banner banner banner
Fâtımîler ve Fâtımî Halifeleri
Fâtımîler ve Fâtımî Halifeleri
Оценить:
 Рейтинг: 0

Fâtımîler ve Fâtımî Halifeleri

Fâtımîler ve Fâtımî Halifeleri
Hasan Yılmaz

İslam tarihinde görülen çatışmaların merkezinde her zaman hilafet kurumu olmuştur. Mısır’da hükümran olan ve halifeliğin kendilerine geçtiğini ilan eden Fâtımîler ise İslam dünyasında büyük bir yankı uyandırarak hilafet merkezli çatışmalara yeni bir boyut kazandırmışlardır. Eksantrik uygulama ve anlayışları ile tarihin en sıra dışı halife ailesi olan Fâtımî Hanedanlığı döneminde, türlü iktidar çekişmelerinin yanında -baba, oğlunu öldürtmüş; oğul vezirlerle iş birliği yaparak babasını öldürmüş; amca yeğenine iktidar için kılıç sallamış; yeğen amcaya ölümü reva görmüş- El-Ezher’in kurulması, dünyanın en büyük kütüphanelerinin yaptırılması, Ebu Tahir el-Cennabi tarafından sökülüp kaçırılan Hacer’ül Esved’in esas yerine yerleştirilmesi gibi gelişmeler de yaşanmıştır. Elinizdeki kitapta, Fâtımîler’in idari ve sosyal yapısı incelenmiş, Fâtımî halifelerinin hayat hikâyeleri ve bunun yanı sıra hilafet kurumun doğuşundan kaldırılışına kadar geçen sürede gelişen olaylar belli bir sistematik içinde anlatılmıştır.

Yasin Topaloğlu

Fâtımîler ve Fâtımî Halifeleri

ÖNSÖZ

Gençlik hatta çocukluk dönemlerimizde resmî tarih dışında algımızı değiştirmeye dönük olarak yayımlanan Mustafa Müftüoğlu’nun “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” isimli ciltler tutan kitapları, farklı bir bakış açısı taşımanın endişelerini de ihtiva etmekteydi. Resmî ideolojinin son derece pejoratif bir tarih dili inşa etmeye çalışması, dönemin farklı ve sıra dışı algılarına hayat hakkı vermeyen yaklaşımlar içermekteydi.

Tarihe yalan söyletmek Cumhuriyet seçkinlerinin tarihte ilk defa başvurdukları bir durum değildi. Batı zihninin miladi takvimi oluştururken başlattığı “riyakârlık”, Hz. İsa’nın doğumu da dâhil olmak üzere, her olay ve her durumda “tarihe yalan” söyletmiştir.

Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti ile başlatılan Müslümanların takvimi ile de kısmen İslam’ın yazılı tarihi oluşmaya başlamıştır. Hurafe veya “tarihin yalan söylemesi” İslam dünyasında da baş göstermiş ve İsrailiyat adı altında neredeyse bir ilim dalı olmuştur.

Yaşayan bütün iktidar sahipleri, sadece yaşadıkları dönemi/dönemleri değil geleceği ve gelecekteki nesilleri de tasarlamak ve biçimlendirmek istemişlerdir. Gerçeğin anlaşılması ve çerçevesinin çizilmesi bu anlamda iktidar sahipleri tarafından her zaman öncelikli “iş” edinilmiştir.

Batı zihin dünyasının daha sonra dezenformasyon diye kavramsallaştırdığı hakikati yok etme, hakikati karartma veya en masum ifadeyle hakikati farklılaştırma, Müslüman egemenler tarafından da sıkça başvurulan bir yöntemdir.

Seçilmiş halife Hz. Ali’ye itiraz ederek isyan bayrağı açan Şam Valisi Muaviye’nin bu iktidarcı tutumu önce Sıffin’de ortaya çıkmış, ardından da bin yıllarca sürecek bir iktidar çatışmasının fitilini ateşlemiştir.

Sözde, Hz. Osman’ın korunması maksadıyla Medine’ye Şam Valisi Muaviye tarafından gönderilen askerî bir müfreze, olayların daha da artması için bekletilmiştir. Asayişi sağlamak yerine anarşi için Medine’ye bir menzil uzaklıkta bekletilen ordunun sahibi Muaviye, Hz. Osman’ın şehadeti üzerine, Hz. Osman’ın kanlı gömleğini ve eşinin kesilmiş parmaklarını Şam’da günlerce teşhir ederek halkın infialini sağlamak için mümkün olan her yöntemi denemiştir.

İslam’ın yeryüzünü şereflendirmesinin ardından Müslümanlar arasındaki ilk büyük kıyıcı savaş Cemel’de yaşanmış, ardından Sıffin’de katliama dönüşmüştür. O günden bu yana Müslümanların kendi aralarındaki bütün çatışmalar fevkalade kanlı olmuştur.

Bu kanlı ve vahşi çatışmaların odak noktasında yer alan ise her zaman hilafet olmuştur. Allah’ın halifesi, peygamberin halifesi, peygamberin halifesinin halifesi olmak çok efsunlu ve çok etkileyici bir cazibe taşır hâle dönüşmüştür.

Hilafet tarihinde Şia olan Fâtımîler’in iktidarı ele geçirmeleri ve ardından Mısır’a hâkim olmaları İslam dünyasında çok büyük yankı buldu. Müslüman dünyayı ekonomik, sosyal, siyasal olarak etkileyen bu gelişme, İslam dünyasının ruhani lideri olan halifenin, Bağdat yerine Mısır’a taşınmasına da yol açtı. Bu durum, ilk kez Abbasi halifesinden icazet alınmadan yeni bir dönemin başlaması demekti.

Daha önceki pek çok halifenin İslam’a mugayir davranışları olduğu gibi Fâtımî halifeleri de diğerlerinden geri kalmamıştır.

Sahabelere küfür etmeyi, gündelik hayatın sıradan bir davranışına dönüştüren, cami, ev ve sokak duvarlarına hakaretamiz yazılar yazılmasını sağlayan Fâtımî halifeleri eksantrik uygulama ve anlayışları ile tarihin en sıra dışı halife ailesi olmuştur.

Günümüzde herhangi bir İslam ülkesine Batı’nın müdahalesi karşısında “tüylerimiz diken diken” olurken beş yaşında halife koltuğuna oturmuş olan Fâtımî Halifesi Biahkâmillah’ın veziri Efdal, Selçuklular’a karşı haçlılarla anlaşma yapmıştır.

Altı bağlanan çocukların halife olabildiği Fâtımîler’de bazen devletin tek umudu, sarayın hamile kadınlarının bir erkek çocuk doğurmasıydı. Devlet, bir erkek çocuğun doğmadığı zamanda ise “emanetçi imam” atayarak sorunu palyatif olarak çözüyor ve iktidarın sıkıntıya düştüğü zamanlarda da yönetim, Ermeni yöneticilere teslim ediliyordu.

Babanın, oğlunu öldürttüğü, oğulun vezirlerle iş birliği yaparak babasını öldürdüğü, amcanın yeğenine iktidar için kılıç salladığı, yeğenin amcaya ölümü reva gördüğü iktidar çatışmalarıyla geçen Fâtımî Hanedanlığı bir dönem ikiye de bölünmüştür.

Bu kanlı iktidar savaşları sırasında yeryüzünün en eski eğitim kurumlarından El-Ezher’i kuran, dünyanın en büyük kütüphanelerini yaptıran Fâtımîler, dönemlerinde en canlı kültür merkezlerini kurmayı başarmışlardır.

12. yüzyılda kitap ve kütüphane sayısı açısından dünyaya örnek gösterilen Fâtımîler’in kültürel varlığı Selâhaddin Eyyûbî tarafından yağmalanmış, satışa çıkartılmış ve bu satışlar on yıl süreyle devam etmiştir.

Fâtımîler, 929 yılında Kâbe’nin, Ebu Tahir el-Cennabi tarafından sökülüp kaçırılan Hacer’ül Esved taşını da onlardan alarak yerine yerleştirmişlerdir. Bugün bir Müslüman’ın veya Müslüman topluluğun Kâbe’nin taşını sökmesi elbette hayal edilemez ve kabul edilemez.

Günümüzde sıradan sayılabilecek şehirlerin, dönemlerinde erken uyanan valileri kendilerini halife ilan edebiliyorlardı. Muaviye’nin kendi kendini halife ilan ederek, kılıç sayesinde bu makama oturması, bu konuda, gelecek tüm iktidar sahiplerinin de kerameti kendinde görerek halife olmalarına imkân sağlamıştır.

İlk Fâtımî halifesi Ubeydullah, Keyravan şehrinde adına hutbe okutarak “emirül müminin” unvanı aldı.

