banner banner banner
Ay’a Yolculuk
Ay’a Yolculuk
Оценить:
 Рейтинг: 0

Ay’a Yolculuk


“Hiçbirimizin oyuna güvenmesin!” diye kükredi bu aksi maluller.

“Bu arada…” diye söz aldı J. T. Maston, “Eğer yeni havan toplarımı deneyecek sahici bir savaş meydanı bulamazsam Gun Club üyelerine veda edip kendimi Arkansas çayırlıklarına gömeceğim!”

“Böyle bir durumda biz de sana eşlik ederiz!” diye atıldı diğerleri.

Durum böylesine vahimken ve kulüp kapanma tehlikesiyle karşı karşıyayken bu denli elim bir olayın olmasını engelleyecek beklenmedik bir şey oldu.

Bu konuşmanın ertesi sabahı, üyelerin her biri, içinde şu satırların bulunduğu bir genelge aldı:

Baltimore, 3 Ekim

Gun Club başkanı, 5 Ekim günü yapılacak olan toplantıda, üyeleri oldukça sıra dışı bir konuda bilgilendireceğini duyurmaktan onur duyar. Dolayısıyla bu çağrıya her koşulda riayet etmelerini rica eder.

    Saygılar, IMPEY BARBICANE, G. C. Bşk.

II. BÖLÜM

BAŞKAN BARBICANE’İN KONUŞMASI

5 Ekim günü akşam saat sekizde, Union Meydanı’nda 21 numarada bulunan Gun Club’ın salonlarına büyük bir kalabalık akın etmişti. Baltimore’da yaşayan tüm kulüp üyeleri, başkanlarının çağrısına uymuştu. Dışarıdaki üyelere gelince… Ekspres trenler yüzlerce üyeyi şehrin sokaklarına boşaltmaktaydı. Şehrin tüm caddelerine ilanlar asılmıştı ve büyük salon ne denli büyük olursa olsun, bu âlimler ordusunun hepsine kucak açamıyordu. Kalabalık, yan odalara, koridorlara, avluya taşmıştı. Bu kalabalık, kapılara dayanan ve Başkan Barbicane’in söyleyeceklerini duymak için itişip kakışan, “özerklik” duygusuyla yetişmiş bireylere özgü bir özgürlük anlayışıyla içeri girmeye uğraşan ayaktakımına göğüs germekteydi.

O akşam şans eseri Baltimore’da olan birisi, ne verirse versin salona girmeyi başaramazdı. Bu salon kesinlikle ve kesinlikle asil ve uzaktan irtibat sağlayan üyelere ayrılmıştı. Başka hiç kimsenin içeri girmesi mümkün değildi. Böylece şehrin önde gelenleri, belediye meclisi üyeleri ve “önemli kimse”ler, içeriden gelecek bir haber için dışarıdaki sıradan insanların arasına karışmak zorunda kalmıştı.

Yani geniş salon, meraklı bir kalabalıkla dolup taşmıştı. Bu kocaman salon, amacına uygun olarak hazırlanmıştı. Kubbenin dökme demirden yapılmış, oya gibi işli, ince, demir iskeletini, kalın havanlar bindirilmiş toplardan oluşan sütunlar desteklemekteydi. Uzun tüfekler, yayvan namlulu kısa tüfekler, altıpatlarlar, karabinalar, arkebüzler, yani eski ve yeni her türlü silah, iç içe, göze hoş görünen bir düzende, sanki öldürmek için değil de süslemek için yaratılmışçasına duvarlarda yer alıyordu. Bir avize misali birbirine tutturulmuş pek çok tabanca arasından gelen gaz lambası ışığı göz kamaştırırken diğer yanda birbirine geçmiş eski tip tüfeklerden oluşan başka bir avizeden gelen ışık, bu büyüleyici manzarayı tamamlıyordu. Top maketleri, bronz örnekler, delik deşik olmuş nişan tahtaları, Gun Club’ın atışlarıyla dövülmüş levhalar, mermi süngüleri ve namlu temizleyicileri, bir dizi mermi ve gülle… Kısacası ateşli silahlarla ilgili her türlü malzeme öylesine göze hitap eden bir şekilde yerleştirilmişlerdi ki insan, öldürmek için değil de süslemek için yapıldıklarını düşünebilirdi…

