Jan Kleyn için iki kez cinayet işlemişti. Bu iki görevi de başarıyla yerine getirmişti. Jan Kleyn ondan çok memnundu. O günden beri sürekli olarak karşılaşmalarına karşın Jan Kleyn, Victor Mabasha’nın elini hiç sıkmamıştı.
Johannesburg’un ışıkları artık arkada kalmıştı. Pretoria otoyolunda trafik yoğun değildi. Victor Mabasha arkasına yaslanarak gözlerini kapadı. Bir daha görüşmeme kararı alan Jan Kleyn’in neden fikir değiştirdiğini az sonra öğrenecekti. İstememesine karşın yine de heyecanlandığını hissetti. Çok önemli bir şey olmadıkça Jan Kleyn onu yanına çağırtmazdı.
Tepedeki ev, Hammanskraal’ın yaklaşık on kilometre dışındaydı. Tel örgülerle çevriliydi. Alman çoban köpekleri eve yabancıların yaklaşmasına izin vermiyordu.
O akşamüstü iki adam avcılıkla ilgili kupalarla dolu bir odada oturmuş Victor Mabasha’nın gelmesini bekliyordu. Perdeleri çekilmiş ve hizmetkârlar evlerine gönderilmişti. Yeşil örtülü masanın iki başında oturuyorlardı. Viski içiyor ve alınmış tüm önlemlere karşın sanki birilerinin kendilerini duymasından korkarcasına alçak sesle konuşuyorlardı.
Adamlardan biri Jan Kleyn’di. Çok ciddi bir hastalıktan yeni kalkmışçasına zayıftı. Yüzü sivri ve köşeliydi. Gri gözleri, ince sarı saçları vardı. Koyu renk bir takım elbise, beyaz gömlek giymiş ve bir kravat takmıştı. Sesi boğuk çıkıyordu.
Diğer adamsa onun tam tersiydi. Franz Malan uzun boylu ve şişmandı. Göbeği kemerinden fırlamıştı, yüzü kırmızı, lekeliydi ve sürekli olarak terliyordu. Görünüşe göre, 1992 Nisan gecesi, Victor Mabasha’nın gelmesini uyumsuz bir çift bekliyordu.
Jan Kleyn saatine baktı.
“Yarım saat sonra burada olur,” dedi.
“Umarım haklısındır,” diye karşılık verdi Franz Malan.
Jan Kleyn biri sanki tabancasını ona doğrultmuş gibi aniden döndü. “Hiç yanıldım mı?” diye sordu. Hâlâ alçak sesle konuşuyordu ama sesindeki tehdit edici ton son derece belirgindi.
Franz Malan düşünceli bir ifadeyle baktı.
“Hayır,” dedi. “Henüz değil.”
“Yanlış şeyler düşünüyorsun,” diye âdeta tısladı Jan Kleyn. “Gereksiz yere endişelenerek zamanını boşa harcıyorsun. Her şey planlandığı gibi gerçekleşecek.”
“Umarım,” diye karşılık verdi Franz Malan. “Eğer ters bir şey olursa patronlarım başıma bir fiyat biçerler.”
Jan Kleyn gülümsedi. “Ben intihar ederdim,” dedi. “Ama ölmeye hiç niyetim yok. Zamanı gelince çekileceğim ama şimdi değil.”
Jan Kleyn mesleğinden hoşnuttu. Güney Afrika’daki ırkçı politikalara bir son vermek isteyen herkesten nefret ettiğini bilmeyen yoktu. Birçok kişi onu Güney Afrika Direniş Hareketi’nin en çılgın üyesi olarak görüyordu. Ama onu iyi tanıyanlar nasıl iyi bir hesap adamı, asla aceleyle karar vermeyen soğukkanlı biri olduğunu çok iyi bilirlerdi. Kendisini “siyasi bir cerrah” olarak görür ve görevinin Güney Afrika’nın sağlıklı bedenini tehdit eden tümörleri ameliyatla almak olduğunu ileri sürerdi. Çok az kişi onun istihbaratın en etkili elemanlarından biri olduğunu bilirdi.
Franz Malan ise on yıldan fazla Güney Afrika ordusunun istihbarat bölümünde çalışmıştı. Daha önce bu alanda görev yapan bir subay olarak Güney Rodezya ve Mozambik’te gizli operasyonlar gerçekleştirmişti. Kırk dört yaşında geçirdiği bir kalp krizinden sonra ordudaki görevinden ayrılmıştı. Ama görüşleri ve yetenekleri sayesinde güvenlik hizmetinde hemen işe başlamıştı. Yaptığı işler, arabalara bomba koymak ya da Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) toplantılarına terör saldırıları düzenlemek gibi farklı farklıydı. O da Güney Afrika Direniş Hareketi’nin bir üyesiydi. Ama Jan Kleyn’in tersine onun üstlendiği rol sahne arkasındaydı. Victor Mabasha’nın gelmesiyle birlikte o akşam gerçekleştirilecek planın üzerinde Jan Kleyn’le birlikte çalışmıştı. Günler ve geceler boyunca ne yapmaları gerektiği konusunda tartışmışlar, sonunda da bir karara varmışlardı. Planlarını, Komite olarak bilinen ve hakkında bundan başka hiçbir şey bilinmeyen gizli örgüte sunmuşlardı.
Onlara bu son görevlerini veren de Komite’ydi.
Her şey Robben Adası’nda otuz yıldan beri tutuklu bulunan Nelson Mandela’nın serbest bırakılmasıyla başlamıştı. Jan Kleyn, Franz Malan ve diğer tüm sağcı Güney Afrikalıların düşündüğü gibi bu bir savaş ilanıydı. Başkan de Klerk kendi halkına, Güney Afrikalı beyazlara ihanet etmişti. Çok ciddi önlemler alınmazsa ırkçı sistem iflas edecekti. Aralarında Jan Kleyn ve Franz Malan’ın da bulunduğu birçok kişi serbest seçimlerin siyahi çoğunluğu iktidara taşımasının kaçınılmaz olduğunu görüyordu. Bu da Güney Afrika’yı yöneten seçilmiş insanların hakkına bir tecavüzdü. Ne yapılması gerektiğine karar verinceye kadar birçok olasılığı gözden geçirmişlerdi.
Karar dört ay önce verilmişti. Güney Afrika ordusuna ait olan, gizlilik gerektiren toplantı ve konferanslar için kullanılan bu evde toplanmışlardı yine. Yasal olarak ne istihbarat teşkilatının ne de ordunun gizli örgütlerle bir ilişkisi vardı. Görünüşte mevcut hükümete ve Güney Afrika anayasasına yürekten bağlıydılar. Ama gerçek bundan tamamıyla farklıydı. Broederbond4 en iyi günlerini yaşarken, Jan Kleyn ve Franz Malan’ın Güney Afrika toplumu içersinde yoğun ilişkileri söz konusuydu. Operasyonu Komite adına planlamışlardı ve Güney Afrika ordusu, ANC’nin muhalifi Inkatha hareketi ve iş adamlarıyla bankacıların da aralarında bulunduğu bir hareketi başlatmaya hazırlanıyorlardı.
Şimdi de olduğu gibi yeşil örtülü masanın başında oturmuşlardı. Jan Kleyn birdenbire, “Günümüzde Güney Afrika’daki tek önemli insan kim?” diye sordu.
Franz Malan’ın, Jan Kleyn’in kimden söz ettiğini anlaması uzun sürmedi.
“Kafanı zorla biraz,” diye sürdürdü konuşmasını Jan Kleyn. “Öldüğünü varsay onun. Eceliyle değil ama. Bu onun halkın gözünde kahraman olması anlamına gelir. Öldürüldüğünü düşün.”
“Düşünebileceğimizden de çok daha büyük bir isyan çıkar siyahi köylerinde. Grevler olur. Gerçek bir kaosla karşı karşıya kalırız. Dünya bizi daha da dışlar.”
“Şimdi bir de şöyle düşün. Diyelim ki bir siyahi tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı.”
“Bu, karmaşayı daha da artırır. Inkatha ve ANC birbirine girer. Baltalar, palalar ve mızraklarla birbirlerini öldürürken bizler de oturup olanları izleriz.”
“Tamam ama bir aşama sonrasını da düşünmelisin. Yani katilin ANC üyesi olduğunu.”
“Bu hareket o zaman bir kaosun içinde yok olur. Birbirlerini boğazlamaya başlarlar.”
Jan Kleyn neşeyle başını salladı. “Doğru. Sonra ne olacak dersin?”
