banner banner banner
Mürver Ağacı
Mürver Ağacı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Mürver Ağacı


Shakespeare’in yanında büyük bir güzelliğe sahip genç ve olağanüstü bir aktörün olması gerektiği, asil kadın kahramanlarının temsilini onlara emanet ettiği elbette su götürmezdi; çünkü Shakespeare yaratıcı bir şair olmanın yanında akıllı bir tiyatro idarecisiydi ve Cyril Graham o genç aktörün gerçekte kim olduğunu keşfetmişti. Adı Will’di ya da Shakespeare’in tercih ettiği haliyle, Willie Hughes. Cyril, o adı, cinaslı soneler 138 ve 143’te buldu elbet; soyadı da ona göre 20. Sone’nin sekizinci dizesinde Mr. W.H.nin,

Erkeklerin en hoşu, en hoş şeyler onundur,

diye tasvir edildiği dizede saklıydı.

Sonelerin ilk basımında, ‘en hoş şeyler’deki ‘Hoş’[20 - İngilizce aslı, Hughes adıyla sesteş olan Hews. (Ç.N.)] büyük harfle ve italik olarak yazılmıştır ve bu, ona göre bir söz oyununun varlığını açıkça gösteriyor, sonelerde use ve usury[21 - (İng.) Hughes adıyla ses benzerliğini belirtmek için aslı korunan sözcükler, fayda ve faiz anlamındadır. (Ç.N.)] gibi ses benzerliği olan kelimelerle yapılan ilginç cinaslar da fikirlerini epey destekliyordu. Ben tabii derhal ona inandım ve gözümde Willie Hughes, Shakespeare’in kendisi kadar gerçek bir kimliğe büründü. Bu görüşe tek itirazım, Willie Hughes adının birinci folyoda, Shakespeare’in kumpanyasına ait oyuncular listesinde olmamasıydı. Fakat Cyril, o adın listede olmamasının aslında kendi görüşünü desteklediğine dikkat çekiyordu; ona göre 86. Sone, Willie Hughes’un rakip bir tiyatroda, belki de Chapman’ın[22 - Oyun yazarı George Chapman (?1559–1634). (Ç.N.)] bazı oyunlarında oynamak için Shakespeare’in kumpanyasını bıraktığını gösteriyordu. Chapman hakkındaki büyük sone de bununla bağlantılı olarak Willie Hughes’a,

Gel gör ki cömert yüzün gülmüş öbür ozana,

Güçsüz kalmış şiirim, konu kalmamış bana,

diye hitap ediyordu. ‘Cömert yüzün gülmüş öbür ozana,’ ifadesi genç oyuncunun güzelliğinin Chapman’a ait dizelere hayat ve gerçeklik kattığına, onlara cazibe kazandırdığına işaret ediyordu. Nitekim aynı fikir 79. Sone’de,

Eskiden senden yardım dileyen bir bendim de,

Güzel varlığın yalnız benim şiirlerimdeydi;

Artık yıkım başladı ince dizelerimde,

Hasta perim yer verdi başkalarına şimdi,

ve Shakespeare’in,

Eline kalem alan, bana özendi artık,[23 - Şiirin İngilizcesinde dizenin son sözcüğü, use. (Ç.N.)]

Şiirler saçtı senin kanadının altında,

dediği ondan bir önceki sonede de dile getiriliyordu. Tabii burada malum söz oyunu (use = Hughes) hemen göze çarpıyor ve ‘Şiirler saçtı senin kanadının altında,’ ifadesi, ‘Oyuncu olarak senin yardımınla oyunlarını insanlara sunuyor,’ anlamı taşıyordu.

Neredeyse sabaha kadar soneleri tekrar tekrar okuduğumuz harika bir akşamdı. Fakat bir zaman sonra, bu fikri kusursuz bir halde dünyaya sunmadan önce Willie Hughes adındaki bu genç oyuncunun varlığı hakkında bazı somut deliller bulmanın gerekli olduğunu görmeye başladım. Bunu kesinleştirebilirsek onun Mr. W.H. ile aynı kişi olduğu artık şüphe götürmezdi; aksi halde her şey suya düşerdi. Düşüncemi kararlı bir şekilde açtığım Cyril cahilce bulduğu yaklaşımıma epey bozuldu, hatta basbayağı sinirlendi. Fakat ben yine de her şeyi şüpheden uzak bir şekilde ortaya koyana kadar bu keşfini açıklamamasının kendi yararına olacağı konusunda ondan söz aldım. Ve haftalar boyu Londra’nın merkezindeki kilise kayıtlarını, Dulwich Üniversitesi’ndeki Alleyn yazmalarını[24 - Elizabeth döneminin ünlü oyuncularından Edward Alleyn’in (1566–1626) günlüğü. (Ç.N.)], Sicil Dairesi’ni ve Başmabeyinci’nin evraklarını, açıkçası, Willie Hughes’a işaret edebileceğini düşündüğümüz her şeyi araştırdık. Tabii hiçbir şey bulamayınca Willie Hughes’un varlığı benim için günden güne daha da bulanıklaştı. Cyril feci bir durumdaydı ve inanmam için bana yalvararak her gün konuyu baştan sona tekrar açıklıyordu. Fakat fikirlerindeki açığı görmüştüm; bütün şüphe ve itirazların ötesinde ispatlanana kadar Willie Hughes’un, Elizabeth devrinde yaşamış şu genç erkek oyuncunun varlığına inanmayı reddediyordum.

Cyril dedesinin yanında kalmak için bir gün şehirden ayrıldı; daha doğrusu ben öyle sanıyordum, ama öyle olmadığını sonra Lord Crediton’dan öğrendim. İki hafta kadar geçtikten sonra Cyril’den bir telgraf aldım. Telgraf Warwick’ten gönderilmişti ve benden akşam saat sekizde mutlaka gelip onunla yemek yememi istiyordu. Gittiğimde bana, ‘İspatı hak etmeyen tek aziz, Tommaso’ydu, ama yine de istediğini bir tek o aldı,’ dedi. Ona ne demek istediğini sordum. Bana, XVI. yüzyılda Willie Hughes adında genç bir erkek oyuncunun varlığını kesinleştirmekle kalmadığını, sonelerdeki Mr. W.H.nin o olduğunu en kesin delillerle de ispatladığını söyledi. O an bana daha fazlasını anlatmadı, ama yemeğin ardından sana sözünü ettiğim resmi ciddiyetle çıkardı ve onu tam bir tesadüf eseri olarak, Warwickshire’daki bir çiftlik evinden satın aldığı eski bir sandığın bir yanına çivilenmiş olarak bulduğunu açıkladı. Elizabeth devrindeki işçiliğin güzel bir örneği olan ve ön yüzünün ortasında W.H. baş harfleri açıkça görülen sandığı Cyril tabii ki yanında getirmişti. Dikkatini zaten o baş harfleri çekmiş. Bana anlattığına göre ancak sandığa sahip olduktan birkaç gün sonra onun içini iyice incelemeyi akıl etmiş. O sabah sandığın bir yanının öbür yanından daha kalın olduğu dikkatini çekmiş ve yakından bakınca ahşap pano üstüne çerçeveli bir resmin oraya tutturulduğunu görmüş. Çıkarınca bakmış ki, şimdi kanepede duran resim. Kir içindeymiş, küfle kaplıymış; ama temizlemeyi başarınca, arayıp durduğu şeyin ta kendisini tesadüfen bulduğunu büyük bir sevinçle fark etmiş. İşte, sonelerin ithaf sayfasına elini dayayan Mr. W.H.nin gerçek portresine bakıyormuş ve çerçevede, solmuş yaldızlı bir zemin üstüne siyah yuvarlak majüskül harflerle genç delikanlının adı, ‘Üstat Will. Hews’ olarak belli belirsiz seçilebiliyormuş.

Eh, daha ne diyebilirdim? Cyril Graham’ın beni aldatıyor olabileceği veya iddiasını sahtecilik yoluyla ispatlamaya çalışabileceği hiç aklıma gelmedi.”

“Ama resim sahteydi, öyle mi?” diye sordum.

Erskine, “Elbette sahteydi,” dedi. “Nefis bir işçiliği vardı, ama sonuçta sahteydi. O sıralar Cyril’in tavrını fazlaca soğukkanlı bulmuştum; ama kendi hesabına böyle bir delile ihtiyaç duymadığını, o olmadan da Willie Hughes’un kimliğine tam bir kanaat getirdiğini bana bir değil, birkaç defa söylediğini iyi hatırlıyorum. Ben de ona gülüyor, o delil olmadan fikirlerinin geçerliliğini yitireceğini söyleyerek bu muhteşem keşiften ötürü onu candan kutluyordum. Sonra resmin gravürünü veya kopyasını yapmak gerektiğini düşündük ve onu, Cyril’in hazırladığı soneler baskısının kapağına koyduk. Üç ay boyunca yemedik içmedik, metin ve anlamlardaki tüm güçlüklerin üstesinden gelene kadar her şiirin satır satır üstünden geçtik. Sonra, Holborn’daki bir gravürcüye uğradığım talihsiz bir gün, tezgâhın üstünde gümüş uçlu kalemle yapılmış son derece güzel çizimler gördüm. Bana o kadar nefis geldiler ki, onları hemen satın aldım ve Rawling adındaki dükkân sahibi, çok zeki olmakla beraber meteliğe kurşun atan Edward Merton diye genç bir ressamın onları yaptığını açıkladı. Merton’un adresini aldım ve birkaç gün sonra onu görmeye gittiğimde, karşımda solgun, ilginç bir genç adam ve gayet sıradan görünüşlü, sonradan ona modellik yaptığını öğrendiğim karısını buldum. Merton’a çizimlerini ne kadar beğendiğimi açıklayınca çok memnun oldu, ben de başka çalışmalarını gösterip gösteremeyeceğini sordum. Gerçekten hepsi de çok nefis olan ve adamın elindeki büyük hassasiyeti ve zevki belli eden çalışmalarını gözden geçirirken, birdenbire Mr. W.H.nin resmine ait bir çizimi fark ettim. Hiç şüphem yoktu. Resmin neredeyse bire bir kopyasıydı ve aradaki tek fark, Tragedya ve Komedya maskelerinin mermer masadan sarkmak yerine gencin ayaklarının dibinde olmasıydı. ‘Bunu da nereden buldunuz?’ diye sordum. Epeyce şaşırarak, ‘… Bu mu? Önemli bir şey değil. Burada olduğunu bile bilmiyordum. Herhangi bir kıymeti yok,’ dedi. Karısı, ‘Mr. Cyril Graham’a yaptığın şey değil mi o?’ diye seslendi. ‘Beyefendi almak istiyorsa bırak alsın.’ ‘Mr. Cyril Graham mı?’ diye sordum. ‘Mr. W.H.nin resmini siz mi yaptınız?’ Kıpkırmızı kesilerek, ‘Ne demek istediğinizi anlamıyorum,’ diye karşılık verdi. Nasıl diyeyim? Her şey çok korkunçtu. Karısı ne varsa hepsini ortaya döktü. Çıkarken ona beş pound bıraktım. Şimdi bile düşünmeye dayanamıyorum; ama o zaman tabii öfkeden deliye dönmüştüm. Hiç gecikmeden Cyril’in evine gittim, yüzünde mide bulandırıcı yalan bir bakışla gelene kadar onu üç saat bekledim ve yaptığı sahteciliği öğrendiğimi açıkladım. Beti benzi atarak, ‘… Sırf senin için yaptım. Başka türlü ikna olmayacaktın. Fikirlerimin doğruluğunu etkilemez bu,’ dedi. ‘Fikirlerinin doğruluğu mu?’ diye bağırdım. ‘İyisi mi bunu hiç açmayalım. O fikirlere kendin bile inanmıyordun. Yoksa ispatlamak için ne diye sahtecilik yapasın?’ Ağzımızı açıp gözümüzü yumduk; korkunç bir münakaşaydı. Zannedersem abartılı tepki verdim. Ertesi sabah ölüsü bulundu.”

“Ölüsü mü?” diye haykırdım.

“Evet. Tabancayla kendini vurmuş. Kanı resmin çerçevesine de sıçramış, tam Hughes’un adının yazılı olduğu yere. Uşağı derhal bana haber verdi; oraya vardığımda polis gelmişti bile. Cyril büyük bir huzursuzluk ve ıstırapla yazıldığı belli olan bir mektup bırakmıştı bana.”

“Ne yazıyordu?” diye sordum.

“Willie Hughes’a kesinlikle inandığını; sahte resmi sırf benim için yaptırdığını ve bunun, fikirlerinin doğruluğuna hiçbir zarar vermediğini; bütün bunlara inancının ne kadar sağlam ve kusursuz olduğunu göstermek için sonelerin sırrına adanmak üzere hayatını feda edeceğini. Düşüncesizce, delice bir mektuptu işte. Willie Hughes gerçeğini bana emanet ederek; onu dünyaya tanıtmanın, Shakespeare’in kalbindeki sırrı açmanın artık bana kaldığını söyleyerek mektubunu bitirdiğini hatırlıyorum.”

“Ne kadar trajik bir hikâye,” dedim. “Peki vasiyetini neden yerine getirmedin?”

Erskine omuz silkti. “Çünkü fikirleri baştan sona çürük,” diye cevap verdi.

Yerimden kalkarak, “Sevgili Erskine,” dedim, “büyük bir yanlışın var. Shakespeare’in sonelerini açan tek gerçek anahtar bu değilse nedir? Cyril’in fikirleri bütün ayrıntılarına kadar eksiksiz görünüyor. Bence Willie Hughes gerçek.”

Erskine ciddiyetle, “Öyle deme,” dedi. “Bana kalırsa Cyril’in görüşünde onulmaz bir şeyler var, üstelik bilimsellikten de yoksun. Bütün konuyu derinine araştırdım ve seni temin ederim, Cyril’in fikirleri tamamen temelsiz. Bir yere kadar mantıklı görünüyor. Ama orada kalıyor. Canım kardeşim, ne olur bunun üstüne daha fazla gitme. Sonunda boş yere kalbin kırılır.”

“Erskine,” dedim, “bunu dünyaya duyurmak senin vazifen. Sen yapmazsan ben yaparım. Bunu saklayarak edebiyat şehitlerinin en genci ve en görkemlisi olan Cyril Graham’ın hatırasına haksızlık ediyorsun. Hakkını yememen için sana yalvarıyorum. O bunun uğruna öldü; ölümü boşa mı gitsin?”

Erskine bana hayretle baktı. “Hâlâ olayın etkisindesin,” dedi. “Unutuyorsun, ama birisi uğruna öldü diye bir şeyin doğru olması gerekmiyor. Cyril Graham’ı canım gibi severdim. Ölümü benim için korkunç bir felaket oldu. Yıllarca kendimi toparlayamadım. Hâlâ da tam olarak toparladığımı söyleyemem. Ama Willie Hughes? Willie Hughes boş bir fikir. Öyle biri hiç yaşamadı. Bu konuyu dünyanın dikkatine sunmaya gelince, dünya Cyril Graham’ın kendini kazara vurduğunu sanıyor. İntihar ettiğinin yegâne ispatı bana yazdığı mektuptu, ama ondan da kimsenin haberi olmadı. Lord Crediton hâlâ olayın bir kaza olduğuna inanıyor.”

“Cyril Graham hayatını büyük bir fikir uğruna feda etmiş,” diye karşılık verdim. “Onun şehadetini açıklamayacaksan bile hiç olmazsa inandığı şeyi açıkla.”

Erskine, “Onun inandığı şey bir yanlışa, temeli olmayan bir fikre, hiçbir Shakespeare bilgininin bir an bile kabul etmeyeceği bir düşünceye dayanıyordu,” dedi. “Buna ancak gülerler. Kendini gülünç duruma düşürme, sonu olmayan bir yola girme. İspatlanması gereken asıl şey bir insanın varlığıyken sen onun varlığını baştan kabul ederek işe başlıyorsun. Hem sonelerin Lord Pembroke’a hitap ettiğini herkes biliyor. Bu konu temelli olarak çözüldü.”

“Hiçbir şey çözülmüş değil!” diye atıldım. “Cyril Graham’ın fikirlerini onun bıraktığı yerden alacağım ve dünyaya onun haklı olduğunu ispat edeceğim.”

Erskine, “Budala çocuk!” dedi. “Evine dön, saat ikiyi geçiyor; bir daha da Willie Hughes’u aklına getirme. Keşke sana bunu hiç anlatmasaydım; kendim inanmadığım bir fikri sana aşıladığım için çok üzgünüm.”

“Bana çağdaş edebiyata ait en büyük sırrın anahtarını verdin,” dedim. “Artık en büyük çağdaş Shakespeare uzmanının Cyril Graham olduğuna seni ikna edene, hatta herkesi ikna edene kadar bana rahat yok.”

St. James Parkı’ndan eve doğru dönerken Londra semalarında şafak sökmeye başlıyordu. Beyaz kuğular aynayı andıran gölette uyuyor, ıssız Saray mor bir renkle soluk yeşil göğe karşı yükseliyordu. Cyril Graham’ı düşününce gözlerime yaşlar hücum etti.

II

Uyandığımda saat on ikiyi geçiyordu ve güneş, puslu altın renginden eğik uzun huzmeler halinde perdelerden içeri süzülüyordu. Uşağıma, evde olduğumu kimseye söylememesini tembihledim; bir fincan sıcak çikolatayla bir petit pain’in[25 - (Fr.) Küçük yuvarlak ekmek. (Ç.N.)] ardından Shakespeare’in sonelerini raftan indirdim ve dikkatle gözden geçirmeye başladım. Her şiir Cyril Graham’ın görüşünü doğrular gibiydi. Sanki elimi Shakespeare’in kalbine dayamış, tutkunun her atışını, her vuruşunu tek tek sayabiliyordum. Her dizede genç oyuncunun güzelliğini düşünüyor, onun yüzünü görüyordum.

İki sonenin, 53. ve 67. Sonelerin beni özellikle çarptığını hatırlıyorum. Bunların ilkinde Shakespeare hünerli oyunculuğundan dolayı; Rosalind’den Juliet’e, Beatrice’ten Ophelia’ya kadar türlü rolleri üstlenebilmesinden dolayı Willie Hughes’a iltifat ederken,

Sen neden yapılmışsın, varlığının özü ne?

Sayısız garip gölge, el pençe divan sana.

Herkes tek bir kez yansır, herkeste tek bir gölge;

Tek olan senden düşer her gölge dört bir yana,

Bu dizeler ancak bir oyuncuya hitap ediyorsa mantıklıdır, çünkü Shakespeare’in yaşadığı çağda “gölge” kelimesi sahneyle bağlantılı bir anlam taşıyordu. Nitekim Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda Theseus, oyuncular için, “Bunların en iyisi gölgedir, gölge,”[26 - Nureddin Sevin’in çevirisinden. Hilmi Kitabevi, 1936, İstanbul. (Ç.N.)] der ve zaten o devrin edebiyatında da buna benzer birçok gönderme vardır. Dolayısıyla bu soneler belli ki aktörlük sanatının, mükemmel bir sahne oyuncusu olmak için gerekli olan şu garip ve nadir mizacın doğasını ele alan şiirler dizisine aitti. Shakespeare, “Bu kadar çok kişiliğin nasıl olabiliyor?” diye sorar Willie Hughes’a; ardından, hülyaların her şekil ve evresini gerçekleştirecek, yaratıcı hayal gücünün her düşlediğini var edecek bir güzelliğe sahip olduğunu söyler. Bu fikir hemen müteakip sonede de daha açıklığa kavuşturulur ve Shakespeare,

Ah, güzellik nasıl da doğruluğun kattığı

Canım süslerle kat kat güzelliğe bürünür,

ile başlayan zarif düşünceli dizelerle bizi oyunculuğun hakikatiyle, sahnede görünür bir temsil yapmanın hakikatiyle şiir mucizesinin nasıl perçinlendiğini, onun hoşluğuna nasıl can ve ideal biçimine nasıl gerçeklik katıldığını anlamaya davet eder. Halbuki 67. Sone, Willie Hughes’u yapmacıklığıyla, hayatı yanlış yansıtan boyalı yüzleri ve gerçekdışı kostümleriyle, ahlaksız etki ve imalarıyla, asil davranış ve samimi sözlerin doğru dünyasından uzaklığıyla sahneden uzaklaşmaya çağırır.

Ah, neden yaşar sanki sevgilim illetlerle?

Varlığıyla şenlenir imansızlar bölüğü…

Günahın ekmeğine neden yağ sürer böyle