Книга Araf'ta Uyanış - читать онлайн бесплатно, автор Gülnur Kaya Akıncı. Cтраница 2
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Araf'ta Uyanış
Araf'ta Uyanış
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Araf'ta Uyanış

Evlendikten birkaç ay sonra, yetiştiğim ortamı görmek, arkadaş çevremi tanımak için turist vizesi ile Almanya’ya gelen eşim, buraları çok beğendi. Temelli kalmak istediğini, burada daha mutlu yaşayacağımızı söyledi. Birbirimizi çok seviyorduk. Ayrı ülkelerde yaşamak ikimize de zor geliyordu. Almanya’da kalması için elimden geleni yapacağıma söz verdim.

İçim burkularak Türkiye’ye dönme ve orada yaşama hayalimden vazgeçtim. Çünkü o, ailesinin bütün itirazlarına karşı koyarak benimle evlenmiş, tuttuğu elimi bırakmamıştı.

Küçük bir kasabada, mütevazı bir hayat yaşayan ailesine göre ben Almanya’da serbest yetişmiştim. Ne kadar namuslu olabilirdim ki… Üniversite öğrencisi oğullarının aklını çelmiştim. Hatta oğullarını kırk günlük tatilde baştan çıkarmış, evlenmeye razı etmiştim.

O, bu sözlere hiç aldırış etmedi. Çünkü bana evlenme teklif eden ve teklifinde ısrar eden oydu. Ailesi onu benden uzaklaştırmaya çalıştıkça o bana yaklaştı.

Almanya’da kalma konusunda kararlıydı. Madem buraları sevmişti ve mutlu olacağımıza inanıyordu, bende yuvamızı kurmak için yasaları araştırıp gereğini yapmalıydım, söz vermiştim.

O güne dek yabancılar yasası ile hiç sorun yaşamamıştım. Şimdi öğreniyordum ki Almanya’nın demokrasi ve insan haklarını gözeten yasaları, Türk gençleri ana vatanlarında yaşayan biri ile evlilik yaptıkları anda geçerliliğini yitiriyordu.

Zira bu çiftler ancak resmi nikâh tarihinin üzerinden üç yıl geçtikten sonra “Aile birleşim hakkı” kazanıyorlardı. Bekleme süresinden sonra nihayet Almanya’ya gelen eş, çalışma izni alabilmek için tekrar dört yıl devletten sosyal yardım almadan ve çalışmadan ülkede ikamet etmek zorundaydı.

Yeni evli bir çift için bu yasa, geleceklerini yedi yıl gecikmeyle kurmaları anlamına geliyordu. Bu tür etik dışı yasalarla engellenen Türk gençleri için Almanya’da yaşayan birisi ile evlenmekten başka çare kalmıyordu.

Hiç hesaba katmadığım bu durum karşısında benim yürüyebileceğim iki yol vardı.

Türk vatandaşlığından izin alarak çıkıp Alman vatandaşı olabilirdim. (Çift vatandaşlık hakkı yoktu.) Bu sayede eşim de tüm vatandaşlık haklarına sahip olabilirdi. Ya da eşimin Türkiye’deki üniversite kaydını Almanya’ya aldırabilirdim. Bu durum da öğrenci vizesi ile ülkede bulunacak eşimin geçimini, devletten maddi yardım talep etmeden, çalışarak benim sağlamam gerekiyordu.

Ben gururlu bir Türk kızıydım. “Para için Alman olup, vatanıma ihanet etmeyeceğim. Çalışıp, eşime de kendime de bakacağım!” diyerek ilgili belgeyi imzaladım.

Birkaç ay sonra bir finans şirketinde tercüman olarak çalışmaya başladım. Rabbim yardım etmişti. Eşim yerel üniversitenin “İş idaresi” bölümüne başvuruda bulundu. Maddi olanaklarımızı zorlayarak başladığı dil kursuna da başarıyla devam ediyordu.

Tam işlerimiz rast gidiyor, hayatımız düzene girdi diyerek sevindiğimiz günlerde hamile olduğumu öğrendik. Zamansızdı. Büyüklerimizin dediğine göre, daha kendimiz çocuktuk. Eşim yirmi, ben on dokuz yaşımdaydım. Olan olmuştu bir kere. Ben anne olacağım diye sevinirken her şey ters gitmeye başladı. Patronum, geçici bir süre için yapılmış olan iş akdimi, derhal sonlandırdı.

Çaresiz, yabancılar dairesine giderek durumu anlattım. Çalışma iznimin, eşime devredilmesini talep ettim. Elektrik teknisyeni, genç sağlıklı bir erkeğin, hamile eşinin yerine çalışması Alman devletini zarara uğratmazdı.

