Книга Mitler ve efsaneler - читать онлайн бесплатно, автор Неизвестный автор. Cтраница 4
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Mitler ve efsaneler
Mitler ve efsaneler
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Mitler ve efsaneler

Quicksilver Perseus’a Üç Gri Kadın’ın bir tek olan gözü nasıl kullandıklarını açıkladı. Alışkanlıkları gereği, kendi aralarında bu gözü değiştirip kullanıyorlardı; tıpkı bir çift gözlük camına sahiplermiş gibi; onların durumunda daha uygun bir deyişle, tek camlı bir gözlüğe sahiplermiş gibi. Üçünden biri belli bir süre kullandıktan sonra, gözü çukurundan çıkarıp diğer kız kardeşine veriyordu. Sıra kime gelmişse hemen gözü alıp yuvasına koyuyor ve dünyaya göz atarak eğleniyordu. Buradan da anlaşılacağı üzere, diğer iki kadın karanlıkta kalırken sadece bir tanesi görebiliyordu. Dahası, tam gözü elden ele uzattıkları esnada, yaşlı kadınlardan hiçbiri en ufak bir ışıltı dahi göremiyordu. Bugüne kadar birçok tuhaf şey duydum ve birçoğunu da deneyimledim ancak bunlardan hiçbiri tek bir gözle dünyayı seyreden bu Üç Gri Kadın’ın hikâyesiyle kıyaslanamaz.



Perseus da böyle düşünmüş olacak ki şaşırıp kalmıştı. Neredeyse arkadaşının onunla dalga geçtiğini ve yaşlı hanımların bu dünyada olmadıklarını zannetmişti.

“Birazdan doğru mu yoksa yalan mı söylüyorum anlarsın,” dedi Quicksilver. “Sus, şişt, şişt! Geliyorlar.”

Perseus dikkatli bir şekilde akşam alacasına doğru baktı ve orada, çok uzak olmayan mesafede Üç Gri Kadın’ı fark etti. Işık giderek sönükleşmişti, kadınların ne çeşit şekillere sahip olduklarını zar zor görebiliyordu. Sadece uzun gri saçları olduğunu gördü, kadınlar yakınlaştıkça, iki tanesinin alınlarının tam ortasında boş bir göz çukuru olduğunu gördü. Fakat üçüncü kız kardeşin alnının ortasında çok büyük, parlak ve delici bir göz vardı. Yüzükteki mükemmel bir elmas gibi parlıyordu. Perseus iyice kavradı ki tıpkı gündüz vakti gördüğü gibi, en karanlık gecede de her bir yanı mükemmelce görmeleri bu yüzdendi. Üç kişinin gözlerinin görebileceği tüm yetenek tek bir gözde bir araya gelmişti.

Bu üç yaşlı hanım sanki her biri kendi başına görebiliyormuş gibi tek bir gözle rahatça idare ediyorlardı. Alnında gözü taşıma şansına sahip olan kadın her kimse diğer ikisini elleriyle yönlendiriyor ve etrafına keskin bakışlarla göz gezdiriyordu. O kadar ki Perseus acaba kadın kalın ot yığınlarının arkasında saklanan onu ve arkadaşı Quicksilver’ı görüyor mu diye ürkmüştü. Tanrı korusun, böylesi keskin bir gözün menzilinde olmak gerçekten çok korkutucuydu.

Ot yığınlarına varmadan evvel kadınlardan biri konuştu:

“Kardeşim, Korkuluk Kardeşim!” diye bağırdı. “Sen hakkını yeterince kullandın, şimdi sıra bende.”

“Biraz daha kalsın bende Karabasan Kardeşim,” dedi Korkuluk. “Sanırım şu otların olduğu yerde bir şey görür gibi oldum.”

“Peki neymiş o?” diye sertçe ve meraklı bir biçimde yanıtladı Karabasan. “Kalın otların içini senin kadar iyi göremez miyim? Göz senin olduğu kadar benim de. Ben de senin kadar biliyorum onu kullanmayı hatta belki biraz daha bile iyi biliyorum. Hemen bakmak için ısrar ediyorum!”

