Книга İslam Tarihi - читать онлайн бесплатно, автор Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi. Cтраница 11
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
İslam Tarihi
İslam Tarihi
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

İslam Tarihi

6. BÖLÜM

PEYGAMBERLİKTEN HİCRET’E KADAR

Kureyş’in Peygamberliği Kabul Şekli – Bugünkü Maddecilerin ve Akılcıların Fikri – İslam’ı İlk Kabul Edenler – Kur’an’ın Tesirleri – Müslümanlara Eziyet Edilmesi ve Habeşistan’a Hicret – Garanik Meselesi – Hamza’nın ve Ömer’in Müslüman Olması – Akrabayla İlişkinin Kesilmesi – Taif Seferi – Akabe Biati

1. Kureyş’in Peygamberliği Kabul Şekli

Kureyşliler, ilk önce Hz. Muhammed’in peygamberliğini büyük bir ilgisizlikle karşıladılar. Kendine ayırdığımız özel bölümde etraflıca anlatıp değerlendirdiğimiz şekilde Kureyşîlerde değil din hissi, mezhep bağlılığı bile yoktu. Sayısız putları Kâbe’ye dolduran Kureyşîler, bu kadar mezhebe yeni bir mezhebin ilavesinde hiçbir fevkaladelik görmüyorlardı. Önceleri Hz. Muhammed’in daveti gizlice ve pek sınırlı bir akıllı kişiler zümresi arasında cereyan ettiğinden dikkat nazarını pek de çekmiyordu. Fakat “O hâlde sen, emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma.”42 ayetinin inmesi üzerine Peygamber Efendimiz daveti geniş kitlelere yaymaya mecbur oldu. Halkı alenen dine davete, mevcut olan mezheplerin batıllığını ispata başladı. Bunun üzerine o güne kadar ilgisiz ve umursamaz kalan Kureyşliler gayet sert ve kaba bir şekilde muamele etmeye başladılar.

Kureyş’in ileri gelen kişileri ve başkanları gayet muhafazakâr idiler. Onların sosyal ve siyasi düşüncelerinde bir denge meydana gelmişti. Bu dengede her başkanın ve her kabilenin bir menfaati vardı. Kureyş başkanları derhâl anladılar ki yeni din, mevcut olan mezheplere yeni bir arkadaş ilavesinden ibaret olmayıp tam manasıyla siyasi ve toplumsal bir yeniliği içine almaktadır. Bu durum, Muhammedî dine düşmanlık gösterilmesi için yeterli idi.

Bununla beraber düşmanlık sebepleri bu kadarla da kalmıyordu. Din konusunda son derece alaycı ve şüpheci olan Kureyş başkanları, Hz. Muhammed’in hizmetinin ciddiyetini derhâl takdir etmişlerdi. Bu, kendileri üzerine büyük bir üstünlük demekti. Bu manevi üstünlük, Peygamber Efendimiz’in mutlak başkanlığını ve kendilerinin ona bağlılığını gerektirici idi. Şu hâlde Kureyşliler ya Abdulmuttalib’in yetimine boyun eğmek yahut onu reddedip inkâr etmek zorunda idiler. Kureyş kadar maddi ve ahlaksız bir halktan Hakk’a boyun eğmesi beklenemezdi. Gerçekten de yüce bir zümreden başkası, zaruret ve mecburiyet anına kadar düşmanlıkta ve karşı koymada ısrar ve sebat ettiler. Zaruret ortaya çıktığında da çoğu sadık birer Müslüman değil, başlarını kurtarmak için yalandan İslam’ı kabul eden münafıklar oldular. İlgili bölümde değerlendirileceği ve ispat edileceği üzere Peygamber Efendimiz’e olan mağlubiyetlerinin intikamını, daha sonraları çocuklarını ve torunlarını ve bütün Haşimîleri mahvetmek ve öldürmek, İslam dinine çarpıtmalar ve yalanlar ilave etmeye gayret etmekle aldılar.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Tekâmül, mutlak surette ilerleme manasını ifade edici değildir. Gerçi çok kere gelişme, ilerleme ile aynı manada bulunursa da bazen bunun aksi [yani geriye doğru ilerleme] vaki olur.

2

Burada merhum müellifin din felsefesinden kastettiği şeyin dinî araştırma ve tefekkür olduğu açıktır. Felsefe kelimesiyle klasik ve genel manada felsefeyi kastetmediği de ona “dinî” kaydını eklemesinden açıkça anlaşılır. “Dinde felsefe olmaz!” diyenlerin itirazı, eğer dinî tahassüs [dini kalben ve ruhen hissetmek] ve tefekkürü [inceden inceye kendiyle baş başa kalıp düşünerek dini hissetmek, muhasebe] menetmek, dinin emir ve hikmetlerini dar ve katı kalıplara hapsetmek değilse onların da müellifle aynı görüşte birleşmiş olacakları şüphesizdir. Bilindiği gibi felsefe, ilmî esaslara dayanarak ve fakat ilmin sahası dışında kalan ebedî ve nihai gerçekleri bulmaya çalışır. Dinî felsefe – ki gerçek manada tasavvuf demektir – ise dinî ilimlere ve esaslara dayanmakla beraber ebedî ve mutlak gerçeği keşfetmek için bir tefekkür tahassüs azmini ifade eder. Bu da dinin emrettiği ve insanın gelişmesiyle beraber sonsuza kadar ilerlemesini arzu ettiği bir şeydir. Bu azim, durduğu zaman insanda din de gelişme de durmaya ve donmaya mahkûm olur.

3

Bu sayı, yazarın kendi dönemine aittir. Bugünkü sayı ise bir buçuk milyarı aşmaktadır (s.n.).

4

Mukaddes tarih, bu söylenenlerden hariç olup buradaki tarih kelimesi “bilim” bakımından aranan manayı ifade ediyor. Mukaddes Tarih hakkındaki düşüncelerimizi yeri geldiğinde bildireceğiz.

5

İlim ve fen, din ve felsefe mevzuları dışında ve sınırlı bir şekilde alınıyor. Buraya dikkat edilmelidir. Yoksa genel manası itibarıyla “hikmet fenni, hikmet ilmi, din ilmi” ifadeleri kullanılabilir.

6

Bilimin kısa ve kapsamlı tarifi şudur: Bilim, kanunlardan ve sebeplerden bahseder.

7

Tarihçe sabittir ki hikmet [felsefe], bilimden daha evvel icat edilmiştir.

8

İlkel insanda bu özelliğin yok olduğunu iddia edenler haksızdırlar. İlkel insanda genellikle ilkel bir hâlde bulunan bu özellik, bazı mümtaz fertlerde kemal hâlde bulunabilir. İleri sürdüğümüz bu düşüncede ilmî olmayan hiçbir cihet yoktur. Bu düşüncemizi bugün bile sayısız örneklerle ispat etmek mümkündür. Zira şimdi de bir milletin fertleri içinde aynı zamanda yaşadıkları hâlde vicdani gelişimleri ve olgunlaşmaları bakımından aralarında binlerce senelik mesafeler ve farklar bulunanları görüyoruz.

9

Bu örnekler bizzat gerçekleşmiş olaylardır.

10

Nebe Suresi: 40

11

Buradaki tevhit kelimesi kâinatın bir asla, bir kuvvete bağlanması anlamına gelen “monizm” kelimesinin karşıtıdır.

12

Musa dininde de bu tür hareketler ve teşebbüsler görülmüştür. Buna bir örnek olarak Endülüs’te yetişen filozof “Mimonid” [Musa bin Meymun] Musevilikte birçok ıslahat yapmıştır.

13

Zuhruf Suresi: 43/23

14

Bu gibi durumlar, dinin esasında olmadığı hâlde o dinin mensupları tarafından ilave edilmiş olabilir. Bundan dolayı bu ilaveler sebebiyle o dinin esasına hak değildir, demek doğru olamaz. Mesela İslam’a göre Hristiyanlığa Kadıköy ve İznik Konsilleri tarafından ilave edilen teslis ve benzeri akideler hakka aykırıdır. Fakat bu sebepten dolayı Hristiyanlığa, esas bakımından hak değildir, diyemeyiz.

15

Bu hüküm, bir ihtimal genel bir kabul görmez. Fakat akıldaki temel fikirlerin, vahdet ile beraber hakikati açıkladığını görmezsek, ilim ve bilim adına ne varsa bir kuruntu silsilesi olacağı gibi insanın bile tarifini değiştirmek lazım gelir. Ve diyebiliriz ki; o hâlde insan için neslin imhasına çalışmaktan ve intihardan başka makul bir şey kalmaz. Şopenhavr’ın dediği gibi.

16

Allah’ı insan şeklinde ve insanın sahip olduğu nitelikleri taşıyan bir şahsiyet gibi hayal etmek.

17

Peygamberimizin isminin Fransızlarda söylenen şekli.

18

“Din Tarihi Hakkında Düşünceler” adlı eserinin “İslam Kaynakları” konusu, s. 172-271

19

Age. s. 285.(Renan burada İncillerde belirtilen Maria Magdalena, Sekala ve diğer kadınları kastediyor.

20

Age. s. 281

21

Biz burada Renan ile tamamen aynı fikirdeyiz. Bizce en mukaddes ve en mükemmel insan olarak tanıdığımız peygamberimiz bile sonuçta bir insan olup “hata işlemez” niteliğine sahip değildir. Ve yine tamamen inanıyoruz ki İslam, rasyonalistlerin kurallarından asla korkmaz; çünkü akla ve tabiata aykırı olan hiçbir fikre sahip değildir.

22

Bu açıklama cümlesini biz ilave ettik. Zira Renan, İslam’da aslında hurafeler ve efsaneler bulunmadığına; yalnız İranlıların gerek peygamberin hayatına ve gerekse birçok konuya kendi millî hurafe ve rivayetlerinden alınmış şeyler ilave ettiklerine inanmaktadır; bu da çok doğrudur. Başı insan, gövdesi katır, kuyruğu sırma, tüyleri altın ve kanatlı “Burak” gibi.

23

Straos’un Hristiyanlıkta yaptığı görev, bu dinin hemen hemen bütün içeriğinin efsane ve hurafelerden oluştuğunu ispat etmek oluşmuştur. Okuyucularımız bu şahıs hakkında daha önce yazdığımız birkaç satırı hatırlasınlar.

24

İşte bir kere daha görülüyor ki doğal dini, saldırı ve eleştiri dışında tutan Renan, peygamberlik düşüncesini ilave eden İslam dinini de bu ilavesi sebebiyle batıl görülmeyi kabul etmiyor ve buna göre, o, “peygamberlik” fikrini akla ters bulmuyor ve olabilirliğini reddetmiyor.

25

Renan gibi tarafsız ve dâhi bir filozofun, ehl-i sünnet mezhepleri hakkında bu onurlu ve bilimsel şehadetini, Sünnilik adına değil, hak, İslam ve İslam birliği arzusu adına bütün Müslümanların dikkatine sunuyor ve ibret almalarını diliyorum.

26

Engisizyon tarafından verilen ateşte yakma cezası (s.n.)

27

Bu peygamberlerden bazıları Kur’an’da zikredilmiş değildir. Yahudilerle Müslümanların peygamberler hakkındaki itikatları arasında büyük farklar vardır. Yahudilere göre peygamberlik bir tür dinî reislik, bir tür şeyhliktir. Mesela İshak, oğlu Ays’ı yerine peygamber yapmak isterken; Yakup’un annesi, İshak’ın kör olmasından istifade ederek Ays yerine Yakup’u götürdü, o da dua etti ve peygamberlik Ays yerine Yakup’a verildi, diyorlar. Buna göre Cenabıhakk’ın ne yaptığını bilmeyen bir varlık olması lazım geleceği gibi İshak’ın da zahirde ve batında kör olması lazım gelir.

28

Arap Yarımadası’nın tabiat şartları hakkında muhteşem Üstat Şemseddin Sami Bey merhumun “Kamusu’l A’lâm”ındaki derin bir bilgi ve inceleme ürünü olarak yazılmış bölümü alıyor ve bu vesileyle de muhterem üstadın hatırasını saygıyla anıyoruz.

29

Şemseddin Sami, “Kamusu’l – A’lam”, İstanbul, 1316, III, 1806-1810)

30

Hadramut-San’a arasındaki İrem şehri, mermer sütünları sebebiyle bu adla anılmaktadır.

31

Kâbe duvarına asılan ünlü yedi kasidenin ismi.

32

Metinde “Hakem”

33

Metinde “Mudar”

34

Habeşistan; bugünkü Etiyopya, Eritre ve Cibuti toprakları (s.n.).

35

Necaşi: O dönemde Habeşistan kralına verilen unvan. (s.n.).

36

Savmaa: Hristiyan rahiplerinin halktan ilgisini kesip inzivaya çekilmeleri için yapılmış hücre (s.n.).

37

Bizzat var olmayan, ancak herhangi bir mahalle dayanan ve onunla birlikte var olabilen, onun yok olmasıyla ortadan kalkan şey (s.n.).

38

Kelimelerin çokça bilinen manalarını kabul etmede ısrar ederek hiçbir tevili, hatta küçük bir tevili dahi kabul etmeyenler mantıki bir akımla Müşebbihe, Müşahhasa ve benzeri mezheplere kapılmışlardır. Müşebbihe’nin Cenabıhak hakkındaki fikri, Protestanlardan Sebtiyyun mezhebindeki fikre çok benzer. Sebtiyyun Tevrat’ta ne kadar kelime varsa hepsini zahirî ve maddi manasında almaktadır. Mesela “Cenabıhak altın bir taht üzerinde oturuyor.” aynen kabul ediyorlar. Hayatım boyunca tesadüf ettiğim garip şeylerden birini burada aktaracağım: Hapishanede bulunduğum sırada tutuklular arasında bir hoca, bir Bektaşi babası, Sebtiyyun’dan peygamberlik iddiasında bulunan bir Ermeni, Rum papazı olmak için tahsil görmüşken işi kalpazanlığa çevirmiş bir Rum, Venedik manastırında tahsil görmüş bir Ermeni Katolik’i vardı ki odamda toplanır, sohbet ederlerdi. Sebtiyyun’dan olan Con Brader’in itikadı, her üç dine de uymuyordu. Bir gün büyük bir ciddiyetle şu “altın taht üzerinde oturmak” meselesini ona sordular.

İsmail Baba alaylı bir tavırla “Onun için dünyada altın az. Kim bilir kaç milyon kantar altından kendisine bir taht yapmış.” demişti.

Con Brader ise tam ciddiyetle “Tahtın büyüklüğü bilinmiyorsa da altın olduğu kesindir. Zira Tevrat’ın filan ayetinde öyle yazıyor.” cevabını vermişti.

İslami hakikat ile bağdaşması mümkün olmayan fikirlerin, hakikat olan fikirlerden daha kolay yayıldığı görülmektedir. Fakat bundan dolayı İslam kınanamaz.

Mesela Orta Afrika’da ve Büyük Sahra’da çok yaygın ve Malikî âlimlerden birine atfedilen bir eserde şu sözleri okudum:

“Mevcudün fî külli mekânin bi-ilmihi ve mevcudün fî arşihi bi-vücudihi. – Allah her yerde ilmiyle vardır, arşı üzerinde de vücuduyla vardır.”

Avam, vücut kelimesini cisimden başka bir şekilde algılayamayacağından Cenabıhakk’a hem bir mekân hem de sınırlı bir cismaniyet atfedilmiş oluyor. Hâlbuki söz gelimi “vücut” kelimesi ruhani ve manevi bir şekilde kabul edilse bile, yine Allah’ın zatı arş ile sınırlandırılmış oluyor.

39

Bu satırların yazarı, ölüm gününü ve hatta saatini bir kere iki buçuk sene evvel haber veren bir adama ve birkaç kere de ölümünden üç beş gün evvel bildirenlere tesadüf etti.

40

Alak: 96/1

41

Müddessir: 74/1-2

42

Hicr Suresi:15/94

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:

Полная версия книги

Всего 10 форматов