İlhan, söz verdiği gibi Ankara’nın şehir sınırlarının bittiğini işaret eden levhayı görene kadar söz verdiği gibi açmadı mektubu. Ardından özenle açtığı mektupta yazılanları okurken kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. Mektupta Elif’in özene bezene yazdığı sözler şöyleydi:
Sevdiğim biricik arkadaşım, dostum,
Sen giderken bir yanımın değil dört yanımın eksik kalacağını anladım. Gözlerimin gördüğü her yerde arar oldum seni. Ah ah… Birdenbire fena tasvir ettim kendimi galiba… Senin yokluğuna üç günden fazla tahammül edemediğimi çoktan anladım… Bu defa çok zor gelecek senin yokluğun. Neden dersen eğer… Aslında bilmiyorum… Bilsem de bildiklerimin o kadar “çünküsü” var ki… Çünkü epey zaman yoksun, gidiyorsun. Yakında geleceğim desen de daha bu satırları yazarken özledim seni arkadaşım.
Galiba her sabah selamımı seher yelleri getirecek sana. Benim yerime “Günaydın!” desin sabah güneşi ilk nurlarını saçarken… Rüzgâr gitsin de arkadaşıma onu nasıl sevdiğimi anlatsın; çok mutluysa usulca gelip yanıma ve desin ki “Her gün saadetler diliyor hanımefendimiz size!”. Eğer mutsuzsa benim daima yanında olduğumu fısıldayıver kulağına ki unutmasın beni… Yüreğim daima onunladır” demek isterim. Arkadaşlık selden kalan balçık değil ki güneş vurunca kurusun da toz toprak olsun… Bizim arkadaşlığımız, dostluğumuz okyanus misali buharlaşsa da eksilmez, geri döner gelir yağmurla, daha saf, daha berrak, daha temiz bir hâlde. Aşkın gözü kördür ama dostluk o gözleri açar derdin bana hep… Yüreğine sevgiler, kulağına nağmeler, gözlerine renkler sunmak istedim senin için… Tebessümünü taklit etmeye kalktım da beceremedim, aynanın karşısında saatlerce… Benim sevdamın sesi suskunluktur ve suskunluğuna sevdalandığım dostumsun, arkadaşımsın sen. Yüreğinin derinliklerinde sakla bana ait olanları… İşte her neyse onlar benden sana emanet olsun…Çünkü senden emin oldum daima… Gülüşlerinde sakla benim sevgimi, dostluğumu. Ömrümüz boyunca sevgi ırmakları aksın gönlümüzün geniş vadisinden… Gönül vadisinin suları deryalara ulaşınca hayallerimizi yüzdürelim o enginlerde.
İlhancığım
Bizim birkaç yıllık arkadaşlığımız ne kardır ne yağmur ne de gelip geçen taze buluttur. Güneş gibi, ay gibi, yıldız gibi de değil… Bir doğup bir batan, bir görünüp bir kaybolan, bir parlayıp bir sönen bir şey değil…. Hep sabah olsun, hep güneşli olsun, belki bazen gurup vakti gibi gül kurusu renklerle dolu olsun gökyüzümüz. Seni kaybetmekten korktuğumu ama sana da her şeyi anlatacak cesaret ve kudreti bulamıyorum. Kalemimin gücü yetmiyor pek çok şeyi anlatmaya… Sen anlayışlı, hoş görülü, fedakâr ve yiğit bir insansın… Kısa zaman sonra dönüp gel… Özledim, özleyeceğim ve hasretle bekliyorum sevgili arkadaşım…
Elif…
Az kalsın “Şoför Bey! Sağda indirir misiniz? Ankara’ya acilen dönmem gerekiyor!” diyecekti. Yanında oturan yolcu da merak içinde İlhan’ı göz ucuyla seyrediyordu.
– Delikanlı! Çok heyecanlandın birdenbire ve elin ayağın titremeye başladı, nefesin kabardı… Seni rahatsız eden bir şey mi oldu? İstersen bir bardak su iç de rahatla!
– Şey… Yok bir şey abi… Mektubu okuyunca şaşırdım…
– Kötü bir haber mi yazıyor? Sevgilinden mi bu mektup? Sıkıntıdan çok terledin birdenbire…
– Hayır! Kız arkadaşımdan… Kötü bir haber değil de… Şey… Nasıl desem ki? Beni sevdiğini söylüyor galiba.
– Ne güzel işte… Neden bu kadar heyecanlandın ki? Öyle sanıyorum ki senin söyleyemediğini o sana söylemiş olmalı.
– Galiba öyle abi…
– Sakin ol ve gözlerini kapat! Onu düşün… Hayal kur… Sonra uyu… Yine olmadı dua et gönlünce…
– Teşekkür ederim size…
Yaklaşık beş saat süren yolculuk boyunca Elif’le birlikte geçen bütün günleri, yaşadıkları güzel ya da zor anları bir bir yeniden yaşarcasına film şeridi gibi hatırladı. Evine ulaştığında yol yorgunluğundan ziyade zihnî yorgunluğu yüzünden anlaşılıyordu. Her zamanki gibi kendisini karşılayan annesiyle hasretle kucaklaştı. Annesi merak içinde:
– Ne oldu yavrum? Pek hüzünlü görünüyorsun. Mezun olamadın mı yoksa?
– Mezun oldum anneciğim. Yol yorgunluğu var üzerimde, biraz da uykusuzum.
– İyi öyleyse… Aman başka bir sıkıntın olmasın da…
Akşam yemeğinden sonra kendisini kutlamaya gelen akrabaları ve arkadaşlarıyla konuşurken bile aklında Elif’in mektubunda yazılanlar vardı. Diğer yandan da Canan’ı göreceği anı sabırsızlıkla bekliyordu.
İlhan, gece yarısı misafirler gittikten sonra iki kız kardeşiyle evin ikinci katındaki odada konuşurken aklına birdenbire geleni yapmaya karar verdi. Fatma ve Sultan’la her şeyi konuşup onlarla paylaşabiliyordu. Onların fikrini alarak mektupta verilen mesajı anlamak istiyordu.
– Şimdi size bir mektup vereceğim; önce okuyun, sonra yorumlayın. Yorumlarınızı ayrı ayrı istiyorum. Mektupta isim görünmeyecek, mektubu yazanın cinsiyeti de belli değil… Tamam mı Fatma? Önce sen oku istersen.
– Peki abi… Böylece bize bir ödev vererek öğretmenliğe hemen başladın galiba…
Fatma’nın yorumuna göre “Bu mektup, seni çok seven bir arkadaşının seni takdir ettiği, hep beğendiği bir insan olarak seni unutmayacağını belirten iyi bir dost mektubu… Sultan ise “Bu mektubu yazan eğer kız ise sana âşık… Erkekse bilemem… Daha fazla söze gerek yok…” dedi. Kafası karışıktı İlhan’ın… Ne diyeceğini bilemedi. Kız kardeşleri de şaşırmıştı bu duruma. Çok incelikle ve akıllıca yazılmış mektubu eline aldı ve özel belgelerini muhafaza ettiği kilitli çantaya ömür boyu saklamak üzere koydu. İlhan’a göre esas mesele şimdi başlamıştı. Yaklaşık bir ay sonra gideceği öğretmenlik sınavından önce Elif’e bu mektubun cevabını yazmalıydı. Daha önemlisi ne ya da neler yazacaktı? Muamma dolu günler çoktan başlamıştı İlhan için…
Öğretmenlik sınavına kadar geçecek zamanı iyi değerlendirmek isteyen İlhan, diğer yandan da Canan’la bir yolunu bulup görüşmesi sadece on dakika sürmüş olmasına rağmen son derece mutlu olmuştu. Konuşmaktan çok bakışmayla geçen süre içinde İlhan’ın gönlünde tutuşan ateş harlanmıştı. Bakışları mihr, yüzü ay, gönlü nevbahar, dudağı gonca, dişleri inci, yanakları gül, kirpikleri ok, saçları yasemin, endamı servi olan Canan’ın kısacık sözleri bile bülbül sesinin nevasında gönlünden İlhan’ın kalbine akıyordu âdeta.
Elif, Antalya’daki yazlığa gidip deniz, güneş ve kumdan bir tatili tercih ettiğine pişman olmuş, İlhan’ın her zaman söylediği “Lütfen, bir kere de Karadeniz yaylalarında dinlenmeyi denesen olmaz mı? Güney sahillerinde tavuk gibi ya kızarıp ya da kavrulup geliyorsunuz!” sözünü bir kez daha hatırlamış ama Karadeniz yaylalarına gidecek fırsatı da kalmamıştı.
Derin düşünceler ve kimi zaman bunalımlar içindeki Elif, “İlhan bana mektup yazmış olsa da Ankara’daki evin adresine gider. Selma ablama telefon edeyim de posta kutumuza baksın. Acele postayla yazlığın bulunduğu adrese göndersin. Çatlayacağım vallahi… Hiçbir şey memnun ve tatmin etmiyor beni burada. Manevî boşluktayım sanki… Okuduğum gazetelerin ve dergilerin sanat ve edebiyat köşelerindeki yazıları beğenmez oldum. Gözlemcilik özelliği yok bu yazarların. Sadece gözlemcilik mi? Eleştiri ve yorumlama üslubunu da kaybetmişler; karalama ve okuyucuyu yönlendirmeye yönelik laf salatası yapıyorlar. İlhan ile bizim yaptığımız sohbetler daha çok haz veriyordu bana. Hafakanlar basıyor içimi… Ah be İlhan! Sen de olsaydın yanımda… Bir arada olma alışkanlığı mı, yoksa seviyor muyum ben İlhan’ı? diyordu.
Günler kimine göre çabuk geçti, kimine göre geçmek bilmedi… Öğretmenlik sınavı öncesinde her zamanki buluşma noktası olan Ankara- Kızılay’da İlhan’la buluştuğunda Elif’in sevinci ve mutluluğunun derecesini etrafta gören herkesin fark ettiği aşikârdı. İlhan’ın da ciddiyeti sezilecek derecede idi. Duygularını frenleyen İlhan ile her düşüncesini ve duygusunu apaçık yaşayan bir Elif vardı orada. Hasret dolu geçen üç beş haftalık zamanda neler yaptıklarını ve hissettiklerini ayrıntılarıyla anlattılar birbirlerine. İlhan, Canan’la olan gönül bağını Elif’le paylaşmak istedi ama buna bir türlü fırsat bulamadı. Onun bu durumu nasıl karşılayacağını tahmin edemiyordu. Canan’dan dolayı Elif’i kaybetmek istemiyordu.
Öğretmenlik sınavına Atatürk Lisesinde girdiler… Birlikte eğitim gördükleri arkadaşlarıyla son görüşmenin yapıldığı, son kez veda edilen yerde merak içinde geçecek bir süreç başlamıştı. Sonuçlar açıklandığında sevinçlerinden göklere yükselen avazlar, hayata sağlamca atılan ilk adımın işaretiydi. İlhan birdenbire Elif’e dönerek:
– İyi de sen ve ben farklı yerlere tayin olacağız… Sonra ne olacak?
– Dua edeceğiz aynı yere tayin olalım diye… Yok mu bunun başka yolu? Sadece eş durumu nedeniyle aynı yere tayin edilmek mümkün…
– Eş durumu mu?
– Evet…
– Benim içimdeki bir ses diyor ki bana “Sen bir yere gitmeyeceksin! Ankara’da kalacaksın!” diyor.
– Hayırdır inşallah! Sana bir şey diyeyim mi İlhan?
– Evet, söyle lütfen! Ben ne dilediysem sen farklı bir hissiyata giriyorsun. Sen tayin olup git bir yerlere ama ben Ankara’da kalacağım diyorsun, öylemi?
– Elifçiğim… Söylediğinin yarısı doğru…
– Yarısı doğruysa tamamını da kapsayabilir o zaman.
– Yarısı doğru olan sözün diğer yarısı eksik ya da yanlıştır. O cümlede “Sen tayin olup git bir yerlere…” demedim ve asla diyemem. Sadece kendimle ilgili önsezilerimi dillendirdim.
– Seni kaybetmekten korkuyorum. Aşırı derecede hassaslaştım. Anla beni lütfen sevgili arkadaşım.
– Şaşırtıyorsun beni sen! Kaybolmam merak etme! Artık atamalarımızı bekleyeceğiz bir hafta kadar… Belki de kısa zamanda belli olur yerlerimiz.
…..