Aslında sıra, üçüncü kız kardeş olan Dehşet’e aitti. O da şikâyet etmeye başladı ve sıranın kendisinde olduğunu, hep diğer ikisinin kullanmak istediklerini söyledi. Tartışmanın sonunda yaşlı Bayan Korkuluk gözü alnından çekip çıkardı ve elinde tutmaya başladı.

“Alın biriniz,” dedi. “Ve şu aptalca tartışmaya bir son verin. Kendi adıma, bir parça karanlıktan memnun olurum. Alın çabuk aksi takdirde yeniden alnıma yerleştirmem gerekecek.”

Hemen, Karabasan ve Dehşet’in her ikisi de ellerini uzatıp Korkuluk’un elinden gözü kapmak için hevesle yokladılar. Her ikisi de kör olduğu için Korkuluk’un elini bulmaları hiç de kolay değildi ve Korkuluk da o esnada gözü elinde tuttuğu için diğer iki kardeşi kadar kördü. Elleri gözü bir türlü bulamıyordu. Böylece, siz sevgili okurlarımın bir bakışta anlayabileceği gibi, bu üç yaşlı hanım tuhaf bir karışıklığın içinde buldular kendilerini. Korkuluk onu elinde tutarken, göz parlamasına ve bir yıldız gibi ışımasına rağmen Gri Kadınlar en ufak bir ışıltıyı bile yakalayamıyorlardı, çünkü görme arzusuyla öyle sabırsızdılar ki, her biri karanlıkta kalmıştı.

Quicksilver, Dehşet ve Karabasan’ın gözü yakalamaya çalışmasından ve sürekli suçu birbirlerine atmasından dört köşe olmuştu. Bir kahkaha patlatmamak için kendini zor tutuyordu.

“Şimdi senin sıran,” diye fısıldadı Perseus’a. “Acele et, ikisinden biri gözü alıp kafalarına yerleştirmeden önce yaşlı kadınlara doğru git ve gözü Korkuluk’un elinden kap!”

Üç Gri Kadın hâlâ bağrışırken, Perseus bir anda çalılıkların arasından fırladı ve ödülü kaptı. Elinde tuttuğu bu olağanüstü göz ışıl ışıl parlıyordu, sanki bir çift gözkapağına sahip olmuş olsaydı göz kırpacakmış gibi bilmiş bir havayla Perseus’a bakıyordu. Fakat Gri Kadınlar’ın ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktu, her biri gözü bir diğeri aldı zannediyordu ve yeni bir münakaşa başladı aralarında. Perseus bu üç saygıdeğer hanımı daha büyük anlaşmazlıklara düşürmemek için onlara konuyu açmanın en doğrusu olacağını düşündü.

“Güzel hanımlar,” dedi. “Yalvarırım birbirinize kızmayınız. Eğer hatalı biri varsa o da benim; sizin mükemmel ve göz kamaştırıcı gözünüzü elimde tutma şerefine nail olduğum için!”

“Sen! Gözümüz sende! Peki ya sen kimsin?” diye bağırdı kadınların üçü de bir nefeste. Elbette çok korkmuşlardı; kim olduğunu asla tahmin edemedikleri bir yabancı gelip onlara ait gözü elinde tuttuğunu söylüyordu. “Ah, ne yapacağız kardeşlerim? Ne yapacağız? Hepimiz karanlıkta kaldık! Gözümüzü geri ver! Kıymetli, biricik gözümüzü bize geri ver! Senin zaten iki tane var. Gözümüzü ver!”

“Onlara,” diye fısıldadı Quicksilver Perseus’a “uçan pabuçlara, sihirli cüzdana ve karanlığın başlığına sahip olan perileri nerede bulacağını sana söyler söylemez gözü geri alacaklarını söyle.”

“Benim sevgili, değerli güzel hanımlarım,” dedi Perseus Gri Kadınlar’a dönerek. “Bu kadar korkmanıza gerek yok, ben kötü bir adam değilim. Bana perileri nerede bulacağımı söylediğiniz an, gözünüzü eskisinden de parlak ve sapasağlam bir şekilde geri alacaksınız.”

