banner banner banner
Güliver`in Gezileri
Güliver`in Gezileri
Оценить:
 Рейтинг: 0

Güliver`in Gezileri


Bütün bu kararların tatbikine kısa bir zaman içinde başlandı. Ben de onların dilini az zamanda epey öğrenmiştim. Bazen İmparator gelip derslerimi dinler, hocaların iyi çalışıp çalışmadıklarını kontrol ederdi.

Artık bayağı onların dilini konuşmaya başlamıştım. Söylediğim ilk sözler hep hürriyete, serbest yaşamaya dair şeylerdi. Korktuğum gibi İmparator’un cevabı, daha beklemem gerektiğinden ibaretti. Her şeyden önce, “Lumos kemlin pesso des mar lon Emposo” yani İmparator’la ve ülkenin insanlarıyla sulh içinde yaşayacağıma yemin etmeliydim. Bütün bunlar oluncaya kadar da bana gayet iyi bakacaklardı. İmparator, sabrım ve iyi niyetlerim sayesinde kendisinin ve tebasının gözüne girmemi istiyordu.

Eğer adamlarına üstümü aramalarını emrederse buna sinirlenmemeliydim, zira üstümde çok tehlikeli silahların bulunması mümkündü. Hemen Haşmetlinin boşu boşuna üzüntüye kapılmamasını; çünkü huzurunda ceplerimi boşaltmaya hazır olduğumu bildirdim. Bunları yarı kelimelerle yarı da el işaretleriyle anlatmıştım, ülkesinin kanunlarına göre iki subayın beni arayacakları cevabını verdi. Zapt edecekleri eşyaları ya giderken geri verecekler yahut da benim kararlaştıracağım miktarda bir para karşılığında saklayacaklardı.

İki subayı elimle cebime yerleştirdim. Saat ceplerimden başka bir yerimin karıştırılmasının bence hiçbir zararı yoktu. Hoş saat cebimde de sadece benim için önemli olan bir saatle biraz altın paradan başka bir şey saklı değildi ya, neyse! Yanlarında kâğıt, kalem ve mürekkep bulunan bu arama memurları teker teker her şeyi kaydediyorlardı. Daha sonraları bu notları İngilizceye tercüme edip sakladım. Notlarda şöyle deniliyordu:

Büyük Dağ Adamı’nın sağ cebinde, Majeste’nin ziyaret odasının döşemesini kaplayacak büyüklükte bir deri parçası bulduk. Sol cepteyse kocaman gümüş bir sandık ve gene gümüşten bir mahfaza bulduk. Bu sandığı kaldırmaya gücümüz yetmedi. Bari kapağı açılsın dedik. İçimizden biri sandığa atladı. Zavallı yarı beline kadar toza gömülmüştü. Uçuşan tozlar hepimizi uzun uzun hapşırttı. Sağ dış cebinde birbiri üzerine sarılmış ince uzun beyaz acayip bir şeyler bulduk. Üç adam büyüklüğündeki bu cisimler sağlam bir telle bağlanmıştı, sonradan yazı olduklarını anladığımız, siyah şekillerle süslenmişti. Hemen her harf avcumuzun yarısı kadar büyüktü. Solda makineye benzer bir şey vardı. Arkasından yirmi kadar ince sopa uzanıyordu. Anladığımıza göre Dağ Adamı, bununla saçlarını tarıyor.

Pantolonunun sağ cebinde bir adam boyunda ortası delik bir demir bulduk. Bu demire iki tahta sırık bağlanmıştı. Sırığın öteki ucunda da garip şekilli demir parçaları sallanıyordu. Bunların ne işe yaradıklarını anlayamadık. Öbür cepte de sağ ceptekilere benzeyen bir alet vardı.

Sağdaki küçük cepte beyaz ve kırmızı madenden düz, yuvarlak cisimler bulmuştuk. Gümüşe benzeyen beyaz cisimlerden birini kaldırmaya çalıştık fakat o kadar büyük ve ağırdı ki, arkadaşımla ben epeyce uğraştığımız hâlde yerinden kıpırdatamadık. Sol cepte ayrı boyda iki siyah sırık vardı. Cebinin dibinde dururken sırıkların tepesine çıkma işini kolay kolay başaramadık. Bir tanesinin üstü kapalıydı ve tek bir parçadan yapılmışa benziyordu. Öbürünün yukarı kısmı yuvarlaktı. Bize izahat vermesini rica ettik. Onları kutularından çıkardı, memleketinde bunların bir tanesinin tıraş olmaya, ötekininse kesmeye yaradığını anlattı. İçine giremediğimiz iki cebi daha vardı ki, bunlara saat cebi diyordu. Sağdaki saat cebinden gümüş bir zincir sarkıyordu. Altından da gayet güzel bir makine sarkıyordu. Yarısı gümüş, yarısı da şeffaf bir maddeden yapılmış olan bu makine, yassı bir küreden farksızdı.

