bu taşı yeniden Kâbe’ye koymak için Muti Lillah’ın 30 bin dinar haraç verdiği de rivayet edilir.

İslam dünyasında dehşet saçan Karmatîlerin Bahreyn’deki hareketi 11. yüzyılın sonlarına kadar devam etti.

Düşman Olarak Bizans’a Yönelindi

Abbasiler Devri’nde devlet sınırları doğal sınırlarına ulaştığı için hedef olarak Bizans Devleti seçildi. Doğu ve batı yönünde ortaya çıkan sorunlara karşı, devletin sınırları kuzeybatı yönünde genişletilmeye çalışıldı. İhtilalden sonraki birkaç yıllık devre geçtikten sonra Anadolu’ya dönük küçük çaplı akınlara yeniden başlandı. Bizans Devleti’ne karşı en büyük sefer 782 yılında yapıldı. Abbasi Devleti içinde çıkan isyanları körüklemeye çalışan Bizans Devleti’ne ders vermek isteyen üçüncü Abbasi Halifesi Mehdi, oğlu Harun komutasındaki bir orduyu Bizans üzerine gönderdi. Üsküdar’a kadar giden Abbasi ordusu, Kraliçe İrene’yi yıllık vergi ödemek şartıyla barış yapmaya mecbur ederek geri döndü.

Halife Harun Reşid döneminde ise Tarsus’tan başlayarak Malatya’ya kadar uzanan sınır hattı yeniden düzenlendi. Kaleler tamir ettirilerek güçlendirildi. Buralara Arap nüfus yerleştirilerek Bizans’a yönelik seferlerde üs hâline getirildi.

Halife Memun halifeliğinin son zamanları olan 830-833 yılları arasında, Bizans’a karşı üç sefer düzenledi. Orta Anadolu’da bugünkü Bor’a 7 km. mesafede olan Kemerhisar kasabasının olduğu yerde bulunan Tyana şehrini ele geçirerek buraya Arapları yerleştirdi.

Abbasi Devleti döneminde Bizans’a karşı düzenlenen seferlerin en büyüğü Halife Mutasım tarafından yapıldı. 838 yılında büyük bir ordu ile Anadolu’ya giren Mutasım, Ankara üzerinden yürüyüp bugünkü Afyon’un Emirdağ ilçesine 13 km. mesafede olan Amorium şehrini ele geçirdi. Yapılan bu seferden sonra Abbasi Devleti’nin Bizans topraklarına dönük seferleri, eski hızını kaybetti. Bu durumun en önemli nedeni, devletin 9. yüzyılın ortalarından itibaren merkezî gücünü kaybetmesi idi.

Endülüs Emevileri’ne Karşı, Franklarla İş Birliği Yaptılar

Endülüs Emevi Devleti’nin 756 yılında Bağdat’tan bağımsızlaşmasının ardından Abbasiler, Endülüs Emevileri’ne karşı ittifak arayışına girdiler. Halife Harun Reşid ile Frank Kralı Şarlman arasında 9. yüzyılın başlarında karşılıklı çıkarlara dayalı ittifak kuruldu. Kral Şarlman, Abbasi Devleti’ni, kendi düşmanı Bizans Devleti’ne karşı müttefik olarak düşünürken Harun Reşid de Frankları, Endülüs Emevileri’ne karşı müttefik olarak görüyordu. Ortak çıkarlara dayalı bu ilişkiler, karşılıklı gönderilen elçiler ve hediyelerle geliştirildi. Hatta Harun Reşid’in gönderdiği hediyeler arasında dikkat çekici bir saat olduğu da Batılı tarihçiler tarafından kaydedilmiştir.

Öte yandan, Harzemşahlar’ın ortadan kaldırılmasından sonra Moğolların karşısında tek kuvvet olarak Abbasiler ve Anadolu Selçukluları kalmıştı. Moğollar Semerkant, Buhara, Taşkent, Harezm, Belh gibi şehirleri yerle bir ederek batıya doğru ilerlediler. Cengiz Han’dan sonra da Moğol istilası durmadı. Onun torunlarından Hülâgû, İran’da son mukavemetleri kırarak 1258 yılının Ocak ayında Bağdat önlerine gelerek şehri kuşattı. Barış girişimlerinden hiçbir olumlu sonuç alınamayınca son Abbasi Halifesi Mustasım, devlet erkânı ile birlikte teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Hülâgû, teslim olanların hepsini idam ettirdi. 8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslam dünyasının merkezi işlevini gören Bağdat talan edildi. Dünya tarihinde eşine az rastlanır katliamlara sahne olan şehirde, bütün medeni kurumlar yerle bir edildi. Vandalizmin sınırlarının tarif edilemediği bu katliamda, kütüphaneler yakılarak kitaplar Dicle Nehri’ne atıldı. Müslümanların ve insanlığın en önemli kültürel birikiminin yok edildiği bu tahribattan sonra, medeniyet başka coğrafyalarda yeşermek için fırsat aradı.

Moğol Vahşetine Baybars Son Verdi

Moğol vandalizmini durduran ise 1260 yılında Ayn-ı Calut’ta yapılan savaşta Moğol ordusunu yenen Memlûklü komutanı Baybars oldu. Baybars aynı yıl Memlûklü Sultanı Kutuz’u öldürerek kendisi tahta geçti. Sultan Baybars, Moğolların Bağdat’ta söndürdüğü ışığı, iki yıl sonra Kahire’de yeniden yaktı. Abbasiler’den Halife Zahir’in oğlu Ahmed’i, tahta geçtikten sonra Şam’dan Kahire’ye getiren Baybars, 9 Haziran 1261’de düzenlenen görkemli bir törenle onu halife ilan etti. Böylece Abbasi halifeliği üç yıl aradan sonra yeniden ihya edildi.

Halife olduktan sonra “El Mustansır” lakabını alan Ahmed, Sultan Baybars ile birlikte Bağdat’ı kurtarmak için aynı yıl Şam’a gitti. Fakat Baybars’ın Kahire’ye dönmek zorunda kalması üzerine, Moğol valisinin kuvvetleri karşısında zayıf kaldı ve yapılan savaşta öldürüldü. Baybars, bu olaydan kısa süre sonra yine Abbasi ailesinden Ahmed adlı başka birini “El Hâkim” lakabıyla halife ilan etti. Baybars, bu hareketiyle siyasi iktidarı için manevi bir destek kazanmış oldu.

Kahire’de Tören Halifeleri Dönemi Başladı

El Hâkim’den sonra Abbasi Ailesi’nden halifelik yapan kişiler, onun soyundan geldiler. Yetkileri olmayan bu halifelerin isimleri sikke ve hutbelerde Memlûklü sultanlarının isimleriyle birlikte anıldı. Halifeler sadece dinî maksatlarla vakfedilmiş mal ve mülkleri idare, yeni bir hükümdar tahta geçtiği zaman belli merasimleri icra ediyorlardı.

Kahire döneminden sonra halifeler, bazı Müslüman hükümdarlara hükümdarlık beratı gönderiyorlardı. İdari yetkileri olmadığı için siyasete karışamıyorlardı. Karışmak isteyenlere fırsat verilmiyordu. Nitekim 1412 yılında Sultan Nasır’ın ölümü üzerine Halife Âdil, kendisini sultan ilan etti, ancak sultanlığı üç gün sürdü. Sultan Müeyyed Şah tarafından makamından indirilerek öldürüldü.

Halifeler görevlerinde kalabilmek için sultanlar ile iyi geçinmek zorundaydılar. Sultanlarla iyi geçinmeyen halifeler görevlerinden alınıyor ve yerlerine yenisi atanıyordu. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethedip halifelik mührünü elinden aldığı son Abbasi halifesi Mütevekkil de böyle bir durumdaydı.

Halife Allah’ın Vekili Yapıldı

Emeviler ile başlayan müstekbirleşme eğilimi, Abbasi halifelerinde de devam etti. Veliahtlık sistemi devam ettirilirken halifenin yetkilerinin kaynağı da ilahi bir temele dayanıyordu. Abbasi halifeleri, “Halifetullah” ve “Zillullah fi’l Arz” unvanlarını taşıyordu.

Emeviler Dönemi’nde müstekbirleşmeye başlayan halifelik kurumu, Abbasiler Dönemi’nde halktan iyice uzaklaştı. Halife sözde dinin bütün hükümlerine uymakla mükellef iken uygulama tam aksi yöndeydi.

Abbasi Devleti, merkeziyetçi bir karaktere sahipti. Eyaletler vali ve emîr tarafından idare edilirdi. Valiler, genel vali ve özel vali olmak üzere ikiye ayrılırdı. Valilerin otoritesi, kişisel yetenek ve başarıları, halifenin güçlü veya zayıf oluşu ve nihayet kendilerinin başşehire uzak veya yakın olmalarıyla doğrudan ilintiliydi.

Valiler, vezirlerin tavsiyeleriyle tayin edildiği için, vezirler görevden alınınca genellikle valiler de görevden alınırlardı. Valiler; orduları hazırlamak, stratejik yerlerde iskân edip her türlü ihtiyaçlarını sağlamak ve savaşa hazır bulundurmak, hukuki meselelerle, zekât ve vergi toplanmasıyla, ayrıca cihat ve ganimetlerin taksimiyle ilgilenmek, bidat ve hurafelerle mücadele etmek, cezaların infazını sağlamak, cuma namazlarında imamlık yapmak, hac işlerini düzenlemekle görevliydi.

Abbasiler Dönemi’nde, parlamenter sistemdeki başbakana benzer bir şekilde vezirlik kurumu tesis edildi. Vezir, halifenin vekili ve idari teşkilatın başı idi. Halifeden sonra gelen en önemli icra organı olması dolayısıyla geniş yetkilere sahipti. Zaman zaman “mezalim mahkemeleri”ne başkanlık eder, savaşlara karar verir, hazineden gerekli gördüğü harcamaları yapar, valileri atayabilir ve azledebilirdi.

Abbasiler’de; vezaret-i tefviz, vezaret-i tenfiz olmak üzere iki türlü vezirlik vardı.