Книга Gülümseyen Adam - читать онлайн бесплатно, автор Хеннинг Манкелль. Cтраница 7
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Gülümseyen Adam
Gülümseyen Adam
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Gülümseyen Adam

Telefon çaldı. Wallander telefonu açmak için sıçradığında fincan elinden fırlayıp yere düştü ve pantolonunun paçasına kahve döküldü.

“Hay aksi,” diye bağırdı Wallander kulağına tuttuğu ahizeye doğru.

“Kabalığa gerek yok,” dedi babası. “Sadece neden beni aramadığını soracaktım.”

Wallander ânında suçluluk hissetti, sonra hisleri kızgınlığa dönüştü. Babasıyla ilişkilerinin daha az gergin olduğu bir günü görebilecek miydi?

“Elimdeki kahveyi üzerime döktüm,” dedi Wallander. “Bacağım yandı.”

Babası, Wallander’in açıklamasını duymamış gibi görünüyordu. “Neden oradasın? İzinde olman gerekirdi.”

“Artık değil. Yeniden çalışmaya başladım.”

“Ne zaman?”

“Dün?”

“Dün mü?”

Wallander kısa kesmezse bu konuşmanın fazlasıyla uzayacağını anladı. “Sana haber vermem gerekirdi,” dedi, “Ama hiç zamanım yok. Yarın akşam sana gelip neler olduğunu anlatırım.”

“Seni görmeyeli uzun zaman oldu,” dedi babası ve telefonu kapattı.

Wallander telefon elinde bir süre olduğu yerde kalakaldı. Babası seneye yetmiş beş yaşına girecekti ve Wallander’de sürekli çelişkili duygular uyandırmayı başarıyordu. Kendisini bildi bileli babasıyla ilişkileri karmaşıktı. Özellikle ona polis olmaya karar verdiğini söylediği günden beri. Üzerinden yirmi beş yıl geçmişti ama Wallander’in kararını eleştirme fırsatını hiç kaçırmazdı. Buna rağmen babasına zaman ayıramadığı için Wallander’in vicdanı rahat değildi. Geçen yıl kendisinden otuz yaş genç birisiyle, evine haftada üç kez yardıma gelen sosyal hizmet görevlisi bir kadınla evleneceğine dair o şaşırtıcı haberi aldığında artık arkadaşsız kalmayacağını tahmin etmişti. Şimdi elinde telefon ahizesiyle otururken babasıyla ilişkilerinde hiçbir şeyin değişmediğini fark etti.

Ahizeyi yerine koyup yere düşen fincanı aldı ve not defterinden kopardığı bir kâğıt parçasıyla pantolonunu temizledi. O anda Savcı Åkeson’u arayıp açıklama yapması gerektiğini hatırladı. Åkeson’un sekreteri telefonu hemen bağladı. Wallander gelemeyeceğini söyledi, Åkeson buna karşılık ertesi sabah buluşmayı önerdi.

Wallander bir kahve daha almaya gitti. Koridorda bir elinde dosya taşıyan Höglund’a rastladı.

“Nasıl gidiyor?” diye sordu Wallander.

“Yavaş,” dedi Höglund. “İki avukatın ölümünde bir bityeniği olduğuna dair düşünceleri aklımdan çıkaramıyorum.”

“Ben de aynen öyle hissediyorum,” dedi Wallander. “Seni böyle düşündüren ne?”

“Tam olarak bilmiyorum.”

“Bunu yarın tartışalım,” dedi Wallander. “Tecrübelerime göre kelimelerle ifade edemediğin ya da tam olarak anımsayamadığın şeyleri asla hafife almamak gerekir.”

Wallander odasına dönüp telefonun fişini çekti ve not defterini açtı. Sten Torstensson’un Skagen’deki kumsalda havanın buz gibi olduğu o gün, sislerin içinden kendisine doğru yürüdüğü âna dönmeye çalıştı. Bu, soruşturmanın benim için başlama ânıydı, diye düşündü. Sten daha ölmemişken başlamıştı bu soruşturma.

İki avukat hakkında bildiği her şeyi gözden geçirdi. Sağını ve solunu dikkatle izleyerek geri çekilen bir asker gibiydi. Kendisinin ve arkadaşlarının şimdiye kadar topladıkları bilgileri tek tek incelemesi bir saatini aldı.

Görebildiğim ve henüz göremediğim şeyler ne? Soruşturma notlarını gözden geçirirken defalarca bunu sorup durdu kendine. Fakat elindeki kalemi bir kenara fırlattığında elde edebildiği tek şey kafasındaki son derece dekoratif ve süslü soru işaretiydi.

İki avukat öldü, diye düşündü. Bir tanesi muhtemelen kaza süsü verilen garip bir olayda öldürüldü. Gustaf Torstensson’u öldüren her kimse soğukkanlı ve kurnaz biri olmalı. Sandalye bacağı ise alışılmamış bir hataydı. Elimde kim ve neden soruları var ama başka sorular da olabilir.

O anda yapabileceği, hatta yapması gereken bir şey aklına geldi. Berta Dunér’in telefonunu notlarından bulup aradı.

“Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın,” dedi. “Ben Komiser Wallander. Size bir sorum olacak. Hemen cevap verebilirseniz minnettar olurum.”

“Yardımcı olabilirsem sevinirim,” diye karşılık verdi Berta Dunér.

Aslında iki sorum var, diye düşündü Wallander, ama Asyalı kadın hakkında soracaklarımı başka bir zamana saklıyorum.

“Gustaf Torstensson’un öldüğü gece Farnholm Şatosu’na müvekkiliyle görüşmeye gittiğini kimler biliyordu?” diye sordu Wallander.

Berta Dunér cevap vermeden önce biraz bekledi. Wallander bunun daha iyi hatırlamak için mi yoksa zaman kazanmak için mi olduğunu merak etti.

“Tabii ki ben biliyordum,” dedi Berta Dunér. “Belki Bayan Lundin’e de bahsetmiş olabilirim. Fakat başka bilen yoktu.”

“O hâlde Sten Torstensson’un da haberi yoktu?”

“Öyle olmalı. Çünkü randevu defterlerini ayrı tutarlardı.”

“Öyleyse bu konudan haberi olan büyük ihtimalle sadece sizdiniz,” dedi Wallander.

“Evet.”

“Teşekkür ederim. Rahatsız ettiğim için özür dilerim,” dedi Wallander ve telefonu kapattı.

Notlarına geri döndü. Gustaf Torstensson bir müvekkiliyle görüşmeye gitmişti ve dönüş yolunda saldırıya uğrayıp kaza süsü verilmiş bir cinayetle öldürülmüştü.

Berta Dunér’in söylediklerini gözden geçirdi. Gerçeği söylediğine eminim, diye düşündü, ama beni ilgilendiren bu gerçeğin arkasında yatan şey. Söyledikleri, Gustaf Torstensson’un o akşamki randevusunu kendisi dışında bilen tek kişinin Farnholm Şatosu’ndaki adam olduğu anlamına geliyor.

Olayları değerlendirmeye devam etti. Soruşturmanın görünümü sürekli değişiyordu. İleri derecede güvenlik sistemi olan kasvetli bir ev… Bodrumda saklanmış ikona koleksiyonu. Daha fazla ilerleyemeyeceğini hissettiğinde düşüncelerinin yönünü Sten Torstensson’a çevirdi. Olayın görünümü yine değişmiş ve daha girift hâle gelmişti. Kumsaldaki rüzgâra açık sığınağında Sten’in birden ortaya çıkışı, aynı anda çalan hüzünlü sis sirenleri ve sanat müzesindeki tenha kafe, bunların hepsi Wallander’e, inandırıcı olmayan bir operetin içeriği gibi görünüyordu. Ancak olay örgüsünde hayatın ciddiye alındığı anlar vardı. Sten babasının huzursuz ve üzgün olduğunu söylemişti ve Finlandiya’dan bilinmeyen birisi tarafından gönderilen ancak Sten tarafından düzenlenen kartpostal vardı; belli ki bir tehdit söz konusuydu ve Sten’in yanlış bir iz bırakması gerekiyordu. Elbette izin yanlış olduğunu, doğru olmadığını varsayarsak.

Hiçbir şey bizi bir sonraki aşamaya götürmüyor, diye düşündü, ama yine de bunlar kategorize edilebilecek durumlar. Oysa bazı gizemli olgular için ne yapılması gerektiğine karar vermek oldukça zor, Berta Dunér’i ziyaret ettiğinin bilinmesini istemeyen Asya kökenli kadın gibi ve iyi bir yalancı olsa da Ystad polisinden bir komiseri kandıramayan ya da en azından şüpheye düşüren Berta Dunér gibi.

Wallander ayağa kalkıp gerindi ve pencerenin önüne geçti. Saat altıydı ve karanlık basıyordu. Koridordan sesler geliyor, ayak sesleri yaklaşıp uzaklaşıyordu. Rydberg’in hayatının son demlerinde söylediği bir sözü hatırladı: “Emniyet binası aslında bir hapishane gibidir. Polisler ve suçlular birbirlerinin ayna görüntüsündeki hayatlarını yaşarlar. Hangisi mahkûm, hangisi özgür, karar vermek çok zordur.”

