Kasımbekov’un edebi kişiliğinin incelemesinde yapılan ayrım baskı (represiya) döneminin izleridir. Bu dönemde görülen sansür ve baskılar neticesinde yok edilen birçok aydının varlığı yazarı da etkilemiştir. Örneğin Kırgız edebiyatının ilk tarihi romanı kabul edilen Kırılan Kılıç eseri,10 Kadirkul Davutov’un ifadesiyle, iki defa saldırıya uğrar. İlk saldırı, 1971 nisan ayında, M. Borugulov tarafından merkez komitesine yazdığı dilekçeyle gerçekleşir. Aradan on iki yıl geçer ikinci ve en güçlü saldırıyı, 1983 yılında T. Usubaliyev yapar. Kırılan Kılıç’ı Moskova’da eleştirince, esere yasak konulur. Davutov, Kırılan Kılıç’a yok yere yasak konulduğunu söyler. Çünkü Kasımbekov, arşivdeki bilgilere dayandırarak romanlarını yazmıştır. Ruslara yaranmak için gerçeği değştirmemesi dönemin siyasetçileri tarafından suç olarak kabul edilmiştir. Kırılan Kılıç’ın böyle bir kaderi yaşaması, Diriliş romanının yazılmasına neden olmuş onun yayımlanışı engelleri aşmıştır.11 Kırılan Kılıç romanı, Davutov’un da altını çizdiği gibi “Ruslara yaranmak için” eseri eleştiren Kırgızların aksine, Rus eleştirmenlerce olumlu eleştiri almıştır. Özellikle Rus bilim adamları, Zoya Kedrina, V. Oskoskiy, S. Plehanov ve L. Lebedeva eserin estetik açıdan oldukça değerli olduğu konusunda fikir birliğine varmışlardır.12 Rus eleştirmenlerin yanı sıra bazı Kırgız eleştirmenler de romanı savunan yazılar kaleme almışlardır. Kırılan Kılıç’ın birinci kitabı yayımlandıktan sonra hakkında çıkan eleştiri yazılarının birinde, A. Satiyev; “bu roman zorluklar üzerine şekillenmiştir. Ulaşılması zor kaynaklar üzerinde durmuştur. Roman Kırgız halkının Rusya yönetimi altına girmeden önceki zamanını tarihsel gerçeklerle aydınlatır. Puşkin’in Polvata’sı, Boris Godunov’u, Tolstoy’un I. Petros’u, Boradin’in Semerkant Yıldızlar’ı gibi tarihi gerçekler üzerine yazılan eserler Kırgız edebiyatında yoktu” der.13 Satiyev’in de belirttiği gibi Kırgız edebiyatında olmayan tarihsel gerçeklerin anlatılması Kasımbekov ile birlikte hız kazanır. Kırılan Kılıç bu anlamda Kırgız edebiyatında büyük ses getirir. Kendisinden sonra tarihi roman türünde artış olması bunun göstergesidir. Mukay Elebayev’in Uzak Yol, Aalı Tokombayev’in Kanlı Yıllar, Tügölbay Sıkdıkbekov’un Ken Suu, K. Malikov’un Azamatlar, Ernist Tursunov’un Ata Yurt, Öskön Danıkeyev’in Miras, Kazat Akmatov’un Güneşe Dönen Yıllar, K. Saktanov’un Ölüler Sesi tarihi romanlar olarak yerini almıştır.
Sovyet ideolojisinin baskısına rağmen yazarın Kırılan Kılıç romanı tarihsel gerçekler üzerine kurgulanarak, tarihte yaşamış kahramanların var olma mücadelesini tüm açıklığıyla anlatır. “Bu bakımdan Kırılan Kılıç 19. Yüzyıldaki Kırgız hayatının ansiklopedisi görünümündedir.”14 Eserinde 180’e yakın karakteri başarıyla tasvir etmesi onun yaratma gücünün genişliğini gösterir. Yazarın Kırılan Kılıç’tan sonra kaleme aldığı Diriliş romanı da tarihsel bir dönem olan, 1917 Rus devriminin Türkistan’daki yansımalarını anlatması yönüyle önemlidir. Bu roman Kırgızların büyük ozanı olarak kabul edilen Toktokul Satılgunov’un hayatı üzerine kurgulanmakla birlikte, nehir roman tarzının devamı olduğu için Şabdan ve Kurmancan Datka gibi karakterlerin de norm karakter etkin olarak yer aldığı görülür. Bu roman, Kırgızların Rusların sömürgeci anlayışına karşı, özellikle dağlarda başlayan başkaldırı hareketleri, aydın kesimin halkı uyandırması ve adalet/eşitlik arayışının ilk filizlerini vermesi anlatılır.
