Abdılcan Akmataliev
Cengiz Aytmatov Günlükleri
ÖNSÖZ
Günlük türü edebiyat sanatı ile biliminin sınırlarının kesiştiği kavşak noktasında yer alır. Yazarın okurla muhataplığını bir sanatkâra has ve hikâyenin imkânlarına göre kurduğu; buna karşılık muhtevayı kişi, zaman, yer ve olay gibi her unsuruyla yaşadığı gerçek hayattan aldığı günlük türü sanatın bilimle iç içe bulunduğu bir yazı biçimidir.
Abdıldacan Akmataliyev’in günlük türünde kaleme aldığı ‘Cengiz Aytmatov’un Günlüklerinden’ adlı bu eserde de hem Kırgız hikâyesine dair unsurları hem de Türk ve dünya edebiyatının önemli ismi Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un sanatına ve hayatına dair gerçek detayları görmek mümkündür. Akmataliyev, Türkistan coğrafyasının hafızası ve hazinesi olan Aytmatov’u temel uğraş alanı hâline getirmiş bir edebiyat adamıdır. Eserlerine dönük tahlillerin dışında bizzat Aytmatov’un konu edindiği bu eser, edebiyat tarihi açısından da oldukça kıymetlidir.
Akmataliyev’in doktora konusu olarak çalıştığı Aytmatov’la ilk tanışıklığı Bişkek’te bir konferans vesilesiyle gerçekleşir. Günlüklerin en başında verilen bu sahnenin ardından Akmataliyev edebiyata olan merakı sayesinde, usta yazar Cengiz Aytmatov’un güvenini kazanır. Ona karşı hiç eksilmeyen saygısı ile bu güven duygusunu kalıcı hale getirir. Ardından onu içerden gözlemleme fırsatı bulur ve nesrin samimiyet duygusuna en çok ihtiyaç duyan günlük türünde kaleme aldığı eserinde onu pek çok açıdan olabileceği kadar gerçek bir biçimde anlatır. Zira büyük yazarların okuyucusu ile yaşadığı en büyük sorun aradaki mesafeyi makul olanın da ötesinde bir uzaklığa taşıyan hayranlık duygusudur. Okur, hayranı olduğu yazara sıradan insanlara has bir yaşama biçimini yakıştıramaz çok zaman. Akmataliyev, Aytmatov ile okuru arasında oluşabilecek mesafenin tehlikeli bir uzaklığa dönüşmesini yazdığı günlükle engeller.
Bugün için sadece Kırgız ya da Türk edebiyatında değil, dünya edebiyatında bir zirve, bir klasik olan Aytmatov’un; onu en yakından ve doğru bir biçimde tanıma fırsatı bulan, hayatını onu anlama ve anlatmaya adayan Hocam Akmataliyev’in kaleminden çıkan günlüklerle daha içerden tanınmasına aracılık etmekten tarifsiz bir mutluluk duymaktayım. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında bizi bu çalışmaya teşvik eden çok değerli hocam Prof. Dr. Abdıldacan AKMATALİYEV’e, Türkiye Türkçesine aktarılmasında ve editörlüğünde birlikte çalıştığımız Doç. Dr. Cıldız İSMAİLOVA’ya, çalışmadaki dilbilgisi ve imla hatalarının redaksiyon- kritiğini yapan çok kıymetli dostum Öğr. Gör. Yılmaz BACAKLI’ya, eserin yayınlanması konusunda yol gösteren, ufuk açan yaklaşımıyla Doç. Dr. Yakup ÖMEROĞLU’na ve eseri yayınlayan Bengü Yayınlarına teşekkürü bir borç bilirim.