“Periler! Aman Tanrım! Hangi perilerden bahsediyor?” diye bağırdı Korkuluk. “Dediklerine göre birçok harika peri varmış. Bazıları ormanda avlanmaya gidermiş, bazıları ağaçların arasında yaşarmış, bazılarının da su kaynaklarının oralarda çok rahat evleri varmış. Biz onlar hakkında bir şey bilmiyoruz. Alacakaranlıkta gezinmeye giden üç talihsiz zavallıyız. Sahip olduğumuz tek şey gözümüzdü, o da çalındı şimdi. Lütfen onu geri ver, iyi kalpli yabancı, her kimsen geri ver onu lütfen!”

Bu esnada Üç Gri Kadın’dan her biri elleriyle etrafı yokluyor ve Perseus’u yakalamak için olanca güçleriyle çabalıyorlardı. Fakat Perseus gözü onlardan uzak tutmak için önlemini almıştı.

Annesinden aldığı terbiyesiyle Perseus, “Saygıdeğer hanımlar,” dedi. “Gözünüzü elimde tutuyorum ve siz bana perilerin yerini söyleyene dek onu güvenli bir şekilde tutmaya devam edeceğim. Bahsettiğim bu periler, sihirli cüzdana, uçan pabuçlara ve görünmezlik başlığına sahip olan periler.”

“Acı bize! Kardeşlerim, bu genç adam neden bahsediyor böyle?” diye bağırdı üç kız kardeş büyük bir şaşkınlık içinde. “Bir çift uçan pabuç,” dedi, “eğer onları giyecek kadar aptal olsaydı topukları kafasından yükseklerde uçardı. Ve bir görünmezlik başlığı! Eğer altında saklanacak kadar büyük değilse, bir başlık onu nasıl görünmez kılabilir ki? Ve bir de sihirli cüzdan! Ne çeşit bir buluş bu gerçekten merak ettim! Hayır, hayır sevgili yabancı, bu olağanüstü şeylerle ilgili sana söyleyecek bir şeyimiz yok. Kendine ait iki gözün var, bizdeyse üç kişiye yalnızca bir göz! Bu bahsettiğin harikaları, bizim gibi üç kör yaşlı yaratıktan daha kolay bulabilirsin.”

Onların bu şekilde konuştuğunu duyan Perseus Gri Kadınlar’ın gerçekten de bir şey bilmediğini düşünmeye başladı. Bu kadar zahmete soktuğu için çok üzülen Perseus tam gözü onlara geri verip çaldığı için özür dileyecekti ki Quicksilver hemen elini yakaladı.

“Seni kandırmalarına izin verme!” dedi Quicksilver. “Bu Üç Gri Kadın, dünya üzerinde sana perilerin yerini söyleyebilecek yegâne kişilerdir. Ve eğer bu bilgiyi edinemezsen, yılan saçlı Medusa’nın kafasını kesme görevini asla başaramazsın. Gözü sakın bırakma, her şey yoluna girecek.”

Quicksilver haklıydı ve dediği gibi oldu. İnsanların değer verdikleri çok az şey vardı, görme yetenekleri de bunlardan biriydi. Gri Kadınlar, tek bir göze öylesine değer veriyorlardı ki adeta sahip olmaları gereken yarım düzine göz bu tek bir gözde bir araya gelmişti. Onu ele geçirmenin başka yolu olmadığını anlayan kadınlar, nihayet Perseus’a istediği şeyi söylediler. Kadınlar istediğini söyler söylemez, derhal ve büyük bir saygıyla elindeki gözü kadınlardan birinin alnındaki boş çukura koydu, nezaketleri için onlara teşekkür ederek veda etti. Genç adam artık onları duymuyordu ama onlar çoktan yeni bir tartışmaya başlamışlardı. Çünkü Perseus, bu olay yaşanmadan önce de gözü kullanan Korkuluk’a takmıştı.

Elbette ki, Üç Gri Kadın’ın bu çeşit didişmeleri, kendi aralarında karşılıklı ahenkli bir alışkanlığa dönüşmüştü. Aslında bir bakıma çok üzücü bir durumdu, çünkü içlerinden herhangi biri olmadan yapamazlardı, birbirlerinden asla ayrılamaz üç yoldaştılar. Tüm insanlara, erkek ya da kız kardeş olsunlar veya yaşlı ya da genç olsunlar, tavsiyem şudur: Eğer kendi aralarında sahip oldukları tek bir göz varsa, müsamaha göstermeli ve hep birden o gözden bakmaya çalışmamalılar.

