banner banner banner
Ay’a Yolculuk
Ay’a Yolculuk
Оценить:
 Рейтинг: 0

Ay’a Yolculuk

Ay’a Yolculuk
Jules Verne

19. yüzyılın ikinci yarısında, Amerika’daki Kuzey-Güney Savaşı bitmiş, eskisine göre daha dingin bir hayat hüküm sürmeye başlamıştı. Artık silahlar çekilmiyor, toplar atılmıyordu. Ve bu dingin hayat en çok Kuzey’in topçu subaylarının canını sıkıyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Savaşı yeniden başlatamazlardı veya başka bir ulusa -mesela İngilizlere- harp açamazlardı. Mutlaka bir yerlere mermi atmalıydı. Ama nereye? Gun Club’ın başkanı Bay Barbicane bu sorunun cevabını biliyordu: “Ay’a!” Jules Verne, 19. yüzyılın ikinci yarısının en tanınmış ve en çok okunan yazarları arasındadır. Jules Verne’in; uzay yolculuğu, denizaltı, helikopter ve daha birçok bilimsel mucizeyi ilk akla getiren kişi olduğunu varsaymak biraz ileri gitmek olsa da Verne özellikle bilim kurgunun büyükbabası olarak hatırlanmaktadır. Diğer yandan, yazar belki de bilim ve teknoloji kavramlarının insan hayatına yeni yeni girmeye başladığı bir dönemde, bu kavramları gözde kılan ilk kişi olarak değerlendirilebilir. Verne herkesin hatırladığı harika kâhin olmayabilir fakat yazıları milyonlara ilham vermiştir. Geleceği görememiş olsa da eserleriyle diğer kişilerin onu yaratmasına yardımcı olduğu su götürmez bir gerçektir.

Jules Verne

Ay’a Yolculuk

I. BÖLÜM

GUN CLUB[1 - Tam çevirisi “Top Kulübü”dür. (ç.n.)]

Amerikan İç Savaşı esnasında, Maryland eyaletinde bulunan Baltimore şehrinde yeni ve etkin bir kulüp kurulmuştu. Armatörler, tüccarlar ve makinecilerden oluşan bu toplulukta askerlik tutkusunun nasıl ortaya çıktığı gayet iyi bilinir. West Point’teki harp okuluna adımını bile atmamış olan tüccarlar, birden yüzbaşı, albay, general oluvermişlerdi. Fakat bunlar, yaşlı kıtadaki meslektaşlarıyla kolayca boy ölçüşür hâle gelmişlerdi ve tıpkı onlar gibi cephane, para ve insan harcayarak zaferlere koşmuşlardı.

Fakat Amerikalıların, Avrupalıları geride bıraktığı tek nokta, ağır silahları kullanma konusunda oldu. Tabii silahlarının diğerlerininkinden daha iyi olmasından kaynaklanmıyordu bu, silahları duyulmamış boyutlardaydı ve duyulmamış menzillere ulaşabiliyorlardı. Yere paralel ateşleme, düşey veya dikey atış, yakın menzilli atış konusunda İngilizlerin, Fransızların ve Prusyalıların bilmediği şey yoktur fakat onların topları, obüsleri ve havan topları, heybetli Amerikan ağır silahlarıyla kıyaslanınca cep tabancası gibi kalır.

Bu kimseyi şaşırtmasın. Nasıl İtalyanlar müzisyen, Almanlar da metafizikçi olarak doğuyorsa dünyadaki ilk makinistler olan Yankiler de mühendis doğarlar. O hâlde gözü pek mühendisliklerini ağır silah yapımında kullanmalarından daha doğal ne olabilir? Parrott, Dahlgern ve Rodman’ın yarattıkları harikaları biliyoruz. Armstrong, Palliser ve Bealieu silahları ise transatlantik rakipleri önünde eğilmekten başka bir şey yapamamıştı.

İşte o müthiş Amerikan İç Savaşı’nda topçular ilk sırada yer alıyorlardı. Birlik gazeteleri onların icatlarını coşkuyla övüyordu; ticaretle haşır neşir veya safça bir merak içindeki herkes gece gündüz anlaşılmaz menzil hesaplarına kafa patlatıyordu.

Bir Amerikalının aklına bir fikir gelince onu anlatmak için hemen başka bir Amerikalı aramaya koyulur. Eğer üç kişilerse bir başkan ve iki sekreter seçiverirler. Dört kişi olunca bir arşivci atarlar ve ofis çalışmaya başlar. Beşinci kişi gelince toplantı ayarlarlar ve böylece kulüp resmen kurulmuş olur. Baltimore’da da işler böyle yürümüştü. Yeni topun mucidi, topu döken ve topun ağzını açanla ortak oldu. İşte Gun Club’ın çekirdeği böyle oluşturuldu. Kuruluşundan sadece bir ay sonra, 1.833 fiilî üyesi bulunuyordu ve 30.565 kadar da uzaktan irtibat sağlayan üyesi vardı.

Derneğe katılabilmek için herkeste istisnasız aynı koşul aranıyordu; en azından bir tane top tasarlamış veya hiç değilse tasarlanmış bir topu geliştirmiş olmak. Top olmazsa da en azından ateşli bir silah olması şarttı. Yine bahsetmem gerekir ki sadece altıpatlar veya döner çifte veyahut karabina gibi küçük silahlar tasarlayanlar biraz hor görülüyordu. Topçular her zaman en yüksek mertebede yer alıyordu.

Gun Club’ın en saygın üyelerinden birisi topçulardan bahsederken “Gördükleri saygı, toplarının kütlesi ve mermilerinin eriştiği uzaklığın karesiyle doğru orantılı!” demişti.

Bu, Newton’ın evrensel yer çekimi yasası’nın manevi düzleme aktarılması gibiydi.

Gun Club kurulduktan sonra, Amerikalıların yaratıcı zekâlarının nerelere uzanacağı kolayca tahmin edilebilir. Silahları devasa boyutlara ulaşmıştı ve mermi veya gülle diye atılanlar, tahmin edilen menzilleri de aşıyor ve maalesef bazen masumca oradan geçenleri ikiye biçiyordu. Bu icatlar, Avrupalıların yaptığı toplara nal toplatıyorlardı. Aşağıdaki rakamlara göz atılırsa bir yargıya varmak mümkün olabilir.

Böyle bir rekabetin görülmediği çok eski zamanlarda, otuz altılık bir top güllesi, otuz altı atı üç yüz fitlik bir mesafeden sağrısından vurur, altmış sekiz eri de biçerdi. Meğer bu ateşli silahlar sanatının acemilik dönemiymiş; mermiler o zamandan beri çok gelişti. Rodman topu, yarım ton gelen bir top güllesini yedi mil uzağa fırlatıyor ve yüz elli atla üç yüz eri hemencecik yere seriyordu. Öyle ki Gun Club’da bunun görkemli bir denemesinin yapılması bile söz konusu edildi. Gelgelelim bu denemeye atlar razı geldilerse de maalesef insanlar pek yanaşmadılar.

Her hâlükârda topların pek can alıcı bir etkisi vardı ve her atışta askerler orakla biçilen ekinler gibi dökülüyorlardı. 1587 yılında Coutras’da yirmi beş eri ortadan kaldıran güllenin, 1758 yılında Zandorf’ta kırk piyadenin canını alan güllenin veya Kesselsdorf’ta her salvosu yetmiş düşmanı deviren 1742 yapımı Avusturya topunun bu mermilerin yanında sözü edilir mi? Iéna veya Austerlitz’de savaşın gidişatını değiştiren o hayret verici ateşler de neymiş öyle! Amerikan İç Savaşı’nda onları gölgede bırakan niceleri görüldü. Gettysburg Muharebesi’nde, yivli topla atılan konik bir mermi yetmiş üç Kuzeyliye isabet etmişti. Potomac Nehri geçilirken bir Rodman güllesi iki yüz Güneylinin dünyalarını değiştirip adamları daha iyi olduğu besbelli bir yere göndermişti. Yeri gelmişken Gun Club’ın sekreterliğini sürekli olarak elinde bulunduran saygın üyesi J. T. Maston’ın icat ettiği müthiş havan topundan da bahsetmek gerekir. Bu icat hayli kanlı sonuçlara yol açtı; deneme atışında üç yüz otuz yedi kişinin canını almıştı; şu var ki bu olay, güllenin bir hata sonucu erken patlamasıyla meydana gelmişti.

Hiçbir yoruma yer bırakmayan bu meydandaki rakamlara ek olarak başka ne diyebiliriz ki? Hiçbir şey! Dolayısıyla da İstatistikçi Pitcairn’in şu hesabına itiraz etmenin hiçbir yolu yoktur: Top mermileriyle canını kaybedenlerin sayısını Gun Club üye sayısına bölünce görmüş ki her bir üye ortalama olarak kendi hesabına, iki bin üç yüz yetmiş beş virgül bilmem kaç adam öldürmüş oluyor.

Bu sayı göz önünde bulundurulduğunda bu işinin ehli kulübün en başta gelen tasasının, birer medeniyet aracı olarak görülen savaş aletlerinin geliştirilmesi ve insanları insancıl bir amaç uğruna öldürmek olduğu açık seçik görülür.

Şundan da bahsetmezsem adil davranmamış olurum: Cesurluklarıyla tanınan Yankiler, teoriler ve formüllere gömülmek yerine, kendi icatları için yüklü miktarda para harcıyorlardı. Bu kişilerin arasında, teğmenden amirale kadar her rütbeden ve her yaştan askeri saymak mümkündü. İçlerinde daha silahlarla yeni yeni haşır neşir olanlar da vardı, elinde silahla büyümüş olanlar da. Bu insanların birçoğu savaş alanlarında canlarını vererek Gun Club Şeref Kütüğü’ne isimlerini yazdırdılar, birçoğu da geri dönmeyi başararak aldıkları yaralarla su götürmez kahramanlıklarını kanıtlamış oldular. Koltuk değnekleri, tahta bacaklar, takma kollar, demir kancalar, kauçuk çeneler, gümüş kafatasları, platin burunlar… Hepsine rastlamak mümkündü. Hatta saygın İstatistikçi Pitcairn’e göre, Gun Club üyelerinden her dört kişiden birinde tek kol, her altı kişiden birinde de tek bacak vardı.

Yine de bu cesur topçular bu küçük ayrıntılara kafa yormuyorlardı ve öldürülen düşman sayısı harcanan cephaneyi ona katlayınca haklı olarak bundan gurur duyuyorlardı.

Fakat sıkıcı ve melankolik bir günde, savaş sonrası hayatta kalanlar arasında barış imzalandı. Silah sesleri giderek azaldı, obüslerin sesi duyulmaz oldu, havan topları bir süreliğine susturuldu, toplar cephaneliğe geri götürüldü, top mermileri ortadan kaldırıldı, tüm kanlı savaş hatıraları gizlendi, gayet iyi gübrelenmiş olan pamuklar özgürce yeşerdi, tüm yas tutmalar ve keder bir kenara bırakıldı, böylece Gun Club, uzun bir gerileme dönemine girmiş oldu.

Daha üst düzey ve müzmin teoristlerden pek azı, hâlâ mermiler üzerinde kafa yoruyordu. Görülmemiş kalibredeki havan topları ve devasa top mermileri üzerinde çalışıyorlardı. Uygulamaya koyulamayınca böylesi teorik çalışmalar neye yarardı ki? Sonuç olarak kulüpteki odalar yavaş yavaş tenhalaştı, uşaklar bekleme odasında uyuklamaya ve karanlık köşelerden horultular yükselmeye başladı. Eskiden gürültülü toplantılarda buluşan kulüp üyeleri, bu feci barış hâlinin sessizliğine gömüldü ve kendilerini topçuluğun Platonvari bir hayaline bıraktılar.

“Felaket bu!” diye bağırdı bir akşam Tom Hunter, tahta bacakları sigara odasındaki şöminenin karşısında kavrulurken. “Ne yapacak bir şey var ne de beklemeye değer bir şey! Hiçbir şey yok! Acaba o güzel sesleriyle bizleri bir daha ne zaman uyandıracak toplar?”

“O günler geride kaldı!” diye cevapladı çevik Bilsby, olmayan kollarını uzatmaya çalışarak. “Ne güzel günlerdi! Kendi havanını icat edersin, döküm biter bitmez de düşmanın suratında hemencecik deneyiverirsin. Sonra kampa Sherman’dan övgü dolu bir söz duymuş veya McClellan’ın elini dostça sıkmış olarak dönersin! Artık generaller tüccarlığa geri döndü, mermi yerine pamuk balyası gönderiyorlar! Tanrı’m, Amerikan topçuluğu öldü!”

“Evet Bilsby!” diye bağırdı Albay Blomsberry, “Ne kötü! Sen kalk günün birinde rahatını boz, silah kullanmayı öğren, Baltimore’dan savaş alanlarına koş, kahramanlık göster, bunun ardından, iki üç sene sonra bu zahmetinin meyvesi olarak hiçbir şeyin olmasın elinde! Izdıraplı bir başıboşluk içinde ellerin cebinde kalakal öyle!”

Kahraman albay güzel konuşmuştu fakat başıboşluk konusundaki sözlerini somutlaştıramazdı, bunu engelleyen şey de cebinin olmaması değildi.

“Evet, ufukta görünen bir savaş da yok!” diye devam etti meşhur James T. Maston, dımdazlak kafasını demir kancasıyla kaşırken. “Ufukta tek bir bulut bile görünmüyor. Hem de topçuluk biliminin gelişimi açısından bu denli gergin bir dönemde! Evet, baylar! Sizlere hitap etmekte olan bendeniz, bu sabah itibarıyla, planı, kesiti, yüksekliğiyle savaş kurallarını değiştirecek bir havan topunun ana taslağını tamamlamış bulunuyorum!”

Gun Club’ın topçu askerleri

“Olamaz! Gerçekten mi?” diye atıldı Tom Hunter. Aklına daha ilk denemesinde üç yüz yetmiş beş kişiyi katleden, saygıdeğer J. T. Maston’ın icadı gelmişti.

“Gerçek!” diye cevapladı öbürü, “Bu zamana kadar yapılmış çalışmaların, aşılmış zorlukların ne önemi var? Boşa harcanan zaman! Yeni dünya barış içinde yaşamakta kararlı gibi gözüküyor ve bizim ‘Tribune’ gazetemiz, nüfustaki bu inanılmaz artışın sebep olacağı bazı felaketleri öngörüyor!”

“Bununla beraber…” diye söz aldı Albay Blomsberry, “Avrupa’da ulusallık ilkelerini desteklemek için hâlâ çarpışıyorlar.”

“Yani?”

“Yani orada iş yapacağımız bir durum olabilir ve eğer bizim hizmetimizi kabul ederlerse…”

“Neyin hayalini kuruyorsun sen?” diye bağırdı Bilsby, “Yabancıların hayrına topçuluk yapmanın mı?”

“Hiçbir şey yapmadan burada oturmaktan daha iyidir.” diye cevapladı albay.

“Kesinlikle!” dedi J. T. Maston, “Ama yine de bu hayalin ardından gitmemeliyiz.”

“Peki ama niye?” diye üsteledi albay.

“Çünkü Eski Dünya’dakilerin ilerleme düşünceleriyle biz Amerikalıların düşünceleri oldukça zıt. Onlara göre, asteğmen olmadan general olunmaz. Yani bu durum şöyle demeye eş değer: Kimse kendi yapmadığı silahı doğrultamaz!”

“Saçma!” diye cevapladı Tom Hunter, rahat koltuğunun ahşap kolçağını av bıçağıyla oyarken. “Fakat orada da durum böyleyse bize kalan tek şey tütün ekip balina yağı damıtmak!”

“Ne dedin sen?!” diye kükredi J. T. Maston, “Ömrümüzün geri kalan yıllarını top yapmakla geçiremeyeceğiz mi yani? Silahların menzillerini deneme fırsatını tekrar bulamayacak mıyız? Top mermilerimiz gökyüzünü aydınlatmayacak mı hiç? Denizaşırı ülkelere savaş açmak için uluslararası bir fırsat geçmeyecek mi elimize? Fransızlar buharlı gemilerimizden birini batırmayacak veya İngilizler insan haklarını ihlal edip birkaç vatandaşımızı asmayacak mı?”

“Maalesef öyle bir şansımız yok.” diye cevapladı Albay Blomsberry, “Böyle bir şey olması neredeyse imkânsız. Böyle bir şey olsa bile biz yararlanamayacağız. Amerikan duyarlılığı gittikçe azalıyor ve bir gün hepimize tasmayı geçirecekler!”

“Evet kendi kendimizi aşağılıyoruz!” diye cevap verdi Bilsby.

“Ve bizi aşağılıyorlar!” dedi Tom Hunter.

“Çok haklısınız.” diye atıldı J. T. Maston tazelenmiş bir sesle, “Binlerce savaş sebebimiz var ama biz yine de savaşta değiliz! Kollarımızı ve bacaklarımızı ne yapacaklarını bilmeyen insanlar için saklıyoruz! Ama savaş sebebi bulmak için çok uzağa gitmeye hiç gerek yok. Kuzey Amerika bir zamanlar İngiltere’ye ait değil miydi?”

“Şüphesiz.” diye cevapladı Tom Hunter, “Niye İngiltere de kendi sırası geldiğinde Amerikan toprağı olmuyor?”

“Bu kesinlikle gayet adil olur!” dedi Albay Blomsberry.

“Gidip bunu Amerika Birleşik Devletleri başkanına sunun o zaman!” diye atıldı J. T. Maston, “Ve görelim bakalım sizi nasıl karşılayacak.”

“Peh!” diye söylendi Bilsby, savaştan sonra ağzında kalan dört dişin arasından, “Bu hiç işe yaramaz!”

“Tanrı biliyor!” diye söylendi J. T. Maston, “Bir sonraki seçimlerde benim oyuma güvenmesin!”