banner banner banner
Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3
Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes’un Maceraları Bütün Maceraları 3


“Kanunları çiğnemek pahasına bile mi?”

“Hiç önemli değil.”

“Ya tutuklanman gerekirse?”

“İyi bir neden için olacağına eminim.”

“Ah, çok mükemmel bir nedenim var!”

“O hâlde seninleyim.”

“Sana güvenebileceğimi biliyordum.”

“Peki, ne yapmamı istiyorsun?

“Bayan Turner, tepsimi getirdikten sonra sana açıklayacağım. Şimdi…” diyerek ev sahibinin getirdiği sade yiyecekler üzerine odaklandı. “Çok fazla vaktim olmadığı için yemeğimi yerken açıklayacağım. Saat beşe yaklaşıyor. İki saat içinde harekete geçmeliyiz. Bayan Irene -ya da madam mı demeliyim- gezisinden yedide dönüyor. Onu karşılamak için Briony Lodge’da olmalıyız.”

“Sonra ne yapacağız?”

“İşin o kısmını bana bırak. Ben hepsini önceden ayarladım. Ancak bir noktada ısrar etmeliyim. Ne olursa olsun hiçbir şekilde karışmayacaksın. Anlıyor musun?”

“Tarafsız mı kalacağım yani?”

“Hiçbir müdahalede bulunmayacaksın. Biraz tatsızlık yaşanabilir. Sakın bir şey yapma! Olanlar, sonuçta eve girmemi sağlayacak. Dört beş dakika sonra da oturma odasının penceresi açılacak. Sen o pencereye yakın bir yerlerde duracaksın.”

“Evet.”

“Beni izleyeceksin, beni görebileceğin bir yerde olacağım.”

“Evet.”

“Elimi kaldırdığımda sana içeri atman için verdiğim şeyi atacaksın ve ‘Yangın var!’ diye bağıracaksın. Anlatabiliyor muyum?”

“Kesinlikle.”

“Yapılacak şey çok zor değil.” dedi cebinden puro şeklinde bir silindir çıkararak. “Bildiğimiz sis bombası ve uçlarında ışık saçacak bir kapak bulunuyor. Senin görevin bu kadar. ‘Yangın var!’ diye bağırdığında bu, kalabalığın dikkatini çekecektir. Sonra sokağın sonuna yürüyebilirsin, ben de on dakika sonra yanında olacağım. Her şeyi açık seçik anlatabildim mi?”

“Normal davranacağım, pencerenin kenarında duracağım, seni izleyeceğim, sinyal geldiğinde bunu atıp ‘Yangın var!’ diye bağıracağım ve sokağın köşesinde seni bekleyeceğim.”

“Aynen öyle.”

“Bana tamamıyla güvenebilirsin.”

“Harika! O zaman oynayacağım rol için hazırlık yapmalıyım.”

Yatak odasına gidip birkaç dakika sonra samimi, kendi hâlinde, toplumun din adamı algısına uymayan bir papaz görünümüyle karşıma çıktı. Geniş kenarlı siyah şapkası, bol pantolonu, beyaz kravatı, sempatik gülüşü, dikkatli bakışı ve iyiliksever görünümüyle tıpkı Bay John Hare gibiydi. Holmes sadece kostümünü değil, aynı zamanda ifadesini, davranışlarını, ruhunu da değiştirmiş gibi görünüyordu. O, suç bilimindeki uzmanlık alanında kendini geliştirirken sahneler çok iyi bir aktörü, bilim ise çok zeki bir mantıkçıyı kaybetmişti.

Baker Caddesi’nden ayrıldığımızda saat altıyı çeyrek geçiyordu ve Serpentine Caddesi’ne vardığımızda daha on dakikamız vardı. Hava hafif karanlıktı.Biz Briony Lodge’ın önünde mesken sahibini beklerken caddedeki lambalar daha yeni yakılıyordu. Sherlock Holmes’un kısa ve öz anlatımından sonra gördüğüm ev, tam hayal ettiğim gibiydi ama semt beklediğimden daha çok hareketliydi. Sessiz bir mahalledeki küçük bir cadde için oldukça hayat doluydu. Bir köşede sigara içip kahkahalar atan bir grup pejmürde giyimli erkek, bir bileyci, bir hemşireyle flört eden iki bekçi, ağızlarında purolarıyla gezinen iyi giyimli birkaç adam vardı.

“Görüyor musun?” dedi Holmes, evin önünde dolaşarak. “Bu evlilik her şeyi daha da kolaylaştırıyor. Fotoğraf iki uçlu bir silaha dönüşüyor. Bizim müşterimizin, fotoğrafı prensesin görmesinden memnun olmayacağı gibi Bayan Adler da Bay Godfrey Norton’ın görmesinden hoşnut olmayacaktır. Şimdi sorumuz şu: Fotoğrafı nerede bulacağız?”

“Gerçekten nerede acaba?”

“Yanında taşıma olasılığı çok düşük. Biraz büyükçe bir boyutta çünkü. Kadın elbisesinin içinde gizlemek de zor. Kralın, önünü kesip arattırabileceğini de biliyor. Zaten bu şekilde iki girişimde bulunulmuş. O hâlde yanında taşımadığı sonucuna varabiliriz.”

“O zaman nerede?”

“Ya bankerine ya da avukatına verdi. İki olasılığımız var; ama ben onlara verdiğini de sanmıyorum. Kadınlar genelde ketumdur ve her şeyi gizlilikle halletmeyi severler. Niye başkasına versin ki? Ayrıca birkaç gün içinde fotoğraf, ortaya çıkarma kararını da unutmayalım. Bu yüzden kolayca ulaşabileceği bir yerde olmalı. Büyük ihtimalle evinde bir yerlerdedir.”

“Ama iki kez evine girilmiş.”

“Öf! Nasıl aramaları gerektiğini bilmiyorlar.”

“Sen nasıl arayacaksın?”

“Aramayacağım.”

“O zaman ne yapacaksın?”

“Onun bana göstermesini sağlayacağım.”

“Kabul etmez.”

“Öyle bir şansı olmayacak… Ama tekerlek sesleri duyuyorum. Arabası geldi. Şimdi söylediklerimi harfiyen uygulamalısın.”

Arkadaşım konuşurken caddenin dönemecinde, bir arabanın yan ışıklarının parıltısı gözüktü. Küçük, şirin bir lando arabasıydı ve takırdayarak Briony Lodge’ın kapısına kadar geldi. Yaklaşırken serseri adamlardan biri, biraz para almak amacıyla arabanın kapısına koşturdu; ama aynı niyetle koşan başka biri onu dirsekleriyle ittirdi. Bunun üzerine kavga etmeye başladılar ve serserilerden birinin tarafını tutan iki bekçiyle, diğerinin tarafını tutan bileycinin sayesinde ortalık daha da kalabalıklaştı. Anında arabadan inen kadın, birbirlerine yumruklarıyla, sopalarla vahşice girişen, yüzleri kızarmış hâlde mücadele eden erkeklerin arasında buldu kendini. Holmes kadını korumak amacıyla fırladı ama tam ona uzanacakken kadın çığlık attı ve Holmes, yüzü kanlar içinde yere düştü. O düşer düşmez bekçiler ve serseriler tabana kuvvet oradan kaçıp farklı yönlere dağıldılar. Olayı izleyip hiçbir şeye karışmayan daha iyi giyimli insanlar hemen yanlarına gidip hem kadına hem de yaralı adama yardımcı olmak istediler. Irene Adler -ki ona bu şekilde hitap etmeyi tercih ediyorum- hemen merdivenlerden koşmaya başladı ama en yukarı çıkınca durdu ve holden gelen ışığın yansımasıyla o muhteşem hatlarını sergileyerek tekrar caddeye baktı.

“Zavallı beyefendi, yarası ağır mı?” diye sordu.

“Ölmüş!” diye bağırdı birkaç kişi.

“Hayır, hayır, hâlâ yaşıyor!” dedi bir diğeri. “Ama hastaneye yetiştiremeden ölebilir.”

“Çok cesur bir adam.” dedi bir kadın. “O olmasaydı kadının cüzdanıyla saatini çoktan almışlardı. Onlar bir çeteydi, hem de çok zorlu bir çete. Ah, şimdi nefes alıyor!”

“Caddede böyle yatmamalı. İçeri getirelim mi bayan?”

“Tabii ki. Oturma odasına taşıyalım. Orada rahat bir kanepe var. Bu taraftan lütfen!”

Yavaşça ve büyük bir ciddiyetle onu Briony Lodge’a getirip büyük odaya yatırdılar. Ben ise olanları pencere kenarındaki nöbet yerimden izliyordum. Lambalar yakılmıştı; ama perdeler kapatılmadığından Holmes’u kanepede yatarken çok net görebiliyordum. Oynadığı oyundan dolayı vicdan azabı çekip çekmediğini bilmiyordum ama komplo kurduğumuz bu muhteşem kadını gördüğüm an, özellikle de yaralı adamın başında büyük bir lütuf ve hayırseverlikle dururken hayatımda hiç utanmadığım kadar utanmıştım. Ancak Holmes’un bana güvenerek verdiği görevden geri çekilirsem ona en büyük ihanetlerden birini yapmış olacaktım. Duygularımı bir kenara bırakıp paltonun içinden sis bombasını çıkardım. Ne de olsa ona zarar vermiyoruz, diye düşündüm. Sadece onun başkasına zarar vermesine engel oluyorduk.

Holmes koltukta oturarak biraz havaya ihtiyacı varmış gibi ellerini salladı. Bir hizmetçi koşturarak camı açtı. Tam o sırada Holmes’un elini kaldırdığını gördüm ve sinyali alır almaz sis bombasını içeri fırlatıp “Yangın var!” diye bağırdım. Kelimeler ağzımdan dökülür dökülmez etraftakiler, iyi ve kötü giyimlisiyle adamlar, seyisler ve hizmetçiler, “Yangın var!” diye hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Kalın duman bulutları odayı kaplayıp açık camdan dışarı yayıldı. Bir an için koşuşturan figürler gördüm ve bir dakika sonra da Holmes’un bunun yanlış bir alarm olduğunu söyleyen teskin edici sözlerini duydum. Bağıran kalabalığın arasından çıkarak köşeye doğru yöneldim, on dakika sonra arkadaşım yanıma geldi ve kol kola bu karmaşadan uzaklaştık. Edgeware yoluna sapan sakin sokaklardan birine gelene kadar arkadaşım, yaklaşık birkaç dakika hızlıca ve sessizce yürüdü.

“Çok iyiydin doktor!” dedi. “Bundan daha iyi olamazdı! Her şey yolunda.”

“Fotoğrafı aldın mı?”

“Nerede olduğunu biliyorum.”