Bu esnada, Quicksilver ve Perseus perileri aramaya yola çıkmışlardı. Yaşlı hanımlar onlara çok bariz talimatlar vermişlerdi, böylece onları bulmak için çok uzun bir süre harcamamışlardı. Karabasan, Shakejoint ve Korkuluk’tan çok farklı görünüyorlardı; yaşlı olmalarına rağmen hâlâ genç ve güzeldiler. Kardeşler gibi tek bir göz yerine, her birinin Perseus’a dikkatlice baktığı, fazlasıyla parlak bir çift gözü vardı. Quicksilver’la tanışık gibi bir halleri vardı, arkadaşı Perseus’un üstlendiği vazifeden bahsedince, macera için gerekli malzemeleri vermekte hiç zorluk çıkarmadılar. İlk önce, geyik derisinden yapılmış ve incelikle işlenmiş küçük bir cüzdanı andıran bir şey getirdiler. Güvende tutacağına inanarak ona teslim ettiler. Bu sihirli cüzdandı. İkinci olarak topuklarında kanatları olan bir çift sandalet gösterdiler.

“Giy bunları Persues,” dedi Quicksilver. “Yolculuğumuzun geri kalanında, arzu ettiğin kadar atik olduğu göreceksin.”

Persues ayakkabılardan birini ayağına geçirdiği esnada, diğer teki hemen yanında duruyordu. Birden hiç beklenmedik bir şekilde ayakkabının tekinin kanatları açıldı, yerden havalanarak kanat çırpmaya başladı ve eğer Quicksilver zıplayıp da havada yakalayamasaydı muhtemelen uçup gidecekti.

“Daha dikkatli olmalısın,” dedi ayakkabıyı Perseus’a geri verirken. “Eğer aralarına karışmış bir ayakkabı görürlerse, gökte uçan kuşlar korkabilir.”

Perseus ikisini de ayaklarına geçirince, bir an önce adımlamak için heyecanlanmıştı. Bir adım attı ve ikincisi ve şuraya bakın! Quicksilver ve perilerin üstünde havaya yükseldi ancak aşağı nasıl ineceğini bulmakta bir hayli zorlandı. Kanatlı ayakkabılar ve diğer tüm uçan icatları idare etmek biraz alışana kadar çok zordu. Quicksilver arkadaşının bu istemsiz hareketine güldükten sonra ona fazla acele etmemesini ve görünmezlik şapkasını beklemesini söyledi.

Tüyleri uçuşan, koyu renk sorgucu olan başlık, iyi kalpli perilerin elinde, kafasına takması için Perseus’u bekliyordu. Tam o esnada henüz size bahsetmediğim bir olay oldu. Başlığı kafasına giymeden bir saniye önce, elinde parıl parıl parlayan kalkanı, kemerindeki eğri büğrü kılıcı, altın gibi saç lüleleri ve kırmızı yanaklarıyla delikanlı Perseus ayakta duruyordu; canlılık ve cesaretle aydınlanmış gibi hazırda bekliyordu. Fakat başlığı kafasına koyar koymaz, Perseus ortadan kaybolmuştu! Havadan başka bir şey yoktu! Onu gizleyen başlık bile görünmez olmuştu!

“Perseus, neredesin?” diye sordu Quicksilver.

“Nasıl, buradayım elbette,” dedi Perseus oldukça sakin bir sesle. Sesi sanki şeffaf bir boşluktan geliyordu. “Az önce neredeysem yine oradayım. Beni görmüyor musun?”

“Doğrusunu istersen, hayır!” diye cevapladı arkadaşı. “Başlığın altına gizlendin. Yani eğer ben seni göremiyorsam, Gorgonlar da göremez. Şimdi beni takip et de uçan ayakkabılarla birlikte ustalığını bir görelim.”

Bu sözcüklerle birlikte, Quicksilver’ın şapkasının kanatları açıldı, sanki kafası omuzlarından uçup gidecek gibiydi. Fakat tüm vücuduyla yavaşça havaya kalktı ve Perseus da onu takip etti. Birkaç yüz fit yükseldikten sonra genç adam, bu sıkıcı yeryüzünü aşağıda bırakıp bir kuş gibi uçup gidebilmenin ne kadar da harika bir duygu olduğunu hissetmeye başladı.

Gece iyice ilerlemişti. Perseus başını yukarı kaldırdı ve yuvarlak, parlak, gümüş renkli aya baktı, oraya doğru uçup gitmekten ve hayatını orada geçirmekten daha güzel bir şey olamayacağını düşündü. Sonra başını aşağı eğerek yeryüzüne baktı; denizleri ve gölleriyle, akıp giden gümüşi nehirleriyle, dağlarının karlı tepeleriyle, tarlalarda esen rüzgârıyla, öbek öbek gözüken ormanlarıyla, tüm etrafı kaplayan ay ışığının yansıdığı beyaz mermerden yapılma şehirleriyle yeryüzünün de, gökteki ay ya da parlayan bir yıldız kadar harikulade olduğunu gördü. Diğer her şeyin arasından annesinin yaşadığı Seriphus Adası’nı gördü sonra. Bazen o ve Quicksilver, gümüş renginde yumuşak tüyden yapılmış gibi gözüken bir buluta yaklaşıyor ve içine girdiklerinde kendilerini donmuş ve gri sisle nemlendirilmiş gibi hissediyorlardı. Bulutun içinden yeniden ay ışığına çıktıklarında uçuşları hızlanmıştı artık. Yükseklerde uçan bir kartal, görünmez Perseus’a doğru uçtu. En cesur olanlar meteorlardı, sanki gökte bir ateş yakılmış gibi parlayarak ay ışığını soluklaştırmışlardı.

İki arkadaş ileri doğru uçarlarken, Perseus hemen yanında bir kumaş hışırtısı gibi bir şey hissetti. Diğer tarafta Quicksilver vardı ve o gayet görünür biçimdeydi.

“Yanımda hışırtılarını duyduğum bu giysi kimin?” diye sordu Perseus.

“Ah, o benim kız kardeşimin!” diye cevapladı Quicksilver. “Sana sözünü ettiğim gibi, bizimle geliyor. Kardeşimin yardımı olmazsa hiçbir şey yapamayız. Onun ne kadar bilge olduğunu bir bilsen. Öyle gözleri vardır ki! Görünmez olmana rağmen seni görebiliyor ve iddia ediyorum ki Gorgonları ilk keşfeden o olacak!”

Havada uzun yolculuklarının devam ettiği esnada, birazdan üzerinde uçacakları koskoca okyanusu gördüler. Hemen altlarında dalgalar denizin ortasında gürültüyle çalkalanıyor, beyaz köpüklü dalgalar kulakları sağır eden bir kükremeyle karalara vuruyordu; ancak sesleri Perseus’un kulaklarına adeta yarı uykuda bir bebeğin yumuşak mırıltısı gibi geliyordu. Sonrasında havada, hemen yanından bir ses duydu. Çok yumuşak olmasa da, ağırbaşlı ve ılıman denilebilecek bir kadın sesine benziyordu.

“Perseus,” dedi ses. “Gorgonlar işte orada.”

“Nerede?” diye bağırdı Perseus. “Onları göremiyorum.”

“Hemen senin altındaki adanın kıyılarında,” diye yanıtladı ses. “Senin elinden düşen bir çakıl taşı tam ortalarına isabet edebilir.”

“Gorgonları ilk onun keşfedeceğini söylemiştim sana,” dedi Quicksilver Perseus’a. “Ve işte oradalar!”