Salonun diğer ucunda, başkan ve dört sekreteri kocaman bir yükseltinin tepesinde yerlerini almıştı. Başkanın oturmakta olduğu koltuk, oymalı bir top arabasına konulmuştu ve görüntüsüyle 32 parmaklık, doksan derece dikilmiş ve kulplara asılı hantal bir havanı andırıyordu. Öyle ki çok sıcak havalarda başkan sallanan sandalyedeymiş gibi sallanarak ferahlayabilirdi. Altı adet kısa ve hafif top mermisinin üzerine oturtulmuş bir levhadan oluşan masada, gayet güzel oyulmuş bir İspanyol silahından bozma, çok zevkli bir mürekkep hokkası ve gerektiğinde bir silah kadar gür ses çıkartabilen bir çan bulunmaktaydı. Ama bu yeni moda çan bile hararetli tartışmalar esnasında gürültücü topçuların sesini bastırmaya yetmiyordu.

Masanın önünde bir çit misali zikzak biçimde dizilmiş sedirler vardı ve perde hattı üzerinde Gun Club üyelerinin oturduğu bir dizi burç oluşturmaktaydılar. Böylesine sıra dışı bir akşam için, “Surlar bayağı kalabalıktı.” denebilir. Hepsi, başkanı, geçerli bir sebebi olmadıkça meslektaşlarını dara sokmayacağını bilecek kadar tanıyordu.

Impey Barbicane kırk yaşlarında, sakin, mesafeli, sert mizaçlı, gayet ciddi ve kendine güvenli, bir kronometre kadar dakik, temkinli ve kolay kolay sinirlenmeyen, hiçbir şekilde kibar olmayan fakat diğer yandan gayet cesur ve en zor durumlarda bile pratik çözümler üretebilen tam bir İngiliz, bir Kuzey kolonicisiydi. Stuart Hanedanı’nın başına bela olan Toparlak Kafalıların[2 - İngiltere’de iç savaş esnasında, krala karşı Parlamentoyu destekleyen kişilere verilen ad. Kral yanlılarının aksine saçlarını kısa kestiren püritenlerle alay etmek için ortaya çıkmıştır. Toparlak Kafalı, parlamenter kelimesinden daha çok akılda kalır olduğundan bu şekilde anılmışlardır. (ç.n.)] soyundan gelmekteydi. Ana vatanın süvarileri olan Güneyli beylerin amansız düşmanıydı. Yani tek kelimeyle katıksız bir Yanki idi.

Barbicane kereste ticaretinden zengin olmuştu. Savaş esnasında topçu sınıfının başına atanarak üretkenliğini ispatlamıştı. Bu silahların gelişimine katkıda bulunmuş ve deneysel çalışmalara benzersiz bir ivme kazandırmıştı.

Orta boylu biriydi ve Gun Club’da pek de rastlanmayan bir şey olarak kolları ve bacakları yerli yerinde duruyordu. Yüzünün keskin hatları sanki bir cetvel ve pergel kullanılarak çizilmişti. Eğer bir insanın mizacını anlamak için yüzüne bakmak gerektiği doğruysa ve Barbicane’inkine bakarsanız, enerji, korkusuzluk ve soğukkanlılığı rahatça okuyabilirdiniz.

O esnada sessizce, düşüncelere dalmış bir vaziyette, koltuğunda oturmaktaydı. Başında ise Amerikalıların kafasına vidalanmış gibi duran yüksek silindir şapkası vardı.

Çevresindeki, birbirlerine sorular soran, birtakım tahminlerde bulunan, onun hiç değişmeyen yüzünden bir anlam çıkarmaya çalışan meslektaşlarının gürültülü konuşmalarına rağmen dikkati dağılmıyordu.

Büyük girişteki tok sesli saat sekizi vurduğunda Barbicane zembereğinden boşalmışçasına birden ayağa fırladı. Ortalığa tam bir sessizlik hâkim oldu ve vurgulamaya özen gösteren konuşmacımız, şu sözleri sarf etti:

Başkan Barbicane

“Benim cesur meslektaşlarım, elimizi kolumuzu bağlayan bir barış, uzun zamandır bizleri, Gun Club üyelerini, üzücü bir rehavete itmiş durumda. Birçok olaya şahit olduğumuz yıllardan sonra, çalışmalarımıza ara verip ilerlemekte olduğumuz bu yolda duraksamak zorunda kaldık. Şunu cesurca ifade ederim ki bizleri tekrardan savaş alanlarına çekecek bir savaşın özlemi içindeyiz!”

“Evet, savaş!” diye bağırdı J. T. Maston.

“Susun da dinleyin!” diye karşılık geldi her taraftan.

“Fakat beyler, içinde bulunduğumuz durumda maalesef ufukta bir savaş görünmüyor ve sözümü kesen saygıdeğer üye ne düşünürse düşünsün -bunu ne denli çok istesek de- toplarımızın savaş meydanlarını gümbürdetmesi için uzunca bir zaman beklememiz gerekebilir. Yani kararımızı verip hasretle beklediğimiz olayların gerçekleşmesi için harekete geçmeliyiz!”

Herkes başkanın konuşmasının en önemli anına yaklaşıldığını hissetmişti ve heyecan da aynı oranda artıyordu.

“Birkaç aydan beri sevgili dostlarım…” diye devam etti Barbicane, “Kendi kendime, çizgilerimizden çıkmadan XIX. yüzyıla yaraşır bir işe girişemez miyiz veya ateşli silahlar alanındaki gelişmeler bizi bu girişimimizde başarıya ulaştıramaz mı diye sorup durmaktayım. Çalışıp, değerlendirip, hesaplayıp duruyorum ve çalışmalarımın sonucunda ulaştığım sonuç şudur: Başka hiçbir ülkenin düşünemeyeceği bir girişimde başarılı olabiliriz. Sizlere ve Gun Club önderlerine yaraşır bir iş bu ve dünyada kesinlikle ses getirecek!”

“Ses mi?” diye bağırdı heyecanlı bir topçu.

“Kelimenin tam anlamıyla ses.” diye cevap verdi Barbicane.

“Sözünü kesmeyin!” sözleri yükseldi dört bir yandan.

“Bu durumda cesur arkadaşlarım, bütün dikkatinizi sözlerime vermenizi istirham ediyorum.”

Salonu bir heyecan dalgası sardı. Hızlı bir hareketle şapkasını düzelten Barbicane, hararetle konuşmasına devam etti:

“İçinizde hiç Ay’ı görmemiş, en azından adından söz edildiğini duymamış birisi yoktur. Sizlere gecelerin kraliçesinden bahsetmeme şaşırmayın. Belki de bizim bu bilinmeyen dünyanın Kolomb’ları olmamız kaderimizdir. Sadece planımın bir parçası ve benim destekçim olun ve ben de sizi onun fethedilmesine ve Birleşik Devletler’in otuz altı eyaletine eklenmesine ortak kılayım.”

“Ay’a, Ay’a, Ay’a!” diye tüm üyeler bağırdı hep bir ağızdan.

“Ay, sevgili dostlarım, uzun zamandır dikkatle incelenmekte.” diye devam etti Barbicane, “Kütlesi, yoğunluğu, hacmi, yapısı, hareketleri, uzaklığı ile beraber aynı zamanda Güneş Sistemi’ndeki konumu da tam olarak belirlendi. Yeryüzü haritaları kadar ayrıntılı selenografik haritalar çizilmiştir. Çekilen fotoğraflar uydumuzun güzelliğini gözler önüne sermiştir. Tüm bu bilgiler bize matematiksel bilimin, astronominin, jeolojinin ve ışık biliminin verdiği bilgilerdir. Ama günümüze kadar kimse Ay’a gitmeyi başaramamıştır.”

Konuşmacının bu sözleri üzerine bir heyecan dalgası yükseldi salondan.

“İzin verin de…” diye devam etti Barbicane, “Sizlere düşsel yolculuklara başlayan bazı coşkulu kimselerin uydumuzla ilgili gizemleri nasıl çözdüklerinden bahsedeyim. XVII. yüzyılda David Fabricius adlı birisi, Ay’da yaşayanları kendi gözleriyle gördüğünü ileri sürmüştür. 1649’da bir Fransız, Jean Baudoin, ‘İspanyol Kâşif Domingo Gonzalez’in Dünya’dan Ay’a Yolculuğu’ adlı eseri yayımlamıştır. Aynı dönemlerde, Cyrano de Bergerac da Fransa’da büyük ses getiren ünlü hikâyesini yayımlamıştır. Fontenelle adlı başka bir Fransız da -bu adamlar da Ay’la ne çok ilgilenmişler- kendi döneminde bir başyapıt olan ‘Dünyaların Çoğulluğu’nu yazmıştır. Bu kitap bir başyapıt olmuş fakat bilim gelişirken başyapıtları bile ezebiliyor. 1835 yılında ise ‘New York American’ adlı dergide çevirisi yayımlanan bir kitapçıkta, astronomi gözlemleri yapmak için Ümit Burnu’na giden Sör John Herschell’ın içten aydınlatmalı bir teleskopla Ay’ı seksen yardadan daha kısa bir mesafeden gözlemleyebildiğinden bahsedilmektedir! Böylece hipopotamların yaşadığı mağaraları, altın işlemeli yeşil dağları, fil dişi boynuzlu koyunları, beyaz geyikleri ve yarasa kanatlarını andıran kanatları olan yerlileri gözlemleyebilmiştir! Locke adında bir Amerikalıya ait olan bu broşür, çok sayıda satılmıştır. Gel gör ki kısa bir zaman sonra bunun bilimsel bir yalan olduğu ortaya çıktı ve eserle ilk alay edenler Fransızlar oldu.”

Gun Club Toplantısı

“Bir Amerikalıyla nasıl alay ederlermiş!” diye haykırdı J. T. Mas-ton, “İşte size bir savaş nedeni!”

“Tasa etmeyin saygıdeğer dostum, Fransızlar alaya almadan evvel yurttaşımızın yazdıklarına pek aldanmışlardı. Bu hızlı anlatımı sonlandırmam gerekirse Rotterdam’lı Hans Pfaal’ın nitrojenden elde ettiği ve hidrojenden otuz beş kat daha hafif olan bir gazla doldurduğu balonla on dokuz saatlik bir yolculuk sonunda Ay’a ayak bastığını belirtmem gerek! Daha önce anlattıklarım gibi bu seyahat de tamamen hayal ürünüdür ve ünlü, çok zeki, sevilen bir Amerikan yazarın kaleminden çıkmıştır, yani Edgar Poe’nun!”

“Yaşasın Edgar Poe!” diye bağırdı kalabalık, başkanın sözlerinden oldukça etkilenmişlerdi.

“Burada…” diye söze girdi Barbicane, “Sadece kâğıt üzerinde kalan ve gecenin kraliçesiyle ilgili hiçbir ayrıntıya ışık tutamayan araştırmaları sıraladım. Yine de şunları da eklemeliyim ki birkaç sivri zekâlı adam, Ay ile ciddi olarak iletişime geçmeye kalkışmışlardır. Birkaç yıl önce bir Alman geometri bilgini, Sibirya dağlıklarına bir bilgin heyeti göndermeyi önerdi. Oradaki geniş düzlüklerde büyük geometrik şekiller, özellikle de Fransızların avam tabiriyle ‘eşek köprüsü’ yani hipotenüs karesi çizeceklerdi. ‘Aklı olan her varlık…’ diyordu Alman bilgin, ‘Bu şeklin bilimsel anlamını kavrayabilir. Eğer Ay’da oturanlar varsa onlar da benzer bir işaretle cevap vereceklerdir. Ve böylelikle bir iletişim sağlandıktan sonra, bir alfabe geliştirip Ay ahalisiyle iletişime geçmek kolay olacaktır.’ İşte böyle demişti Alman geometri âlimi ama bu tasarı asla uygulanmadı ve bugüne kadar Ay ve Dünya arasında herhangi bir iletişim kurulmadı. Yıldızlarla iletişime geçme fırsatı Amerikalıların pratik zekâsına kalmıştır. Oraya ulaşma yolları gayet basit, kolay, kesin ve su götürmezdir ve benim size teklifimin amacı da budur!”

Bu sözler bir alkış tufanıyla karşılandı. Bu koca kalabalıkta etkilenmemiş, ikna olmamış ve konuşmacının sözleriyle kendinden geçmemiş tek bir insan bile yoktu!

Salonun her köşesinden sesler yükseliyordu:

“Dinleyin!”

“Konuşmayın!”

“Dinleyin!”

Bu heyecan azıcık diner gibi olunca Barbicane konuşmasına biraz daha ciddi bir ses tonuyla devam etti.

“Sizler de…” diye başladı, “Son birkaç yıl içerisinde ateşli silahlar biliminin ne denli ilerlediğini benim kadar iyi bilmektesiniz. Hatta siz de çok iyi bilirsiniz ki şu anda elimizde bulunan topların gücü ve barutun patlayıcılığı sınırsızdır! İşte, bu noktadan yola çıkarak dayanacak kapasitede bir alet yapılabilirse Ay’a bir mermi gönderilemez mi?”