Teknik açıdan oldukça sağlam olan bu iki roman, yazarın dünyada tanınmasında önemli basamaklar olmuştur. Kırgız tarihinin önemli olaylarını Hokand Hanlığı dönemini anlatan ve yazarın en önemli romanı olarak gösterilen Kırılan Kılıç’ın Rusça’dan başka Ukraynaca, Çince, İngilizce, Letonca, Uygur Türkçesi, Kazak Türkçesi, Tatar Türkçesi, Özbek Türkçesi ve Türkiye Türkçesi gibi önemli dillere çevrilmesi yazarın başarısını gösterir.
Romanlarında halk kültüründen, geleneklerinden örnekler vermesi; eserlerini yazım aşamasında birçok arşiv belgesinden yararlanması yazarın titiz bir romancı olduğunun göstergesidir. Yazarın bir diğer başarısı özellikle Kırılan Kılıç’ta kullandığı üsluptadır. Onun bu titizliği için Kadirkul Davutov şunları söyler;
Bitmemiş cümleler, tamamıyla aktarılmayan anlam, tümüyle işlenmeyen episod, fazla kelimeler neredeyse bulunmuyor. Farklı duyguları aktarma, kıyaslama, atasözleri, mecaz anlamdaki sözcükler, kafiye ve bunlarla birlikte hüzün ve mutluluk, öfke ve merhamet, bu dünyanın manasını, Tanrıyı tanıma, ümit, ölüm, kadere boyun eğmek gibi konular da söz sanatları yardımıyla maharet ve ustalıkla yazılarak okurun ilgisini çeker.15
Davutov’un da belirtttiği gibi yazar, romanında farklı konuları akıcı bir üslupla dile getirerek okurun hafızasına kazır. Daha çok romancı yönüyle ele alınan Kasımbekov, bağımsızlık öncesi yazdığı bu iki romanında Kırgız tarihinde adı geçen önemli karakterlerin hayatını anlatarak devrin baskıcı yönetimine rağmen, geniş çevrelere ulaşmıştır. Bu iki romandan ayrı düşünülecek bağımsızlık öncesi yazılan Olgun Nesil romanı ise, dönemin ideolojisine uygun şekilde işlenerek yazılan bireysel izlekli bir romandır. Ancak ele aldığı insanlık, adalet, dürüstlük, çalışkanlık gibi konular etrafında vermek istediği ileti yönüyle dikkat çekici bir romandır. Romanın başkişisi yetim büyüyen bir idealist bir Kırgız gencidir. Esen, üniversiteyi bitirdikten sonra kendi köyüne Rus dili ve edebiyatı öğretmeni olarak döner. O, öğrencilerine doğruyu ve hayatın gerçeklerini öğretmek için çabalar. Okula geldiği ilk günden itibaren fark ettiği yozlaşma ve körleşmeye karşı mücadele veren Esen, öğrencilerinin model aldığı bir öğretmen haline gelir. Esen’in bu yükselişi okulun başta müdürü olmak üzere diğer öğretmenlerini rahatsız eder. Onu okuldan uzaklaştırmak için komplo kuran ve uydurma dilekçe yazan müdür ve diğer öğretmenlerin çabaları sonuç vermez, adalet yerini bulur. Olgun Nesil romanı işlediği konu itibariyle diğer romanların aksine, Esen’in birey(sel)leşmesi ve etrafında yarattığı farkındalık üzerine kurgulanmıştır.
Yazarın bağımsızlık öncesi yazdığı romanlarında devrin baskıcı tutumundan diğer yazarlar kadar olmasa da etkilendiği görülür. Olgun Nesil romanında Rus dilinin/edebiyatının ve kültürünün sıkça övülmesi bunun göstergesidir. Kırılan Kılıç ve Diriliş romanlarında ise, bağımsızlık sonrası yazılan romanlarla kıyas edildiğinde yazarın eleştiri üslubunun yumuşatılarak kullanıldığı görülür. Yazarın eleştiri okları bu romanlarda Çarlık Rusya’nın komutan ve askerlerine yöneldiği kadar; bir birlik kuramayan kendi halkının iktidar hırsıyla halkı bölen idarecilerinedir.
1.2.2.2. Bağımsızlıktan Sonraki Romanlarında Yazarın Kimliği
Bağımsızlık sonrasında, “tarih bilinci”16 ve milli kimliğini yeniden kazanan Kırgızlarda görülen özgür düşünce, kendisini edebiyatta da hissettirir. Baskı döneminde söylenemeyen birçok şeyden bu dönemde söz edilir. “Her alanda olduğu gibi tarihi roman alanında da yazarlar büyük bir özgürlüğe kavuşmuşlar ve özellikle tarihi biyografik romanlar kaleme almışlardır.”17 Kasımbekov da bu dönemde iki roman yazarak bağımsızlık öncesi yazdığı romanlarında söyleyemediklerini söylemiş, araştırmacı kişiliğiyle arşivlerden çıkardığı belgelerle gerçekleri olduğu gibi anlatmıştır. Yazarın bağımsızlık sonrası yazdığı romanları, Baskın ve Kırgın’dır.
Baskın romanında Kasımbekov, Hokand Hanlığındaki parçalanmışlığı, birlik ve beraberlikten yoksun halkın, Rus işgali altında ezilmesi, yok edilmek istenmesini anlatır. Daha rahat bir ortamda eserini kaleme alan Kasımbekov, halkının trajedisini samimi bir üslupla anlatmış, tarihsel gerçekleri, tarihte yaşamış Kırgızlar için önemli yeri olan, Şabdan, Baytik, Kurmancan Datka18, İshak gibi halk kahramanları üzerinden kurgulamıştır. Tarihi romanlarıyla adından söz ettiren Kasımbekov, Kırgız tarihi romancılığının temelini attığı söylenebilir. O, sadece temel atmakla kalmamış, sanatsal boyutta başarılı eserler vermiş, canlı tarihi kahramanlar da yaratmıştır.19
Romanında en çok ele aldığı konu, sömürge devletlerinin toprak kapma yarışında bir milletin değerlerini çiğnemesi “ötekileştirmesi”dir. Baskın romanının konu bakımından devamı niteliğinde olan olan Kırgın’da, Baskın romanında Türkistan’ı işgal eden Rusların yerleşmesi ve sonucunda halkın isyanını anlatır. Kırgın romanı, Kırgız tarihinde kanlı bir sayfa olan 1916’da yaşanan binlerce Kırgız’ın Ruslar tarafından katledilmesine yol açan Ürkün ayaklanması ve katliamının resmi belgelere dayandırılarak yazar tarafından kurgulanmasıdır. Yazar bu romanında arşiv belgelerine özellikle yer vermiş, mektuplarda ve halk söylencelerinden yararlanarak romanını realist bakış açısıyla oluşturmuştur.
Yazarın iki dönemde değerlendirilen romancı kişiliğinde bağımsızlıktan sonra ve bağımsızlıktan önce yazdığı romanların kuruluş ve işleniş bakımından farklı olduğu görülür. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra edebiyatta görülen sansür ve baskının ortadan kaybolmasıyla Kasımbekov, halkının yaşadığı trajediyi tüm çıplaklığıyla anlatmıştır.
Kırılan Kılıç ve Diriliş romanlarında Rusların ötekileştirme anlayışını, işgal ve yaşanan kanlı çarpışmaları yumuşatarak veren Kasımbekov, Bağımsızlıktan sonra yazdığı Kırgın ve Baskın romanlarında yaşanan tarihsel olayları olduğu gibi anlatır. Yazarın bağımsızlıktan sonra yazdığı bu iki romanının kahramanları da diğer romanlarda olduğu gibi tarihin içinden seçilmiştir. Mekân geniş anlamda diğer romanlarında olduğu gibi kan ve gözyaşının hâkim olduğu Türkistan coğrafyasıdır. Zaman ise, tarihi gerçeklere uygun olarak kurgulanmıştır. Rus Çarlığının yıkıldığı 1905 yılı ile Sovyetler Birliğinin kurulduğu 1922 yılı arasında geçen süre önemli tarihlerdir. Ayrıca 1916 yılındaki ürkün katliamı ile 1917 Ekim devrimi de önemli tarihlerdir. Bu tarihler sadece Rusya için değil bütün Türkistan’ı derinden sarsan olayların yaşandığı dönemlerdir. Yazar da Baskın ve özellikle Kırgın romanında bu tarihlerin kendi halkı için önemine değinir. Tarihsel belgelerden yararlanarak oluşturduğu bu iki romanında daha hassas davranması onun halkı için duyduğu endişenin görüngüdür.
Bağımsızlıktan sonra yazdığı romanları edebi ortamda baskının azalması dolayısıyla daha rahat bir ortamda yazması onun üslubunu sertleştirmiş, yazar yapılan haksızlıkları olduğu gibi anlatmıştır. Yazarın eleştiri oklarında bu kez acımasız olan Rus komutanlar yer alır. Kasımbekov bu dönemde yazdığı Kırgın ve Baskın romanlarında daha çok belgeye yer vermesi, yaşanan trajedileri nesnel tarihe dayandırarak anlatmak istemesidir. Onun romancılığının en önemli özelliği olan tarihi, roman gerçeği haline sokma eğilimi, yazarın arşiv belgelerini kullanmasını ve savaşların yaşandığı mekânları adım adım gezmesini gerektirmiştir. Bu yönüyle Kasımbekov’un bağımsızlıktan sonra ele alınan edebi kişiliğinde tarihsel gerçeklere daha sıkı bağlı olduğu anlaşılır.
1.3. Eserleri
1.3.1. Öyküleri
• İnsan Olmak İstiyorum (1960)
• Memleket (1958)
• Yetim (1960)
• Bozkurt (1958)
• Yılkıcının Oğlu (1956)
• Tokon Ormana Geldiğinde (1956)
• Gece Vakası (1956)
• Dostum Anlasın (1956)
• Taşa Vurulan Damga (1956)
• Çilmayra’nın Yakasında (1956)
• Anne (1958)
• Gayret (1960)
• Keder (1962)
• Mutluluk Veren Bölge (1962)
• Kavganın Başlaması (1958)
1.3.2. Romanları
• Kırılan Kılıç I (1966)
• Kırılan Kılıç II (1971)
• Olgun Nesil (1976)
• Diriliş (1986)
• Baskın (2000)
• Kırgın (2004)
1.3.3. Denemesi
• Temiz Görev (1974)
1.3.4. Senaryosu
• Alımkul (1958)
2
ÖYKÜLERDE YAPI VE İZLEK
2.1. Memleket
2.1.1 Öyküde Yapı
2.1.1.1 Öyküde Bakış Açısı ve Anlatıcı
2.1.1.1.1 Ben Bakış Açısı ve Anlatıcı
Bir bireyin tasavvuru, öznel penceresinden algılanan ilişkiler ağından oluşur. Birey kendi varoluş tarzını, bakış açısına sinen deneyim ve kendine özgü simgeler yoluyla dışa vurur. Deneyimler, o insanın ruhuna akmış olan acıların, sevinçlerin, düşüncelerin ve yaşam tasarımlarının birleşik bir kümesidir. Bahçe metaforu ile anlatılabilecek olan deneyimler, yazar/şairin sözcükleri vasıta kılarak insanlığa kendi bireysel deresinden akıttığı suların birleşerek insanlık nehrini ve evrensel varlığın denizini doldurur. Okur ise o sulardan kendi kapasitesi oranında dolarak, kendisi bir damlaya, dereye, nehre ya da denize dönüşebilir.
İncelenen öykülerde, “ben” bakış açısıyla, bir kişinin gözünden zihne damlayan insanlık tecrübeleri aktarılır. Ben, bir sınır çizer ve anlatıcının sadece kendi sözleri yoluyla yalnızca kendine özgü yorumları okura taşır. İçtenliğin en fazla yansıdığı anlatıcı bakış açısı olarak, duygunun, düşüncenin doğrudan onları yaşayan, onlardan etkilenen kişi tarafından sunumunu sağlar. Aynı zamanda, anlatıcının kimliğini, kişiliğini ve iç dünyasının da izlerini sürmeyi mümkün kılar.
Ben anlatıcı bakış açısında 1. tekil anlatıcı, anlatının merkezinde olduğu için öykünün başkişisidir. Ben anlatıcı, kurgunun esas belirleyici unsurudur ve “kurgunun odağında yer aldığı için anlatı unsurlarının tanımlanmasında birinci derecede rol oynar.”20 Öyküdeki tüm olaylar “ben”in etrafında döner, ben doğrudan ya da dolaylı olarak her türlü etkinlikle iletişim halinde olmak zorundadır; bu yüzden, öykünün anlamlandırılmasında “ben”in yolculuğu önemli yer tutar.
Tölögön Kasımbekov’un “Memleket21 öyküsü bir çocuğun memleket hasreti ve ben/kahraman anlatıcının çocuğa yardım elini uzatması üzerine kurgulanır. Öykü, anlatıcı ile onun çevresinde ana olay örgüsüne ve izleksel yapıya ışık tutacak ilişkiler ağı etrafında döner. Öykünün ben/kahraman anlatıcısı Tilegen, esas işi insanlara hayatı öğretmek olan sıradan bir öğretmendir. Tilegen, Kırgızistan’ın Akcol şehrine doğru yola çıkar; dinlenmek için yol üzerinde kurulu olan boz üye (Kırgız otağı) uğrar. Orada uzaktan tanıdığı Seyde teyze ve oğlu Satıkul’a rastlar. Satıkul, Tilegen ile birlikte doğduğu yer olan Akcol’a gitmek için içinde karşı konulamaz bir arzu duyar;“ben yola çıkacaktım Satıkul da “ben de gideceğim” diye peşimi bırakmadı.” (H.M, s. 4) Ancak küçük bir çocuk olan Satıkul’u annesi bırakmak istemez ve bu da ben anlatıcının içsel geriliminin başlangıç noktasını oluşturur; “ben ne yapacağımı şaşırdım. Kimi haklı göreceğim konusunda iki arada bir derede kaldım. “Bırak beni, seni götürmeyeceğim” diye Satıkul’u mu kendimden uzaklaştırsam, kız çocuğu değil Satıkul’u düşünmeyin” diye ninesini mi üzsem.” (H.M.: 4) İkilem yaşayan Tilegen, Satıkul’un ağlamasına ve ısrarına dayanamaz. Macera, Tilegen ile Satıkul adlı çocuğun eşikten dışarı ilk adımı atmalarıyla başlar. Roland Barthes’a göre anlatılarda önce çıkan, “ben, neredeyse bir kişileşmiş güçler çokluğudur, bu güçlerden kâh biri kâh öbürü ön plana çıkar ve Ben’in görünümünü alır.”22 Barthes’ın da belirttiği gibi anlatıcı ben öykünün merkezinde olmasına rağmen öyküde Satıkul’un ruhsal durumu da önemli bir yer tutar. Vatanın kutsiyeti Satıkul’un aidiyet duygusuyla anlam kazanır.
Öykü boyunca Kırgızistan’ın güzelliklerinin etraflıca tasvir edilmesi de yazarın vatan algısının göstergesidir. Ben anlatıcı Tilegen bu bağlılığı ve hayranlığı şu şekilde dile getirir; “tek başıma Ak-Suu tarafından geliyordum. Etrafım dağlarla çevrili rengârenk binlerce çiçekler, sıçan bile geçmeyen sımsıkı yerleşen yemyeşil otlar. Her yerde birer ceviz ağaçları, akağaçlar yerleşmiş. Ormanın en yüksek tepelerinde masallardaki pehlivanların kılıcı gibi ince çam ağaçları yükseliyor” (H.M.: 2). Doğanın güzelliği karşısında büyülenen ben anlatıcı ruhsal olarak aidiyet duygusuyla ancak yaşadığı topraklarda kendini huzurlu hisseder. Tabiat bu noktada erginleştirici, dinginleştirici yönüyle görülür. Tabiatın insan ruhunu dinginleştiren boyutuyla kendini kozmosun büyülü dünyasına bırakan ben, varoluş yolculuğunda masal ile gerçek arasında bağlantı kurar. Mekânın insanın psikolojik durumu üzerindeki olumlayıcı etkisiyle Tilegen yaşadığı coğrafyanın güzelliğine dikkati çeker.
Tilegen, öykü boyunca kendi edimini gerçekleştirmesi yanında varoluş sancısı çeken küçük yaştaki çocuğun da dolayımlayıcısı konumundadır; “kalbim ezildi. Çocuğu kaldırıp, alnından öptüm. Hayatın kötülüklerinden haberi olmayan çocuk; arkadaşlarını, akrabalarını, kardeşlerini, ilk defa göbeği kesilen, kanı akan, ilk adımını attığı memleketini özlüyor. Böyle bir çocuktan sadece köy halkına değil de bütün Kırgız’a faydalı olacak insan çıkacağı belli.” (H.M.: 6) “Ben”den “Biz”e geçişin ifadesi olan bu cümleler, Tilegen’in yurtsuzluk itkisi çeken çocuğa yardım eli uzatmasını ve özelden genele bir çıkarımın sonucudur. Küçük bir çocuğun memleket özlemi ‘anlatıcı ben’in bakış açısıyla kurgulanarak aktarılır, çocuğun kişisel gelişimi ve memleketine olan duyarlılığı, Kırgız halkının geleceğini kuracak önemli insan olma inancını arttırır. Birey olma edimini yaşamı deneyimleyerek öğrenen insan; duygu, düşünce ve davranışlarıyla kendi oluşunu gerçekleştirebilir.
Kırgız toplumunun çağın modern ilerleyişini yakalama arzusu, kendilik değerlerine sahip bireyler yetiştirebilmesiyle mümkün olur. Mekânın insan ruhuna sinen yüzüyle birey, içinde yaşadığı topraklarla bütünleşerek kendi olma deneyimini yaşar. Doğduğu topraklara karşı kendini borçlu hissetme gereği öncül olarak birey, içinde yaşadığı toprakların ruhunu doğru okuyabilmeli, kendi hikâyesiyle toprağın hikâyesini birleştirebilmelidir. Satıkul’un toprakla bütünleştirdiği kendi hayat hikâyesi, o topraklar için canını veren şehit babasından farklı değildir. Satıkul’un öyküde ismi geçmeyen babası, savaşın kurban aldığı canlardan biridir. Öyküde çok fazla açımlanmasa da onun kahraman bir kişi olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Satıkul da babasından aldığı bu vatan sevgisini yüreğinin derinliklerinde hisseder, onun soylu ruhu ancak doğduğu topraklara gittiğinde rahatlar.
2.1.1.2. Öyküde Zaman
İnsanın varlığı, birkaç uzamın bir arada bulunmasıyla mümkündür. Bunlardan ilki, insanın kendi varlığını onayan ve ispatlayan başkalarının, yani bir toplumun mevcudiyeti; ikincisi, yaşamının tarihsel bir süreç içindeki konumunu belirleyen, öncesi, sonrası ve şimdiki anı ile öncül ve ardıl nesillerle ilişkisinin zamansal boyutu; üçüncüsü ise aidiyet duygusunun temelini atan ve insanın nesnesel varlığını bir konuma göre şekillendiren/anlamlandıran mekândır. Uzamdan bağımsız düşünülemeyen zaman, içinde bulunulan hayatın merkezkaç kuvveti olarak hayatın devamını önceleyen bir güçtür.
Bir anlatıda zaman, yazarın tarihsel bir kimlik kurmak adına, kişilerini içine yerleştirdiği en önemli anlam(landırma) yapı taşlarından biridir. Zaman ve uzamın ilk ve belki de “öncelikli işlevi anlatının ruh haline katkıda bulunmaktır,”23 çünkü zaman, anlatının üzerine oturacağı ana anlam dizgesi ya da omurgayı oluşturur. Günlük yaşamdaki insan gibi, öykünün kişisi de belirli bir yaşa, geçmişe, andaki derin görüye ve gelecek tasarımına sahiptir. Yazar, anlam oluşturma işlevinde, kişisini keyfi biçimde bir geçmiş, şimdiki an ve gelecek zaman kurgusu içine oturtur. Öykü kişisinin içinde tasarlandığı bu çerçeve, öykünün (ve tüm edebi eserlerin) anlam üretiminde yola çıkacağı göstergelere dönüşür. Okur, bu göstergelerden yeni bileşkeler oluşturarak, metnin anlamına ulaşır ve metnin insana sunduğu şifreleri çözümlemeye başlar.
Kurmaca anlatılarda üç zamandan söz edilir; kurmacanın ana eksenini ve kurmacada olayların gerçekleştiği “Olay (vaka) zamanı”, metinde doğrudan yer almayan ancak okurun zihninde yazar ve metnin yazımı arasında ortaya çıkan “yazma zamanı” ve son olarak da metin yazıldıktan sonra okurun varlığı ve okuma eylemiyle ortaya çıkan “okuma zamanı”dır.24 Olay zamanı anlatının başlangıç ve bitiş süreleri arasındaki zaman dilimini kapsar ve eserin içeriği hakkında bilgi verir. Yazma zamanı kurmaca metni kafasında tasarlayan yazarın, anlatıyı yazıya geçirmesini gösterirken, okuma zamanı ise, metin ile alıcı arasındaki ilişkidir.
Zamansal düzlemde değerlendirilecek “Memleket” öyküsü ben/kahraman anlatıcının yolculuğuyla başlar. Vaka zamanı, “mayıs ayının sımsıcak öğle vakti”dir (H.M, s. 2). Öyküleyici ben/kahraman öyküde sık sık öyküleme zamanından geriye gider; “biz Nurkuşla ikimiz yazın balık tutuyorduk, bir gün çok büyük balık tutmuştuk, öğle vakitleri suda balık gibi oynuyorduk. Ahh ne güzel günlerdi…” (H.M, s. 6) Satıkul’un bu bu geriye gidişleri düşsel boyutta geçmişteki büyülü anlara bir özlemin dışa vurumudur. Birey yaşadığı zamanın sıradanlığından sıkıldığı anlarda belleğinde eski güzel zamanları anımsayarak geçmiş ile şimdi arasında bir ikilem yaşar. “Ahh ne güzel günlerdi…” cümlesi geçmişte yaşanan büyülü zamanlarda yaşanan mutluluk anlarına bir göndermedir. Geçmişi şimdide değerlendiren Satıkul, zamansal düzlemde şimdiyi sorgulayarak değişimin yıkıcılığına atıfta bulunur. Modern dünyanın değişim/dönüşüm hızını eyitişimsel olarak anlamaya/sorgulamaya çalışan insanoğlu çoğunlukla yanılsamanın kucağında bir bocalama yaşar. Değişimin hızı ve sürekliliği insanın geçmişe hep bir özlem duymasına yol açar. Satıkul da geçmişin “büyüsü bozulmayan” anlarına derin bir iç çekişle göndermede bulunur.
Kısa bir zaman dilimini kapsayan öykü zamanında hayatı deneyimleyen ben, yaşamın o aydınlık anlarına sık sık göndermede bulunur. Zaman-mekân ilişkisiyle kendi oluşunu gerçekleştirmek için yola koyulan ben/kahraman anlatıcı Satıkul ile birlikte Akcol’a doğru yola çıkar. Öyküde anlatılan olay kısa bir zaman dilimini kapsar. Kısa öykünün “yarım saat içinde okunabilen kısa bir kurmaca metin olarak”25 tanımlanması bunun göstergesidir. Memleket öyküsü de yarım saati bile almayan okuma zamanını kapsayan bir kısa öykü olması yanında vermek istediği ileti yönüyle kapsamlıdır. Zamansal boyutta sıradizimsel olarak kurgulanan vaka zamanı geriye gidişlerle anlam kazanır. Bu geriye gidişler okurun geçmiş ile şimdi arasında bir değerlendirme yapabilmesine olanak sağlar. Öykü zamanı, geriye gidişler dışında sırasıyla; Tilegen’in Akcol’a doğru yola çıkması, Satıkul’un yaşadığı boz üye uğrayıp dinlenmek istemesi, Satıkul’un Tilegen ile gitmek için ısrar etmesi, ikilinin Akcol’a doğru yola çıkması ve Satıkul’un Akcol’a vardıklarında gösterdiği olumlu tepki üzerine kurgulanmıştır. Artzamanlı olarak bu şekilde anlatılan vaka zamanı bireyin içsel bunalım anları ile ontolojik olarak kendini yeniden kurduğu anlar arasındaki anlam bağıntısından oluşur. Bu süreç zamanın mekânla bütünleşerek insan psikolojisi üzerindeki olumlayıcı özelliğidir. Yeni yerine bir türlü adapte olamayan ya da başka bir deyişle mekâna sığmayan Satıkul, zaman geçtikçe doğduğu topraklara daha çok özlem duyar. Bu özlem onun mekânın kuşatıcılığıyla doruğa çıkar. Doğduğu topraklara gidişi, onun kendini huzurda hissetmesine yol açar.
2.1.1.3. Öyküde Mekân
İçinde yaşadığı dünyayı anlamlandırmaya ve okumaya çalışan insan, kendini konumlandırmaya çalışarak evrende kendine yer açar. İlk çağdan beri insanoğlu korunma içgüdüsüyle sığınacak bir yer ararken farkında olmadan yeni yuvasında hayatın anlamı üzerine kafa yorar. Yeni düşünceler ışığında mekânın kendini ruhsal anlamda rahat ve dingin hissettirmesi bireyin içinde yaşadığı değerlere bağlanmasına yol açar. Mekânın ruhsal anlamda yarattığı bu etki toplum olma gereğini de beraberinde getirir. Tarihsel bir sürecin devamında insanların birarada yaşama gereği, toplum olma olgusuyla birey olma arasındaki anlamsal farkı da beraberinde getirir. Mekân fiziksel olarak bireyin konumlandığı ontolojik bir tutunma alanı olması yanında ruhsal tramvaların/kopuşların da yaşandığı belleğin tahrip edildiği huzursuzluğun alanlarıdır. İnsanoğlu edimsel bir algılayışla mekânın önemini kavradığında kendi oluşunu ya da kopuşunu da mekânsal düzlemde gerçekleştirir. Mekân bu yönüyle tarihsel bir kavrayış yaşayan bireyin “yüzlerce yıllık dünya deneyimini içselleştirmesi”26 şeklinde tasavvur edilebilir.
Gerçek dünyanın ötesinde kurgu dünyasında da mekân gerçekle izdüşümsel olarak benzerlik göstererek kendine yer bulur. Gerçek dünyadan bağımsız olmayan (ütopik anlatılardaki mekanlar hariç) öykü mekanı bireyin içsel dünyasıyla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Bu yüzden, öyküde mekân anlatının geçtiği yerle sınırlı değil, anlatı kişilerinin algı boyutunun da dışa vurumudur. Böylece “mekân tasvirleri, eserdeki kahramanların bazı hususiyetlerini dikkatlere sunmaya da yardım eder.”27 Öyküyü anlamlandırma süreci mekân-insan ilişkisini açımlamaya bağlıdır. “Gündelik yaşamımızı, ruhsal deneyimlerimizi, kültürel dilimizi belirleyen zamansal kategoriler değil mekânsal kategorilerdir”28sözleri, insan-mekân ilişkisinin birbirini nasıl beslediğine göndermede bulunmaktadır. Mekân bu yönüyle bireyin ruhsal dünyasının açmazlarını de görünür kılan bir unsurdur.