Dr. Öğr Üyesi Mustafa KUNDAKCIABDILDACAN AKMATALİEV (MELİS) AMANTUROĞLU ÖZGEÇMİŞİ
Abdıldacan Akmataliev (Melis) Amanturoğlu 15 Ocak 1956 tarihinde Narın’da dünyaya gelir. 1972 yılında Frunze şehrinde 5 numaralı okuldan mezun olduktan sonra Kırgız Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesinde başladığı lisans eğitimini 1977 yılında bitirir. 1977-1979 yılları arasında Oş Pedagoji Üniversitesinde öğretim elemanı olarak çalışır. 1979 yılında Bilimler Akademisinde başladığı akademisyenlik görevini bugün de sürdürmektedir. Bu görevinin yanı sıra Edebiyat ve Sanat Enstitüsü (1992-1994), Manas Bilimi ve Edebî Kültürün Milli Merkezi (1995-2008), C. Aytmatov Dil ve Edebiyat Enstitüsü (2008-2013) müdürlüklerini yapar. 2013-2016 yılları arasında Kırgızistan Cumhuriyeti Millî Bilimler Akademisi Başkan Yardımcısı olarak çalışan Akmataliyev, 2016 yılından itibaren yeniden C. Aytmatov Dil ve Edebiyat Enstitüsü Müdürlüğüne getirilir.
Monografi türünde 49 kitap yazan Akmataliyev, 10 bildiri ve 700’e yakın makale kaleme alır. Türkiye, Kazak, Özbek ve Azerbaycan Türkçelerine aktarılan çalışmaları ayrıca Rusça, İngilizce, Almanca, Fransızca, Çince, Japonca dillerine de çevrilir. Kırgız kültürünün ve genel olarak bütün Türk dünyasının en önemli zenginliği olan Manas Destanının üç kahramanına ait halk arasında anlatılan varyantların 15 cilt, S. Karalaev’in varyantının 4 cilt, ve S. Orozbakov’un varyantının ise 9 cilt olarak akademik basımı onun editörlüğünde gerçekleştirilir. ‘El Adabiyatı’ (Halk Edebiyatı) serisi 31 cilt, ‘Rusça- Kırgızca’ sözlük 4 cilt, ‘Ç. Aytmatovdun Çıgarmaları’ (C. Aytmatov’un Eserleri) Kırgızca ve Rusça 8 cilt, ‘Kırgız Tilinin Tüşündürmö Sözdügü’ (Kırgız Dilinin Açıklamalı Sözlüğü) 2 cilt, ‘Sagımbay’, ‘Sayakbay’, ‘Alıkul Osmonov’, ‘Toktogul Ansiklopedisi, Kaşgarlı Mahmut’un ‘Türk Sözdör Cıynagı’ (Divanü Lugat’it-Türk) 3 cilt, Balasagunlu Yusuf’un ‘Kut Alçu Bilim’ (Kutadgu Bilig) 3 cilt, ‘Babür’, ‘Türk Adabiyatının Cıynaktarı’ (Türk Edebiyatı Koleksiyonu) 33 cilt, ‘Kırgız Adabiyatının Tarıhı’ (Kırgız Edebiyatı Tarihi) 10 cilt ve bu eserler gibi üç yüzden fazla çalışmanın yayınlanmasına katkıda bulunur. 1992-2016 yılları arasında akademisyenlerin binden fazla kitabının yayınlanmasına da aracılık eder. Bu kitaplar her seviyeden eğitim kurumunda ders kitabı olarak yaygın bir biçimde kullanılmaktadır.
Doktora Tezi Meclisi Başkanlığı (1994-2006, 2013-2016), CAK bilirkişiliği (2006-2008), Yürütme üyeliği (2009-2013). Kırgız ve Kazak üniversitelerinde, enstitülerinde yüz yetmişten fazla bilimsel çalışma komisyonunda görev alan ayrıca yine bu üniversitelerden çoğunda öğretim üyesi olarak çalışan yazar, farklı seviyelerde yetmiş kadar öğrenciyi de akademiye bizzat kazandırır. Yetiştirdiği öğrencilerin çoğu Kırgız olmakla birlikte Rus, Çin, Türk ve Kazak uyruklu öğrencileri de vardır. Uluslararası 80’den fazla, ulusal 350’den fazla sempozyumun düzenleme komitesi üyesi ve katılımcısıdır. Başta Moskova, Pekin, Tokyo, Seul, Paris, Ankara, İstanbul, Bakü, Taşkent, Aşkabat, Astana gibi şehirler olmak üzere birçok şehirde bilimsel faaliyetlere katılır. Dil ve edebiyat alanında bilimsel yayın yapan birçok dergide hakem veya editör kurulunda yer alan Abdıldacan Akmataliyev, uluslararası ve ulusal ölçekte pek çok ödül, nişan, madalya ve unvan sahibidir.
AKMATALİYEV VE AYTMATOV ARASINDAKİ YAKINLIK
Cengiz Aytmatov Hakkındaki Günlüklerin yazarı Akmataliev Abdıldacan, çok yönlü bir sanat ve bilim adamıdır. Edebiyat alanında kaleme aldığı makale, bildiri, konferans gibi bilimsel çalışmalarının yanı sıra şiir de yazan Akmataliev, döneminin önemli isimleri ile de oldukça samimî ilişkiler kurmuştur. Bunlardan en dikkat çekici ve ilginç olanı Cengiz Aytmatov’la olan yakınlığıdır. 1970’li yılların sonunda başladığı doktora çalışmasını Çağdaş Kırgız ve Kazak edebiyatlarının ilişki ve zenginleşme sürecinde Cengiz Aytmatov’un sanatının oynadığı rolünü anlama konusu üzerine yapar. Dönemi için oldukça büyük bir cesaret gerektiren bir tercih olan doktora çalışması sürecinde 2 Ekim 1980 tarihinde Cengiz Aytmatov’la Bişkek’te bir sempozyumda karşılaşan Akmataliyev, yazara doktora çalışmasından bahseder. Onun da bu çalışmayı zımnen onaylaması ve Akmataliyev’den haberdar olduğunu hissettirmesi aralarındaki samimi alakanın ilk adımı olur.
Akmataliyev ile Aytmatov ortak ilgi alanları olan edebiyat uğraşı sayesinde karşılıklı güven ve saygı esasına dayanan bir yakınlık kurar. İş ve ilgi temelinde başlayan bu yakınlık zaman içerisinde insanî anlamda bir yakınlaşmayı da beraberinde getirir. Akmataliyev ve Aytmatov ailece görüşmeye ve edebiyat dışındaki alanlarda da ortaklıklar kurmaya başlar. Birbirlerini farklı ortamlarda yakından tanıma fırsatı bulan bu iki isim arasında dönemin şartları gereği özellikle husumetin, kıskançlığın ve ideolojik körlüğün yoğun olarak yaşandığı edebî sahada pek görülmeyen bir güven duygusu oluşur. Abdıldacan Akmataliyev 1982 yılında oldukça kapsamlı ve detaylı bir şekilde hazırladığı, “Çağdaş Kırgız, Kazak Edebiyatlarının Etkileşimi ve Zenginleşmesinde C. Aytmatov’un Sanat Anlayışının Rolü” adlı tezini başarıyla savunur.
Aytmatov, döneminde kendisini ispatlamış bir yazar olarak eserlerini olumlu ya da olumsuz anlamda kritik edecek güvenilir bir isim bulmakta oldukça zorlanır. Ayrıca onun eserlerini kendiliğinden eleştiri konusu yapabilecek cesarette bir edebiyat araştırmacısı bulmak da o dönem için imkânsız gibidir. Akmataliyev dönemin bu usta yazarının sanat anlayışı ve yazdığı eserler üzerine gerek yayın öncesi gerekse de yayın sonrası değerlendirme yapma cesaretini biraz da Aytmatov’un talebi ile kazanır. Üzerinde konuşulmaya değer eserler üzerine yazarın da katkısı ve oluruyla Akmataliyev’in hazırladığı tenkit yazıları Kırgız edebiyatında özellikle bu sahada yapılan çalışmaların en iyi örneklerindendir. Aytmatov’un sanat anlayışı ve eserleri konusunda Akmataliyev’in kaleme aldığı değerlendirme yazıları; eleştirmen ve yazar arasındaki hususî yakınlık sebebiyle kötü niyetten uzak, eserlerin en iyi şekilde karşılanması yönünde eleştirmenin yazar adına duyduğu samimî kaygı sebebiyle de sahte iltifatlardan arınmış gerçek değerlendirmeler olarak görülebilir.
