banner banner banner
Fâtımîler ve Fâtımî Halifeleri
Fâtımîler ve Fâtımî Halifeleri
Оценить:
 Рейтинг: 0

Fâtımîler ve Fâtımî Halifeleri


Fâtımî Devleti en geniş sınırlarını Müstansır-Billah’ın döneminde ulaştı. 11’inci yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Mısır, Suriye’nin güneyi, Kuzey Afrika, Sicilya Adası, Mekke ve Medine’yi de içine alan Hicaz bölgesi ve Yemen, Fâtımî Devleti’nin egemenliği altına girdi.

Fâtımî Devleti’nin küçülmesi de büyümesi gibi kısa sürede oldu. Vezir Ebü’l-Kasım Ali b. Ahmed el-Cercerâî’nin 1045 yılının ramazan ayında ölümüyle birlikte diplomatik alanda önemli bir akıldan yoksun kaldılar.

Tunus’ta Endülüs Emevi Devleti ile çekişen Fâtımîler, Mısır’a geldikten sonra da Abbasiler ve onların en büyük koruyucusu Büyük Selçuklu Devleti ile çatıştılar. Abbasiler, kendilerine yönelen Fâtımî tehdidini savuşturmak için bir yandan Büyük Selçuklu Devleti’nden yardım isterken, diğer yandan Afrika Valisi Muiz bin Badis’i, Mısır’ın egemenliğinden ayrılmak için tahrik ettiler. Muiz bin Badis de 1051 yılında Kuzey Afrika’da hutbeleri Abbasiler adına okutmaya başladı. Büyük Selçuklu Devleti de Bizans İmparatorluğu ile yaptığı anlaşma sonucunda Mısır’a buğday ambargosu uygulanmasını sağladı. Bu durum, Fâtımîler’in, Abbasi Devleti’ne karşı yürüttüğü stratejide değişikliğe gitmelerine neden oldu. Fâtımîler, ilk olarak Abbasiler’i doğudan sıkıştırmak için Şia inanışını doğuda yayma yoluna gitti. Bunun için propagandistlerini Hindistan’a gönderdiler. Fâtımîler bu çabalarıyla bir yandan ekonomik canlılık sağlayarak İslam dünyasındaki etkilerini güçlendirmek, diğer yandan halkı kazanarak Abbasiler’i zayıflatmak istiyorlardı. Aynı zamanda Abbasi yönetimine karşı gelişen her türlü siyasi ve sosyal tepkiye destek verdiler. Nitekim, Arslan Besâsirî’nin 1058 yılında Abbasi Halifesi Kaim-Biemrillah’a karşı başlattığı ayaklanma başarıya ulaşmış ve halife bir yıl müddetle gözaltında tutulmuştur. Halifeliğin Abbasiler’de kalmasını sağlayan da dönemin taze gücü olan Tuğrul Bey yönetimindeki Büyük Selçuklu Devleti olmuştur. Büyük Selçuklu Devleti’nin müdahalesiyle Abbasi halifesi unvanına kavuşurken, Suriye bölgesi de 1075 yılında Selçuklu Devleti’nin eline geçti.

Selçuklular’ın vurduğu darbe Fâtımî Devleti’nde sarsıntıya yol açtı. Devlet uğradığı ekonomik kayıplar nedeniyle krize girdi. Bu durum iç karışıklıkları körükledi. Çıkan kaosu önleyemeyen Halife Müstansır-Billah, Akka’da konuşlu bulunan ordunun komutanı Bedr el-Cemali’yi Mısır’a çağırarak asayişi ancak tesis edebildi. Bedr el-Cemali, verdiği bu hizmet karşılığında halifenin yetkilerini üstüne aldı. Böylece Fâtımîler tarihinde yeni bir dönem başladı. Bu döneme “Vezirlerin nüfuz dönemi” adı verildi. Bedr el-Cemali’den sonra Fâtımî Devleti’nin ömrü ancak yüz yıl sürdü.

Halifelik Babadan Oğula Geçiyordu

Fâtımî Devleti’nde, el-İmam, emir-ül müminin gibi lakaplar kullanan halife, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi kabul ediliyordu. Her ilmin kaynağı ve Kur’an’ın en doğru açıklayıcısı olarak görülüyorlardı. İçlerinde Hâkim-Biemrillah gibi uluhiyet iddiasında bulunanlar da oluyordu.

Fâtımîler halifede özel şartlar aramazlardı. Devleti zaafa uğratan da halife olacak kişide özel şartlar aranmaması oldu. Bu nedenle, çok sayıda çocuk ve genç halifelik makamına geçti. Dolayısıyla saraydaki kadınların ve devlet adamlarının devlet işlerini yürütmeleri mümkün oldu.

Halifelik, devlet başkanlığı yerine geçtiği ve dönemin diğer devletlerindeki hükümdarlarda olduğu gibi babadan oğula geçen bir görevdi. Devlet, halife ailesinin mülkü sayılıyordu. Halife öldüğünde, birden fazla oğlu varsa devlet büyük oğluna miras kalıyordu. Fâtımî halifeliğindeki bu geleneği, Bedr el-Cemali’nin oğlu Efdal bin Bedr el-Cemali bozdu. Babasının yerine vezirlik makamına geçen Efdal b. Bedr el-Cemali, halifelik görevinin meşru vârisi Müstansır’ın büyük oğlu Nizar’ı uzaklaştırıp, küçük oğlunu Müsta’lî-Billah lakabıyla halifelik makamına oturtunca İsmailî ekolüne mensup Şiileri ikiye böldü. Mısır, Suriye, Yemen ve Hindistan’daki İsmailîler, Müsta’lî’ye biat ederken, Hasan Sabbah’ın başkanlığındaki İran İsmailîleri Nizar’a biat etti. Bu grup tarihte Nizariyye veya el-İsmailîyyetü’l-cedide olarak da anıldı.

Halife Müsta’lî, 1101 yılında hayatını kaybedince yerine Amir-Biahkâmillah lakabıyla Ebu Ali Mansur geçirildi. Biahkâmillah, Vezir Efdal tarafından halifelik görevine getirildiğinde henüz 5 yaşındaydı. Böylece Vezir Efdal 20 yıl boyunca Fâtımî Devleti’nin tek hâkimi oldu. Onun döneminde devlet hizmetinde çalışan Hristiyanların sayısı arttı. Bu dönemde Kudüs’e yönelen haçlı seferlerine karşı son derece ilgisiz kalan Vezir Efdal, Selçuklular’a karşı haçlılarla anlaşma yoluna gitti. Onun bu duyarsızlığı sonuçta Fâtımî Devleti’nin Kudüs, Akka, Sur ve Sayda gibi bağlı şehirlerini kaybetmesine yol açtı.

Vezir Efdal’i, Fâtımî Devleti’nin başından uzaklaştıran da gözünün önünde büyüttüğü Halife Biahkâmillah oldu. Halife Amir-Biahkâmillah, 26 yaşına geldiğinde Emir Muhammed b. Fatih el-Bataihi ile iş birliği yaparak 1121 yılının Ramazan Bayramı gecesinde Vezir Efdal’i öldürttü. Ardından, kendisine yetkilerini kazandıran Bataihi’yi el-Me’mûn Tâcü’l-hilâfe lakabıyla 11 Şubat 1122’de vezir tayin etti. Halife Amir ile Vezir Me’mûn’un dönemi Fâtımîler’in Mısır’daki en parlak devri oldu.

Bu dönem sadece üç yıl sürdü. Ülkeyi tek başına yönetmek isteyen Halife Biahkâmillah, 1125 yılında Me’mûn’u önce hapsettirdi, ardından öldürttü. Onun bu tercihi Fâtımî Devleti’nin parlak günlerinin de sonunu getirdi. Devleti tek başına yönetme becerisi gösteremeyen Halife Biâhkamillah, biri Müslüman, diğeri Sâmirî olan iki kişiyi divanda görevlendirdi. Ebu Necâh b. Kana adıyla bilinen bir rahibi de müstevfî tayin etmek zorunda kaldı. Bu rahibin döneminde Müslümanlar tutuklanıp hakarete uğradı. Bu durum Müslümanların isyan etmesine yol açtı. Halife Biahkâmillah, bu isyandan Ravza Adası’na kaçarak kurtuldu. Ancak daha adaya ulaşamadan 7 Ekim 1130’da yolda Nizarîler tarafından öldürüldü.

Halifenin arkasından vâris bırakmadan ölümü, Fâtımî Devleti’ni ilk defa karşılaşılan bir durumla baş başa bıraktı. İlk defa karşılaşılan bu durumda ne yapılacağını kimse bilmiyordu. Devletin tek umudu, hamile olan hanımlarından birinin doğacak çocuğu oldu. Herkesin dünyaya gelecek bebeği beklediği dönemde, İsmailî kolunun mensuplarının ifadesiyle “emanetçi imam” atandı. Bu kişi Amir’in amcasının oğlu Ebü’l-Meymûn Abdülmecid oldu. Akrabalar içinde yaşça en büyüğü olan Ebü’l-Meymûn’a doğumu beklenen veliahdın kefili olarak biat edildi. Askerler ise Bedr el-Cemali’nin torunu Ebu Ali Ahmed b. Efdal Küteyfât’ı vezirlik makamına oturttular. Ebu Ali de emanetçi imam Abdülmecid’i hapsettirerek Şia inancına mensup Müslümanlar tarafından beklenen 12. İmam adına davette bulunmaya başladı ve İsmailîye mezhebinin faaliyetlerini durdurdu. Aynı zamanda beklenen imam adına para bastırıp üzerine “Allâhu’ssamed el-İmam Muhammed” ibaresini yazdırdı. Fakat bu inkılap uzun sürmedi ve Ebu Ali 8 Aralık 1131 tarihinde öldürüldü. Amir-Biahkâmillah’ın taraftarları emanetçi imam Emir Abdülmecid’e tekrar biat ettiler. Abdülmecid 23 Şubat 1132 tarihinde Hafız-Lidinillah lakabıyla halife ilan edildi.

Fâtımî Devleti, tarih sahnesindeki yerini almadan 40 yıl önce büzüşmeye başladı. Hafız-Lidinillah ve ondan sonra gelen halifelerin halifeliğini tanımayan İsmailîye mensupları, onlara biat etmediler. Böylece Fâtımî Devleti, son 40 yılında Kahire’ye sıkışıp kalmış mahallî bir hanedanlığa dönüştü.

Halifelerin yaptıkları siyasi hatalar, Şii Müslümanların kendilerinden yüz çevirmelerine neden oldu. Nitekim Hafız-Lidinillah, vezirliğini yapan oğlu Hasan’ı öldürttükten sonra yerine Ermeni kökenli Behram’ı vezirlik makamına getirmiş ve ona seyfü’l-İslam tâcü’l-hilâfe lakabını vermişti. Böylece ilk defa bir Hristiyan, halife kadar geniş yetkilere kavuşup vezir olmuştu. Vezir Behram döneminde Mısır’a yoğun bir Ermeni göçü oldu. Mısır’daki nüfusları 30 bine ulaşan Ermeniler, birçok kilise inşa ettiler. Devletin en etkili makamlarında Hristiyanların görevlendirilmesi Mısırlı Müslümanları endişelendirdi. Behram’ın kardeşi Basak’ın da Küs valiliğine tayin edilmesi Mısırlı Müslümanları kurtuluş çareleri aramaya yöneltti. Müslümanlar bu durum karşısında nüfuzlu bir devlet adamı olan Rıdvan b. Valahşi’den yardım istediler. Rıdvan bin Valahşi’nin devreye girmesi Halife Lidinillah’ı kendine getirdi. Vezirlik makamını Rıdvan b. Valahşi’ye teslim etti.

Vezirlik görevinin Rıdvan ile birlikte yeniden Müslümanların eline geçmesiyle, halkta büyük bir rahatlama oldu. Rıdvan ilk iş olarak halkının çoğunluğu Sünni olan İskenderiye’deki Sünni faaliyetlere öncülük etti. İskenderiye’de Mısır’ın ilk İslam medresesi 1138’de kuruldu. Ancak halifenin askerleri kışkırtması üzerine buradan kaçmaya mecbur kaldı ve Sarhad Valisi Emîrüddevle Gümüştegin el-Atabegî’ye sığındı. Hafız-Lidinillah, Rıdvan’dan sonra vezirlik makamına atama yapmadı ve vefat ettiği 1149 yılına kadar yönetimi kendi elinde tuttu.

Hafız-Lidinillah’tan sonra Fâtımî Devleti’nde vezirlik görevine gelmek için çekişmeler başladı. Dönemin tarihçisi İbnü’l-Esir, bu durumu, “Mısır’da vezirlik galip gelen kişinindi… Efdal b. Bedr el-Cemali’den sonra harpsiz ve kansız şekilde pek az kişi vezir olmuştur.” şeklinde kayda almıştır. Vezirlik makamı üzerindeki bu çekişmeler ülke içinde ve hatta sarayda çeşitli karışıklıklara sebep olurken, ahlak dışı hikâyelerin anlatılmasına, iftiralar atılmasına, benzetmeler yapılmasına da yol açtı. Devlet içindeki çekişmeler haçlı yayılmasını kolaylaştırdı. Fâtımîler’in Suriye’deki son kalesi Askalan da bu nedenle haçlı ordularının eline geçti. Fâtımî Devleti’ni iktidar çekişmesinden kurtaran ise 1144 yılında Mısır’a gelen Emir Üsâme b. Münkız oldu.

Bir mezhep dini olmasına karşılık, Fâtımîler’de vezirlik makamına getirilen kişilerin etnik köken ve inançları konusunda bağnaz bir tutum takınılmıyordu. Bu nedenle Müslüman olmayan kişiler kadar, mezhep çatışmalarının bir tarafı olan Sünnilerden de vezirlik makamına atananlar oldu. 1153 yılında öldürülen Adil bin Sellâr bunlardan biri idi.

Hafız-Lidinillah’ın vefatından sonra yerine Halife Zafir-Biadaillah geçti. Onun da görevde uzun süre kalması mümkün olmadı. İktidar çekişmeleri arasında o da öldürüldü. Kendilerini halife naibi olarak gören vezirler tarafından öldürülen Halife Zafir’in yerine Vezir Abbas es-Sanhâcî, halifelik makamına Faiz Lidinillah lakabıyla Zafir’in küçük oğlunu getirdi. Kendini küçük yaşta iktidar entrikalarının içinde bulan küçük halife, bunalımlı günler geçirdi. Devletin yönetilemez oluşundan en çok muzdarip olanların başında saray halkı geliyordu. Fâtımî ordusunda nüfuzlu bir komutan olan Talai bin Rüzzik’e sığınarak halifelik makamını kurtarması dileğinde bulundular. Talai, ordusu ile Kahire üzerine yürüyerek vezirlik görevini Abbas’tan aldı. Talai b. Rüzzik Fâtımîler’in güçlü vezirlerinin sonuncusu oldu.

Vezir Talai, döneminde, büyük memuriyetlerdeki görevleri altı ayla sınırlandırarak hiç kimsenin kendi otoritesine ortak olmasına izin vermedi. Halife Faiz-Biemrillah, küçük yaşta göreve getirildiği için, 1160 yılında vefat ettiğinde yerine geçecek oğlu olmadı. Bunun üzerine, Vezir Talai, yerine Adid-Lidinillah lakabıyla onun torunu Emir Abdullah’ı geçirdi ve halife soyuna Rüzzik oğullarının da ortak olması ümidiyle kızını halife ile evlendirdi. Böylece Fâtımî Devleti’nin son on yılı vezir olmak isteyen valilerin birbirleriyle mücadeleleri ve haçlı ordularının saldırılarıyla geçti.

Yaşanan kargaşa, bir süre sonra Fâtımî Devleti’nin sonunu getirdi. Valilerden Şaver bin Mucir ve Dırgam bin Amir’in çekişmesinde Şam Atabeki, Nureddin Zengi’yi hâkem olarak müdahaleye zorladı. Nureddin, Şam’da Esedüddin Şirkûh el Mansur komutasındaki bir orduyu hazırlayarak Kahire’ye gönderdi. Nureddin’in yardımıyla Fâtımî Devleti’nin yönetimini ele geçiren Şaver, komutan Şirkûh’tan Kahire’yi terk etmesini istedi. Bunun üzerine Şirkûh, önce Bilbîs’i ardından Mısır’ın doğudaki bütün şehirlerini işgal ederek Fâtımî devlet yönetimini ele geçirme girişiminde bulundu. Nureddin’i kendisi için tehdit olarak gören Şaver, bu sefer Orta Doğu’yu istila etmeye çalışan haçlılara sığınarak yardım istedi. Bu durum bir iktidar mücadelesi olmaktan çıkıp hilal-haç çatışmasına yeni bir cephe açtı. Nureddin, hazırladığı ordu ile Mısır üzerine yürüdü ve Şaver’i ele geçirerek öldürdü. Ardından komutanı Esedüddin Şirkûh’u 18 Ocak 1169 tarihinde Fâtımî Devleti’nin vezirliğine atadı. Fakat onun da ömrü vefa etmedi ve iki ay sonra hayata gözlerini yumdu. Bunun üzerine, Halife Adid, Nureddin’in yeğeni Selâhaddin Eyyûbî’yi vezirlik makamına getirdi. Selâhaddin Eyyûbî’nin vezirlik makamına atanmasıyla Mısır’da yeni bir dönem başlamış oldu. Bir süre sonra Fâtımî halifeleri adına okunan hutbelere son verilerek yeniden Abbasi halifeleri adına hutbe okunmaya başlandı.

Esasında, Fâtımî halifeliği, devlet otoritesini elinde tutmanın ötesinde, arkasında halk gücü olan bir devlet değildi. Halkın büyük çoğunluğu ehlisünnet itikadına mensup olduğu için, Eyyubiler ile birlikte hutbelerin yeniden Abbasi halifeleri adına okunmaya başlaması Mısır’da tepkilere yol açmadı.

Fâtımî Devleti, dili, inancı ve rengi farklı değişik halkların yaşadığı etnik zenginliğe sahip bir devletti. Bu halkların başında Berberîler, Türkler, Araplar, Acemler, Sudanlılar ve Ermeniler geliyordu.

Fâtımîler, devlet yönetiminde Müslüman olmayan halkların tecrübelerinden ve özellikle mali konularda da Kıptîlerden yararlanmışlardır. Sünniler devlet idaresinden uzak tutulmuştur. Fâtımî Devleti’ni kurumsal bir kimliğe kavuşturan, Vezir Ya’küb b. Killis olmuştur. Mısır’da merkeziyetçi yönetim sistemini kuran İbn-i Killis’tir.

Fâtımî Devleti, 1094 yılında ikiye bölündü. Halife Müstansır’ın vefat etmesinin ardından Vezir Efdal Şehinşah, müdahalesiyle meşru hak sahibi büyük oğlu Nizar’ı görevden uzaklaştırıp yerine vefat eden halifenin küçük oğlu Müsta’lî’yi getirince Fâtımî Devleti bölündü. Devlete darbe vuran bir başka olay ise Halife Amir-Biahkâmillah’ın 1130 yılında herhangi bir vâris bırakmadan ölümü oldu. Bunun üzerine yerine “emanetçi imam” sıfatıyla amcasının oğlu Abdülmecid geçti.

Vezir Ataması Mısır’da Başladı

Fâtımîler, Kuzey Afrika’da devletlerini ilk kurdukları dönemde vezirlik makamından haberdar değillerdi. Mısır’ı ele geçirdikten sonra halifeler vezir atamaya başladılar. Fâtımîler vezirlik görevini ilk defa, 979 yılında Ya’küb b. Killis ile başlattılar. 1074 yılından itibaren vezirlik makamı saltanat yetkilerini de üstlendi.

Fâtımîler dönemindeki vezirlerin çoğu Hristiyan’dı. Ermeni vezir Behram Seyfü’l-İslam lakabını alıp vezîrü’s-seyf olduğu hâlde Hristiyanlığını korudu. Yahudiler de Fâtımîler zamanında önemli görevler üstlenmelerine karşılık, vezirlik makamına getirilmeleri için Müslüman olmaları gerekiyordu.

Ordunun Yapısı

Fâtımîler, Mısır’ı ele geçirince Kahire, Bağdat ve Kurtuba’dan sonra İslam dünyasının üçüncü önemli yönetim merkezi oldu. Daha önce Abbasi Devleti’nin kanat şehirlerinden biri olan Kahire, Fâtımîler’le birlikte merkez şehir hüviyetine kavuştu.

Fâtımî ordusu, Rumlar, Sicilyalılar, Afrikalı zencilerden oluşuyordu. Tabii bu farklı milletlerin Fâtımî ordusu için özel bir önemi vardı. Zira, Rumlar ve Sicilyalılar daha savaşçı bir karaktere sahipti. Fâtımîler bu durumu, Bizanslıların düzenli ordusuyla karşılaşınca fark etmişlerdi. Fâtımî ordusunda köklü değişime neden olan olay ise Alp Tegin komutasındaki Selçuklu ordusu ile karşılaşmaları oldu. Fâtımî ordusunun Selçuklular’a karşı savaşı kaybetmelerinin ardından orduda reforma gidildi. Böylece Türklerin, Fâtımî ordusunun omurgasını teşkil ettikleri dönem başladı.

Tabii ordunun homojen bir milletten oluşmaması zaman zaman çatışmalara da neden oldu. İlk önce devletin batısından gelen askerler ile doğusundan gelen askerler arasında konumlarını koruma endişesinden kaynaklı çatışmalar meydana geldi. Bu çatışmalar, 997 yılında liderleri Emînüddevle b. Ammâr’ın yerinden uzaklaştırılması ve yerine Bercevân’ın getirilmesiyle son buldu. 1000 yılında Bercevân’ın öldürülmesi Türkler tarafından Kütâme Berberîlerince gerçekleştirilen bir darbe sayıldı. Cevher’in ordusunu teşkil eden ve aynı zamanda Muiz ile birlikte gelen bu gruplar Kahire’nin sakinleri olmuşlardır. Kahire yalnız halifenin ve askerlerinin bulunduğu müstahkem bir şehirdi. Fâtımîler dönemi boyunca her grubun ayrı bir mahallesi vardı.

Halife Müstansır-Billah döneminde Fâtımî ordusundaki Türklerin sayısı arttı. Bu durum ordu içindeki çekişmeyi anarşi boyutuna taşıdı. Bedr el-Cemali 1074’te Mısır’da vezirlik görevini üstlenince orduda köklü bir temizlik yaptı ve Ermenilerden oluşan bir ordu kurdu.

Fâtımî ordusu, daha çok savunma amaçlı görev yapıyordu. İlk başlarda denizcilik konusunda birikimleri olmasa da zaman içinde Akdeniz’de bayrak gösterecek denli denizcilikle ilgilenmeye başladılar. Mehdiye ve Süse donanmasını kurmalarının amacı da Akdeniz’de egemenlik kurmaktı. Bu amaçla biri Maks’ta, diğeri Ravza Adası’nda olmak üzere iki tersane kurdular. Ravza’daki tersane daha sonra Fustat’a nakledildi. Burada donanmanın ve devletin mallarını taşıyacak gemiler yapıldı. Büyük savaş gemileri, İskenderiye, Kahire ve Dimyat’ta inşa edildi.

Yargı Sistemi

Şii inanışını yaymak, Fâtımî Devleti’nin en önemli hedeflerindendi. Bu nedenle devlet; yürütme, yargı ve davet denilen propaganda organlarına sahipti. Ordu, halifeye bağlıydı. Fakat bu sistemi değiştiren de devlet içindeki iktidar çekişmeleri oldu. Halife naipliği döneminde gerçekleşen bu sistem değişikliği ile halifeler yetkilerini büyük ölçüde vezirlere bırakmak zorunda kaldı. Sistem içindeki yetki paylaşımı, vezirin gücüne göre olmaya başladı. Çok kez yargı erkini kullanan kadılar, vezir naibi durumuna düşüyordu.

Fâtımîler döneminde, yargı görevini yürüten kadılar İsmailî mezhebine mensup fakihler arasından seçilmiş ve devletin mezhebinden başka bir mezheple hüküm vermemeleri şart koşulmuştur. Bunun tek istisnası, Vezir Ebu Ali Hasan b. Efdal döneminde oldu. Ebu Ali, 1131 yılında Şafii, Maliki, İsmailî ve İmamiye mezheplerine mensup dört ayrı kadı görevlendirdi.

Kadı denilen hâkim, Amr bin As Camii’nde otururdu. Makamında minder ve ipek yastık bulunurdu. Mahkemenin seyrine ve hâkimin verdiği hükme şahitlik etmek üzere görevlendirilmiş bulunan şahitler, müracaat tarihleri esas alınarak kadının sağına ve soluna oturtulurdu. Fâtımîler’de para biriminin adı dinardı ve kadıların önemli görevlerinden biri de darphanede dinarların ayarını kontrol etmekti. Aynı zamanda tutukluların gözetim işlerine de kadılar bakardı.

Eğitim Sistemi

Fâtımî Devleti halkı hem etnik hem de dinî köken olarak heterojen bir vasfa sahipti. Mısır’da, Vezir Bedr el-Cemali ve ondan sonra gelen vezirler döneminde Ermeni nüfusu artmış, Kahire ve çevresindeki nüfusun çoğunluğu onlardan oluşmuştu. Kahire’nin çevresindeki köyler ve Saîd bölgesi halkı ise Mısır’ın asıl yerli halkından oluşuyordu. Bu halkların inançları ve mezhepleri Sünnilik, İsmailîlik, İmamilik, Hristiyanlık ve Yahudilik olarak değişmekteydi. Bu durum Mısır’ın o dönemdeki sosyal yapısına da yansımış, dinî ve millî törenler çoğalmıştı. Fâtımîler bu tür törenlere son derece düşkündüler.

Kendilerini İslam’ın Şia kolunun İsmailîye mezhebinin propagandisti olarak gören Fâtımîler, faaliyetlerini akademik bir disipline kavuşturmak için 975 yılında el Ezher Üniversitesini kurdular. Kadı Ali bin Numan, 975 yılında babası Kadı Numan’ın “el-İhtisar” adıyla bilinen fıkıh kitabını Ezher Camii’nde yazdırdı. O sırada hem din bilginlerinden hem de ileri gelenlerden oluşan büyük bir topluluk kitabın yazımını takip ediyordu. Ezher Camii’nde verilen ilk dersler de bu şekilde başladı.

Günümüzde İslami ilimler sahasında otorite kabul edilen Ezher Üniversitesindeki ilk düzenli dersler 988 yılında verildi. Vezir İbn Killis, başlarında Kadı Ebu Yakub’un olduğu 37 fıkıh âlimini Ezher’e tayin etti. Ezher’de görev verilen hocalara maaş bağlandı ve cami yakınında ev tahsis edildi.

Esasında, el Ezher’in ilk kuruluş amacının Şii-Sünni ihtilafını ortadan kaldırmak olduğu ileri sürülmüştür. Fakat, 1010 yılından itibaren el Ezher, Fâtımî propagandasının merkezi hâline gelmiştir. İktidarın din politikası ile ters düşünce 1119 yılında kapatılan el Ezher, 1123 yılında başka bir yerde ve İsmailîye mezhebinin propagandisti bir müessese olarak yeniden açıldı. Bu durum Fâtımî Devleti’nin yıkıldığı 1171 yılına kadar sürdü.

12. yüzyılda İsmailîye mezhebinin eğitim ve propaganda merkezi el Ezher idi. İlim evi olarak devletin en önemli merkezi olan el Ezher’i önemli kılan bir diğer neden de İsmailî mezhebinin büyük bilginlerinden Hibetullah el-Şîrâzî’nin 1077’de vefat etmesinin ardından buraya defnedilmiş olmasıdır.

Fâtımîler’in “dünya harikası” bir kütüphaneleri vardı. 12. yüzyılda İslam dünyasının hiçbir şehrinde Kahire Sarayı’ndaki kadar çok kitap yoktu. Fâtımî Devleti yıkıldıktan sonra, Selâhaddin Eyyûbî kütüphanelerde bulunan kitapları satışa çıkartmış ve haftanın iki günü yapılan satışlar tam on yılda tamamlanmıştır.

El-Ezher’de ilk başlarda, devlet içinde son derece etkin olan Yahudi ve Hristiyanlara karşı İslam dinini savunma amacı güdülmüştür. Çünkü zimmiler, özellikle Ermeni kökenli Vezir Behram döneminde yüksek makamlara gelmişlerdi. Behram’dan sonra bu makama gelen Sünni vezir Rıdvan b. Valahşi, Maliki mezhebinin öğretilmesi için 1138 yılında İskenderiye’de ilk medreseyi kurmuştur. Rıdvan, bu medreseyi, halkının tamamı Sünni ve yaygın amelî mezhepleri Malikilik olduğu için İskenderiye’de inşa ettirmiştir. Diğer Sünni vezirlerinden Adil b. Sellâr da 1151 yılında İskenderiye’de Şafii mezhebinin okutulduğu ikinci bir medrese yaptırmıştır. Bu medrese, Selâhaddin Eyyûbî’nin son Fâtımî halifesi Adid Lidinillah’a vezir olmasından sonra ancak tanınmaya başlamıştır.

Mısır’da kurulan medreselerde akli ilimlerden felsefe, geometri, astronomi, müzik, tıp, kimya, sihir, matematik, tarih ve coğrafya; nakli ilimlerden tefsir, kıraat, hadis, fıkıh, kelam, nahiv, lügat, beyan ve edebiyat okutuldu.

Kahire, Uluslararası Ticaret Merkeziydi

Mısır, Fâtımîler döneminde de uluslararası ticaretin önemli merkezlerinden biri oldu. Mısır ticaretinin merkezi İskenderiye idi. Avrupa’dan ve Anadolu’dan gelen mallar önce İskenderiye’ye ulaşır, oradan ülkenin iç kesimlerine dağılırdı. Bu mallar bazen Dimyat ve Tinnis’e kadar ulaştırılırdı. İtalya’dan da mallar getirilir ve İskenderiye üzerinden ülkenin iç kesimlerine ulaştırılırdı. Ticaretin canlı olması nedeniyle Kahire yabancı tüccarlar için cazip bir merkezdi.

11. yüzyıla ait belgeler Fustat’ın aynı zamanda bir ticaret merkezi olduğunu ve İskenderiye’nin her bakımdan Fustat ile irtibatının bulunduğunu göstermektedir. Bütün bölgenin ticari başbayisi durumunda olan Fustat, Fâtımîler’in Mısır’ı zapt etmesinden sonra da Mısır’ın ticaret merkezi olma özelliğini korumuştur, İskenderiye’den ve Kızıldeniz’den gelen gemiler yüklerini bu limanda boşaltmışlardır. Kara yoluyla Küs şehrine getirilen mallar oradan gemilerle Fustat’a taşınırdı. Bu sebeple Kahire’de tüccar bayiler vardı. Buralar bayinin konumuna göre depo, banka ve posta adresi gibi fonksiyonlar icra ederdi.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1010 форматов)