Wallander birden kendisini bitkin ve yalnız hissetti. Tek tesellisine sığındı: Riga’da Baiba Liepa ile hayali bir sohbetteydi, sanki Baiba karşısındaydı ve sanki odası Riga’da harabe görünümlü o gri binadaki, loş ışıklı ve kalın perdeleri sürekli çekili o dairedeki bir odaydı. Ama görüntü birbiriyle mücadele eden iki güreşçiden daha güçsüz olanın kuvvetten düşmesi gibi giderek bulanıklaştı. Bunun yerine Wallander kendisini bir elinde tabanca diğer elinde tüfekle, Skåne sisinin içinde, çamurlu elleri ve dizleri üzerinde sürünürken, sanki alışılmadık bir film yıldızının acınası bir kopyasıymış gibi hayal etti. Sonra aniden bu hayal de paramparça oldu ve gerçeklik çatlakların arasından sızarak kendisini dayattı, ölüm ve öldürme sihirbazın şapkasından çıkan tavşanlar gibi sevimli değildi. Wallander kendisini, bir adamın kafasından vurulmasına şahit olurken izledi, sonra o da ateş ediyordu ve o anda emin olduğu tek şey, tek umudunun ateş ettiği adamın ölmesi olduğunu anımsadı.

Yeterince gülmeyen bir adamım, diye düşündü. Orta yaşım, farkında olmadan beni çok tehlikeli, görünmez kayaların olduğu bir kıyıda mahsur bıraktı.

Bütün notlarını masada bırakıp çıktı. Santralde telefonla konuşan Ebba beklemesi için işaret etti ama Wallander el sallayarak acelesi olduğunu ima etti.

Arabasıyla eve gidip daha sonra tarif edemeyeceği bir yemek pişirdi. Pencere kenarında duran beş bitkiye su verdi, çamaşır makinesini etrafa saçılmış giysilerle doldurdu fakat deterjan kalmadığını fark etti, sonra kanepeye oturup ayak tırnaklarını kesti. Ara sıra sanki yalnız olmadığını görmek istercesine odaya göz gezdirdi. Saat onu biraz geçerken yatak odasına gitti ve neredeyse hemen uykuya daldı.

Dışarıda yağmur azalarak hafif çisentiye dönüşmüştü.

Kurt Wallander ertesi sabah uyandığında hava hâlâ karanlıktı. Işıklı saat hemen hemen beşi gösteriyordu. Tekrar uyumaya çalıştı ama başaramadı. Soğukta geçirdiği zamanlar onu hâlâ etkiliyordu. Her ne değiştiyse ve hâlâ aynı kalan her neyse, hayatımın geri kalanını “öncesi” ve “sonrası” olmak üzere iki zaman ölçeğinde geçireceğim, diye düşündü. Kurt Wallander bir varmış, bir yokmuş.

Saat beş buçukta yataktan kalktı. Kahve yapıp gazetenin gelmesini beklerken termometrede dışarıdaki sıcaklığın dört derece olduğunu gördü. Sebebini bulmaya ya da mücadele etmeye gücü yetmediği bir huzursuzluk hissinin etkisiyle dairesinden saat altıda çıktı. Farnholm Şatosu’nu ziyaret etmekten başka yapacak daha iyi bir işi olmadığını düşünerek arabasına bindi ve motoru çalıştırdı. Yolda bir yerde durup hem kahve alabilir hem de telefon ederek geldiğini haber verebilirdi. Arabasını Ystad’ın doğusuna doğru sürdü, on sekiz ay önce eski Wallander’in son savaşını verdiği, sağ tarafındaki askerî eğitim alanından geçerken bakışlarını kaçırdı. Orada sislerin içindeyken şiddetin hiçbir türünden çekinmeyen, soğukkanlılıkla adam öldürmekte tereddüt etmeyen insanlar olduğunu öğrenmişti. Orada dizleri çamura batmış bir hâlde kendi hayatı için can havliyle mücadele etmiş ve her nasılsa inanılmaz isabetli bir atış sayesinde bir adamı öldürmüştü. Bu geri dönüşü olmayan bir andı, hem yeniden doğum hem de bir cenaze töreniydi.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Ç.N. Skanska, İsveç merkezli bir inşaat firması.

2

Ç.N. Hamis Muşayt, Suudi Arabistan’ın güneybatısında bulunan bir şehir.

3

Ç.N. Cidde, Suudi Arabistan’daki en büyük ikinci şehir.

4

Ç.N. Skagen, Danimarka’nın en kuzeyinde bulunan, Kuzey Denizi ile Baltık Denizi’nin farklı yoğunlukları nedeniyle birbirine karışmadan karşılaştıkları bir kıyı kasabası.

5

Ç.N. Barbados, Güney Karayipler’de bağımsız bir ada ülkesi.

6

Ç.N. Pentekostalizm, Protestan Hristiyanlığın bir koludur ve Tanrı ile kişisel bir deneyime vurgu yapar.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:

Полная версия книги

Всего 10 форматов