Sadece Kırgız edebiyatının değil Türk ve dünya edebiyatının da önemli bir ismi olan Aytmatov’un eserlerinin özellikle kendi vatanında ve bütün Türkistan coğrafyasında hakkıyla okunmasına ve o eserler üzerine yapılacak ilmî çalışmalara öncülük etmesi bakımından Akmataliyev’in çalışmaları oldukça önemlidir. Aytmatov’un eserlerinden hareketle bir toplumsal düşünce merkezi oluşturmak, onun sanat ve fikir dünyasının etkisiyle yeni isimler yetiştirmek amacıyla ‘Cengiz Aytmatov Kulübü’nü kuran Akmataliyev bu kulübün varlığını sürdürmesi için de elinden gelen fedakârlığı gösterir. Kırgız halkının ve Türk dünyasının ortak değeri olan Aytmatov’un bilge yanının anlaşılması için gençleri, ünlü edebiyat adamlarını ve gazetecileri bir araya getiren kulüp faaliyetleri sayesinde Abdıldacan Akmataliyev, bir yandan Kırgız düşünce ve edebî hayatının gelişip zenginleşmesini diğer yandan uluslararası bir vizyon kazandırılan Cengiz Aytmatov Kulübü adına verilen ödüllerle bu zenginliğin dünya tarafından tanınmasını sağlar.
Akmataliyev, Cengiz Aytmatov Bilim Enstitüsünü de kurarak onun sanat anlayışı ve eserleri üzerinde yapılacak bilimsel araştırmalar sayesinde millî bilinci, millî ruhu gelecek kuşaklara tanıtmayı amaçlar. Makaleleri, konferanslarının yanı sıra Aytmatov’u en samimî hâlleriyle anlattığı günlükler üzerinden bu çalışmalara en büyük katkıyı Akmataliyev yine kendisi yapar.
Abdıldacan Akmataliev:
“Günlük- İnsan Hayatı”
Söyleşi: Doç. Dr. Cıldız İSMAİLOVA– Abdıldacan hocam, Cengiz Aytmatov’la ilgili bir günlük yazmaya nasıl karar verdiniz?
– Cengiz Hoca ile tanıştıktan sonra beraber pek çok zaman geçirdik, bazılarını hatırlıyorum bazılarını ise unutmaya başlamışım. Her şey insanın aklında kalmıyormuş. Ben her şeyin aklımda kalacağını düşünüyordum. Meğerse zaman geçtikçe ve günlük yaşam mücadelesi içinde bazılarını unutabiliyormuş insan. Biz 1980 yılında tanıştık, 1990 yılında ise günlüğü yazmaya başladım. Günlük yazma fikrinin oluşmasında, Kazakların ünlü aktörü, “Kız Cibek” filminde “Bekecan” rolünü oynayan Asanaalı Aşimov’un günlüğünün etkili olduğunu söyleyebilirim. Aşimov her bir gününü saatine kadar nerelere gittiğine kadar yazıya geçirmiş. Örneğin hangi toplantıya katıldı, toplantı saat kaçta başladı, o toplantıda kimler konuşma yaptı, kimlerle görüştü vb. Fakat ben, her bir günümü bu kadar detaylı bir şekilde yazıya geçiremedim. Bu sebeple birçok olay yazı dışında kaldı. Kısa olsa da “Aytmatov Cönündö Etüt” (Aytmatov Hakkında Etüt) adlı günlüğüm yayımlandı. Okuyucuların ilgisinin çok olduğunu görünce günlüğün önemini daha iyi anladım.
– Günlüğü okuduğunda üstadınız büyük yazar C. Aytmatov bunu nasıl karşıladı? Günlüğünüzde hayalî olaylar kullandınız mı, yoksa anlatılan her şey doğrudan gerçek hayattan mı alındı?
– Başlarda günlüğü kendim için yazıyordum. Ermeni bir edebiyatçının C. Aytmatov ile görüşerek onunla birlikte tatile gittiklerini ve orada kebap yapıp yediklerini ele alan 10 sayfadan fazla yazısını okuduktan sonra ben de günlüğümden bir parçayı o günün yayın organlarından biri olan “Frunze Şamı” gazetesine verdim. Günlüğüme olan ilgi günden güne arttı, yazı işlerine ve bana mektuplar gelmeye başladı. Çünkü kendin de bilirsin, yazarın kişilik hayatı, bakış açısı, karakteri hakkında okuyucular pek fazla bilgi sahibi değillerdi. Cengiz Hocaya “Frunze Şamı” gazetesinde yayımlanan kısımların yanı sıra başka malzemeler de vermiştim. Hoca: “Güzel malzemelermiş!” diyerek kendi fikrini bildirmişti. Ünlü tenkitçi ağabeyimiz Keñeşbek Asanaliev ile birlikte aynı odada oturuyorduk, o da beni desteklemişti. Ben bu çalışmada hayal ya da süs kullanmadım. Günlük bu anlamda edebî bir eser değildir. Günlüklerde gerçeği farklı anlatarak, süsleyerek yazmak olmaz. Bu sebeple günlükler gerçek hayattan alınarak yazıldı. Buna karşılık günlük, bir edebî esere konu olabilir ya da malzeme sağlayabilir. Ünlü roman yazarı Samsak Stanaliev “Ak Carıktın Ayıkpagan Sınıgı (Ak Aydınlığın İyileşmeyen Kırığı)” adlı romanını yazarken benim günlüğümden faydalandı ve yaşanan olayları edebi şekilde süsleyerek anlattı.
– Her zaman üstadınızın yanında bulunurdunuz, onu en iyi tanıyan kişiydiniz. Ondan öğrendiklerinizi, onun size kattıklarını öğrencilerinize aktarabildiniz mi?
– Elbette, onun birçok iyi özellikleri zaten biliniyordu. Fakat onu tanıdığımda onun gerçekten örnek alınabilecek bir insan olduğunu gördüm. Mütevazılık, cömertlik, merhametlilik, iyilik, fedakârlık vb. özelliklerini öğrencilerime hem anlatıyorum hem de onu örnek olarak gösteriyorum. Öğrencilerimin çoğu da onun yolunda gidiyor.
– Bütün dünyanın ilgi duyduğu C. Aytmatov’un halkın bilmediği başka nasıl kişilik özellikleri vardı?
– Şöhretinden dolayı insanların çoğu onun aşırı ciddi, aşırı sırlı ve gizemli biri olduğunu düşünürdü. Fakat Cengiz Hoca, insan psikolojisinden anladığı için karşısındaki kişiyi rahatlatır ve onun rahat bir şekilde sohbet etmesini sağlardı. İnsanda olması gereken tüm güzel vasıflar Aytmatov’da vardı.
– Millî dillere gereken önemin verilmediği Sovyet döneminde C. Aytmatov’un çocuklarının, ailesinin Kırgız dilini öğrenmesinde sizin çok büyük emeğiniz vardır. Günlüğünüzde de bu konudan bahsedilmekte. Niçin böyle bir girişimde bulundunuz ve şu anda onlarla olan ilişkiniz nasıl?
– Cengiz Hoca her zaman oğul ve kızlarının ana dillerini bilmelerini istemiştir. O zaman kızı Şirin’in, birinci sınıfı 5 numaralı Kırgız okulundan tamamlayıp ikinci sınıf için 13 numaralı İngiliz dilinde eğitim veren okula kaydolduğu dönemdi. Oğlu Eldar ise biraz evde biraz da kreşte zaman geçiriyordu. Çocuklarının Kırgız dilini bilmelerini Cengiz Hoca kendisi istediği için bu girişimi de kendisi başlatmıştır ve bu sebeple bu eğitimin devam etmesine özen göstermiştir. 2-3 sene sonra onlar Moskova’da ve İngiltere’de okumaya başladılar. Günümüzde onlarla karşılaştığımızda, iyi ve hoş bir şekilde sohbet ederiz. Çocukluk dönemlerinde yaşadıklarımızı hatırladıklarını zannediyorum.
– Siz üstadınızla birçok programda birlikte bulundunuz. Türkiye’de yapılan pek çok etkinlikte de siz yine yanındaydınız ve günlükte de bunlardan bahsettiniz. Peki günümüzde C. Aytmatov ile ilgili olarak Türkiye’de düzenlenen etkinlikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Türk okuyucuları Aytmatov’u öylesine okuyup geçmezler, severek tekrar tekrar okurlar. Türkiye’de Aytmatov’u tanıtmak için güzel çalışmalar yapılıyor. Günlüğümde yazdığım gibi Türkiye’de Hoca ile üç dört kere birlikte bulunduk. Ona devlet düzeyinde hürmet ve saygı gösteriyorlardı. Aytmatov da Türkiye halkını öz kardeşi gibi görmüştür. Yazarın vefatından sonra onun eserleri daha da çok sayıda basılmaya devam etmiştir. Ankara’da, İstanbul’da yazarın heykeli dikilmiş, bazı sokaklara ismi verilmiştir. Türkiye’nin hemen hemen bütün şehirlerinde ve üniversitelerinde uluslararası sempozyumlar, konferanslar, anma programları düzenlenmektedir. Türkiye kadar Aytmatov’un namını yücelten başka bir ülke yoktur diyebilirim. Türkiye’nin bundan sonra da yazarın eserlerini gelecek kuşaklara aktarmak adına pek çok faaliyette bulunacağını düşünüyorum.
– Öğrencisi olmanız hasebiyle sizinle bağlantı kuruyorlardır. “Babam ölürse ölsün, babamı gören ölmesin.” deyişindeki gibi bütün Türk dünyasındaki yazarların, bilim adamlarının sizinle her zaman irtibatta olduğunu ve size saygı gösterdiklerini görüyoruz. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
– Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Rusya, Almanya, Çin vb. ülkelerin bilim adamları ile sıkı irtibat halindeyiz. “Aytmatov Okuuları” (Aytmatov Bilimi) adlı uluslararası konferanslar düzenliyoruz. Bu konferanslarda bildiriler sunuluyor ve bildiri kitapları yayınlanıyor. Bu yayınlar sayesinde Aytmatov Bilimi, dünya bilimi haline geldi. Bu gelişmede yukarıda bahsettiğim tüm ülkelerin katkısı vardır.
CENGİZ AYTMATOV’LA İLGİLİ GÜNLÜKTEN
AYTMATOV HAKKINDA ETÜT
İnsanoğlunun hayatındaki kimi özel hadiseler, buluşmalar, sohbetler onun hafızasında unutulmaz izler bırakır. İşte hafızamdaki sevinçli hatıralar “nesir gibi tekdüze” hayatı “şiir gibi coşkulu” bir şekle dönüştürerek gönlün teline dokunan bir beste, kokusuyla ruhu saran göz kamaştırıcı türlü çiçekler gibi oluyor. Neticede yaşadığımız hayatı dolduran her şey; bu kıymetli olaylar sayesinde daha güzel, nefis, dağ pınarı gibi temiz, güneş ışınları gibi parlak ve sıcak hissedilir.
Hayatımın en mutlu ve tatlı zamanları Kırgız edebiyatının başarılı, meşhur şair ve yazarları ile -örneğin Cengiz Aytmatov, Rasul Gamzatov, Mustay Karim, Kamil Yaşen, Zulfiya İsrailova, Olcas Süleymanov, Abdicalil Nurpeisov ve diğerleri ile yüz yüze görüşerek sohbet ettiğim zamanlardı. Bugün hâlâ bu insanların eserlerini büyük bir ilgiyle okumakta, karakterlerini örnek almakta, onlarla gurur duymakta ve onlara saygı göstermekteyiz. Bu kadar kıymetli insanlarla birlikte yaşamış, çalışmış ve hareket etmiş olmak bile başlı başına ne kadar büyük bir mutluluktur…
Bu önemli şahsiyetlerle birçok kez buluştuk ve sohbet ettik. Bu sohbetler sırasında yaşananları ve anlatılanları zamanında yazmak lazımdı; fakat biz bunun gereğini yapamadık. Yine de o günleri not aldığım günlüklerimin bazı kısımlarını paylaşmak isterim. Bu günlükte genel olarak şahit olduğum olaylar ve duyduğum sözler konusundaki şahsi görüşlerim yer almaktadır. Doğrusu günlük yazma işini fazla önemsemiyoruz. Zaman geçip yıllar ilerledikçe “köprünün altından ne sular aktı?” sözündeki gibi geride kalan ve o zamanlar sıradan görünen yaşanmışlıklar üzerine tekrar konuşma ihtiyacı doğuyor. Günlük yazıların önemi küçük yazılardan başlayıp bütün halkın ilgisini çekmesindendir diye düşünüyorum.
Büyük insanların eserlerini okuyunca hayran olur, şaşırırız. Fotoğraflarını basında gördüğümüzde heyecanlandığımız da doğrudur. Yeni yayınlanacak eserlerini büyük bir sabırla bekler, ne hakkında yazdıklarını öğrenmek için acele ederiz. O kişinin bizimle birlikte yaşadığını, yanımızda olduğunu düşündüğümüzde gönlümüz heyecandan çırpınmaktadır. Onları bir defa görmek, onlarla kısa bir süre de olsa sohbet etmek isteyen insanlar sayısızdır. Eğer birisi bir şekilde bu arzusuna kavuşur da onlardan birini görür ya da kısa bir süre de olsa sohbet edebilirse yaşadıklarını bir “masal” şeklinde anlatır. Evet, Cengiz Hoca’nın bugünün masalına dönüştüğü bir gerçektir.
Ben de çoğu gibi Cengiz Hoca’yı ilk kez bir fotoğrafta gördüm. Bu büyük insanın fikir ve sanat hayatını araştırmaya başladığımda onun hayali rüyalarıma da giriyordu. O zamanlar yazarı bir kere olsun görebilme isteğiyle sabırsızlanıyordum.
Nihayet 1 Ekim 1980 tarihinde Dil ve Edebiyat Enstitüsünün danışmasında Cengiz Hoca’nın heybetli vücudu gözlerime ilişti, heyecanlanmaya başladım. Konferans yerini öğrenmeye gelmişti. Ertesi gün yani 2 Ekim’de Akademinin büyük salonunda, yazısı yeni oluşan halkların edebiyatıyla ilgili (Yeni Edebiyatın Gelişimi ve Sosyalist Realizmin Sorunları) Sovyetler çapında bir konferans düzenlenecekti. Demek, konferansa katılacağı kesinleşti diye düşündüm. Ertesi gün Akademinin büyük salonu dolduğunda saat 10:00’ı gösteriyordu. Benim beklediğim adam yoktu, gecikiyordu. Durmadan etrafıma bakınıyordum. Meşhur edebiyatçı Georgiy İyosifoviç Lomidze edebiyat meselesi üzerinde konuşuyordu. O arada salondakiler sağanak yağmur gibi gür bir sesle alkışlamaya başladılar.
Baktım ki benim beklediğim insan, Cengiz Törökuloğlu Aytmatov geliyordu. O, elini sallayarak herkesin oturmasını işaret etti. Katılımcı misafirler de onu ilk kez gördükleri için, protokoldeki yerini alana kadar saygıyla alkışlıyorlardı.
Konferansın ilerleyen kısmında Cengiz Hoca’ya söz verdiler. O, edebiyatın önemli problemleri hakkında kendi fikirlerini söyledi. Özellikle edebî ilişkileri araştırma konusu üzerinde durarak, araştırılacak işlerin neler olduğunu belirtti. Altay halkının genç şairi Borontoy Bedyurov hakkında söylediği şu sözler aklımda kalmıştı:
“Ben zamanında ana dilinde kendine has özellikleri koruyan, eski Türk dilinde konuşan halkların biri Altay halkının kısa edebiyatını incelemiştim. Onların Borontoy adlı genç bir şairi vardır. Ben onun şiirlerini okudum. Onun şiirleri büyük bir felsefe taşımaktadır. O, Altay edebiyatında, Altay millî düşüncelerinde olan bütün zenginliklerini zamanımızın en yüksek seviyesine getirebilmiştir. Bu da her bir edebiyatın kendinde yükselişin en büyük malzemelerinin olduğundan haber vermektedir”.
Edebiyat ilişkilerinin araştırılması gerektiği üzerinde durdu. Edebiyatçılar onu dikkatle dinliyorlardı. Onun katılımı konferansı canlandırmıştı, bu bir bayramdı.
Ara verildi. Misafirler Cengiz Hoca ile selamlaşıyorlardı. Aniden onu, Özbeklerden edebiyatçı bir kız ile sohbet ederken gördüm. Selam verip tokalaştım ve aceleyle: “Sizinle görüşebilir miyim?” dedim. Cengiz Hoca’nın yüzüne baktım. Tokalaştığım elimi sıkmasındaki samimiyetten yazarın beni gönülden kabul ettiğini anladım. Bizi izlemekte olan halk, ikimiz dışarıya doğru yürüdüğümüzde bize yol veriyordu.
“Cengiz Hoca, ben geçenlerde bir iş için Kazakistan’day-dım. Kaltay Muhamedcanov, Olcas Süleymanov, Zeynulda Kabdolov gibi arkadaşlarınız size selam söylediler. Bunu iletmek istemiştim.” dedim.
“Teşekkür ederim. Oraya niçin gitmiştin?” diye tekrar sordu.
“Ben sizin sanat anlayışınız ve eserleriniz üzerinde araştırma yapıyordum. Oraya malzeme toplamak için gitmiştim.” diye cevap verdim.
“Hımm güzel. Geçende “Sovettik Kırgızstan’da (Sovyet Kırgızistan) yayımlanan Kaltay ile sohbet seninki demek?!” dedi.
“Evet.” dedim. Sevinçten içim ısındı, terlemeye başladım. “Demek okumuş.” diye düşündüm.
Vedalaştıktan sonra arabasına binip gitti. O günkü tarif edilemez mutluluk nedeniyle akşama kadar sevinçten uçarcasına dolaştım; sanki mutluluk denizinin dalgalarında yüzüyordum…
1981 Yılı
Yaz… Hava çok sıcaktı. Cengiz Hoca’nın Akademinin yanındaki postaneye girdiğini gördüm. Hemen dördüncü kata koştum. Masamın çekmecesinden bir kitabımı alıp aceleyle bir şeyler karalayarak dışarı çıktım. İki üç dakika sonra Cengiz Hoca postaneden çıktı. Selamlaştım, tokalaştık. Elimdeki kitabımı uzattım. O zaman beni gerçekten tanıdı galiba: “Araştırma için gezilere gidiyor musun?” dedi. Ben yakın zamanda Almatı’ya gidebileceğimi söyledim. Çok geçmeden Hoca’nın arabasına ulaşmıştık. Kapısını kendi açtı ve oturarak kitabımın sayfalarını karıştırmaya başladı. Ben ne yapacağımı bilemeden bekliyordum. Sonra Cengiz Hoca: “Tamam.” dedi ve arabanın kapısını eğilerek kapattı.
O günün üzerinden çok geçmemişti. İş çıkışında bir iş için sinemaya gitmiştim. Sinemada film gösterimi başlamıştı. Karanlık bir odaya girdim. Salonda kimse yoktu. Film devam ediyordu. Cengiz Hoca en sondaki koltuklarda oturmuştu. Ben de o tarafa doğru gidiyordum. Ayağım bir şeye takıldı, az kalsın düşüyordum.
“Aa Tölömüş, (Okeev sandı beni galiba) gel!” dedi. Ben kısık bir sesle:
“Ben Tölömüş Hoca değilim.” diyebildim. Yanaklarım ve kulaklarım heyecan ve utançtan yanıyordu. Cengiz Hoca’nın yanındaki bir koltuğu boş bırakarak oturdum. Cengiz Hoca ekrana bakıyordu, ben ise ona… O filmi dikkatle izlerken bazen kendi kendine mırıldanıyordu. Özellikle “Sumkar” işçi takımının öküzden süt sağmaya çalışmasını izlerken güldü. Sonra ekin ekme bölümünü izleyince bana dönerek:
“Bu güney tarafta çekilmiş bir bölüm galiba. Biz de ise boorsok (kızartılmış hamur) saçarlar.” dedi.
“Öyledir demekle yetindim.” Yine bir bölüm hakkında soru sordu: