banner banner banner
Tom Sawyer´ın Maceraları
Tom Sawyer´ın Maceraları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Tom Sawyer´ın Maceraları


“Hele şu çizginin öbür tarafına geçmeyi bir dene… Pestilini çıkartırım alimallah.”

Yabancı çocuk hemen çizginin öbür tarafına geçerek cevap verdi:

“Eee, hadi çıkarsana bakalım!”

“Kafamı kızdırma; kolla kendini…”

“Ne duruyorsun? Göster bakalım ne yapacaksın!”

“Elbette… İki sente gösteririm.”

Yabancı çocuk, cebinden iki tane kocaman bakır para çıkarıp alaylı bir tavırla Tom’a fırlattı. Tom, paraları yere vurdu. Bir saniye sonra iki çocuk yerde kirli toprağın üstünde kediler gibi yuvarlanmaya başlamıştı.

Bir dakika içinde de birbirlerinin saçlarını çekmişler, elbiselerini yırtmışlar, burunlarını tırmalamışlardı. Biraz sonra şaşkınlık devresine geldi sıra. Dövüşün yarattığı toz duman arasında Tom, yabancının yanına çöküp onu yumruklamaya koyuldu.

“Tövbe, de!”

Çocuk, yalnız kendini kurtarmaya çalıştı. Sırf öfkesinden ağlıyordu.

“Tövbe de…” Yumruklar devam ediyordu.

Nihayet yabancı çocuk boğulacak hâle geldi, nefes nefese, “Tövbe!” dedi.

“Eh, artık bu sana iyi bir ders olmuştur. Bir dahaki sefere birine çatmadan önce kim olduğuna iyi bak da öyle davran!…”

Yabancı çocuk ayağa kalkmış, üstünü başını silkerek yürüyordu; bir yandan da hem hıçkırıyor hem de burnunu çekiyordu. Arada sırada da arkasına dönüp bir dahaki sefere, Tom’u eline geçirirse neler yapacağına dair tehditler savuruyordu. Tom ise çocukla eğleniyordu. Mağrur bir tavırla yola düzüldü. Fakat o arkasını döner dönmez yabancı çocuk yerden bir taş kapıp Tom’a fırlattı. Bereket ki taş Tom’un iki omzu arasından geçip gitti. Çocuk bunu görünce geyik gibi sıçrayarak var kuvvetiyle koşmaya başlamıştı. Tom, mızıkçı çocuğu evine kadar kovalayıp nerede oturduğunu öğrendi. Bahçe kapısında bir süre bekledi; düşmanının elbette gene dışarı çıkacağını düşünüyordu. Oysa onu gören çocuk, pencerenin önüne geçmiş, camdan dilini çıkarıyor, türlü maskaralıklar yapıyordu. Nihayet düşmanının annesi kapıya çıktı, Tom’a yaramaz, terbiyesiz bir çocuk olduğunu söyleyip derhal oradan uzaklaşmasını emretti.

Tom, o gece eve bir hayli geç gitmişti. Dikkatle pencereden içeri atlarken teyzesi yakaladı. Kadıncağız Tom’un üstünün başının ne hâle geldiğini görünce, yeğenini cumartesi günü izinsiz bırakmanın şart olduğuna bir kere daha karar verdi.

2

ŞANLI BADANACI

Cumartesi sabahı nihayet gelmişti. Bu yaz sabahında her şey taptaze, pırıl pırıl ve hayat doluydu. Her kalpte bir şarkı vardı, hele kalpler genç olunca müzik dudaklara kadar yükseliyordu. Her yüzde neşe, her adımda bir bahar havası seziliyordu. Ağaçlar çiçekleniyordu, tomurcukların kokusu havayı doldurmuştu. Kasabanın ötesinde yükselen Cardiff Tepesi sebzelerle yemyeşil olmuştu. Uzaktan rüyalı, huzur veren ve insanı zorla kendine çeken hoş bir ülke gibi duruyordu.

Tom, elinde içi kireç dolu bir kova ve uzun bir fırçayla kaldırımda belirdi. Parmaklığı şöyle bir gözden geçirince yüzündeki neşeli ifade birden kayboldu, içini derin bir keder kapladı. Parmaklığın eniyle boyunu şöyle bir tahmine kalkışınca hayatı, pek anlamsız buldu. Yaşamak yalnızca bir yükten ibaretti… Kederli kederli içini çekerek fırçayı kovaya daldırdı ve en üst parmaklıktan işe başladı; aynı hareketi tekrarladı; bir kere daha yaptı. Sonra badanalanmış kısımlarla fırça değmemiş olanların arasındaki farkı bulmaya çalışınca, cesareti kırılmış bir hâlde oradaki tahta sandığa çöktü. Jim, elinde teneke bir kovayla kapıdan çıkmış ‘Buffalo Kızlar’ şarkısını söyleyerek sıçraya sıçraya yürümeye başlamıştı.

Eskiden, kasaba tulumbasından su doldurup taşımak Tom’a pek ağır gelirdi; ama şimdi fikri değişmişti. Tulumbanın başında arkadaşlarının bulunduğunu hatırlamıştı. Beyaz, melez ve zenci çocuklar her zaman orada sıra bekler, dinlenir, oyuncak satar, kavga eder, oynarlardı. Sonra Tom, tulumba o kadar uzakta olmadığı hâlde Jim’in bir saat geçmeden geri dönmediğini de hatırladı, hem de illa birini onun peşine göndermek gerekiyordu.

Tom: “Hey Jim,” dedi, “ne olur sen de biraz badana yap, suyu ben doldurayım.”

Jim, başını salladıktan sonra cevap verdi: “Yapamam Bay Tom. Kocakarı dedi bana, suyu doldur, yolda lafa dalma. Hem şey, dedi, ‘Bay Tom, sana yaptırmak ister, sen bak kendi işine,’ dedi. ‘Badana yapılırken gelip bakacağım,’ dedi…”

“Sen aldırma ona, Jim. Her zaman öyle der. Şu kovayı ver bakalım. Bir dakikaya kalmaz buradayım. Teyzemin ruhu bile duymaz.”

“Ah, ben yapamaz, Bay Tom. Yaşlı hanım kafamı kırar sonra… Yapar mı yapar!”

“O mu? O hiç kimseyi dövmez ki… Yalnız yüksüğüyle bir dokunur, o kadar, buna da kim aldırır sanki… Çok kötü şeyler söyler ama söz insanın canını acıtmaz, yani bağırmaya başlamazsa… Jim, sana bilye vereceğim.”

“Ama Bay Tom, ben yaşlı hanımdan çok korkar…”

“Hem sana yaralı parmağımı da gösteririm.”

Eee, Jim de nihayet insandı, bu kadar çekici bir teklife dayanamazdı. Kovayı yere bıraktı. Bilyeyi aldı, sargısı açılırken yaralı parmağın üzerine eğilerek derin bir ilgiyle parmağı seyre daldı. Bir saniye sonra Tom, elinde kovasını tangırdatarak yoldan aşağı koşuyordu. Jim de hızlı hızlı badana yapmaya başlamıştı. Polly Teyze de elinde bir terlik, gözlerinde zafer pırıltılarıyla tarladan eve dönüyordu.

Fakat Tom’un gayreti çok sürmedi. Bugün için hazırladığı eğlenceleri hatırlamıştı. Birden kederi büsbütün arttı. Biraz sonra hür çocuklar çeşitli eğlencelere gidecekler, çalışmaya mecbur olduğu için Tom’u alaya alacaklardı. Bunun düşüncesi bile Tom’u cayır cayır yakmıştı. Servetini ortaya çıkardı, bir defa gözden geçirdi: Oyuncak parçaları, bilyeler ve bir alay süprüntü… Belki biraz iş satın almaya yeterdi; ama bu kadar az bir servetle yarım saatlik tam bir hürriyet kazanmasına imkân yoktu… Mallarını cebine yerleştirip çocukları satın alma fikrinden de caydı. Bu karanlık ve ümitsiz anında parlak bir buluş doğmuştu kafasında…

Fırçayı eline alıp sakin sakin çalışmaya başladı. Biraz sonra, bütün çocukların arasında alayından en fazla korktuğu Ben Rogers göründü. Ben’in seke seke yürüdüğüne bakılırsa neşesi yerinde, yüreği rahat demekti. Elma yiyordu. Kısa aralıklarla “hoop” diye sesler çıkarıyor, ondan sonra da “çan, çan, çan”larla yürüyordu; çünkü aklı sıra buharlı gemi taklidi yapıyordu!… Yaklaşınca hızını azaltıp yolun ortasında bir daire çizdi. Güya Missouri Gemisi’ni taklit ediyordu. Ben, hem gemi hem kaptan hem de geminin çanlarıydı; onun için kendi kendine emir verip gene kendi kendine yerine getirmek zorundaydı.

Tom, buharlı gemiye hiç aldırmadan badanasına devam etti. Ben, bir saniye hayretle onu süzdükten sonra, “Şişşt. Başın dertte galiba?” diye sordu.

Cevap yok. Tom, fırçanın son darbesini bir sanatkâr gibi seyretti. Sonra fırçayı gene hafifçe ve ahenkli bir tavırla parmaklığa sürdü ve sonucu gözden geçirdi. Ben, hemen Tom’un yanına koşmuştu. Tom’un elmaya içi gidiyordu ama işiyle meşgul oldu.

Ben, sordu:

“Hey, dostum, demek işin var, öyle mi?”

Tom birden geri dönerek: “Yaa, sen misin?” dedi. “Hiç etrafıma bakmıyordum.”

“Şey, ben yüzmeye gidiyorum. Sen de gelmez misin? Tabi çalışmayı tercih edersen o başka… Tabi öyle olmalı…”

Tom, Ben’e baktı, “Sen buna çalışmak mı diyorsun?” diye söylendi.

“Peki, bu yaptığın çalışma değil mi yani?”

Tom, badanayı bırakıp hiç aldırış etmiyormuş gibi cevap verdi: “Belki öyledir. Belki de değildir. Bildiğim bir şey varsa o da bunun Tom Sawyer’e pek yakıştığıdır…”

“Hadi, şimdi şakayı bırak. Bu işi sevdiğini de söyleyemezsin ya?”

Tom fırçasını sürmeye devam etti:

“Neden? Sevmemek için ortada bir sebep göremiyorum. Bir erkek çocuk her gün kapı parmaklığını boyama fırsatı bulabilir mi?”

Bu sözler, olayı yepyeni bir şekle sokmuştu. Ben, elmasını kemirmekten vazgeçti. Tom, fırçasını ahenkli ahenkli, ileri geri götürüp getiriyor, sonra bir adım gerileyip yaptıklarına bakıyor, parmaklığın orasına burasına yeniden fırça vuruyor, sonucu gözden geçiriyordu. Ben, her hareketi gittikçe artan bir ilgiyle seyrediyordu. Bu işe kendini iyice kaptırmıştı anlaşılan… Nihayet, “Hey Tom,” dedi, “müsaade et de ben de biraz badana yapayım.”

Tom düşündü ve tam razı olacaktı ki birden fikrini değiştirdi.

“Hayır, hayır! Buna imkân yok, Ben. Biliyorsun, Polly Teyze özellikle bu parmaklığa çok önem veriyor… tam caddenin kenarında… biliyorsun… Arka tarafta olsaydı reddedecek bir sebep görmezdim, o da aldırmazdı. Evet, illa bu parmaklığın üzerinde çok duruyor; çok dikkatli yapılması gerek; bahse girerim ki burayı bin çocuğun, hatta iki bin çocuğun arasında bir tanesi bile istendiği şekilde güzel badanalayamaz.”

“Yaa, öyle mi? Hadi, ne olur, müsaade et, bir defa deneyeyim. Birazcık… Senin yerinde ben olsaydım, buna izin verirdim, Tom.”

“Ben, çok isterdim; ama Polly Teyzem… şey Jim istedi önce, izin vermedi; Sid istedi, ona da razı olmadı. Benim buraya neden bağlandığımı anlıyor musun? Sen bu parmaklığı badanalamaya kalkarsan ve bir aksilik çıkarsa…”

“Hadi sen de saçmalama. Senin kadar ben de dikkat ederim. N’olur bırak da bir deneyeyim. Elmanın çekirdeğini sana vereceğim.”

“Şey, peki al… Yok, yok, Ben, aayyy, bırak, bırak. Korkuyorum.”

“Elmanın hepsi senin olsun.”