Millî Görüş Hareketi’nin Cumhuriyet eleştirisi ve laikliğe çok sert itirazları rejimin elitleri tarafından sıkça cezalandırılmıştır. Millî Nizam Partisi (Kurucu Genel Başkan: Necmettin Erbakan), Millî Selamet Partisi (Kurucu Genel Başkan: Süleyman Arif Emre. Genel Başkan: Necmettin Erbakan), Refah Partisi (Kurucu Genel Başkan: Ali Türkmen. İlk Genel Başkan: Ahmet Tekdal. Son Genel Başkan: Necmettin Erbakan), Fazilet Partisi (İlk Genel Başkan: İsmail Alptekin. Son Genel Başkan: Recai Kutan), Saadet Partisi (İlk Genel Başkan: Recai Kutan ardından Necmettin Erbakan, sonra yeniden Recai Kutan, Numan Kurtulmuş ve Mustafa Kamalak), Adalet ve Kalkınma Partisi (Kurucu ve İlk Genel Başkan: Recep Tayyip Erdoğan ardından Ahmet Davutoğlu), Halkın Sesi Partisi (Kurucu Genel Başkan: Numan Kurtulmuş) gibi bu Hareket’ten beslenen ve İslami referanslarla siyaset dili tahkim etmeye çalışan siyasetçilerin tamamı bu cezalandırmadan az veya çok nasibini almıştır.
MSP’nin önde gelen 33 yöneticisi, 12 Eylül darbecileri tarafından yargılanmış, uzun hapis sürecinden sonra başta Necmettin Erbakan ve partinin ileri gelenleri beraat etmiştir. 28 Şubat Süreci’nde ise Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan ağır cezalarla karşı karşıya kalmıştır.
Millî Görüş mensuplarının kurmuş olduğu toplam 8 partiden biri -HAS Parti- AK Parti’yle bütünleşmek için kendini feshetmiş, üç parti (Millî Nizam, Refah ve Fazilet) Anayasa Mahkemesi tarafından, biri (Millî Selamet Partisi) 12 Eylül darbecileri tarafından kapatılmış, Adalet ve Kalkınma Partisi ise iktidarda iken Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmak istenmiş, “rejimin bekçilerinin” giyotininden son anda ancak kıl payı kurtulabilmiştir.
AK Parti tarafından yapılan düzenlemelerle partilerin kapatılmasının geçmişe kıyasla daha zorlaştırılması sayesinde, şimdilik Millî Görüş mensuplarının kurdukları AK Parti ve Saadet Partisi mevcudiyetini sürdürebilmektedir.
Yakın siyasi hayatımızın en çalkantılı dönemi, ülkenin İngiliz sömürge anlayışı ile idare edilmeye çalışıldığı 60 sonrasında, Batıcı elitlerle dindar ahaliyi temsil eden Millî Görüş Hareketi’nin mensupları arasında yaşanmıştır.
Babamın Millî Selamet Partisi Kilis Teşkilatının kurucuları arasında yer almasından dolayı bu Hareket’le aramdaki gönül bağı uzun bir geçmişe dayanmaktadır.
Bir kasaba ikliminde siyasi rekabetin yol açtığı çalkantıları bire bir yaşayan biri olarak, Millî Görüş Hareketi’nin hangi zorluklara muhatap olduğunu ilk elden gözlemledim.
Bir Anadolu kasabasında dahi müesses nizamdan beslenen ve sırtını ona dayayanlarla, olan bitene farklı ve kısmen de aykırı bir bakış geliştirmeye çalışan Millî Görüş Hareketi mensuplarının arasındaki rekabet ve yer yer çatışma, Türkiye’nin genel istikametinden vareste olmamıştır.
Sakallı bir insandan mühendis olamayacağı inancını taşıyan Anadolu insanının makûs talihini yenmek için ilginç bir şekilde “takunyalı mühendisler” canhıraş bir çaba göstermişlerdir. Dindar teknokratların başlattığı Millî Görüş Hareketi, elde ettiği tüm belediyelerde insanüstü bir gayret göstererek dindarların neler yapabileceğini Anadolu insanına göstermeye çalışmıştır. Dört koalisyon hükûmetinde yer alan Millî Görüş Hareketi, aynı zamanda, beş defa da tek başına iktidar olarak önce Türk halkı önünde ardından da küresel ölçekte iddia sahibi olmuştur.