Atamaları beklemeden memleketine dönmesi gerektiğini söyledi İlhan. Nasıl olsa adreslere gelecekti atama yazıları. Elif ise buna çok üzüldü. “Kal birkaç gün daha!” dese de İlhan kararlıydı. Elif için hüzünlü, İlhan için karmaşık duyguların yaşanacağı yeni bir gün başlayacaktı. Son olarak fakülteye uğrayıp hocalarımla vedalaşayım diye gittiğinde kendisinin akademik hayata atılması için araştırma görevliliği sınavına katılması istendi. Bu haber İlhan’ın Elif’e söylediği “İçimdeki bir ses, ‘Sen bir yere gitmeyeceksin! Ankara’da kalacaksın!’” dediği aklına geldi. Atamalar sonuçlanana kadar yapılan sınava tek aday olarak girmişti İlhan.
Elif, âdeta küskün bir halde İlhan’a “Güle güle…” bile dememişti ayrıldıkları gün. İlhan da kızların duygusal hâllerinden birini yaşamakta olan Elif’in bu davranışından hafif bir hüzün hissetmişti. Buna rağmen araştırma görevliliği için yapılan sınavın sonucunun açıklanacağı gün İlhan telefon edip Elif’le birlikte olmak istiyor, bu sevinci birlikte yaşamayı arzu ediyordu. Elif için sürpriz olmuştu. Kendisi başka bir yere atansa da arkadaşının Ankara’da kalacağını öğrenmesi sevindirmişti. En azından bütün tatillerde Ankara’da buluşacaklardı. Heyecanla bekledikleri sonuç açıklanmış ve 1 Eylül’den itibaren göreve başlayacaktı İlhan. Sevincini de üzüntüsünü de paylaşmaya alışmış olan arkadaşlar artık ileriye daha sağlıklı bakmaya başlamışlardı. Elif’in morali biraz düzelmiş ve Eylül’e kadar yine ayrı kalacaklardı.
Beklenen gün geldi ve Elif, Giresun’a atandığını İlhan’dan öğrendi. Sonbaharın ilk günleri hazanla hüzün bir aradaymış gibiydi. Hayatında hiç bilmediği ve gitmediği yerde ne yapacağını düşünürken, özellikle de İlhan’sız günlere nasıl alışacaktı? Hazırlıklardan sonra İlhan, Elif’in aile efradı olduğu hâlde terminalden yolcu etti.
İlhan fakültede araştırma görevlisi, Elif uzaklarda bir lisede öğretmen olarak mektuplaşmaya devam ediyorlar, sömestr tatilinde ve bayramlarda Ankara’ya geldikçe hasret gideriyorlardı. Ankara’da Elif’i gören arkadaşları İlhan’ı merak edip soruyorlar, İlhan’ı görenler Elif’i soruyorlardı. Ayrı olduklarını kimse düşünmüyordu.
Canan’ın Eğitim Yüksekokulundan mezun olmadan nişan ya da evliliği söz konusu değildi. İlhan’la olan yazışmaları seyrek de olsa devam ediyordu. İlhan’ın edebî derinliği olan sözlerine hep yalın cevaplar ve basit cümlelerle cevap veriyordu. “Ben romantik olsam da süslü laflar etmeyi bilemiyorum. Kusurumu bağışla lütfen!” diyordu. Elif’in yazdığı mektuplardaki temel meseleler ise meslektaşlar, öğrenciler, okul yöneticileri ve komşuları hakkındaydı. Son birkaç mektubunda çalıştığı okulda kendisine ilgi duyan bir öğretmen olduğunu yazıyordu. İlhan, Elif’in bu tavrının kendisini kıskandırmak için olduğunu düşünüyordu. Kıskanmak ya da kıskanılmak kimine hoş gelir, kimine nahoş…
Mesleklerinin ikinci yılının yaz aylarına doğru İlhan’ın Erdem ağabeyinden gelen telefon yeni bir hayat çizgisinin başlangıcıydı. Erdem ağabey şöyle diyordu:
– Canan’ı isteyeceğiz senin için… İşin var, maaşın var. Nikâhta keramet vardır. Ne diyorsun kardeşim?
– Tamam… Bir kere isteyin… Vermezlerse zamana bırakırız. Acelemiz yok…
– Sana kız vermeyecek adam, daha iyisini nerden bulacak? Turşusunu mu kuracak kızın?
– Hayırlısı neyse o olsun ağabey…
80’li yılların sonu… 11 Haziran günü… Tam iki yıl önceki vefa gecesinin yıl dönümüne tesadüf eden gün… Çalan telefondaki ses Canan’a aitti.
– Beni sana verdiler… Kutlu olsun ikimize ve bizi sevenlere…
– Canan’ım… Allah, ömür boyu mutluluk nasip etsin bize! Son mektupta yazmıştım sana dünür göndereceğimi… “Benimle evlenir misin?” bile diyemedim sana… Bizim büyükler dünür gittiklerinde “Sen ne diyorsun, gönlün var mı İlhan’la evlenmeye!” diye sordular mı?
– Sormadılar… Çünkü bütün mektuplarımızı annem bulmuş, okumuş ve ailede bilmeyen de yokmuş zaten. Olsun… Nasip böyleymiş… Ağabeylerime sorup danıştılar mı onu bilmiyorum işte…
– Neyse canım… Neticede resmen sözlüyüz artık. Kutlu olsun! Adım attığımız hayat yolunda ömür boyu bir olmaya söz verdik…
– Hoşça kal! Görüşmek dileğiyle Allaha emanet ol hayatım…
İlhan, Canan’ın “hayatım” hitabıyla biten konuşmasından çok etkilenmiş, kalbinin tatlı bir titreyişle vücudunun deşarj olduğunu hissetmişti. Derin hülyalar içinde odasına çekildiğinde kısa süre sonra çalan telefonu duyduğunda “Ee tabii… Artık tebrik telefonları başladı.” diye düşünmüştü. “Bakalım beni kutlayan ilk kim olacak?” dedi ve ahizeyi aldığında sürpriz sesin sahibi Elif’ti.
– İlhancığım… İyi geceler! Umarım uykudan kaldırmamışımdır seni…
– Hayır, uyumamıştım henüz. Benim erken uyumadığımı bilirsin sen…
– Ben de onun için bu saatte aradım. Lafı uzatmadan hemen konuya gireceğim.
– Seni dinliyorum Elif…
– Seni kıskandırmak için yazmadım o mektupta bahsettiğim konuyu. Ben senden bir teklif bekledim bunca zaman. Senin çekingenliğini bildiğim için söyleyemediğin sözü ben sana söylersem çok mu abes olur?
– Elifçiğim… Sözünü tamamlarsan daha doğru anlamış olurum seni…
– Bir ömür benimle olmak için daha neyi bekliyorsun? Ben seninle evlenmek istiyorum. Bir Türk kızının asla söylemeyeceğini bana söylettin sen!
Elleri, ayakları ve bütün vücudu titremeye başlayan İlhan’ın kalbi iman tahtasından fırlayacakmışçasına nefesi yetmez oldu. Biraz duraklayıp soluklandıktan sonra:
– Sevgili Elif… Şaşırdım ben… Şaşkınlığımı ifade etmeye gücüm, mecalim yok şu anda. Beni ne kadar sevdiğini hep anlıyorum, ben de arkadaş olarak seni sevdiğimi biliyorsun. Eğer müsaade edersen tatil için Ankara’ya geldiğinde bu meseleyi yüz yüze konuşalım mı? Ay sonunda geleceksin değil mi?
– 30 Haziranda Ankara’dayım inşallah…
– O zaman görüşürüz. Telefonla konuşulacak kadar basit değil bu konu… Lütfen, kusura bakma! Tamam mı, Elif?
– Tamam… İyi geceler diliyorum…
İlhan’ın yarım saat içinde yaşadığı iki ayrı durum sadece filmlerde görülen veya romanlarda rastlanabilir bir durumdu. Tarifsiz duyguların sözlüklerde de tarifi olmadığını anlamıştı İlhan. Elif’in sürpriz teklifi ile Canan’dan gelen “Biz sözlendik!” haberi iki aşk arasında kalmış bir âşığı mı, yoksa iki değirmen taşı arasında kalmış buğday tanesini mi tarif ediyordu. Ev arkadaşı Bahadır’ın merakını da giderecek söz bulup açıklayamadı İlhan. Dili tutulmuş gibiydi… Sabaha kadar uyku tutmadı ve ezan sesiyle birlikte kalkıp abdest aldı ve namazını kıldı. Ellerini açıp dua etti:
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов