banner banner banner
Mitler ve efsaneler
Mitler ve efsaneler
Оценить:
 Рейтинг: 0

Mitler ve efsaneler


Hemen aşağıda, kayalık kıyılarını beyaz köpüklü dalgaların sardığı, denizin içinde küçük bir adayı fark etti Perseus. Sadece kar beyazı kumlarla kaplı kıyının etrafı beyaz köpüklü dalgalarla sarmalanmamıştı. Aşağı doğru inişe geçti ve simsiyah kayalardan oluşan uçurumun dibinde kümelenen parlaklığa dikkatlice baktı; işte, korkunç Gorgonlar oradaydı! Denizin gürlemesiyle yatışıp uykuya dalmışlardı çünkü böylesi vahşi yaratıkları uyutmak için, diğer herkesi sağır edecek derecede güçlü bir gürültü lazımdı. Ay ışığı, çelikten derileri ve kayıtsızca kumlara yayılmış altından kanatları üzerinde parlıyordu. Gorgonlar, zavallı ölümlüleri paramparça ettikleri rüyalarındayken, bakması korkunç pirinçten pençeleri dalgaların dövdüğü kayalardan düşen parçaları yakalamıştı. Kafalarındaki saç mahiyetinde yılanlar da onlar gibi uykuda gözüküyordu. Yine de ara sıra, içlerinden biri debelenerek başını kaldırıyor ve çatallı dilini uzatıp uykulu bir tıslama sesi çıkarıyordu. Sonrasında tekrar yılan kardeşlerinin arasına dönerek uyumaya devam ediyordu.

Gorgonlar her şeyden çok, korkunç dev böcekleri andırıyorlardı. Tıpkı aynı anda hem güzel hem de çirkin olan, kocaman altın kanatlı böceklerin ya da yusufçukların milyon kere büyükleri gibiydiler. Ancak tüm bunların yanında kısmen insani yanları da vardı. Yatış şekillerinden dolayı yüzleri Perseus’tan saklanmıştı. Çok şanslıydı fakat bir anlığına bile onlarla göz göze gelirse, hissiz bir taş gibi havadan aşağı düşebilirdi.

“Şimdi,” diye fısıldadı Quicksilver Perseus’un yanında uçarken. “Harekete geçme zamanın geldi. Acele et, eğer herhangi biri uyanırsa çok geç olur!”

“Peki hangisine saldıracağım?” diye sordu Perseus kılıcını çekip biraz alçalırken. “Üçü de aynı. Hepsinin saçı yılandan. Hangisi Medusa?”

Anlaşılacağı gibi, Medusa, Perseus’un kafasını kesebileceği tek canavardı. Perseus diğer ikisine, ona dünyanın en iyi dövülmüş kılıcını verseniz bile, zamanın azlığından dolayı en ufak bir zarar veremezdi.

Önceden onunla konuşan sakin ses “Dikkatli ol,” dedi. “Gorgonlardan biri uykusunda kımıldanıyor ve uyanmak üzere. O Medusa, sakın ona bakma! Bir bakışı seni taşa çevirmeye yeter. Sadece parıldayan kalkanına yansıyan yüzüne ve vücuduna bak.”

Perseus şimdi anlamıştı neden Quicksilver’ın bu denli ısrarla kalkanını parlatmasını istediğini. Kalkanın yüzeyine baktığında kolayca Gorgon’un yüzünü görebilirdi. İşte, ay ışığı kalkanın üzerine düşerek parlatmıştı ve Medusa’nın korkunç çehresi rahatlıkla görülebiliyordu. Nefret dolu doğaları yüzünden hep birlikte uyuyamayan yılanlar Gorgon’un alnı üzerinde kıvrılıp duruyorlardı. Bu şimdiye kadar görülmüş ya da tahayyül edilmiş en vahşi ve en korkunç yüz olmakla birlikte yine de garip, korku dolu vahşi bir güzellik barındırıyordu. Gözleri kapalıydı ve Gorgon hâlâ derin bir uykudaydı fakat sanki kötü bir rüya görür gibi, çehresinde huzursuz bir ifade vardı. Uzun beyaz dişlerini gıcırdattı ve pirinçten ellerini toprağa gömdü.

Yılanlar da Medusa’nın gördüğü rüyayı fark etmiş olsalar gerek ki huzursuzlanmışlardı. Karmaşık düğümlerle birleşmiş yılanlar, gözlerini açmadan tıslayan yüzlerce kafalarını kaldırmışlardı.

Quicksilver giderek sabırsızlanmıştı. “Şimdi,” dedi, “canavara darbeyi indir.”

“Fakat sakin ol,” dedi genç adamın yanındaki ağırbaşlı, melodili ses. “Aşağı doğru uçarken kalkanına bak ve dikkatli ol, sakın ilk darbeni ıskalama.”

Perseus tedbirli bir şekilde aşağı doğru uçarken bakışları hâlâ Medusa’nın kalkanın üstüne yansıyan yüzündeydi. Yakınlaştıkça, canavarın metalsi vücudu ve yılana benzeyen yüzü giderek daha korkunç bir hal alıyordu. Nihayet canavara bir kol boyu mesafe yaklaşınca, Perseus kılıcını havaya kaldırdı, tam bu esnada Gorgon’un başındaki yılanlar tehditkâr şekilde havaya kalkmışlardı. Medusa gözlerini tekrar kapadı ama çok geçti artık. Kılıç keskindi; darbesi bir yıldırım gibi inmişti ve korkunç Medusa’nın başı vücudundan ayrılıp yere yuvarlandı.

“Harika bir iş başardın!” diye bağırdı Quicksilver, “Acele et ve başı hemen sihirli cüzdanın içine koy.”

Perseus, boynunda asılı duran, işlemeli ve şimdiye kadar bir kese kadar küçük cüzdanın birden Medusa’nın başını içine alacak kadar büyümesine donup kalmıştı. Elinden geldiğince hızlı biçimde yakaladı, yılanlar hâlâ kıvranmaya devam ediyordu ki kafayı çantanın içine sıkıştırdı.

“Görevin tamamlandı,” dedi sakin ses. “Diğer Gorgonlar Medusa’nın intikamını almak için harekete geçmeden önce uç buradan.”

Gerçekten de bir an önce gitmekte fayda vardı, çünkü Perseus işini sessiz sakin halletmemişti. Kılıcının çıkardığı ses, yılanların tıslamaları ve Medusa’nın başının dalgaların vurduğu kumsala doğru devrilip yuvarlanması diğer iki canavarı uyandırmıştı. Bir anlığına oturup uykulu gözlerini pirinçten parmaklarıyla ovuşturdular, o esnada başlarındaki yılanlar da neler olup bittiğinden habersiz bir şekilde kafalarını uzatıp baktılar ve kötü bir sürprizle karşılaştılar. Fakat Gorgonlar Medusa’nın pullarla kaplı cesedini ve altın kaplı kanatlarını hırpalanmış ve kuma dağılmış halde görünce kıyameti kopardılar. Ve o yılanlar! Hep birden diğerlerinin bağırışlarının yüz misli tısladılar ve Medusa’nın yılanları da onlara cüzdandan yanıt veriyorlardı.

Gorgonlar tamamen ayılır ayılmaz havaya doğru fırladılar. Pirinçten pençelerini sallayarak, korkunç uzun dişlerini gıcırdatarak koca kanatlarını öylesine çırpıyorlardı ki, altından tüylerinin bazıları koparak kıyıya kadar süzüldü. Belki de bu tüyler bugün hâlâ orada dağılmış halde duruyorlardır. Giderek yükselen Gorgonlar, etraflarına birini taşa çevirme hırsıyla bakıyorlardı. Eğer Perseus onlara baksaydı yahut onlardan birine yakalansaydı, zavallı annesi oğlunu bir daha asla öpemeyecekti! Fakat dikkatli davranarak hep başka yöne baktı. Zaten görünmezlik başlığı sayesinde Gorgonlar onun nereye uçtuğunu asla takip edemezlerdi. Ve uçan ayakkabıları sayesinde dikey olarak bir mil yukarı çıkmıştı. En tepeye vardığında, bu berbat yaratıkların çığlıkları giderek azalmıştı ve böylece Kral Polydectes’e Medusa’nın başını teslim edebilmek için yolunu doğruca Seriphus Adası’na çevirdi.

Perseus’un yuvasına dönerken başına gelen diğer maceraları, mesela devasa bir canavarın genç bir kızı tam parçalayıp midesine indireceği esnada, Gorgon’un başını ona göstererek korkunç devi taştan bir dağa çevirmesini anlatmak için hiç zamanım yok. Eğer bu öyküden şüphe duyanlar varsa, bir gün Afrika’yı ziyaret edip hâlâ bu devin ismiyle anılan dağı görebilirler.

Nihayet cesur kahramanımız Perseus annesini görme arzusuyla adaya vardı. Fakat Perseus’un yokluğunda korkunç kral, Danae’ye çok kötü davranmıştı. Kadını kaçmaya mecbur etmiş ve sonrasında esir alarak bir tapınağa kapatmıştı. Burada yaşlı papazlar kadına çok kibar davranmışlardı. Bu kadirşinas papazlar ve Perseus’la annesini sandıkta bulup onlara çok iyi davranan balıkçıdan başka hiç kimse iyilik yapmakla ilgilenmiyordu. Kral Polydectes başta, geri kalan hiç kimse birazdan başlarına gelecek olandan daha iyi bir kaderi hak etmiyordu.

Annesini evde bulamayan Perseus doğruca saraya gitti ve derhal kralın huzuruna çıktı. Kral onu gördüğüne hiçbir şekilde sevinmemişti. Kendi şeytani düşüncelerinden kesinlikle emindi, nasıl olsa Gorgonlar bu genç adamı paramparça edip bir güzel yiyeceklerdi. Fakat onun güvenli bir şekilde geri döndüğünü görünce en iyi maskesini takındı ve macerasını nasıl başardığını sordu.

“Sözünü yerine getirdin mi?” diye sordu. “Yılan saçlı Medusa’nın kafasını getirdin mi bana? Eğer getirmediysen bu sana pahalıya mal olur delikanlı. Biliyorsun, Prenses Hippodamia’ya bir düğün hediyesi vermeliyim ve onun, bundan daha çok arzuladığı başka bir hediye yok.”

“Evet, elbette majesteleri,” diye yanıtladı Perseus, sanki başardığı vazifesi çok da mühim bir şey değilmiş gibi. “Size Medusa’nın başını, yılan saçlarını, her şeyi getirdim.”

“Öyle mi? Yalvarırım göster,” dedi Polydectes. “Bir gezgin olarak sözlerini yerine getirdiğine göre çok merak uyandırıcı bir gösteri izleyecek olmalıyız!”

“Evet, Majesteleri doğru söylüyor,” diye yanıtladı. “Gerçekte ona her bakanın bakışlarını donduran bir şey. Eğer Majesteleri uygun görürse, bir tatil günü belirleyip kralın emriyle tüm tebaasını bir arada toplayıp merakları giderelim. Tahminimce pek azı bir Gorgon başı görmüşlerdir ve belki bir daha asla göremeyecekler!”

Kral, tebaasının birtakım aylak serserilerden oluştuğunu ve hepsinin, tıpkı bütün aylaklar gibi, gezip görmeye çok hevesli olduklarını biliyordu. Böylece genç adamın tavsiyesine uyarak, bütün tellallarını ve ulaklarını gönderip her köşe başında, her pazar yerinde ve iki yolun birleştiği her yerde trompetler çalınmasını emretti, herkesi saraya çağırttı. Yemekten başka düşünecek hiçbir şeyleri olmayan bir sürü serseri toplandı saraya. Bunların hepsi, eğer Perseus Gorgonlarla karşılaştığında kötü talihe kapılsaydı çok mutlu olacak insanlardı. Eğer adada başka iyi insanlar varsa -yani gerçekten olabileceğini umuyorum ancak kaynaklarda böyle bir şey yazmıyor- evlerinde kalıp işleriyle uğraşıp küçük çocuklarıyla ilgileniyorlardı. Yerleşik halktan çoğu koşarak saraya doluşmuştu, birbirlerini itip kakarak elinde işlenmiş bir cüzdanla duran Perseus’un olduğu balkona doğru gitmeye çalışıyorlardı.