Kahraman Emmioğlu’nun adını ben ilk defa Bahri Zengin’den duymuştum. Refah Partisi’nin Gaziantep il yönetiminin “ağır topları”, büyükşehir belediye başkanlığı için “ağır top” bir isim arıyorlardı.
Millî Görüş Hareketi’nin önemli bir “teknokratı”, Refah Partisi’nin İstanbul kurucu il başkanı Kahraman Emmioğlu 1994 yılında Gaziantep’ten büyükşehir belediye başkan adayı olduğunda kimse onun seçim kazanma ihtimalini gerçekçi görmüyordu.
Bu satırların yazarı da…
Kahraman Emmioğlu’nun Gaziantep büyükşehir belediye başkanlığına aday olduğu 1994 yılında bendeniz de Gökyüzü Yayın Grubunda görev yapıyordum.
Bütün şehrin favori başkan adayı Celal Doğan’dı.
1977 yılında yapılan genel seçimler öncesinde CHP Gaziantep İl Örgütünün ön seçiminde Ekrem Çetin’in ardından ikinci olan Celal Doğan, “Rakibim Refah!” demişti.
Bendenize hedef şaşırtma olarak gözüken bu siyasi öngörü, merkez partiler olan ANAP ve Doğru Yol partilerinin adaylarının performanslarıyla kısa zamanda bir öngörü olmaktan çıkmıştı.
Kahraman Emmioğlu’nun kulvar dışı bir siyasetçi olduğunu “Hint hacısıyım.” demesiyle fark etmiştim.
Zorlu geçen 1994 yılı seçimlerinde en büyük dezavantajı il örgütüne yeterince hâkim olamayışıydı.
Seçimleri “Gökyüzü” gazetesinde şöyle özetlemiştim:
Kahraman Emmioğu ve Mehmet Bedri İncetahtacı; Mehmet Bozgeyik’e seçim kazandırdı. Mehmet Bozgeyik; Kahraman Emmioğlu ve Mehmet Bedri İncetahtacı’ya seçim kaybettirdi.
Kahraman Emmioğlu, ilginç bir şekilde, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan’ın zihin dünyasında daha çok bir teknokrat olarak yer almıştır.
MSP’nin koalisyon ortağı olduğu üç hükûmette önemli görevlerde bulunan Emmioğlu, İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk genel sekreteri olarak görev yapmıştır.
Sesini bulamayan, hak ettiği değeri görmeyen Emmioğlu’ndan Gaziantep ve Türk siyaseti yeterince istifade edememiştir.
Bunda Kahraman Emmioğlu’nun sert fıtratı ve doğruları söyleme biçimi rol almışsa da “iltifata tabi olan marifet” yeterince ortaya çıkartılamamıştır.
Bir gönül ehli olan Emmioğlu, aslında göründüğünden de çelebi bir fıtrata sahip, içindeki çocuğu büyütememiş derviş meşrep bir mühendistir.
Duygusal, tepkisel, zaman zaman reaksiyoner hareket eden ancak sabırlı bir karaktere sahip Kahraman Emmioğlu’nun gönül dilinden söylediklerinden bir nehir söyleşi kitabı hazırlamaya çalıştık.
Kahraman Emmioğlu’nun gönül ummanından dökülen ve bizim kalemimizle karşılık bulan SU GİBİ GEÇEN YILLAR…
Bu söyleşide emeği geçen dostlarım Hasan Yılmaz, Hamdi Kılıç, Zekeriya Akman ve oğlum Ali Burak’a medyunuşükranım.
Ve elbette her İstanbul’a gidip gelmemde ulaşımı sağlayan Selami Ertürk ve “dönemin sekreteri” Seda Ekiz’e teşekkür etmeliyim.
Ocak 2015 / Ankara Yasin TOPALOĞLUKAYBETMEK, HER ZAMAN KAYBETMEK MİDİR?