Franz Malan yanıt vermeden önce bir an düşündü. “Sonunda siyahilerin beyaz düşmanı olması kaçınılmaz. Ve siyahilerin politik hareketi bu noktada anarşi ve karmaşayı da beraberinde getireceğinden ordu ile polisi harekete geçirmek zorunda kalacağız. Sonuçta da bir iç savaş çıkacak. Biraz dikkat eder ve planımızı bu doğrultuda yaparsak, önemli her siyahiyi ortadan kaldırabiliriz. Dünya ister beğensin ister beğenmesin ama sonunda savaşı başlatanın siyahiler olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklardır.”
Jan Kleyn başını onaylarcasına salladı.
Franz Malan karşısında oturan adama ümitle baktı. “Ciddi misin?” diye sordu yavaşça.
Jan Kleyn ona şaşkınlıkla baktı.
“Ciddi mi?”
“Onu gerçekten öldürme konusunda?”
“Elbette ciddiyim. Adamın gelecek yazdan önce ortadan kaldırılması gerek. Bunu Springbok yani Keseli Ceylan Operasyonu olarak adlandırmayı düşünüyorum.”
“Neden?”
“Her şeyin bir adı var. Hiç ceylan vurdun mu? Eğer doğru yerden vurursan hayvan ölmeden önce havaya sıçrar. Ben de en büyük düşmanımızın havaya sıçramasını istiyorum.”
Şafak sökünceye değin oturmuşlardı. Franz Malan, Jan Kleyn’in bu çok titiz ve dikkatli planına hayran olmuştu. Bu plan sayesinde gereksiz tehlikelerle karşı karşıya kalmayacaklardı. Uyuşan ayaklarını açmak için verandada volta atarlarken Franz Malan son endişesinden söz etti.
“Planın harika,” dedi. “Ancak beni endişelendiren bir mesele var. Victor Mabasha’nın bizi yarı yolda bırakmayacağına güvenmen. Ama onun Zulu kabilesinden geldiğini unutuyorsun. Onlar bana bazı konularda Boer’leri hatırlatır. Kendilerine ve taptıkları atalarına sadıktırlar. Bu da bir siyahiye gerektiğinden fazla güveniyorsun anlamını taşır. Sadakat duygularının bizlerinki gibi olmadığını sen benden daha iyi bilirsin. Ama yine de senin haklı olduğunu varsayalım. Bir süre sonra çok zengin biri olacak. Hem de düşündüğünden çok daha zengin. Ama yine de bu plan, bizim siyahi bir adama bel bağladığımız anlamını taşıyor.”
“Bu konuda ne düşündüğümü hemen söyleyeyim,” dedi Jan Kleyn. “Ben hiç kimseye güvenmem. Ya da en azından tam olarak güvenmem. Sana güveniyorum. Ama herkesin şöyle ya da böyle zayıf bir noktası olduğunu biliyorum. Bu güven sorununu aşırı dikkatli hareket ederek kapatıyorum. Bu doğal olarak Victor Mabasha için de geçerli.”
“Sen yalnızca kendine güveniyorsun,” dedi Franz Malan.
“Evet,” diye onayladı Jan Kleyn. “Zayıf noktamı kesinlikle bulamazsın. Victor Mabasha elbette sürekli olarak gözlem altında tutulacak. Bunu ona da söyleyeceğim. Cinayet konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından biri tarafından özel olarak eğitilecek. Eğer bizi yarı yolda bırakırsa, dünyaya geldiğine pişman olacak denli yavaş ve acı dolu bir ölümün kendisini beklediğini öğrenecek. Victor Mabasha işkencenin ne anlama geldiğini çok iyi bilir. Doğduğuna bin pişman olur.”
Birkaç saat sonra her biri kendi arabasına binerek oradan ayrılmıştı.
Dört ay sonra sessiz kalma yemini eden bir grup suikastçı planlarına son noktayı koymuşlardı. Planları artık gerçekleşmek üzereydi.
Araba tepedeki evin önünde durduğunda Franz Malan köpekleri saldı. Alman çoban köpeklerinden çok korkan Victor Mabasha, köpeklerin kendisine saldırmayacağından emin oluncaya değin arabadan inmedi. Jan Kleyn konuğunu verandada bekliyordu. Victor Mabasha onun elini sıkmak için can atıyordu ama Jan Kleyn kendisine uzatılan eli görmezden gelerek yolculuğunun nasıl geçtiğini sordu.
“Tüm gece boyunca insan otobüste oturunca aklına birçok soru takılıyor,” diye karşılık verdi Victor Mabasha.
“Harika,” dedi Jan Kleyn. “Gerekli tüm yanıtları alacaksın.”
“Buna kim karar veriyor?” diye sordu Mabasha. “Benim neye ihtiyacım olduğuna ya da neleri bilmemem gerektiğine kim karar veriyor?”
Jan Kleyn yanıt vermeden Franz Malan yanlarına yaklaştı. O da elini uzatmadı.
“İçeri girelim,” dedi Jan Kleyn. “Konuşacak çok şeyimiz var ama fazla zamanımız yok.”
“Benim adım Franz,” dedi Franz Malan. “Ellerini başının üstüne koy.”
Victor karşı çıkmadı. Konuşmalar başlamadan önce silahların bırakılması yazılı olmayan kurallardan biriydi. Franz Malan tabancasını aldı, sonra da bıçakları inceledi.
“Afrikalı silah imalatçıları tarafından yapıldı,” dedi Victor Mabasha. “Yakın dövüş ve atışlarda harika iş çıkarır.”
İçeri girdiler ve yeşil örtülü masanın başına geçip oturdular. Şoför kahve yapmak için mutfağa gitmişti.
Victor Mabasha sessizce bekledi. Karşısındaki bu iki adamın ne denli gergin olduğunu anlamamaları için dua etti içinden.
“Bir milyon rand,” dedi Jan Kleyn. “Konuya bu noktadan başlayalım. Bizim için gerçekleştirmeni istediğimiz bu görev için, görev süresince sana ne kadar para vereceğimizi aklından hiç çıkarmamanı istiyorum.”
“Bir milyon hem çok hem de az bir miktar olabilir,” dedi Victor Mabasha. “Bu, koşullara bağlı bir şey. Ve ‘biz’ler de kim?”
“Sorularını sonra sorarsın,” dedi Jan Kleyn. “Beni tanıyorsun, bana güvenebileceğini biliyorsun. Karşında oturan Franz’ı da benim üçüncü kolum olarak değerlendirebilirsin. Bana güvendiğin gibi ona da güvenmelisin.”
Victor Mabasha başını evet dercesine salladı. Anlıyordu. Oyun başlamıştı. Herkes birbirine ne denli güvenilir olduğunu söylüyordu. Aslında kimsenin kimseye güvendiği yoktu.
“Bizim için bir şey yapmanı istiyoruz,” dedi bir kez daha Jan Kleyn, sanki bir bardak su getirmesini söylercesine sıradan bir tavırla. “Bu işte ‘biz’lerin kim olduğu seni hiç ilgilendirmez.”
“Bir milyon rand,” dedi Victor Mabasha. “Bunun çok büyük bir para olduğunu varsayalım. Birini öldürmemi istediğinizi düşünüyorum. Böylesi bir iş için bir milyon çok fazla. Şimdi bunun çok az olduğunu varsayalım, kim öldürülecek?”
“Bir milyon nasıl az olabilir?” diye sordu Franz Malan şaşkınlıkla.
Jan Kleyn küçümser bir tavırla baktı. “Yoğun ama kısa sürecek bir görev için çok iyi bir para olduğunu söyleyebilirim,” dedi.
“Birini öldürmemi istiyorsunuz,” dedi Victor Mabasha bir kez daha.
Jan Kleyn yanıt vermeden önce ona uzun uzun baktı. Victor Mabasha birden odada soğuk bir rüzgâr esmişcesine ürperdiğini hissetti.
“Evet,” dedi Jan Kleyn yavaşça. “Birini öldürmeni istiyoruz.”
“Kimi?”
“Zamanı geldiğinde öğreneceksin,” dedi Jan Kleyn.
Victor Mabasha birden tedirgin oldu. Bilginin bu en önemli bölümünün kendisine verilmesi gerekiyordu. Tabancasını kime doğrultacaktı?
“Bu çok özel ve önemli bir görev,” diye sürdürdü konuşmasını Jan Kleyn. “Bu görev gereği yolculuk etmen gerekecek, hazırlıklar ve planlamalar belki bir ay sürecek, son derece dikkatli davranman gerek. Ortadan kaldırmak istediğimiz bir adam var. Çok önemli biri.”
“Güney Afrikalı mı?” diye sordu Victor Mabasha.
Jan Kleyn karşılık vermeden bir an duraksadı. “Evet,” dedi. “Güney Afrikalı.”
Victor Mabasha söz konusu adamın kim olabileceğini düşündü bir an. Ama bu konuda bilmediği o kadar çok şey vardı ki. Ve masanın diğer ucunda sesini çıkarmadan oturan bu şişman ve sürekli terleyen adam da kimin nesiydi? Victor Mabasha onu bir yerlerden tanıyor gibiydi. Acaba daha önce karşılaşmışlar mıydı? Eğer öyleyse nerede ve nasıl? Adamın resmini gazetede mi görmüştü? Belleğini zorladı ama hatırlayamadı.
Şoför yeşil örtülü masanın üstüne fincanlarla kahve demliğini koydu. Odadan çıkıp kapıyı arkasından kapatıncaya değin kimse konuşmadı.
“On gün içersinde Güney Afrika’dan ayrılmanı istiyoruz,” dedi Jan Kleyn. “Doğruca Ntibane’ye gideceksin. Herkese Gaborone’de hırdavat dükkânı olan amcanın yanında çalışmak üzere Botsvana’ya gideceğini söyle. Üzerinde Botsvana pulu olan ve sana iş teklifinde bulunan bir mektup alacaksın. Bu mektubu mümkün olduğunca çok kişiye göster. Bir hafta içinde, yani 15 Nisan’da Johannesburg otobüsüne bineceksin. Otobüs garajında karşılanacaksın ve o geceyi son talimatları almak üzere benimle buluşacağın bir evde geçireceksin. Ertesi gün Avrupa’ya uçacak ve sonra da St. Petersburg’a gideceksin. Pasaportunda yeni bir adın olacak ve kayıtlarda Zimbabveli olduğun belirtilecek. Adını kendin seçebilirsin. St. Petersburg’a gittiğinde havaalanında seni karşılayacaklar. Trenle Finlandiya’ya, oradan da gemiyle İsveç’e gideceksin. İsveç’te birkaç hafta kalacaksın. Sana önemli talimatlar verecek kişiyle orada buluşacaksın. Daha sonra da henüz belirlenmeyen bir günde Güney Afrika’ya geri döneceksin. Buraya döndüğünde de işin son bölümünü ben üstleneceğim. Her şey en geç haziran sonunda bitmiş olacak. Paranı istediğin ülkeden, istediğin kentten alabileceksin. Sana verdiğimiz bu küçük görevi kabul eder etmez avans olarak 100.000 rand alacaksın.”
Jan Kleyn dikkatle ona baktı. Victor Mabasha doğru duyup duymadığından emin değildi. St. Petersburg? Finlandiya? İsveç? Avrupa haritasını gözünün önünde canlandırmaya çalıştı ama başaramadı.
“Bir şey sormak istiyorum,” dedi kısa bir süre sonra. “Tüm bunlar ne anlama geliyor?”
“Bunlar bizlerin çok dikkatli ve titiz olduğunu gösteriyor,” dedi Jan Kleyn. “Bu, senin kendi güvenliğinin bir garantisi niteliğinde olduğundan bu önlemlerden hoşnut olmalısın.”
“Ben kendi başımın çaresine bakarım,” dedi Victor Mabasha. “Şimdi en başından başlayalım. St. Petersburg’da beni kim karşılayacak?”
“Senin de bildiğin gibi son birkaç yıldan bu yana Sovyetler Birliği’nde çok önemli değişiklikler oldu,” dedi Jan Kleyn. “Bizleri mutlu kılan değişiklikler. Ama öte yandan, bu, birçok etkili kişinin işsiz olduğu anlamına da geliyor. KGB’deki subaylar da bu işsiz kişilerin arasında. Becerileri ve deneyimleriyle ilgilenmemiz için bu kişiler hakkında bizlere sürekli bilgi gelir. Birçoğunun ülkemizde oturma izni alabilmek için yapabileceklerinin inan bana sınırı yok.”
“Ben KGB’yle çalışmam,” dedi Victor Mabasha. “Ben aslında kimseye bağlı çalışmam. Yapmam gerekeni yaparım ve bunu da tek başıma gerçekleştiririm.”
“Evet, haklısın,” dedi Jan Kleyn. “Tek başına çalışacaksın. Ama seni St. Petersburg’da karşılayacak olan dostlarımızdan çok yararlı bilgiler alacaksın. Onlar iyi insanlardır.”
“Neden İsveç peki?”
Jan Kleyn kahvesinden bir yudum aldı. “Sorulması gereken iyi bir soru,” diye başladı söze. “Öncelikle bu bir şaşırtma hareketi. Bu ülkede olanlardan kimsenin haberi olmamasına karşın yine de bir iki şaşırtma hareketi yapmanın yararı var. İsveç tarafsız, önemsiz, küçük bir ülke ve her zaman da bizim sosyal sistemimize saldırdı durdu. Kuzuya kurdun destek çıkacağı nedense kimsenin aklına gelmez. Ayrıca St. Petersburg’daki dostlarımızın İsveç’te çok iyi ve sağlam bağlantıları var. Sınırdaki denetimler çok gevşek olduğundan ülkeye girmek son derece kolay. Birçok Rus dostumuz sahte isim ve evrakla İsveç’e yerleşti bile. İsveç’te bize ev sağlayacak güvenilir dostlarımız da var. Ama belki de hepsinden önemlisi Güney Afrika’dan daha iyi saklanılabilecek bir yer olması. Benim gibi bir adamın ne yaptığını merak eden çok olur.”
Victor Mabasha başını salladı. “Kimi öldüreceğimi bilmek zorundayım,” dedi.
“Zamanı geldiğinde,” diye karşılık verdi Jan Kleyn. “Daha önce olmaz. Yaklaşık sekiz yıl önce aramızda geçen bir konuşmayı sana hatırlatmak istiyorum şimdi. O zaman bana, insanın elinde iyi bir plan varsa herkesi öldürebilir demiştin. Kimsenin kaçamayacağını söylemiştin. Şimdi yanıtını bekliyorum.”
İşte tam o sırada Victor Mabasha kimi öldüreceğini anladı. Bu düşünce ürpermesine neden oldu. Ama parçalar birbirine uyuyordu. Jan Kleyn’in siyahilere karşı akıl almaz nefreti, Güney Afrika’da gittikçe artan liberalleşme. Söz konusu kişi çok önemli biri. Başkan de Klerk’i öldürmek istiyorlardı!
İlk tepkisi hayır demek doğrultusundaydı. Bu, gereğinden fazla büyük bir riskti. Başkanın çevresinden bir an için bile ayrılmayan korumaları nasıl delip geçebilecekti? Hadi geçti diyelim, işi bitirdikten sonra nasıl kaçacaktı? Başkan de Klerk, işi bitirdikten sonra intihar etmeye gönüllü olan bir katilin tabancasından çıkacak kurşunun hedefi olabilirdi ancak.
Aynı zamanda sekiz yıl önce Jan Kleyn’e söylediklerine hâlâ inandığını da inkâr edilemezdi. Becerikli bir katilden hiç kimse kurtulamazdı. Ve bir milyon rand. İnsanı delirtecek kadar çok para. Bu teklifi geri çeviremezdi.
“Avans olarak üç yüz bin,” dedi. “Paranın en geç iki gün içinde bir Londra bankasına yatırılmasını istiyorum. Eğer çok tehlikeli bulursam planın son bölümüne katılmayı geri çevirme hakkını istiyorum. Bu durumda benden bir alternatif isteme hakkına sahipsiniz. Bu koşullar altında kabul ediyorum.”
Jan Kleyn gülümsedi. “Harika,” dedi. “Kabul edeceğini biliyordum.”
“Pasaportumun Ben Travis adına çıkarılmasını istiyorum.”
“Peki. Güzel bir ad. Hatırlanması kolay.”
Jan Kleyn’in sandalyesinin yanı başında yerde bir plastik dosya duruyordu. Uzanıp dosyayı aldı, içindeki Botsvana pullu mektubu alarak Victor Mabasha’ya uzattı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Ç.N. Walpurgis Gecesi: Bir Mayıs’tan önceki gece. Alman folklorunda büyücü kadınların toplandıkları gece.
2
E.N. Güney Afrika’ya yerleşmiş Hollanda asıllı beyazlar için kullanılır, Afrikaner de denilir.
3
Ç.N. Güney Afrika para birimi.
4
E.N. Güney Afrika’da kendini Afrika çıkarlarına adamış, gizli, Kalvinist bir erkek organizasyonu.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов