banner banner banner
Bilge Nathan
Bilge Nathan
Оценить:
 Рейтинг: 0

Bilge Nathan

Bilge Nathan
Gotthold Ephraim Lessing

Aydınlanma Çağı'nın en önemli temsilcilerinden Gotthold Ephraim Lessing eserlerini, William Shakespeare'in eserlerini temel alarak yazmıştır. Bilge Nathan'ı ise dinsel bir sorgulama olarak kaleme almıştır. Konusu Haçlı Seferleri zamanında Musevilik, Hristiyanlık ve İslam'ın bir arada yaşandığı Kudüs'te geçer. Tek Tann'lı bu üç dinin de, Tanrı'nın gözünde eşit olduğu anlatılmak istenmektedir. "Nathan: Siz bana geldiğinizde ben, üç gün üç gece Tanrı 'nın önünde diz çökmüş ağlamıştım. Ytılnız ağlamak mı? Bir yandan da Tanrı 'ya hesap sormuş, kızmış, köpürmüş, kendime ve dünyaya lanet okumuştum; Hristiyanlığın asla barışmaz düşmanı olacağıma ant içmiştim. " (…) "Keşiş: Nathan! Nathan! Siz bir Hristiyansınız; Allah için, siz bir Hristiyansınız! Sizden daha iyi bir Hristiyan şimdiye kadar görülmedi!" "Nathan: Ne mutlu bize! Çünkü beni size karşı Hristyan yapan, sizi de bana karşı Ytıhudi yapıyor! Ama bırakalım artık böyle acıklı sözleri. Şimdi harekete geçme zamanı! Ben, yedi kat sevgiyle bu biricik yabancı kıza hemen bağlanmış olsam da; yedi oğlumu onunla birlikte yeniden kaybetme düşüncesi, beni şimdiden öldürse de, eğer alın yazım onu benden geri istiyorsa, kaderime boyun eğmeye razıyım!"

Gotthold Ephraim Lessing

Bilge Nathan

BİRİNCİ PERDE

Birinci Sahne

(Sahne: Nathan’ın evinin avlusu)

(Nathan seyahatten dönmektedir. Daja onu karşılar.)

Daja: “Bu o! Nathan! Tanrı’ya sonsuz şükürler olsun, sonunda geri döndünüz.”

Nathan: “Evet, Daja, Tanrı’ya sonsuz şükürler! Ama neden nihayet? Daha önce mi gelmeliydim? Daha önce gelebilir miydim ki? Babil’den Kudüs’e kadar yol, sağa sola sapmak zorunda kaldığım için, iki yüz mili buldu; alacakları toplamak iş değilmiş gibi görünse de, bu hemen bitiriliverecek bir şey de değil.”

Daja: “Ah Nathan! O sırada burada olsaydınız, ne kadar kötü olurdu. Eviniz…”

Nathan: “Yandı. Ben de öyle duydum. İnşallah, sadece duyduğum kadardır!”

Daja: “Ve neredeyse temelden yanacaktı.”

Nathan: “Öyle olsaydı Daja, kendimize yenisini ve daha rahatını yapardık.”

Daja: “Doğru! Fakat neredeyse Recha da yanacaktı.”

Nathan: “Yanacak mıydı? Kim? Benim Recha’m mı? O mu? Bunu duymamıştım? Öyle olsaydı, bir eve ihtiyacım olmazdı. Neredeyse yanacaktı, ha? Yoksa gerçekten yandı mı? Açıkça söyle! Söyle sadece! Öldür beni, ama bana daha fazla eziyet çektirme. Evet, o yandı.”

Daja: “Öyle olsaydı, yansaydı, bunu benden mi duyardınız?”

Nathan: “Öyleyse beni niçin korkutuyorsun? Ah Recha! Recha’m…”

Daja: “Sizin? Sizin Recha’nız?”

Nathan: “Şayet bir kez bile bu çocuğa, ‘çocuğum’ demekten vazgeçmek zorunda kalsaydım!”

Daja: “Sahip olduğunuz her şeyi büyük bir hakla kendinizin olarak söylediniz. Sizin mi?”

Nathan: “Hiçbir şeye ondan daha fazla hakkım yok! Sahip olduğum bütün diğer şeyleri tabiat ve şans bana bahşetti. Bu serveti, yalnızca erdeme borçluyum.”