Eşimin öğrenci olduğu gerekçesi ile bu çözümü kabul etmeyen kurum “Bebeği aldıracaksınız veya kendi ülkenize geri döneceksiniz.” diyerek, bize ültimatom verdi.

Sekiz evlat sahibi olan annem, “Ben bakarım kıymayın torunuma!” diye çok yalvardı ama boşuna. Babam tek başına çalışıyor, benden küçük altı kardeşime bakıyordu. Bir de bizim kiramız, geçimimiz eklenirse bu yükün altından kalkamazdı.

Birkaç ay önce, eşimin babasından gelen iş teklifini geri çevirmiş, Türkiye’ye dönmeyi kabul etmemiştik. Şimdi “Bebeğimiz olacak, ocağına düştük!” demeye yüzümüz yoktu. Ayrıca beni gelini olarak görmeyen kayınvalidem, boşanmamızı bekliyordu. Bebek doğarsa, bana daha fazla düşman olacaktı. Dönemezdik.

Artık işsizdim, devletten sosyal yardım talep etmem yasaktı. Çalışamadığı için zor günler geçiren eşim “Bebeğimizi doğur, ülkemize dönelim.” de diyemiyordu. Allah korkusu içinde kıvranıyor, kimselere derdimi söyleyemiyordum.

Doğrunun ne olduğunu bilemeden, içinde bulunduğum şartların ağırlığı altında ezile ezile gittim, hamileliğimi sonlandırdım.

Eşimle ben, günlerce birbirimizin yüzüne bakamadık. Yaşadığım travma beni fazlasıyla etkilemişti.

Yıllar sonra eşimin çalışma müsaadesi ve devamlı bir işi oldu. Artık evlat sahibi olmamızı şartlar ve yasalar engelleyemezdi. Biz, aylardır bu büyük güne hazırlanmıştık.

Kardeşimle sabah erkenden gittiğimiz hastanede, oğlum, yeni günün ilk dakikasında maviş bakan gözlerini bu dünyaya açtı.

İşyerinden izin alıp gelen ve saatlerce başımda bekleyen, sancılarımı hafifletemediği için gözyaşı döken eşimin, oğlumuzu gördüğü ilk an tepkisi müthişti. Ağlamıyor gülüyordu. Sanki yerde değil, uçuyordu. “Aman Allah’ım, bebeğimiz benim yüzümle doğdu, benim yüzümle doğdu!” diyordu.

Gerçekti. Oğlumuz babasının yüzüyle doğmuştu.

Tüm acılar, korkular, sıkıntılar artık çok uzaklardaydı. Tanrım bize dünya güzeli, sağlıklı bir evlat vermişti. Bu defa gözlerimizdeki yaşlar: sevinçten, mutluluktan, şükürdendi…

(Avrasya Akademi Çevrim İçi Kuray Hikâye Atölyesi, Şubat 2020)

AİLE BAĞLARI

Almanya’da okulların yaz tatiline girdiği sıcak ağustos ayının ortalarındaydık. Annem iki küçük kardeşimle birlikte hasta anneannemi görmeye Türkiye’ye gitmişti. Babam çalışıyordu. Günlük işlerimizi bitirmiş evimizin önünde diğer dört kardeşimle vakit geçiriyorduk.

Bir araba geldi, sokak kenarına park etti. İçinden, daha önce görmediğim orta yaşlarda bir kadınla bir erkek inerek yanımıza geldiler. Karı koca olmalıydılar.

“Sen Tomris’sin, değil mi?” dedi kadın bana.

“Evet.” dedim.

“Annen evde mi?”

“Hayır, annem Türkiye’de.”

“Baban?”

“Babam işe gitti, çalışıyor.”

“Olsun, o zaman önce seninle konuşalım. Sen bizi tanımazsın ama biz anneni ve babanı iyi tanırız. Seni de öyle. Yakın bir aile dostumuzun kardeşi turist olarak buraya geldi, evlenip kalmak için temiz bir aile kızı arıyor. Aklımıza sen geldin kızım. Ne dersin?”

“Ben meslek okuluna devam ediyorum. O yüzden evlenmeyi düşünmüyorum.” dedim.

“İstersen babanla bir konuş, müsaade ederse sizi tanıştıralım. Oğlumuz İstanbullu, aydın ve modern bir ailenin çocuğu. Okuluna devam edersin, sana engel olmaz, hatta yardımcı olurlar. Belki senin de aklına yatar ve genci beğenirsin. Annen Türkiye’den dönünce de ailenle tanışıp konuşurlar.”

Tanımadığım ama sempatik, güler yüzlü karı koca vedalaşıp gittiler.