Hiçbir şûra geleneğine veya seçime ihtiyaç duymadan kendini halife ilan eden Ubeydullah’ın ailesinden gelen halifeler oldukça ilginç uygulamalar yaparak tarihe geçmişlerdir.

Bunlar arasında Hâkim-Biemrillah’ın (996-1021), Yahudi ve Hristiyanların, Müslümanlardan farklı elbiseler giymesi için yasa çıkarması, aynı gemide yolculuk yapmalarını hatta aynı hamamda yıkanmalarını, dokuz yıl süreyle teravih namazı kılınmasını yasaklaması sayılabilir. Ezana eklemeler yapan, “es-salatü hayrun mine’nnevm” ifadelerini çıkartan Biemrillah saçmalıklarını 30 Mayıs 1017 günü kendini Tanrı ilan ederek taçlandırmıştır.

Fâtımîler döneminde mezhep ayrılıkları fevkalade derin ayrılıklara ve tefrikalara yol açmıştır. Fâtımî Halifesi Amir-Biahkâmillah, haçlı ordularına karşı savaşan Arap ve Türklere hiçbir askerî ve mali yardımda bulunmayarak bunu, Sünni ve haçlı ihtilafı olarak gördüğünü ortaya koymuştur.

Fâtımîler, kendilerinden önce ve sonra da uygulamalarını gördüğümüz taht ve iktidar kavgalarında da sıra dışı örnekler ortaya koymuşlardır.

    Yasin Topaloğlu

FÂTIMÎLER

Tarihte İfrikiye diye anılan Tunus’ta kurulduktan sonra merkezi Kahire’ye taşınan ve Fas, Cezayir, Libya, Malta, Sicilya, Sardinya, Korsika, Tunus, Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün ve Suriye’de egemen olan bir devlettir. Teokratik esaslara göre kurulan Fâtımî Devleti, Şii inanışının İsmailîye kolunun resmî savunucusu idi. Devletin kurucuları Hz. Fâtıma ve Hz. Ali’nin soyundan geldikleri iddiasındaydı.

İslam dünyasında uzun süre etkin olan İsmailîye inancı, ismini 765 yılında vefat eden Şii inanışının altıncı imamı Cafer-i Sadık’ın oğlu İsmail’den almaktadır. Araplar arasında çok yaygın olan soyculuğun yarattığı ekolün temelleri Yemen’de atıldı. İbn-i Havşeb tarafından oluşturulan ekol, kendini Tunus’ta somutlaştırdı. İbn-i Havşeb, kendi oluşturduğu prensipleri yayması için Ebu Abdullah el-Şii’yi Tunus’a gönderdi. Ebu Abdullah, Ağlebî devleti egemenliğindeki Tunus’ta ilk üssünü kurdu.

Bu arada, Şiiler arasında büyük bir nüfuzu bulunan İmam Ubeydullah el-Mehdi de Abbasiler’in denetiminden uzaklaşmak için 903 senesinde Tunus’a gitmek üzere yola çıksa da yolda yakalandı ve altı yıl hapiste tutuldu. Ebu Abdullah el-Şii’nin Ağlebî hâkimiyetini yıkmak üzere olduğu dönemde İmam Ubeydullah’ın, 909 yılında Tunus’a ulaşması, Ebu Abdullah el-Şii’nin gücünü pekiştirmesine ve hedef büyütmesine neden oldu.

909 yılında Ağlebî devletinin başkenti Rakkâde’yi ele geçiren Ebu Abdullah, 15 Ocak 910 tarihinde İmam Ubeydullah’ı halife ilan etti. Böylece Fâtımîler’in Afrika dönemi başlamış oldu. 973 yılına kadar süren bu dönemde, Fâtımîler büyük güçlüklerle karşılaştılar. Kuzey Afrika’daki iktidar denklemini bozan İsmailîler, bir yandan ehlisünnet ve Harici inanışına mensup olanlar, diğer yandan Kuzey Afrika’nın batısındaki Zenâte Kabilesi ile doğusundaki Sanhâce kabileleri ile mücadele hâlindeydiler.

O dönemde Tunus’ta bir de Rüstemiler ile İdrîsî Devleti vardı. Rüstemiler, Harici inanışını savunurken, İdrîsî Devleti de Şii inanışına mensuptu. Dolayısıyla Fâtımîler’in, Kuzey Afrika’nın karmaşık denkleminde egemenlik kurmaları büyük bir direnişe sahne oldu. Bu denklemi kaotik hâle getiren bir neden de İmam Ubeydullah’ın, kendisini halife ilan eden Ebu Abdullah el-Şii’den kurtulmak istemesiydi.

Mehdi unvanını kullanan İmam Ubeydullah, Kuzey Afrika’nın batı kesiminin sosyal ve siyasal denklemindeki karmaşanın yanında, coğrafyasının da zorluğunu dikkate alarak, hedefleri açısından daha uygun olan Abbasiler’in egemenliğindeki Mısır’a doğru yayılmanın çarelerini aramaya başladı. Bu amaçla, 913 ve 919 yılları arasında Mısır’ı fethetmek için iki ayrı deneme yaptı. Başarısız olan bu denemeleri, 934-946 yılları arasında oğlu ve halefi Kaim-Biemrillah el-Fâtımî devam ettirse de bir sonuç alamadı.

İmam Mehdi, Mısır’a doğru büyüme stratejisini gerçekleştiremeyince, 915 yılında Kuzey Afrika’nın doğu sahillerinde bir yarımadada Mehdiye adıyla anılan bir şehir kurdu ve 920’de burayı başkent ilan ettikten sonra devletinin kurumsal gücünü tahkim etmek için uzun dönemli bir barış ortamı tesis etti. Bu barış sürecinde Fâtımî Devleti’ni tehdit eden en önemli güç Hariciler idi. Ancak bu hareket 947 yılında Halife Mansûr-Billah tarafından etkisiz hâle getirildi. Ardından Fâtımîler başkentlerini Sabra’ya taşıdılar.

Fâtımîler, Kuzey Afrika’nın batısından doğusuna doğru genişleme imkânını 10’uncu yüzyılın ikinci yarısında bulabildiler. O dönemde Mısır, İhşîdî Devleti’nin kontrolündeydi. 963 yılında Vali Kafur’un ölümüyle birlikte Mısır’da iç karışıklıklar baş gösterdi. Meydana gelen karışıklıklar, ekonomik ve sosyal sorunları beraberinde getirdi. Böylece İsmailî inancının propagandisti olan Dailer için uygun bir ortam oluştu. Halk bir kurtarıcı bekler gibi Fâtımîler’in istilasına hazır hâle getirildikten sonra 968 yılının sonlarında Muiz-Lidinillah yönetimindeki Fâtımî Devleti, Rakkâde şehrinde topladığı 100 bin kişilik ordusu ile harekete geçti. Cevher es-Sıkıllî adlı komutanın yönetimindeki Fâtımî ordusu Temmuz 969’da Mısır’ı işgal ederek Fâtımîler’in büyük hayalini gerçekleştirdi.

Fâtımîler’in Mısır’a hâkim olmalarının İslam dünyasında büyük etkileri oldu. Bu egemenlik İslam dünyasındaki ekonomik, sosyal ve siyasal dengeleri değiştirdi. O tarihe kadar İslam dünyasının egemenliği Bağdat’ta yerleşik Abbasi halifesinde iken Fâtımîler’in Mısır’ı ele geçirmesiyle birlikte İslam dünyasında Bağdat’tan icazet almadan kurulan ilk devlet ortaya çıktı.

Fâtımîler’in Mısır’a girmesiyle birlikte İslam dünyasında üstlendikleri görev de değişti. Şiiler Mısır merkezli bir devlet sahibi olurken İslam dünyasında da siyasi ve sosyal değişimin fitilini ateşlediler. Hedefleri İslam dünyasına egemen olmaktı. Zira, Sıffin Savaşı’yla başlayan ayrışmada bayrağı göndere çekmeyi başarmışlardı. Mısır’dan sonraki hedefleri, Şam ve Bağdat’ı ele geçirmekti. Onları bu hedeflerine en çok yaklaştıran da 11. yüzyılda başlayan haçlı seferleri ve 13. yüzyılda meydana gelen Moğol istilası oldu.

Fâtımîler’in Mısır’ı ele geçirdikten sonra yaptıkları ilk iş, bugünkü Kahire şehrinin etrafında şekillendiği büyük bir saray ve cami inşa etmek oldu. Ardından hutbelerden ve madenî paralardan Abbasi halifesinin adını çıkartıp yerine Muiz-Lidinillah’ın adını yerleştirdiler. Aynı zamanda imamların giydiği siyah cübbenin yerini beyaz cübbe aldı. Böylece Sünniler ile Şiilerin siyah ile beyaz kadar farklı oldukları vurgusu yapıldı.

Diğer yandan, Fâtımîler dinî ve sosyal yaşamda ciddi değişiklikler yaptılar. Yapılan değişiklikler şöyledir:

Ramazan ayının başlangıcı ve Ramazan Bayramı’nın başlangıcını hilalin görünmesini beklemeksizin takvim esasına bağladılar.

Ezana, “hayye alâ hayri’l-amel” (Hayırlı amele koşun.) ibaresini eklediler. İmamlar, namazda besmeleyi açıktan okumaya başladılar. Cuma namazının ikinci rekatında Kunut Duaları’nı okuttular.

Cevher es-Sıkıllî’nin dört yıllık valiliği döneminde vergi oranları arttırılarak çevrenin imarına önem verildi. Toprak sahiplerinden ellerindeki arazi karşılığında alınan ücretleri de arttırıldı ve Mısır dinarının değeri yükseltildi.

Fâtımîler, Abbasi egemenliğine son vermek için, kendi egemenlik alanlarını kullanarak stratejilerini İslam dünyasını ele geçirmek üzerine kurmuşlardı. O dönemde henüz Türkler tarih sahnesinde olmadığı için karşılarında dingin bir güç yoktu. Abbasi iktidarı artık yorgundu ve Kuzey Afrika’dan gelen dingin gücün tehdidini boşa çıkartacak güçten giderek uzaklaşıyordu. Bu nedenle Fâtımîler, Mısır’dan sonra Suriye’yi de almak istedi. Suriye, Bağdat’a bağlı Büveyhoğullarının egemenliği altında idi. Fakat Şam’da 31 Ağustos 971’de yapılan savaşta, Fâtımîler’in Suriye bölgesi komutanı Cafer b. Felah’ın ölmesi bütün planı altüst etti. Cevher es-Sıkıllî, Halife Muiz-Lidinillah’ı Tunus’tan Mısır’a davet etti. Mısır’a geldiğinde halifenin yaptığı ilk iş, Cevher’i görevinden alarak yerine, Ya’küb bin Killis’i getirmek oldu.

Fâtımîler Suriye’yi ele geçirmeyi, diğer ülkelere sahip olmanın garantisi gibi görüyorlar ve özellikle Bağdat’ı ele geçirmek istiyorlardı. Çünkü Bağdat, Sünni Müslümanlığın merkezi durumundaydı. Fakat Bağdat’ı hâkimiyet altına almaları öyle kolay değildi. Bu nedenle taktik bir değişiklik yaptılar ve Abbasiler döneminde önemini iyice yitiren Mekke ve Medine’yi de içine alan Hicaz bölgesine yöneldiler ve bu amaçlarına 978 yılında ulaşarak cuma hutbelerini Fâtımî halifeleri adına okutmayı başardılar.

Hicaz bölgesinde hâkimiyet kurmaları, Fâtımîler’in İslam dünyasındaki etkinliğini iyice arttırınca Suriye’ye duydukları ilgi daha da yoğunlaştı. Bu süreçte, Suriye halkının desteğini kazanmak için propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırarak Şia inanışının bütün İslam dünyasının yegâne inanışı olması gayesine odaklandılar.

Bu amaca ulaşmak için bir yandan Müslüman olmayanları Müslüman olmaya zorlarken, diğer yandan ehlisünnet inanışına mensup Müslümanlar üzerindeki baskılarını arttırdılar. Sahabelere küfür etmeyi toplumsal bir davranışa dönüştürdüler. Hatta Halife Hâkim-Biemrillah döneminde camilerin duvarlarına, ev ve dükkânların kapılarına sahabelere hakaret içeren sözler yazdırdılar. 10’uncu yüzyılın son çeyreğinde artan aşırılıklar had safhaya ulaştı. Kendinde ilahi bir güç vehmeden Hâkim-Biemrillah döneminde Fâtımîler ile dönemin en kudretli devletlerinden biri olan Bizans İmparatorluğu ilişkileri de bozuldu. Nitekim, 13 Şubat 1021 tarihinde Hâkim-Biemrillah, esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Bütün kuşkular Bizans Devleti üzerine yönelse de kayboluşun sırrı çözülemedi.