banner banner banner
Kerem ile Aslı
Kerem ile Aslı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Kerem ile Aslı

Sofu’nun yanına gelince:

“Ey Sofu.” dedi. ”Bugün bu kadar avladığımız yeter. Haydi artık dönelim.”

“Ama elimizde bir şey yok.”

“Elimizde bir yay var mı, yok mu sonra anlarsın.”

Sofu arkadaşının hâl ve tavırlarında bir başkalık sezdi. Anlamış gibi görünerek itaat etti:

“Peki dönelim.”

Kerem günden güne kötülüyordu. Aslı’nın aşkı onun kalbini yangın gibi sarmıştı, cayır cayır yanıyordu.

Keşiş, delikanlının gün geçtikçe sararıp solduğunu görünce:

“Beyim.” dedi. “Buranın havası yaramadı galiba. İsfahan’a geri dönseniz iyi olur.”

Kerem, manalı manalı Keşiş’in yüzüne baktı:

“Beni bu hâle koyan hep senin kızındır. Lakin senin bir şeyden haberin yok.”

Ertesi gün iki arkadaş İsfahan’a geri döndüler.

Babası, oğlunun durumunda bir değişiklik, bir gayritabiilik hâsıl olduğunu ilk görüşte anlayarak sordu:

“Yavrum bir derdin mi var?”

Mirza utandı. Derdini söylemedi, kısaca:

“Hayır!” dedi.

Fakat hükümdar emin olamadı. Hemen hekimler, hocalar getirerek oğlunun derdini keşfetmelerini emreyledi amma bir netice elde edemedi. Çünkü hastalığının derdini kimse bilemedi.

Bir gün hükümdar, oğlunun yanına geldi:

“Derdini söylemekten niçin sakınıyorsun? Sen derdini sakladıkça ben babalık vazifemi yapamayacağım. Çünkü derdini bilmiyorum ki, derman bulmaya çalışayım.”

“Baba, benim derdimi Lokman Hekim bile keşfedemez. Bana bir saz getirirsen her şeyi öğrenirsin.”

Hükümdar, bir saz getirilmesini emretti. Kerem, sazı alıp çalmaya başladı.

Aldı Kerem:

Keşiş bahçesinde bir güzel gördüm
Aklımı başımdan aldı ne çare
Taramış zülfünü, dökmüş yüzüne
Serimi sevdaya saldı ne çare

Ben de bildim bu kız Keşiş kızıdır
Seherde göğe çıkmış tan yıldızıdır
Darılmış o güzel, bana küsmüştür
Hâlimden bilmezsin şimdi ne çare

Hasretlik çekerim ben ey atalar
Bülbül gülü dalında kurar yuvalar
Çar köşe dibinden yâre baksalar
Bulmazlar cihanda mislin ne çare

Bir kerre sormazsın benim ahvalim
Asla rahmetmedi o lebi lâlim
Aşk oduna yaktı beni o zalim
Ateşi serimde kaldı ne çare

Dertli Kerem der ki firkatim kati
Keskindir kılıcı, yürüktür atı
Ol İsevi ben, Muhammet ümmeti
Bir kâfir sabrımı çaldı ne çare

deyip kesti…

Lakin hükümdar bundan bir şey anlayamadığını söyledi. Kerem kızdı:

“Baba! Ben seni anlayışlı bilirdim, meğer dünyadan haberin yokmuş, diyerek çekilip gitti.”

Hükümdar hayret etti. Bütün müneccimleri, falcıları çağırttı:

“Her kim oğlumun derdini bilirse onu ihya edeceğim.” dedi.

Müneccimler, falcılar hemen işe başladılar ama kaç para eder. Kerem’in derdini bir türlü öğrenemediler.

Bir gün Kerem, sarayın penceresi önüne ah ederek oturdu. Bu hâli bir kocakarı görüp pencerenin dibine geldi:

“Oğlum, burada mahzun mahzun ne oturuyorsun? Şehrin bütün gelinlik kızları yaylaya çıktı. Sen de çıksan onlara bakarak gönlünü eğlendirirsin.”

“Kocakarı, sen iyi kalpli bir kadına benziyorsun. Kimseye söylemediğim sırrımı sana söyleyeceğim. Acaba kızların arasında Zengi’de oturan Keşiş’in kızı da bulunacak mı?”

“Aman oğlum doğru söyle, yoksa onun aşkı için mi bu hâle düştün?” diye sordu.

“Anladığın gibi. Fakat bunu kimseye söyleme.”

Kocakarı söylemeyeceğine dair söz vererek oradan ayrıldı. Koşa koşa hükümdarın huzuruna gitti. Meseleyi anlatarak epeyce ihsan aldı.

Hükümdar derhal Zengi’ye adamlar gönderdi. Keşiş’i huzuruna getirtti.

“Ee… Keşiş hani senin kızın ölmüştü?”

“Doğrudur.”

“Ya yanınızdaki kız neci?”