Doğrusu şaşkındım. Bir yandan da gururum okşanmıştı. Temiz bir aile kızı ararken, akıllarına ben gelmiştim. Bu güzeldi. Evet, öyleydim ben. Aileme ve milli değerlerime çok bağlıydım. Annemi ve babamı gururlandırarak, başlarını öne eğdirmeden yaşamayı, mesleğimi edindikten sonra da mutlu bir yuva kurmayı çok istiyordum.

Ne var ki Almanya’da yetişen Türk ve Müslüman genç kızlar için ahlak değerlerimize sadık kalmak, hiç de kolay değildi. Okul ve iş hayatında başarılı olabilmek için mutlaka Alman toplumuna uyum sağlamak gerekiyordu. Her iki toplum da kendine uyum sağlamayanı dışlıyordu. İki kültür arasında dengeli ve aklımda diyerek yaşamak kaderimizdi.

Okulda, mahallede arkadaşlık yaptığımız Alman kızlarının bizlere göre çok farklı hayatları vardı. Onların ev işleri yapmak, kardeşlerine bakmak gibi görevleri yoktu.

Okul eğitimi, spor ve müzik faaliyetleri dışında istedikleri gibi gezmekte serbesttiler. Kıyafetlerine kimse karışmazdı. Düzenli haftalık harçlıkları vardı. Evlilik öncesi farklı erkeklerle arkadaşlık yapmaları, nikahsız birliktelik yaşamaları, aileleri tarafından doğal karşılanıyordu.

Bizim için bu tarz davranışlar asla kabul edilemezdi.

Kardeş kadar yakın olduğum biri Türk, diğeri Sicilyalı iki arkadaşımla bu yüzden yollarımız ayrılmıştı. Ben beyaz gelinlik içinde evlenme hayalleri kurarken, onlar masumiyetlerini çoktan kaybetmişlerdi. İzmirli olan Nesrin’in babası yoktu. Annesi, açık sarıya boyanmış saçları, dekolte kıyafetleri ve erkeklere karşı olan rahat tavırları ile hakkında çok da iyi konuşulmayan, sert mizaçlı bir kadındı.

Okulda başarısız olan Nesrin meslek eğitimine başlamamış, Yugoslav bir gençle nikâhsız, hem de annesinin evinde, dost hayatı yaşıyordu. Bunu duyan ve çok kızan babam bir gün “Kızıma kötü örnek oluyorsun, bir daha bu eve gelirsen bacaklarını kırarım!” diye bağırarak Nesrin’i evimizden kovmuştu.

Sicilyalı arkadaşımın ailesi de benimki gibi sert ahlak kurallarına sahipti.

Fakat evlenmek istediği sevgilisi tarafından terk edilip kalbi kırıldıktan sonra, zaaflarına yenilmiş, gizlice bir arkadaşının kocası ile birlikte olup ailesinin katı ahlak değerlerine ihanet etmişti. Ben ise çok sevdiğim meslek eğitimime odaklanmış, ikisiyle de ilişkimi tamamen kesmiştim.

Bu konuda annemi ve babamı üzmemeye kararlıydım ama ben de gençtim, etrafımda sevdiği ile el ele tutuşarak gezen okul ve iş arkadaşlarıma gıpta ediyordum. Benim de duygularım vardı. Ama bu tarz duygular, gece arkadaşlarla diskoteklere dans etmeye gitmek gibi hevesler, bana yasaktı.

Ailelerinin başıboş bıraktığı bazı Türk kızları kaçamaklar yapıp bu yasakları delerken, ben ailemin adına leke sürmemek için, böyle eğlencelerden uzak duruyordum. Belki de bu genç adam, ailemi üzmeden alnımın akı ile evlenerek, daha serbest olduğum mutlu yuvamı kurmam için Tanrı tarafından sunulan bir lütuftu.

Akşam işten geldiği gibi heyecan ve korkuyla konuyu babama açtım. Bana karşı annemden daha yumuşaktı. Hâlden anlar, annemin yasakladıklarına o müsaade ederdi. Almanya’ya gelmeden önce tiyatro, sinema ve doğa tutkunu, evlatlarının sevdalısı, müthiş romantik ve karısına âşık bir adamdı.

Lokantası iflas ettikten sonra, bir inşaat şirketinde çalışmak üzere Almanya’ya gelmesi ile o mutlu adam yok olmuştu. Dini inançları, örf ve âdetleri ile bağdaşmayan bir hayat anlayışının hâkim olduğu bu ülke de babacığımın hayat sevinci uçup gitmişti. Ruhunu besleyen sanat faaliyetlerini, arkadaş çevresini ve çok önemsediği serbest çalışma hayatını kaybetmesi, onu içine kapalı sert ve umutsuz bir adama dönüştürmüştü.

Küçük kardeşlerime karşın, ben çok şanslıydım. Babamın göğsünde taşıdığı pırlanta kalbini, neşeli hâllerini Türkiye’deyken görmüş, sevecen bir babanın evladı olmanın keyfini doyasıya yaşamıştım. Onlar ise gurbetin değiştirdiği, bambaşka bir adamı baba olarak tanıdılar.

Yalan söylemediğim sürece babamla her şeyi açık konuşabilirdim. Hoşgörüsü, sevgiye saygısı, ileri görüşlü kişiliği zarar görmemiş, değişmemişti.

“Evleneceğin kişiyi kendin seçeceksin çünkü senin hayat arkadaşın olacak, benim değil!” demişti bir gün bana.

Yine şaşırtmadı babacığım beni: “Madem istiyorsun, ben sana güveniyorum kızım!

Benden müsaade, gezip dolaşın birbirinizi tanıyın. Şayet bu genç senin için doğru insansa, evlenip yuvanı kurarsın yavrum.” dediğinde dünyalar benim olmuştu.

Kim bilir belki Tanrım bana ve aileme hepimizi mutlu edecek bir hediye hazırlamıştı.

(Avrasya Akademi Çevrim İçi Kuray Hikâye Atölyesi, Mart 2020)

SEVGİ

Bugün uzun zamandır sıkıntı çektiğim romatizma ağrılarım arttığı için aile doktorumuza gitmiştim.

Yazılan ilaçlarımı almak üzere eczaneye geldiğimde önümde uzun bir kuyruk vardı. Sıralardan birine girerek beklemeye başladım. Çocukluğumdan beri, böyle anlamsız bekleme sürelerini insanları izleyerek değerlendirmekten zevk alırım. Herkesin bu sıkıcı bekleme sürelerini geçirme tarzı farklıydı. Bu da bana ilginç geliyordu.

Müşterilerin çoğu anlamsız, donuk gözlerle önlerine bakan Almanlardı. Sadece bir anne elini tuttuğu küçük oğlunu konuşarak meşgul etmeye çalışıyordu. Çocuklar için bu durum hiç çekilmezdi.

Yan sırada çikolata tenli, güneş sarısı kısa etekliğinin altından çelimsiz bacakları görünen, kırmızı ojeli minik elleriyle dedesinin eline sarılmış kız çocuğu dikkatimi çekti. Ürkek bakışlarla etrafı süzen boncuk karası gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Beline kadar uzanan siyah saçları at kuyruğu şeklinde örülmüş, payetli gece mavisi tacı alnına düşen kâküllerini süslüyordu. Dedesinin bembeyaz, göğsüne kadar uzanan sakalları, başında Hint türbanı, gözlerinde marketten alınmış bir okuma gözlüğü vardı. Klasik, canlı rengârenk Hint kıyafetli dede ile torunu, gri yağmurlu bir günü renklendiren ilkbahar çiçekleri gibi, eczanede göze çarpıyorlardı.

Etraftaki insanların gizli gizli bu ikiliye fırlattıkları bakışları hiç güzel değildi. Bana kendi küçüklüğümü hatırlatan bu sahneden ziyadesiyle rahatsız olmuştum. Bu minik yavru Almanya’da yaşayacaklarından bihaberdi.

Nihayet sıra onlara geldi. Dede Almanca bilmiyordu. Cam tezgâhın arkasında duran eczacıya doğru eğilerek kısık sesle İngilizce bir şeyler söyledi. Eczacı kadın yüksek sesle “Ne? Ne diyorsunuz bayım sizi anlamıyorum!” dedi. Dede kafasını sallayarak önce kendi kendine bir şeyler mırıldandı. Sonra elini tutan torununu kolundan tezgâha doğru çekerek, tişörtünün uzun kolunu yukarı kaydırdı. Minik yavrunun davul gibi şiş kolunda mikrop kapmış bir yara vardı. Bu bir sinek ısırığı veya arı sokması olmalıydı. Çocuk ısırılan bölgeyi kaşıyarak yara yapmıştı.

Eczacı, dilini anlamayan dedeyle inatla Almanca konuşmaya devam ederek “Bu yara iltihap olmuş, doktora gitmeniz lazım, ben ilaç veremem.” dedi.

Yaşlı dede, çaresiz yardım bekleyen gözlerle etrafında duran insanlara baktı. Kimsenin gıkı çıkmıyordu. Herkes boş bakan gözlerle olanları seyrediyordu. İşin kötü yanı ben de İngilizce bilmiyordum.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:

Полная версия книги

Всего 10 форматов