banner banner banner
Tom Sawyer´ın Maceraları
Tom Sawyer´ın Maceraları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Tom Sawyer´ın Maceraları


KORSANLIĞA DOĞRU

Tom sık bir ormana girdi. Okuldan, arkadaşlarından kaçıyordu. Havanın sıcaklığı kuşları bile susturmuştu. Tabiat, iyice susmuştu; yalnız zaman zaman uzaktan bir ağaçkakanın düzenli tık tıkları duyuluyordu; bu da sessizliği ve kasvetli havayı bir kat daha arttırıyordu. Tom’un kederi de boyuna çoğalıyordu. Dirsekleri dizinin üstünde, elleriyle çenesini kavrayarak bir köşeye oturdu. Hayatın, en güzel zamanlarında bile insana dert verdiğini düşünüyordu Tom…

Geçenlerde kurtulan Jimmy Lodges’ı kıskanıyordu doğrusu; ebediyen mezarda yatıp ağaçların arasından gelen rüzgârın fısıltılarını dinleyerek hayale dalmak, hiçbir şeye üzülmeden, aldırış etmeden uyuklamak herhâlde güzel bir şeydir, diye düşünüyordu. Şu anda Tom da arkasını dönüp kaybolsa acaba sonuç ne olurdu? Dizlerinin ötesindeki bilinmeyen ülkelere gitse ve bir daha dönmese? Palyaço olmak fikri bir kere daha zihninde yer etti; fakat artık bu ona üzüntü veriyordu. Hayır, Tom asker olacak, uzun yıllar sonra zaferler, nişanlarla geri dönecekti.

Hayır, en iyisi Kızılderililerin arasına katılmaktı. Geyik avlayacak, Uzak Batı’nın geniş düzlüklerinde at koşturacak, dağlarda savaşlar yapacaktı, sonra da ileride büyük bir Kızılderili reisi olup başına tüyler takacak, yüzünü renk renk boyayacaktı.

Yazın uyku veren sıcak bir pazar sabahı o kılıkta kiliseye gidecek, bütün arkadaşlarının gözleri kıskançlıktan dışarı fırlayacaktı. Ama yok, bundan da gösterişli bir iş vardı… Korsan olacaktı… Tamam. Geleceği akla hayale gelmeyecek bir ihtişamla önüne serilmişti!… İsmi bütün dünyaya yayılacak, duyanı korkudan titretecekti!… Sonra korsan kılığında gene kasabaya gelecek, doğru kiliseye gidecekti. Herkesin, “Tom Sawyer geldi, İspanya Denizlerinin Kara İntikamcısı Tom Sawyer geldi…” diye fısıldadığını iftiharla duyacaktı.

Evet, artık her şey tamamdı, mesleğini bulmuştu. Evden kaçıp mesleğine atılacaktı. Hemen ertesi gün çalışmaya başlamalıydı. Şu hâlde şimdiden tezi yok hazırlığa girişmesi lazımdı. Bütün mallarını bir araya toplayacaktı.

Kendi kendine ormanda haydutluk oynarken Joe Harper da geldi. Şimdi bir zamanın ünlü korsanı Robin Hood’u canlandırmaya çalışıyorlardı.

“Hey, benim iznim olmadan Sherwood ormanına girmeye cesaret eden kim?”

“Guy of Guisburne’ün izne ihtiyacı yoktur. Ya sen kim oluyorsun?”

“Böyle bir söz söylemek için…” İki çocuk da Robin Hood kitabından ezbere parçalar okuyorlardı.

Bu oyunlar hep devam etti. Çocuklar, kılık değiştirip sırayla Robin Hood oluyor, kitaptan akıllarında kalan parçaları temsile çalışıyorlardı.

Oyun elbiselerini değiştirip de sakladıkları zaman şimdi artık ortalıkta haydutların bulunmayışına hayıflandılar. Uygarlığın bu zararı neyle telafi edeceğini bulmaya çalışıyorlardı. Onlar, ömürleri boyunca Amerika’nın cumhurbaşkanı olmaktansa, bir yıl Sherwood ormanında haydutluk etmeye razıydılar.

6

MEZARLIKTA FACİA

Her zamanki gibi o gece de Tom’la Sid, dokuz buçukta yatağa yatmışlardı. Dualarını okudular ve Sid hemen uyudu. Tom ise gözlerini kırpmadan sabırsız bir hâlde bekledi. Ortalığın aydınlanmak üzere olduğunu zannettiği sırada saat 10’u vurdu. Bu felaketti… Sinirlerinin isteğine uyarak kendini oradan oraya atacak, boyuna kımıldanacaktı; fakat Sid’i uyandırmaktan korkuyordu. Onun için hareketsiz yatıp gözlerini karanlığa dikti. Her şey kederli bir sessizliğe bürünmüştü. Fakat sessizliğin içinde zor duyulan birtakım gürültüler yavaş yavaş hissedilmeye başladı. Saatin tik takları kuvvetlenmişti. Eski kirişler esrarengiz bir şekilde çıtırdıyordu. Merdivenlerde de belli belirsiz bir çatırtı başlamıştı. Besbelli hortlaklar dolaşıyordu… Polly Teyze’nin odasından tempolu bir horultu yükseldi. Yatağın baş ucundaki ölüm saatinin korku veren sesi duyuluyordu. Tom titredi. Demek birinin günleri sayılıydı… Derken uzaktan bir köpeğin uluması işitildi, buna daha hafif başka bir uluma cevap verdi. Tom, titriyordu. Ama gene de uyku ağır bastı. Saat 11’i çalmıştı; ama Tom bunu duyamazdı. Komşulardan birinin penceresinin açılması Tom’u rahatsız etti. “Scat, ah seni şeytan…” diye bir bağırış koptu ve bir şangırtı oldu. Tom, iyice uyanmıştı. Bir dakika sonra da giyinip pencereden aşağı, odunluğun damına indi.

Dört ayak üzerinde sürünerek bir iki defa da hafif hafif miyavladı. Sonra damdan yere atladı. Huckleberry Finn, ölü kedisiyle birlikte oradaydı. Çocuklar hemen evin önünden uzaklaşıp karanlıkta kayboldular. Yarım saat sonra mezarlığın uzun otları arasından geçiyorlardı.

Eski usûl bir mezarlıktı burası… Kasabadan bir buçuk mil kadar ötede bir tepenin üstündeydi. Etrafı tahta perdeyle çevriliydi. Bu tahta perde de hani pek garipti. Bazı yerlerde dışarı doğru çarpılıyor, bazı yerlerde de içeri kıvrılıyordu. Hiçbir yerde şöyle dimdik durduğu yoktu. Bütün mezarlık otlarla kaplıydı. Mezarların hepsi içeri çökmüştü. Hiçbirinde mezar taşı yoktu. Ağaçların arasından hafif bir rüzgâr uğuldamaya başladı. Tom bu sesi, rahatlarının kaçtığından şikâyet eden ölüler çıkarıyor sanarak korktu. Çocuklar, bulundukları yerin, zamanın ve sessizliğin etkisiyle pek az ve hep fısıltı hâlinde konuştular. Aradıkları yeni kapanmış mezarı bulunca hemen biraz ötesindeki meşe ağaçlarının ardına gizlendiler. Sonra bir müddet sessiz beklediler. Bu, onlara pek uzun gelmişti. Ölü sessizliğini bozan tek gürültü uzakta öten bir baykuşun sesiydi. Tom’un canı sıkılmaya başlamıştı. Mutlaka biraz konuşmalıydı.

Fısıldadı:

“Hucky, ölüler bizim burada olmamızı hoş karşıladılar mı dersin?”

Huckleberry, fısıldadı:

“Ne bileyim… Pek ciddi bir hava var, değil mi?”

“Vallahi öyle…”

Çocuklar bu meseleyi içlerinden kendi kendilerine incelerken uzun bir sessizlik oldu. Sonra Tom fısıltıyla: “Şişşt, Hucky, sen At Williams’ın bizim konuştuklarımızı duyduğundan emin misin?”

“Tabi duyuyordur. Kendi değilse bile, ruhu mutlaka duyuyordur.”

Bir süre sustuktan sonra, Tom gene fısıldadı:

“Keşke Mister Williams deseydim. Ama kötü niyetle söylemedim ki… Herkes ona At der.”

“İnsan ölülerden bahsederken o kadar dikkatli davranamıyor, Tom.”

Buna verilecek cevap yoktu, konuşma gene kesildi.

Birden Tom, arkadaşının kolunu yakalayıp “Şişşt,” dedi.

“Ne var, Tom?” İkisi de yürekleri ata ata birbirlerine sarıldılar.

“Şişşt, gene duydum… Senin kulağına bir şey gelmiyor mu?”

“Benim mi?”

“İşte… Duydun mu?”

“Aman Tanrı’m, Tom geliyorlar. Vallahi geliyorlar. Şimdi ne yapacağız?”


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 490 форматов)