Balkonun tamamını gören bir platform üzerinde, yanında şeytani danışmanları, etrafında yarım daire olmuş yalaka saray görevlileriyle güçlü Kral Polydectes oturuyordu. Kral, danışmanlar, saray mensupları ve tebaa, hepsi ama hepsi gözlerini meraklı bir şekilde Perseus’a dikmişlerdi.

Halk, “Bize kafayı göster! Bize kafayı göster!” diye bağırıyordu. Sanki Perseus’un gösterdiği şey onları memnun etmezse, delikanlıyı paramparça edeceklermiş gibi kötülükle bağırıyorlardı. “Yılan saçlı Medusa’nın kafasını göster bize!”

Genç Perseus’a bir acıma duygusu geldi ve kederlendi.

“Ey Kral Polydectes!” diye bağırdı. “Ve siz insanlar, size Gorgon’un başını göstermeye çok isteksizim.”

“Ah, seni hain ve korkak!” diye bağırdı halk eskisinden de daha şiddetli. “Bizimle oyun oynuyor, onda Gorgon’un başı falan yok. Eğer elindeyse bize Gorgon’un başını göster yoksa biz seninkini alıp top yapacağız.”

Şeytani danışmanları kralın kulağına kötü tavsiyeler fısıldadılar, saray görevlileri mırıldanmaya başladılar; Perseus’un, lordlarına ve efendilerine saygısızlık ettiğini söylediler. Bunun üzerine kral, elini kaldırdı ve ağır sözlerle kafayı göstermesini emretti.

“Bana Gorgon’un başını göster yoksa senin başını kesip atarım!”

Ve Perseus iç geçirdi.

“Derhal!” dedi Kral Polydectes. “Yoksa ölürsün!”

“İyice bakın öyleyse!” diye bağırdı Perseus. Sesi, bas bas bağıran bir trompet sesi gibiydi.

Daha bir göz kırpmaya bile vakit kalmadan Kral Polydectes, şeytani danışmanları ve kötü kalpli tebaası basit putlara dönüşmüşlerdi. Sonsuza dek şimdiki bakışları ve hareketleriyle sabitlenmişlerdi. Medusa’nın en küçük bir bakışıyla mermer gibi bembeyaz kesilmişlerdi. Perseus kafayı tekrardan cüzdanın içine koydu ve annesine, bundan sonra artık kötü Kral Polydectes’ten korkmasına gerek kalmadığını söylemeye gitti.

Altın Post

Iolchos’un devrik kralının oğlu olan İason henüz küçük bir çocukken ailesinden alınarak, görüp görebileceğiniz en acayip eğitimcilerden birinin ellerine teslim edilmişti. Bu adam, Centaur denilen, yahut dört ayaklı da diyebilirsiniz, kişilerden biriydi. Büyük bir mağarada yaşan bu adamın vücudu ve bacakları beyaz bir atınkiyle aynıydı; başı ve omuzlarıysa bir insana aitti. Adı Chiron’du ve tuhaf görünüşüne rağmen mükemmel bir öğretmendi. Adlarını dünyaya duyurarak kendisine saygınlık getirmiş bir sürü öğrencisi vardı. Meşhur Herkül bunlardan biriydi; Aşil ve Philoctetes de aralarındaydı. Aesculapius da büyük üne sahip bir doktor olarak adını duyurmuştu. Yüce Chiron öğrencilerine arpın nasıl çalındığını, hastalıkların nasıl iyileştirildiğini, kılıcın ve kalkanın nasıl kullanıldığını ve bugünlerde öğretilen yazma ve aritmetik yerine, o zamanlarda öğretilen çeşitli eğitim dallarından bir sürü şey öğretmişti.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 1170 форматов)