Sayın Kahraman Emmioğlu, siz özellikle Millî Görüş kadrolarının lider isimlerindensiniz. Bugün Türkiye’yi yöneten kadroda görev alan pek çok ismin abisisiniz. Türk siyasetine yön veren, Türkiye’nin değişim tarihini yazan kadrodansınız. Merhum Özal ile DPT yıllarını paylaştınız. Merhum Erbakan ile İTÜ’deki hocalığından başlamak üzere, siyasi yaşamının son gününe kadar beraber oldunuz. Türk siyasi tarihinde kırılmadık rekor bırakmayan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatında belirleyici oldunuz ve ona yol arkadaşlığı yaptınız. Makine mühendisi olmanıza rağmen, merhum Şeyh Mehmet Zahid Kotku Hazretleri’nin de hem müridi hem de görünmeyen üniversitesinin öğrencisiydiniz. Tabii Türkiye kamuoyu sizi, 1994 yılında tanıdı. Çünkü siz 27 Mart 1994 tarihinde yapılan yerel seçimlerde, Gaziantep’te aslında kazandığınız bir seçimi kaybetmiştiniz. Orada uğradığınız mağduriyetle, gönüllerin başkanı olmuştunuz. Ben de söyleşimize sizi gönüllerin başkanı yapan o günden başlamak istedim. Çünkü ne zaman sizin isminiz anılsa 27 Mart 1994 pazar günü akşamı Gaziantep Adliyesinde yaşanan olaylar aklıma gelir. Kahraman Emmioğlu’nun, “Evet bu şehir benim ellerimde olacak!” diye ikna olduğu sürecin yirmi dört saat akabinde, Gaziantep Adliyesinde bir şeyler yaşanıyor. O gün Adliyede kiminleydiniz?
O günlere şöyle döndüğüm zaman o karmaşada, özellikle Adliye binasının içerisinde bir taraftan ellerinde telsizle dolaşan Celal’in adamları, bir taraftan getirdikleri oy pusulası torbalarının sefaleti öncelikle beni çok üzmüştü. O an enteresan bir durumdu. Hatta bunun nasıl düzgün hâle geleceğini çevremdeki arkadaşlarla istişare ettiğimde gördüm ki imkânı yok… Bunun düzenli hâlde olmasının imkânı yok ve bu düzensizlik, yine o anda gördüğüm ve hissettiğim; kasıtlı öyle bir düzensizlik var. Eğer düzenli olsa benim kazanmam çok daha mükemmel hâlde olacak; onu hissettim orada. O yüzden de torbaları verirken “Torbaları doğru dürüst teslim alın. Böyle açık torba mı olur? Nasıl oluyor da böyle getiriyorsunuz?” demişizdir. Ama gördüm ki durumu kontrol altına almak mümkün değil. Fakat buna rağmen o pusulalar -sandık pusulaları- okutulurken bir şey de dikkatimi çekti benim orada; pusulaların okunmasında… Sandık tutanaklarının pusulalarının okunup icmal tutanaklarına geçirilirken yalnız bir hâkime güveniliyor. Hâkim pusulayı okuyor ve oradaki tutanağa yazıyor.
Mensubu olduğunuz Refah Partisi ve Millî Selamet Partisi hareketi çok organize; İttihat ve Terakki’den sonra bu topraklarda en iyi örgütlenmeyi başarmış bir hareket. Sandık müşahidinden adliyedeki temsilcilere kadar ciddi bir örgüt kurdu. Orada, aynı zamanda kendi örgütünüzün sandıklara hâkim olamayışına mı tanık oldunuz?
Hayır, aslında şöyle: Sandıkta malumunuz bütün partilerin olduğu gibi, bizim partinin de temsilcileri var. Fakat tutanağı alan, oradaki sandık başkanına getiriyor. Orada işler düzgün yapılıyor. Herkes buna şahit oluyor. Çünkü sandık müşahitleriyle görüştüğümde hepsi sandığı teslim ederken mühürlü ve doğru dürüst verdiklerini söylüyorlar.
Dediğiniz gibi, zaten müşahitler de var.
Evet. Sandık tutanakları da var zaten. Tutanaklar perişan bir hâlde getiriliyor. Belli ki burada bir katakulli var. Ne oluyor? Sandık başkanının tutanakları getirmesi sırasında, adam kendine göre, aklına göre işlem yapıyor. Getirirken zapturapt altına almanın imkânı da yok. Nasıl yapabilirsiniz ki? Arabaya bütün müşahitleri doldurarak getiremiyorsunuz. Orada mühürlüyorsunuz, veriyorsunuz. Geliyor. Ama gelirken adam yolda gereken işlemini yapıyor. Sandığı, torbayı perişan ediyor.
O zaman, orada iki türlü bir manipülasyondan söz ediyorsunuz.
İki türlü bir manipülasyon var. Bir sandık başkanının yolda yaptığı manipülasyon var ki bilahare bazıları şunu ifade ettiler: “Yolda sizinle ilgili birçok reyleri çöpe atılmış gördük.” dediler. Bir ikinci manipülasyon da sandık tutanaklarını icmal tutanağına aktarırken yapılan manipülasyon. Bunu hâkim yapıyor. Bilahare baktığımızda sandık tutanağında çok çarpıcı bir misaldir bu. Ben 100 oy almışım, Celal Doğan 1 oy almış. Sandık tutanağında böyle yazılı. Ama hâkim okurken Celal Doğan 100, Kahraman Emmioğlu 1 diyor ve icmal tutanağına böyle geçiyor.
200 oy kaybettiniz.
İki yüz rey kaybetmiş oldum.
Celal Doğan bir tutanakla iki yüz oy kazanmış oluyor.
Tabir tamam.
Celal Doğan, iki yönlü kazanıyor. Hem rakibinden 100 oy sildiriyor hem kendine 100 oy yazdırıyor.
Tam bir rezalettir. Aslında onun icmal tutanaklarına geçişinin mutlaka ve mutlaka müşahitler tarafından bir projektörle yansıtılıp herkes tarafından görülmesi lazım ama bir görme durumu yok. Hâkim alıyor, okuyor, koyuyor. Böyle şey olur mu? Ama böyle. Neticede de böyle bir haksızlığın olduğunu ben gördüm, herkes de gördü, bizim arkadaşlarımız da gördü. Allah biliyor ya, bu yüzden Adliyenin önünde toplanan arkadaşların galeyana gelip infial yaratmalarından da korktum. Çünkü bizim arkadaşlardan bazıları silahlı gelmişlerdi. Celal’in adamları da silahlıydı ve beni çok daha önceden de ikaz etmişlerdi.
Sizi kim uyardı?
Dayımın oğlu, rahmetli babamın dayısının oğlu Muzaffer Vakvak, “Kahraman, dikkatli ol! Bu adamlar şer insanlardır, silahlılardır. Yarın herhangi bir şekilde sana suikast yapabilirler!” diye uyardı. Onun için benim arkadaşlarım da yanımdan ayrılmadılar. Eve dahi gelip giderken çok büyük bir kalabalıkla gelip gittik.
Bu kritik durumda, emniyet sizinle ilgili koruma kararı almadı mı?
Emniyet herhangi bir şekilde bizimle ilgilenmedi. Doğrusu, bizimle ilgilenin diye bir talepte de bulunmadık.
Pazar günü saat beşte sandıklar kapandı. Oy verme işlemleri bitti. O saatlerde siz neredesiniz?
Biz o sırada dolaşıyoruz. Aynı zamanda ilk açılan sandıkların sonuçlarını öğrendik.
O anda başkan seçildiğinizi gördünüz mü?
Sizin de ifade ettiğiniz gibi, doğrusu başkan olduğumu bir gün önceki turda görmüştüm. Çok enteresandı; o turda bütün herkes sanki “Emmioğlu Emmioğlu” diye el uzatıyordu. Özellikle çocuklar olmak üzere, büyük kalabalıklardan ilgi görüyordum. Şunu çok iyi biliyorum; bir ülkede çocuklar ve kadınlar eğer sizin tarafınızı tutuyorsa orayı mutlaka kazanırsınız. Buna ben şahit oldum. Hele o Almacı Pazarı hadisesini de hiç unutamıyorum.
Almacı Pazarı’nda ne oldu?
Almacı Pazarı’nda beni gören insanlar, uzaktan koşarak geliyorlar; sanki ben kurtarıcıyım. Adamlar benimle el sıkışmak için bana doğru koşuyorlar. Her taraftan adamlar geliyor. Bu durumu görünce Nurettin Aktaş (Allah selamet versin.) “Mübarek olsun, sen aldın ve belediye başkanımız oluyorsun. Çünkü bu durum, bu manzara her insana nasip olacak bir durum değildir.” demişti. Doğrusunu Allah biliyor ya, ben de “Tamam, bu işi bitirdik!” dedim.
Tabii Adliyedeki manzarayı görünce ümidiniz kırıldı. O an endişelendiniz mi?
Evet endişelendim ama endişemi çok da dışarı vuramadım. Vursam, Allah korusun, infiale sebep olacak ve bir dövüş kopacak. Hani benim de kulağıma üfledikleri için daha önceden böyle bir zalimane karşılaşma olur diye endişelendim ve fazla da üzerine gitmedim doğrusu.
İki aya yakın bir süre seçim kampanyası yaptınız. Kampanyanın kısa aralıkta olmasının bir nedeni, sizin adaylığa zor ikna edilmeniz.
Doğru, çok zor ikna edildim.
Hatta mümkünse gelmemek de istiyorsunuz. O anda patronunuza da “İnşallah bu teklifi kabul etmem. Burada işleri biraz düzene koydum.” diyorsunuz. Sonuçta sizi adaylığa, dava memur kılıyor. Peki Antep’e geç gelmeniz kampanyanın finaline tesir etmiş midir?
Oraya gitme kararı verdiğimiz zaman -Allah biliyor ya- sırf bir vazifeyi ifa etmiş olmak üzere hareket ettik. Çünkü Antep’te Celal Doğan’ı o kadar çok büyütmüşlerdi ki…
Celal Doğan’ın isminin abartılması sizi endişelendirdi mi?
Beni endişelendirmekten ziyade, bizim orada seçimi almamız kolay değil hatta mümkün değil gibiydi. Çok kolay olmadığını düşünerek Antep’e gittik. Antep’e gider gitmez ilk işim önce bir anket çalışması yaptırmak oldu. Malum o maarifin köşesine bir adam koyduk, orası çok enteresandı, numune alma tekniği yönünden en iyi yerdir orası. Gelenden geçenden soruşturuyoruz; benim aldığım oy takriben yüzde 2 bile olmuyor. Yüzde 98 Celal Doğan olur diyor. Benim aldığım bir vazifeyi yapmayacağım demek gibi bir lüksüm yok. Bu aynı zamanda bir huy meselesidir. Madem bu vazifeyi üzerimize aldık, bu vazifeyi bihakkın yerine getirebilmek için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz. Artık o noktaya geldik. O zaman yapılacak neler var ise yapacağız. Mesela ilk yaptığım iş, çevremi takip etmek oldu. Gittiğimde teşkilat ikiye ayrılmıştı. Çalışan insanlar, çalışabilecek kabiliyette insanlarımızın pek çoğu öbür grupta, beni karşılayanların grubunda değil. Bunların birleştirilmesi lazım ki ben güçlü olarak yoluma devam edeyim. İlk işim de onları ziyaret etmek oldu. Tek tek bu konuda önde gelen kardeşlerimizi ziyaret ettim, onları ikna ettim. Allah razı olsun, onlar ikna oldular. Çevremde toplandılar ve biz harekete öyle başladık. Rabb’im de yardımcı oldu ve güzel bir çalışma yapıldı doğrusu.
O dönem Gaziantep’te yaşadığım için, Celal Doğan’ı yakinen takip ediyordum. Dönemin iki güçlü partisi vardı; Cumhuriyet Halk Partisi ve Doğru Yol Partisi. Celal Doğan bir kurgu anlamında “Rakibim Refah Partisi!” diyor. Bunu mütemadiyen söylediği için, ben bir manipülasyon yaptığı kanaatindeyim. Oysa daha sonra, “Adam inandırıcı olmadığı için doğru söylediğinde bile şüpheci yaklaşıyorsunuz.” diyorsunuz. Bu açıdan siz o günün Antep kamuoyuna nasıl baktınız?
Biz gittiğimizde gördük ki Celal Doğan hakikaten Antep’e hâkim görünüyor. Aslında bizim parti ile birlikte diğer partilerin de adamın yanında ciddi esamesi okunmuyor. Seçimin sonucunu belirleyen unsur Cumhuriyet Halk Partisi değil, Celal Doğan’ın şahsı. İlk gittiğimde ben dâhil, diğer partiler, parti olarak var ama isim olarak hiçbiri göz doldurur vaziyette değildi. Ama zaman içerisinde işte görüşmelerimiz, konuşmalarımız farklı bir hava meydana getirdi. Şunu söyleyeyim; Celal Doğan “Benim rakibim Refah Partisi!” derken elbette politika yapıyordu. Böylece diğer partiler daha güçlü olabilir kanaati içerisinde beni hedef göstererek diğerlerini küçültmeye çalışıyorlar, onları ekarte ediyorlar. Ama dediği oldu. İşin enteresan tarafı, Allah’ın lütfu ve hakikaten çalışmalarımız, söylemlerimiz insanlara tesir etti. Allahuteala’nın bir lütfu oldu yani. Orada çalışmaya başladıktan iki hafta sonra tekrar bir anket yaptırdım. Baktım yüzde beş altıya çıkmışım. Bu kadar kısa zamanda beş altı, muazzam bir yükseliş. Bir anda oylarım yüzde yüz arttı. Yüzde yüzden fazla rey almışım. Beraber yola çıktığımız arkadaşlara “Bu iş tuttu arkadaşlar. Biz burada çok güzel netice alacağız. Onun için gayretlerimizi biraz daha sıklaştıracağız. Daha da yoğun bir çalışmanın içerisine gireceğiz. Allahuteala da bize verecektir.” dedim. Hakikaten çok gayretli bir çalışma yapıldı. Hepsinden Allah razı olsun. Parti elemanlarının hepsi gayretli bir çalışmanın içerisine girdiler.
Orada görünen rakibiniz Celal Doğan olsa da bir de görünmeyen ve sizinle rekabet eden Mehmet Bozgeyik gibi bir rakibiniz var.
Yoo! Onu öyle söylemek doğru değil. Benimle rakip değil. O aslında şu düşüncede; eğer büyükşehirde aday daha iyi çalışırsa kendisi biraz daha fazla oy alır. Benim kazanmam kazanmamam onun için pek mühim değil.
Ama Şehitkâmil’de size oy vermeyen 4 bin kişilik bir kitle var.
O ikinci, 1999’da tam belli oldu o. Birincisinde pek öyle değildi. O kadar değildi, fazla bir fark yoktu. Ama bir fark vardı. Yani ilçe belediye başkanıyla, büyükşehir belediye başkanı arasında bir fark var. Var da bu fark neden? Burada tabiatıyla Mehmet Bey’in oradaki çalışmalarının daha dar çerçeveli olması sebebiyle de diyebiliriz. Biz bazılarına ulaşamadık mı acaba, ondan dolayı mı diyebiliriz. Onu ayıklamak çok güç ama belli ki ilçe belediye başkanımız, adayımız bu konuda daha ziyade kendisini tanıtmaya çalışmış, onu da normal görüyoruz.
Siz kampanya sırasında üslup itibarıyla bu işlere fevkalade nezaketle yaklaşıyorsunuz. Merhum Antep milletvekillerinden Ayvaz Gökdemir “Siyaset evliya oyunu değildir.” derdi. Ben o günlerde mahallî bir gazetede yazıyordum.
Ama şeytan oyunu da değil. Öyle yapmak, siyaseti dejenere etmek demektir ve yanlıştır. Ben sürekli insani boyutlarda ve insani değerlere uygun olarak siyasetin yapılması taraftarı oldum. Bana göre, siyaset insani değerlere uygun olmak zorundadır.
Daha önce belirttiğim gibi ben o günlerde mahallî bir gazetede şöyle bir yazı yazdım ve başlık attım: “Mehmet Bozgeyik, Kahraman Emmioğlu ve Mehmet Bedri İncetahtacı’ya seçim kaybettirdi. Kahraman Emmioğlu ve Mehmet Bedri İncetahtacı, Mehmet Bozgeyik’e seçim kazandırdı.”
Tabii onun maksadını bilmek güç. Fakat şunu söyleyeyim; bizim büyükşehir belediye başkan adaylığı sırasındaki çalışmalarımız Mehmet Bozgeyik’e yaramıştır. Hiç şüphe yoktur ve Mehmet Bey de bu işi biliyordu ve onun için bizim üzerimizde çok ısrarlı olmuştur.
Burada konu Bozgeyik değil ama her şeyin büyüğüne talip olan Mehmet Bey, 94 seçimlerinde mütevazı olduğu için mi Şehitkâmil’e aday oldu? Yoksa çıkacak sonucu öngöremediği için mi?
Tahmin ediyorum öngöremediği için. Yoksa mutlaka talip olurdu. Hatta kendisine “Mehmet sen orada belediye başkanlığı yapmışsın. Bana ricacı olarak geldiklerinde sen orada kendini ispat ettin. Niye büyükşehire oynamıyorsun? Büyükşehire oynamak senin hakkın.” demiştim. “Yok yok, büyükşehire biraz kalibresi yüksek bir insan gelmesi lazım.” dedi. O zaman anladım ki yaptığı bir araştırma var ve bu araştırmada büyükşehire olmuyor, gelmiyor, yani kazanamayacak. Onun için elbet de bu normal bir siyasettir. Gaziantep’e mutlaka belediye başkanı olacağım diye aday gösterilmedim. Orada bir boşluk vardı, “Bu boşluğu kim doldurur?” diye araştırma yaptılar. Gaziantep’te Celal Doğan’ın karşısına çıkabilecek cesarette, fikrî yapı yönünden güçlü birini aradılar. Baktılar, Bahri Zengin ve Kahraman Emmioğlu var. Evvela Bahri Zengin’e gittiler. Yazdığı kitap vesaire sebebiyle, Bahri benden biraz daha şanslı idi. Tabii, Bahri teklifi kabul etmedi. Kilis-Gaziantep rekabeti sebebiyle, bir taraftan da Bahri’nin aday gösterilmesi Gaziantep’in de işine gelmedi. Geriye tek bir aday kaldı, ben. Diğerlerine gittikleri zaman zaten kabul etmediler. Çünkü siyasetin içinde olanların yüzde 98’i kazanacağına oynar. Yüzde 2 gibi, benim gibi insanlar kazanma, kazanmama derdinde değil, bizim kazancımız Allahuteala’nın rızasıdır. Benim esas görevim tebliğdir. Bunu bir vesile addetmişimdir. Onun için girmişizdir. Bizim kazancımız odur. Bazen kazanmak nedir diye soruyorum. Kazanmak, şu dünyanın üç kuruşluk zamanı içerisinde elde edilen başarı manasına gelmez. Esas olan, Allahuteala’nın rızasını almak için gereken çalışmaları yaptın mı yapmadın mı? Esas olan odur.
1994’TE SEÇMENİN VERDİĞİ MESAJ ANLAŞILDI MI?
27 Mart 1994 seçimlerinde Gaziantep’ten büyükşehir belediye başkanı adayı olmadan önce İstanbul’da yaşıyordunuz. İstanbul’da da hayatınız politika üzerine şekillenmiş durumdaydı. Rahmetli Özal’ın rahleitedrisinden geçmiş, dönemin iktidarını tanıyan bir kişiydiniz. O yıllarda, Bedrettin Dalan, tıpkı Celal Doğan gibi, mütemadiyen “Refah geliyor!” diye halkı korkutmaya çalışıyordu. Türkiye, 1991-94 yılları arasındaki hadiseleri sanki okuyamadı. Toplumun temel parametrelerinin, beklentilerinin, yaklaşımlarının değiştiği o dönemi siyaset yapıcılar bir miktar ıskaladı mı?
Biz ıskalamadık; onu bizimle olmayanlar ıskaladı. Bir noktada onlar da ıskalamadı. Bazıları bana 1991 senesinde yazılan bir kitap getirdiler. İrticai faaliyetlerin hızının artışı ve neticede on seneye kalmadan bunların iktidar olacağı konusunda bir hesap yürütüyor. Şimdi ismi aklıma gelmeyen o kitabın yazarı, meşhur biriydi. Onlar da farkındaydı. Bu aslında tarihî bir gelişimdir. Bu ülkenin insanının temelinde bizim fikriyatımız yatıyor. Biz bunu biliyoruz. Çünkü daha önce, ta 1969 Konya Harekâtı’nda Konya köylerinde gördüğüm ışıltı, 1970’lerde Millî Nizam Partisi’nde İstanbul’da gençlik başkanı olarak dolaştığımda, Millî Selamet Partisi’nde bulunduğum sırada yaptığım müşahedelerimde ve Refah Partisi’nde… Hepsinde gördüm ki bu milletin asıl geleceği yer budur. Yani Refah zihniyeti, Selamet zihniyeti. Ama sosyal meselelerde bir atalet vardır. Bu ataletin yenilmesi için zaman lazım, çalışma lazım. Elhamdülillah bu çalışmalar yapıldı. 91’de karşı taraf bu çalışmalarımızı gördü. Onların irtica dediği hadisenin, aslında millî değerlere sahip bu milletin yükselmesi için gerekenlerin yapılması olduğunu biz biliyoruz. Onlar da biliyorlar ama elbette onlar bu konuda bizim anlayışımızda değiller. Ama 1991 senesinde onlar bunu gördüler. Biz daha önceden gördük bunu. Dediğim gibi, bırak 1969’u bu fakir, bu meseleyi 1959’da Milliyetçiler Derneğine girdiğinde gördü. Orada genç olarak çalışmalar yaptığımız zaman, halkımızın bu fikriyata olan yatkınlığını gördük. Har var ama bu ateşin üzeri küllenmiş. Bizim vazifemiz bu külü almak idi ve bununla ilgili çalışma yaptık; küller alındı ve har meydana çıktı.
Aslında onların bazıları bizi yanlış okudular ama doğru okuyanlar da vardı. Nitekim 1991 yılındaki kriz, milletin çektiği perişanlık ve Türkiye’nin o şartları içerisinde halkın zihniyetinde bizim söylemlerimiz etkili oldu. 1993-94 senesine gelindiğinde artık sosyal atalet yavaş yavaş yenilmeye başlanmıştı. Biz eğer daha hızlı bir çalışmaya girişseydik… Kâfi çalışmamız olduğu kararında değilim, onu söyleyeyim… Hatta biz Hoca’ya birazcık da hafif bozuk çalarak “Hocam, niye çalışmıyoruz tam olarak? Siz daha fazla rey almak mı istemiyorsunuz?” bile demişizdir.
Bu, genel anlamda, Erbakan Hoca’nın zaman zaman parti listelerini açıklarken iddiasız isimleri tercih etmesiyle ilgili seslendirilir. Siz bunun müşahhas bir karşılığını gördünüz mü?
Gördüm mü? Onu söyleyeyim. Mesela birçok yerlerde yapılacak olan konuşmalar iptal edildi. Konuşulmadı.
Sayın Emmioğlu, orada o zaman Hoca neyi gördü?
Bana öyle geliyor ki Hoca şunu gördü; eğer biz çok daha büyük bir kitleyle gelirsek çok daha büyük bir dirençle ve sıkıntıyla karşılaşırız. Haklıydı da aslında, onu da söyleyeyim. Malum 1995’te154 kişiyle gelmiştik parlamentoya.1994 mahallî seçimlerinde de bunun işaretleri verilmişti.
Tabii orada şöyle bir durum var; merhum Erbakan Hoca frene basıyor.
Evet, biraz frene basıyor.
Hoca, 1994 yılında TBMM’de yaptığı bir grup konuşmasında, ilgili yere -neresiyse- “Kanlı mı olacak, kansız mı olacak? Buna siz karar vereceksiniz.” diyor. Daha o günlerde, İstanbul belediye başkanlığını kazanmış Erdoğan’a ve Ankara belediye başkanlığını kazanmış Gökçek’e mazbataları verilmiyor. O mesajın tonlaması üzerine bu iki ilin Refah Partisi’ne verilmesi tescil edildi. Bir taraftan böyle celaletli bir Erbakan profili var, öbür taraftan frene basan bir Erbakan var.