banner banner banner
Vampir Öyküleri
Vampir Öyküleri
Оценить:
 Рейтинг: 0

Vampir Öyküleri


“Kim olabilir? O yaşlı kadın, -Kate’in teyzesi- Bayan Merton ya daadı her neyse.”

İşte o zaman, zavallı renksiz arkadaşımın Cowles’le de konuştuğunu anladım ama tek öğrenebildiğim buydu.

Arkadaşım o gece erkenden yattı ama ben duyduklarımı ve gördüklerimi düşünerek uzun süre ateşin başında oturdum. Kız hakkında çözemediğim bir gizem olduğunu düşünüyordum; öyle karanlık bir sır ki, tüm varsayımlara meydan okuyordu. Evliliklerinden önce Prescott’la görüşmelerini düşündüm, sonra da gecenin sonunda yaşananları. Bunları Reeves’in sarhoşken acıyla sızlanırken söyledikleri ile birleştirdim. “Neden bana daha önce söylemedi,” demişti ve söylediği diğer şeyleri düşündüm. Daha sonra aklım Bayan Merton’a ve beni nasıl uyardığına kaydı, Cowles’in kadından nasıl bahsettiğini ve hatta zavallı inleyen köpekle kırbacı düşündüm.

Hatırladığım ve bir araya getirdiğim bütün parçaları düşündüğümde, o kız hakkında hiç hoş olmayan şeyler çıkıyordu karşıma; ancak yine de onun hakkında kesin bir yargıya varmama neden olacak elle tutulur bir nedenim yoktu. Onu neye karşı uyaracağıma tam olarak karar vermeden arkadaşımı uyarmaya kalkmak, durumu daha da kötüleştirebilirdi. Kıza karşı yapacağım her suçlamayı görmezden gelecekti. Ne yapabilirdim? Daha önce yaşananlar ve kızın karakteri hakkında nasıl somut bir yargıya varabilirdim? Edinburgh’ta hiç kimse onları tanımıyordu. Kız bir yetimdi ve bildiğim kadarıyla bundan önce nerede yaşadığıyla ilgili hiçbir zaman konuşmamıştı. Aniden aklıma bir fikir geldi. Babamın arkadaşlarından Albay Joyce, ayaklanmaya kadar uzun süre Hindistan’da görev yapmıştı ve muhtemelen oradaki pek çok subayı tanıyordu. Hemen bir kâğıt alarak, Albay’abir mektup yazmaya koyuldum. Ona 41. Alay’da görev yapmış ve Pers Savaşı’nda hayatını kaybetmiş olan Yüzbaşı Northcott hakkında bazı şeyler öğrenmek istediğimi söyledim. Fotoğrafından aklımda kalan bütün ayrıntıları hatırlamaya çalışarak adamı tarif ettim ve bitirir bitirmez de, daha o gece mektubu postaya verdim. Yapabileceğim her şeyi yaptığımdan emin olduktan sonra yattım, ancak uyuyamayacak kadar endişeliydim.

BÖLÜM İKİ

İki gün içinde Albay’ın yaşadığı yerden, Leicester’dan cevap geldi. Bu satırları yazarken mektup karşımda duruyor ve kelimesi kelimesine buraya aktarıyorum:

“Sevgili Bob,”diye başlıyordu. “Adamı gayet iyi hatırlıyorum.

Kelküta’da onunla beraberdik ve sonrasında da Haydarabat’ta.

Pek fazla kimseyle konuşmayan, içine kapanık ve tuhaf bir adamdı. Ama bir asker olarak oldukça cesurdu ve kendini Sobraon’da ispatladı, doğru hatırlıyorsam burada yaralanmıştı. Kendi birliğinde pek sevilmeyen biriydi, onun acımasız ve soğukkanlı bir adam olduğunu, içinde hiçbir merhamet kırıntısı olmadığını söylüyorlardı. Hakkında şeytana taptığına dair söylentiler vardı ya da buna benzer bir şey. Ah, ayrıca onda nazar olduğunu da söylüyorlardı, ancak bu tamamen saçmalık. Bazı garip teorileri olduğunu hatırlıyorum, insan iradesinin gücü ve aklın maddeler üzerindeki etkisine dair tuhaf teorilerdi.

Tıp eğitimin nasıl gidiyor? Sakın unutma, oğlum, ne zaman ihtiyaç duyarsan sana her şekilde yardıma hazırım.

    Sevgilerle, EDWARD JOYCE.

Not: Bu arada Northcott çatışmada ölmedi. Ateşkes sağlandıktan sonra, büyük bir çılgınlık anında, Güneşe Tapanlar’ın tapınaklarından sonsuz ateşi çalmaya çalışırken öldürüldü. Ölümü hakkında aydınlanmamış pek çok soru işareti var.

Mektubu birkaç kez okudum; başta tatmin olmuştum, fakat daha sonra bu his yerini hayal kırıklığına bırakmıştı. Bazı ilginç bilgiler edinmiştim ama hiçbiri de benim istediğim gibi değildi. Sıradışı bir adamdı, şeytana tapıyordu ve nazarın gücüne sahip olduğu söyleniyordu. Genç hanımın soğuk, gri gözlerinde birkaç kez gördüğüm o buz gibi ışıltılardan sonra, sıradan bir insanın yapamayacağı kötülüklere neden olabileceklerine inanabilirdim, ancak bu tür bir batıl inanç kesin bir sonuca varmak için çok zayıftı. Şu cümlede gizli bir anlam yok muydu: “İnsan iradesinin gücü ve aklın maddeler üzerindeki etkisine dair tuhaf teorileri vardı.” Bir keresinde, bazı insanların zihin güçleri ve bu güçleriyle yapabilecekleri hakkında, o zaman şarlatanlık olduğunu düşündüğüm bir makale okumuştum.

Bayan Northcott da böyle özel bir yeteneğe mi sahipti?

Bu fikir gittikçe güçlendi ve kısa bir süre sonra da bu fikrimi destekleyecek bir olay yaşadım.

Tam da bu konu üzerinde düşündüğüm sırada gazetede bir ilan gördüm; ünlü medyum Dr. Messinger şehrimizi ziyaret edecekti. Messinger’ın gösterileri, konunun uzmanı pek çok otorite tarafından tekrar tekrar “gerçek” olarak duyurulmuştu. Yaptıkları hileden çok uzaktı ve ayrıca hayvansal manyetizmaların psişik bilimi ve elektrobiyoloji konularında bilinen en güçlü otorite olarak kabul ediliyordu. İşte bu nedenle, insan iradesinin yapabileceklerini görmeye kararlı bir şekilde, gösterinin ilk gecesi için bir bilet aldım ve okuldan birkaç arkadaşım ile gösteriyi izlemeye gittim.

Yanlardaki localardan birini ayırttık ve gösteri başlayana kadar oraya gitmedik. Yerime oturmak üzereyken, Barrington Cowles’i nişanlısı ve yaşlı Bayan Merton ile sahnenin önündeki üçüncü ya da dördüncü sırada otururken gördüm. Hemen hemen aynı anda onlar da beni gördüler ve selamlaştık. Gösterinin ilk bölümü tamamen sıradandı, Messinger kendi getirdiği eşyaları kullanarak birkaç hokkabazlık numarası yaptı ve hipnozla ilgili bir şeyler söyledi. Hatta trans hâlindeyken rastgele kişilerin sorduğu sorulara verdiği cevaplar yardımıyla görülemeyen şeyleri görebilme yeteneği üzerine de küçük bir gösteri sundu. Verdiği cevapların hepsi tatmin ediciydi. Ancak bunları daha önce de görmüştüm. Asıl görmek istediğim, onun salondaki herhangi biri üzerindeki iradesinin etkisiydi.

Gösterisinin son bölümünde sıra buna geldi. “Size,” dedi, “hipnotize edilenin tamamen hipnotize edenin kontrolü altında olduğunu gösterdim. Hipnotize edilen kendi özgür iradesini tamamen kaybeder ve düşündükleri, onu etkileyen zihnin ona telkin ettiklerinden ibarettir. Aynı etkiyi herhangi bir ön hazırlık yapmadan da elde etmek mümkündür. Güçlü bir zihin, kendinden daha zayıf olan bir zihni uzaktan dahi kontrol edebilir. İnsanoğlunun diğer üyelerinden daha güçlü bir irade geliştirmiş olan kişinin diğerleri üzerinde baskı kurup onları yönetmemesi ve onları kendi isteklerini yerine getiren robotlara dönüştürmemesi için hiçbir sebep yoktur. Neyse ki her insan zihninin belli bir gücü vardır, ya da belki de zayıflığı demeliydim, bu yüzden böyle bir felaketin gerçekleşmesi mümkün değil. Yine de irade güçleri arasında ufak farklılıklar, oldukça ilginç sonuçlara yol açabiliyor. Şimdi seyircilerden birini seçerek, tamamen irade gücüyle onu kendi istemi dışında sahneye çıkmaya ve benim söylediklerimi söylemeye zorlayacağım. Sizi temin ederim ki, bu kesinlikle önceden ayarlanmış bir gösteri değil ve seçeceğim kişi böyle bir gösterinin parçası olmak istemiyorsa, buna itiraz etme hakkı var.”

Bunları söyledikten sonra, sahnenin ön kısmına gelerek bakışlarını seyirciler arasında dolaştırdı. Medyum kısa bir an durakladıktan sonra hemen onu seçtiğine göre, şüphesiz Cowles’in esmer teni ve parlak gözleri onu heyecanlı biri olarak göstermek için yeterliydi. Messinger bakışlarını arkadaşımın üzerinde yoğunlaştırdı. İlk anda yüzünde kısa bir şaşkınlık ifadesi belirse de, hemen sandalyesine yerleşerek teslim olmamaya kararlı olduğunu gösterdi. Karşısındaki büyük bir zihin gücüne sahip değildi belki, ancak bakışlarının yoğun ve etkileyici olduğu da kesindi. Bu keskin bakışların altında Cowles’in elleri birkaç kez kımıldandı, sanki sandalyesinin kollarını daha sıkı kavramak istiyormuş gibi. Ve sonra yarı doğruldu fakat yeniden yerine oturmayı başardı. Tabii ki bunu yapabilmek için belli bir çaba sarf etmiş gibi görünüyordu. Büyük bir ilgiyle bu olayı izlerken, bir anlığına Bayan Northcott’un yüzündeki ifadeyi gördüm. Gözlerini sahnedeki medyuma dikmiş, büyük bir dikkatle onu izliyordu, yüzündeki ifade öyle yoğun bir konsantrasyon ifadesiydi ki, böyle bir ifadeyi daha önce hiç kimsenin yüzünde görmemiştim. Çenesi kilitlenmiş, dudakları birbirine bastırılmış ve yüzü mermerden oyulmuş bir heykel gibi katılaşmıştı. Çatık kaşlarının altında gözleri soğuk bir ışıltıyla parıldıyordu. Cowles’in ayağa kalkıp sahneye çıkmasını beklerken, birden sahneden kısa bir çığlık geldi. Bu, uzun süren zorlu bir mücadeleyi kaybetmiş birinin sesiydi. Messinger sahnedeki masasına dayanmış, elleriyle terli alnını ovuyordu. “Devam edemeyeceğim,” diye seslendi seyircilere. “Bana karşı gelen, benden daha güçlü bir zihin var. Bu akşam için beni affetmelisiniz.” Adam açıkça bitkin düşmüştü ve devam edemeyecek gibi görünüyordu ve bu yüzden perde kapandı. Medyumun durumu hakkında çeşitli yorumlar eşliğinde seyirciler dağıldılar.

Arkadaşım ve bayanlar gelene kadar salonun dışında bekledim. Cowles yaşadıkları hakkında gülüyordu.

“Beni ele geçiremedi, Bob!” diye zaferle bağırdı elimi sıkarken. “Sanırım bu sefer çetin bir cevize çattı!”

“Evet,” diye araya girdin Bayan Northcott, “Bence Jack bu güçlü iradesiyle gurur duymalı, öyle değil mi, Bay Armitage?”

“Bunun için çok uğraştım,” dedi arkadaşım ciddi bir ifadeyle. “Ne kadar garip bir his olduğunu tahmin edemezsiniz. İçimdeki bütün güç benden alınmış gibiydi, özellikle adam sahnede yıkılmadan hemen önce.”

Bayanları evlerine bırakmak için onlarla beraber yürüdüm. Cowles önde Bayan Merton ile birlikte yürüyordu, ben de kendimi genç hanımla beraber arkada onları izlerken buldum. Başta hiçbir şey söylemeden yürüdüm ama sonra ona karşı kabalık etmiş olsam bile, dayanamayarak aniden aklımdakileri söyleyiverdim.

“Bunu siz yaptınız, Bayan Northcott.”

“Neyi ben yaptım?” diye sordu kısaca.

“Hipnozcuyu hipnotize ettiniz. Sanırım yaşananları en iyi açıklayan tanım bu olur.”

“Ne kadar garip bir fikir,” diye güldü. “O hâlde güçlü bir iradem olduğunu mu söylüyorsunuz?”

“Evet,” dedim, “Tehlikeli derecede güçlü.”

Şaşırmış şekilde sordu. “Neden tehlikeli?”

“Bana göre, böylesine bir etki yaratabilecek güçteki her irade tehlikelidir. Çünkü her zaman kötü amaçlar için kullanılma ihtimali vardır.”

“Beni korkunç biri olarak gösteriyorsunuz, Bay Armitage,” dedi ve sonra aniden yüzüme bakarak ekledi, “Benden hiçbir zaman hoşlanmadınız. Bunun için bir nedeniniz olmasa bile, her zaman benden şüphelendiniz ve bana hiçbir zaman güvenmediniz.”

Bu suçlama öyle ani ve öylesine doğruydu ki verecek bir cevap bulamadım. Bir an duraksadıktan sonra buz gibi bir sesle devam etti.

“Ama sakın bu ön yargılarınızın beni engellemesine izin vermeyin ya da arkadaşınız Bay Cowles’a ilişkimizi etkileyebilecek şeyler söylemeyin. Yoksa bunun çok yanlış bir karar olduğunu görürsünüz.”

Konuşma şeklinde öyle bir şey vardı ki, sözlerine tarif edilemeyecek, ancak inkâr da edilemeyecek bir tehdit havası vermişti.

“Gelecekle ilgili planlarınızı etkileme gücüne sahip değilim,” dedim. “Ama gördüklerim ve duyduklarım yüzünden, arkadaşım için endişelenmemek elimde değil.”

“Endişelenmek mi?” diye sordu alayla. “Lütfen söyleyin, ne gördünüz ya da duydunuz. Belki Bay Reeves’ten bir şeyler duydunuz, sizin arkadaşınız olduğunu sanıyorum.”

“Sizin adınızdan hiç bahsetmedi,” dedim. Söylediklerim yeterince gerçekti. “Öldüğünü bilseydiniz üzülürdünüz.” Tam bunları söylediğimde, bir pencerenin önünden geçiyorduk ve sözlerimin etkisini görmek için yüzüne baktım, -hiç şüphe yokiçten içe gülüyordu. Yüzünün her yanından neşeli olduğunu okuyabiliyordum. O andan sonra, bu kadına olan güvensizliğim ve korkum daha da arttı.

O gece çok az konuştuk. Ayrılırken bana keskin bir bakış attı, bu kısa bakışla bana daha önceki sözlerini hatırlatmak ister gibiydi. Eğer söylediğim herhangi bir şeyle Barrington Cowles’i etkileyebileceğimi düşünsem, bu tehditleri beni hiç etkilemezdi. Ama ne söyleyebilirdim ki? Önceki nişanlılarının talihsiz olduğunu söyleyebilirdim. Onun zalim bir kadın olduğunu düşündüğümü söyleyebilirdim. Onun etkileyici, hatta neredeyse doğaüstü güçleri olduğuna inandığımı söyleyebilirdim. Bu söylediklerimin kendini kaybetmiş bir âşık, hem de Cowles gibi tutkulu bir âşığın üzerinde ne gibi bir etkisi olabilirdi ki? Bunları dile getirmenin hiçbir yararı olmayacağını düşündüğüm için sessiz kaldım.

Ve şimdi sonun başlangıcına geldim. Buraya kadar anlattıklarım kendi varsayımlarım, duyduğum söylentiler ve çıkarsamalardan ibaretti. Bundan sonraki görevim ise, acı verici olsa da, mümkün olduğu kadar gerçekçi ve ayrıntılı bir dille, kendi gözlerimin önünde gerçekleşen ve arkadaşımın ölümüyle sonuçlan olayları anlatmak.

Kışın sonuna doğru Cowles, Bayan Northcott ile en kısa sürede evlenmek istediğini söyledi muhtemelen de baharda. Daha önce bahsettiğim gibi, parasal durumu iyiydi ve genç hanımın da kendine ait biraz birikimi vardı. Bundan dolayı beklemeleri için bir neden yoktu. “Corstorphine’de küçük bir ev alacağız,” dedi. “Ve seni de sık sık aramızda görmek istiyoruz, Bob, mümkün olduğu kadar sık.” Ona teşekkür ederek korkularımı bastırmaya ve her şeyin iyi olacağına inanmaya çalıştım.

Kararlaştırılan düğün tarihinden yaklaşık üç hafta önceki bir gün, Cowles akşama gecikebileceğini söyledi. “Kate’ten bir not aldım,” dedi. “Bu gece saat on birde ona uğramamı istiyor. Bu kadar geç olması biraz tuhaf, fakat belki yaşlı Bayan Merton yattıktan sonra konuşmak istediği bir mesele vardır.”

Arkadaşım evden ayrıldıktan kısa bir süre sonra genç Prescott’ın gizemli intiharıyla ilgili anlatılanlar geldi aklıma. Sonra da öldüğü gün bizzat Reeves’in kendisinden duyduklarım. Tüm bunların anlamı neydi? Bu kadının evlenmeden önce açığa çıkarması gereken korkunç sırları mı vardı? Evlenmesini engelleyen bir neden mi vardı? Ya da başkalarının onunla evlenmesini engelleyecek bir neden miydi bu? O kadar endişeliydim ki, onu kızdıracak olsam bile, Cowles’in peşinden gidip onu engellemek istiyordum. Ama saate baktığımda bunun için çok geç kaldığımı gördüm.

Onun dönüşünü beklemeye kararlıydım, bu yüzden ateşe birkaç odun daha atarak raftan bir roman aldım. Ancak düşüncelerim kitaptan daha ilginçti, bu yüzden kitabı bir kenara bıraktım. Tanımlanamaz bir korku ve huzursuzlukla beklemeye başladım. Saat gece yarısını gösterdi, sonra da buçuğu, ancak arkadaşımdan hâlâ bir işaret yoktu. Önce kapının dışında ayak sesleri, sonra da kapıda bir tıkırtı duyduğumda saat gece biri gösteriyordu. Arkadaşım anahtarını her zaman yanında taşıdığı için şaşırdım, yine de aşağı koşarak kapıyı açtım. Kapıyı açar açmaz en kötü korkularımın gerçekleştiğini anladım. Barrington Cowles dışarıdaki parmaklıklara dayanmıştı, başı göğsüne düşmüş olan arkadaşımın duruşu büyük umutsuzluğa işaret ediyordu. Kapıdan içeri girerken sendeledi ve ben kolumu uzatıp onu yakalamasam yere düşecekti. Bir kolumla ona destek olurken, diğer elimde lambayla onu yukarı, oturma odamıza çıkardım. Tek kelime etmeden sofaya çöktü. Böylece ona düzgün bir şekilde bakabildim; gördüğüm değişim beni dehşete düşürdü. Yüzü ölü gibi bembeyaz ve dudakları da kansız ve kuruydu. Alnı ve yanakları nemli, gözleri cam gibi donuk ve yüzündeki ifade allak bullaktı. Korkunç ıstıraplar çekmiş, sonunda da sinirleri tamamen yıpranmış bir adam gibi görünüyordu.

“Sorun nedir, sevgili dostum?” diye sordum sessizliği bozarak. “Yanlış giden bir şey değildir umarım? Sen iyi misin?”

“Brendi,” diye soludu. “Bana biraz brendi ver.”

Bardağını doldurmak için ona uzandığımda titreyen eliyle sürahiyi benden kaptı ve kendine neredeyse koca bir bardak doldurdu. Genellikle az içen biri olmasına rağmen, hiç su eklemeden tek yudumda bardağındakini bitirdi.

Bu, ona iyi gelmiş gibi görünüyordu çünkü yanakları tekrar renklenmeye başlamıştı. Yavaşça arkasına yaslandı.

“Nişan iptal edildi, Bob,” dedi sakin kalmaya çalışarak, ancak sesindeki titremeyi gizleyememişti. “Hepsi bitti.”

“Hadi neşelen biraz!” dedim onu cesaretlendirmek için. “Bu kadar karamsar olma. Nasıl oldu? Neden?”