Daja: “Ah Nathan, iyiliğinizi bana ne kadar pahalıya ödetiyorsunuz. Eğer iyilik böyle bir amaçta kullanılırsa, o zaman iyilik olur!”

Nathan: “Böyle bir amaç? Hangi amaçta?”

Daja: “Benim vicdanım…”

Nathan: “Daja, her şeyden önce sana ne anlatacağım…”

Daja: “Benim vicdanım diyorum…”

Nathan: “Babil’den sana ne güzel bir kumaş aldım. Öyle gösterişli ki! Hem zevkli, hem gösterişli! Bunun kadar güzelini Recha’ya bile getirmedim.”

Daja: “Neye yarar ki? Çünkü, vicdanımın daha fazla susturulamayacağını size söylemek zorundayım.”

Nathan: “Senin için Şam’da seçtiğim bilezikleri, küpeleri, yüzükleri, köstekleri beğenecek misin bakalım? Göstermemi iste benden.”

Daja: “Siz böylesiniz zaten! Sadece armağanlar verirsiniz! Sadece armağanlar verirsiniz!”

Nathan: “Benim sana memnuniyetle verdiğim gibi memnuniyetle al ve sus!”

Daja: “Ve sus! Sizin dürüstlüğün, cömertliğin ta kendisi olduğunuzdan kim şüphe edebilir ki Nathan? Ama yine de…”

Nathan: “Ama yine de ben sadece bir Yahudi’yim. Kabul et! Bunu söylemek istedin değil mi?”

Daja: “Benim ne söyleyeceğimi benden daha iyi biliyorsunuz.”

Nathan: “Artık sus!”

Daja: “Susuyorum. Tanrı katında günah olan ve burada gerçekleşen, önleyemediğim, değiştiremediğim ne kadar şey varsa günahı sizin olsun!”

Nathan: “Benim üzerime olsun! Ama o nerede? Nerede kaldı? Daja, eğer beni aldatıyorsan! Bilmiyor mu benim geldiğimi?”

Daja: “Ben bunu size soruyorum! Korkudan tüm sinirleri hâlâ titriyor. Ateş, rüyasında gördüğü her şeyi kendi rengine boyuyor. Uykudayken uyanık, uyanıkken uykuda olan ruhu kimi zaman bir hayvan, kimi zaman bir melek gibi.”

Nathan: “Zavallı çocuk! Biz insanlar neyiz ki zaten!”

Daja: “Bu sabah gözleri kapalı uzun uzun yattı, ölü gibiydi. Derken birdenbire fırladı: ‘Dinle! Dinle! Babamın develeri geliyor! Dinle bak! Onun tatlı sesi!’ diye bağırdı. Derken gözleri yine kapandı, kolunun artık destek olmadığı başı yastığa düştü. Ben hemen dış kapıya koştum! Bir de baktım ki, gerçekten siz geliyorsunuz! Siz geliyorsunuz! Mucize bu! Zaten onun bütün ruhu, onun ve sizin yanınızdaydı.”

Nathan: “Onunla mı? Kimmiş o?”

Daja: “Onu yangından kurtaran kişiyle…”

Nathan: “Kimdi o? Kim? Nerede o? Benim Recha’mı kim kurtardı? Kim?”

Daja: “Birkaç gün önce buraya esir olarak getirilen ve Salaheddin’in bağışladığı genç bir templier (tapınak şövalyesi).”

Nathan: “Nasıl? Sultan Salaheddin, bir templieri sağ mı bıraktı? Böyle bir mucize sayesinde mi Recha kurtuldu? Tanrı’m!”

Daja: “Eğer böyle birdenbire kazandığı canını hemen kaybetmeyi göze alan o olmasaydı, kaybetmiştik Recha’yı.”

Nathan: “Nerede o, Daja, o soylu insan nerede? Nerede? Ona gö tür beni. Size bıraktığım hazinelerden ona da hemen verdiniz değil mi? Hepsini verdiniz mi? Daha çoğunu vadettiniz mi? Çok daha fazlasını?”

Daja: “Nasıl yapabilirdik bunu?”

Nathan: “Vermediniz mi? Vermediniz mi?”