Şeffaf kısmında bir daire üzerine çizilmiş garip şekiller gördük. Dokunmak istedik fakat o şeffaf madde buna mâni oluyordu. Tahminimize göre bu ya meçhul bir hayvan ya da taptığı Tanrı… Çünkü söylediğine bakılırsa onun fikrini almadan hiçbir şey yapmazmış. Her hareketinin zamanını bu makine tayin ediyormuş.

Sol iç cebinden hemen balık ağı büyüklüğünde bir ağ çıkardı. Çanta gibi açılıp kapanabiliyordu. Galiba paralarını da bu ağa koyuyormuş. İçinde bulduğumuz sarı madenler şayet hakiki altınsa herhâlde çok para eder.

Majesteleri’nin emri üzerine bütün ceplerini aradıktan sonra belinde büyük bir hayvanın derisinden yapılmış bir kemer gördük. Kemerin bir yanından beş adam boyunda bir kılıç sarkıyordu. Öbür yanında ise iki bölmeli bir çanta ya da torba vardı. Torbaların her biri iki adamımızı alacak büyüklükteydi. Bölmelerden bir tanesinde bizim başımızın büyüklüğünde yuvarlak cisimler gördük, ikinci bölmede ise siyah tohumlar vardı, bunların elli tanesini bir avcumuza doldurmamız mümkündü.

İşte Dağ Adamı’nın üzerinde yaptığımız keşifte bulduklarımız bunlardan ibaret. Keşif esnasında Dağ Adamı’nın bize karşı çok nazik davrandığını da söylemeden geçmemeliyiz. Majeste’nin tahta geçişinin seksen dokuzuncu ayının dördüncü günü mektup mühürlenmiştir.

    Clefren Frelock, Marx Frelock

Bu rapor İmparator’a okunduktan sonra gayet nazik bir tavırla bazı eşyalarımı ona vermem gerektiğini söyledi. Evvela kılıcımı kınından çıkarmamı istedi. Ben bu işle meşgulken, o da adamlarından üç bin kişinin benim etrafımı sarmalarını emretti. Hepsi okları yayda hazır vaziyette bekliyorlardı. Fakat ben gözlerimi İmparator ’dan ayırmadığım için onlara bakmaya pek fırsat bulamadım.

Kılıcım deniz suyundan biraz paslanmıştı ama gene de bazı kısımları parlaklığını muhafaza ediyordu. Kılıcı elimde ileri geri oynatınca parlak yerler güneş altında gözleri kamaştırdı ve minik adamlar çığlık çığlığa kaçışmaya başladılar. Cesur bir adam zannettiğim İmparator bile bir müddet hadisenin tesirinden kurtulamadı. Herhâlde ben yanılmışım… Derhâl kılıcı kınına koymam emredilmişti. Söyleneni yaptım ve kını da otların üzerine bıraktım.

İstediği ikinci şey de delikli demir direk dediği cep tabancalarımdı. Onları da cebimden çıkarıp arzusu üzerine nasıl kullanılacağını anlatmaya çalıştım. Evvela İmparator’a korkmamasını tembih ettim ve tabancamı kuru sıkı doldurup havaya sıktım… Bu hadise kılıçtan daha büyük bir heyecan yaratmıştı. Yüzlerce kişi ölü gibi baygın bir hâlde yerlere yuvarlandı.

Kılıcım gibi iki tabancamı da yere bıraktım. Barut tozuyla mermilerimi de tabancaların yanına koydum. İmparatora barut tozunu ateşten uzak tutmasını rica etmiştim; çünkü barut bir ateş alırsa sarayı havaya uçabilirdi. İmparator bu hususta tebaasının fikrini almak istedi; fakat konuşulanları iyice anlayamadım. Nihayet gümüş ve bakır paralarımı da keseden çıkarıp ortaya koydum. Bıçağım, usturam, tarağım, enfiye kutum, mendilim ve hatıra defterimi de öteki eşyalarımın yanına bıraktım. Kılıcım, tabancalarım ve kesem bir arabaya konup saraya doğru yola çıkarılmış, öbür eşyalarım da tekrar bana iade edilmişti.

Evvelce de söylediğim gibi elbisemin gizli bir cebi vardı, burada gözlerim zayıf olduğu için bazen kullandığım gözlüğüm, bir cep pertavsızı ve birkaç küçük eşyam duruyordu. Bunların İmparator ’u ilgilendirmeyeceğini bildiğimden hiç ortaya çıkarmadım. Yoksa belki de kaybolurlardı.

GÜLİVER LİLİPUTLULARIN SARAYINDA

İyi kalpliliğim ve uysal tavırlarımla İmparator’a da askerlerle halka da kendimi o kadar sevdirmiştim ki, kısa zamanda hürriyetimi tekrar kazanabileceğimi düşünmeye başladım. Onların gözüne girmek için her türlü çareye başvuruyordum. Artık halk benden eskisi gibi korkmuyordu. Bazen yere yatıp beş altı kişinin elimin üzerinde dans etmesine ses çıkarmıyordum. Çocuklar saçlarımın arasında hırsız polis oynamaya bayılıyorlardı. Artık onların dilini de epey öğrenmiştim. Bir gün imparator, bana memleketinin birkaç oyununu göstermek istedi. Doğrusu buranın halkı şimdiye kadar gördüğüm oyunların en güzellerini büyük bir maharetle oynamışlardı. Beni en fazla eğlendiren şey, beyaz bir ipliğin üzerinde oyunlar yapan ip cambazları oldu.

Ancak sarayda iyi bir vazife almak isteyenler ip cambazı olabiliyorlardı. Küçük yaşta talime başlayan cambaz namzetlerinin muhakkak iyi ailelere mensup olmaları şart değildi. Büyük memuriyetlerden biri ölüm yahut başka bir sebepten dolayı aç kaldığı zaman bu namzetlerden beş altı tanesi İmparator ’a marifetlerini gösterirlerdi, en çok beğenileni memuriyete tayin olunurdu. Hatta bazen hükûmetin başındaki bakanlar, İmparator’a hâlâ eskisi gibi becerikli olduklarını ispat için programlar tertip ederlerdi.

Bu imtihanımsı eğlenceler çok kere bir kazayla neticeleniyordu. Birkaç namzedin kaburga kemiklerini kırdıklarını gözümle gördüm. Bilhassa bakanlar marifetlerini göstermeye çıktıkları zaman tehlike daha büyük oluyordu; çünkü onlar ötekilerden daha üstün olduklarını ispat etmek zorundaydılar. Bana anlatılanlara bakılırsa, ülkelerine gelişimden bir iki yıl önce Flimnap az kalsın boynunu kırıyormuş fakat bereket versin ki tesadüfen İmparator’un misafirlerinden birinin üzerine düşmüş.

Her gün benim yanıma getirilen sarayın ve ordunun atları artık benden ürkmüyorlardı. Biniciler atlarını ellerimin üstünden atlatmaya bayılıyorlardı. İmparator’un avcılarından bir tanesi de atını ayağımın üzerinden atlatarak herkesin takdirini kazandı. Bu gerçekten harikulade bir atlayıştı. Bir gün İmparatoru o zamana kadar hiç duymadığı, görmediği bir şekilde eğlendirmeyi düşündüm. Bunun için de bana orta kalınlıkta sopalar gönderilmesini İmparator’dan rica ettim. Ertesi sabah altı oduncu, beraberlerinde her biri sekiz at tarafından çekilen altı araba olduğu hâlde yanıma yaklaştılar. Arabaların içi istediğim boyda sopalarla doluydu. Sopalardan dokuzunu alıp kare şeklinde birbirine bağladım. Sonra dört sopa daha aldım, bunları da birbirlerine paralel olarak bağladım. İlk birleştirdiğim dokuz sopanın üzerine mendilimi iyice gererek bağladım. Paralel sopalar mendilin dört tarafını korumaya yarıyordu. Bütün hazırlıklar tamamlanınca İmparator’dan en iyi atlarını bu suni çayırda koşturmasını rica ettim. İmparator bu ricamı derhâl kabul etmiş, yirmi dört atı binicileriyle beraber bana göndermişti. Atlar derhâl iki takıma ayrıldılar ve beni hayretler içinde bırakan bir disiplinle savaşmaya başladılar. Paralel sopalar mendilden yere düşmelerini önlüyordu. İmparator, tertip ettiğim eğlenceden o kadar hoşlanmıştı ki bunun sık sık tekrarlanmasını emretti. Bu arada İmparatoriçe’yi de iskemlesiyle beraber havaya kaldırdım.

Çok şükür bu eğlenceler sırasında önemli bir kaza olmadı. Sadece azgın bir at ayağıyla mendili yırttı, binicisiyle birlikte yere düşecekken hemen davranıp ikisini de yakaladım. At sol omzundan yaralanmıştı ama binici sapasağlam kalktı. Mendilimi elimden geldiği kadar yamamaya çalıştım. Ama artık böyle tehlikeli oyunlarda mendilimin sağlamlığına güvenemezdim.

Hürriyetime kavuşmadan birkaç gün evvel gene İmparator ’u eğlendirmeye uğraştığım bir sırada, adamlarından biri İmparator’a gelip beni ilk buldukları yerde garip, siyah bir cisim gördüklerini haber verdi. Adamın dediklerine bakılırsa bu garip cisim bir insan boyundaydı. Geniş kenarları İmparator’un yatak odasının büyüklüğündeydi. Evvela bunun canlı bir mahluk olmasından korkmuşlar ama kısa bir zaman sonra bu korkuları dağılmış. Çünkü cisim otların üzerinde en ufak bir hareket bile yapmadan yatıyormuş. İçlerinden bazıları siyah cismin etrafında gezinmek cesaretini göstermişti. Kanaatlerine göre bu Dağ Adamı’na ait bir eşyaydı. Eğer İmparator isterse hemen tertibat alıp onu buraya getirmeye çalışacaklardı. Onların siyah cisimden neyi kastettiklerini hemen anlamıştım. Gemimiz battığı zaman karaya çıkarken o kadar perişan bir hâldeydim ki, yüzerken boynuma bağlı duran şapkamı karaya geldikten sonra kaybetmiştim. Şapkamın bağı kim bilir nasıl kopmuştu? İmparator’a şapkamın faydalarını anlatarak onu mümkün olduğu kadar çabuk bana getirmeleri için emir vermesini istedim. Ertesi sabah şapkam geldi ama durumu pek iyi değildi. Kenarlarından iki büyük delik açmışlar, atların koşumlarını bu deliklere çengellerle geçirmişlerdi. Zavallı şapkam aşağı yukarı yarım İngiliz miline yakın mesafeyi böyle sürüklenerek geçmişti. Fakat yol gayet düz olduğundan şapkam sandığım kadar büyük zarara uğramamıştı.

Hürriyetimi kazanmak için o kadar çok dilekçe yazmış, o kadar çok yalvarmıştım ki sonunda İmparator daha fazla dayanamayarak meseleyi ilkin kabinede sonra da mecliste görüştü. Teklifimin yerine getirilmesini yalnız Ekyresh Bolgolan doğru bulmamıştı ki; o da bu memlekette bana düşman olan tek insandı. Bu adam yüksek bir mevkiye sahipti ama çok aksi tabiatlı bir insandı. Sonunda o da benim arzularıma karşı gelemedi. Fakat boyun eğmem gereken ağır şartları onun hazırladığına şüphem yoktu. Hazırlanan şartnameyi, Bolgolam, yanında iki sekreteri ve bazı ileri gelen şahsiyetler olduğu hâlde getirdi. Şartlar okunduktan sonra bunların dışına çıkmayacağıma dair, önce kendi memleketimin kaidelerine göre, sonra da onlarınkine göre yemin verdim. Onların yemin usulü şöyleydi: Sol ayağımı sol elimle tuttuktan sonra, sağ elimin orta parmağını başıma koymuş, başparmağımı da sağ kulağımın ucuna yerleştirmiştim. Herhâlde okuyucularım bu memleketin sarayına mahsus merasimi ve yazı tarzını merak etmişlerdir. Bunu düşünerek serbest bırakılmam için yazılan şartnameyi aynen tercümeye çalışıyorum.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 530 форматов)