Hemen aşağıda, kayalık kıyılarını beyaz köpüklü dalgaların sardığı, denizin içinde küçük bir adayı fark etti Perseus. Sadece kar beyazı kumlarla kaplı kıyının etrafı beyaz köpüklü dalgalarla sarmalanmamıştı. Aşağı doğru inişe geçti ve simsiyah kayalardan oluşan uçurumun dibinde kümelenen parlaklığa dikkatlice baktı; işte, korkunç Gorgonlar oradaydı! Denizin gürlemesiyle yatışıp uykuya dalmışlardı çünkü böylesi vahşi yaratıkları uyutmak için, diğer herkesi sağır edecek derecede güçlü bir gürültü lazımdı. Ay ışığı, çelikten derileri ve kayıtsızca kumlara yayılmış altından kanatları üzerinde parlıyordu. Gorgonlar, zavallı ölümlüleri paramparça ettikleri rüyalarındayken, bakması korkunç pirinçten pençeleri dalgaların dövdüğü kayalardan düşen parçaları yakalamıştı. Kafalarındaki saç mahiyetinde yılanlar da onlar gibi uykuda gözüküyordu. Yine de ara sıra, içlerinden biri debelenerek başını kaldırıyor ve çatallı dilini uzatıp uykulu bir tıslama sesi çıkarıyordu. Sonrasında tekrar yılan kardeşlerinin arasına dönerek uyumaya devam ediyordu.

Gorgonlar her şeyden çok, korkunç dev böcekleri andırıyorlardı. Tıpkı aynı anda hem güzel hem de çirkin olan, kocaman altın kanatlı böceklerin ya da yusufçukların milyon kere büyükleri gibiydiler. Ancak tüm bunların yanında kısmen insani yanları da vardı. Yatış şekillerinden dolayı yüzleri Perseus’tan saklanmıştı. Çok şanslıydı fakat bir anlığına bile onlarla göz göze gelirse, hissiz bir taş gibi havadan aşağı düşebilirdi.

“Şimdi,” diye fısıldadı Quicksilver Perseus’un yanında uçarken. “Harekete geçme zamanın geldi. Acele et, eğer herhangi biri uyanırsa çok geç olur!”

“Peki hangisine saldıracağım?” diye sordu Perseus kılıcını çekip biraz alçalırken. “Üçü de aynı. Hepsinin saçı yılandan. Hangisi Medusa?”

Anlaşılacağı gibi, Medusa, Perseus’un kafasını kesebileceği tek canavardı. Perseus diğer ikisine, ona dünyanın en iyi dövülmüş kılıcını verseniz bile, zamanın azlığından dolayı en ufak bir zarar veremezdi.

Önceden onunla konuşan sakin ses “Dikkatli ol,” dedi. “Gorgonlardan biri uykusunda kımıldanıyor ve uyanmak üzere. O Medusa, sakın ona bakma! Bir bakışı seni taşa çevirmeye yeter. Sadece parıldayan kalkanına yansıyan yüzüne ve vücuduna bak.”

Perseus şimdi anlamıştı neden Quicksilver’ın bu denli ısrarla kalkanını parlatmasını istediğini. Kalkanın yüzeyine baktığında kolayca Gorgon’un yüzünü görebilirdi. İşte, ay ışığı kalkanın üzerine düşerek parlatmıştı ve Medusa’nın korkunç çehresi rahatlıkla görülebiliyordu. Nefret dolu doğaları yüzünden hep birlikte uyuyamayan yılanlar Gorgon’un alnı üzerinde kıvrılıp duruyorlardı. Bu şimdiye kadar görülmüş ya da tahayyül edilmiş en vahşi ve en korkunç yüz olmakla birlikte yine de garip, korku dolu vahşi bir güzellik barındırıyordu. Gözleri kapalıydı ve Gorgon hâlâ derin bir uykudaydı fakat sanki kötü bir rüya görür gibi, çehresinde huzursuz bir ifade vardı. Uzun beyaz dişlerini gıcırdattı ve pirinçten ellerini toprağa gömdü.

Yılanlar da Medusa’nın gördüğü rüyayı fark etmiş olsalar gerek ki huzursuzlanmışlardı. Karmaşık düğümlerle birleşmiş yılanlar, gözlerini açmadan tıslayan yüzlerce kafalarını kaldırmışlardı.

Quicksilver giderek sabırsızlanmıştı. “Şimdi,” dedi, “canavara darbeyi indir.”

“Fakat sakin ol,” dedi genç adamın yanındaki ağırbaşlı, melodili ses. “Aşağı doğru uçarken kalkanına bak ve dikkatli ol, sakın ilk darbeni ıskalama.”

Perseus tedbirli bir şekilde aşağı doğru uçarken bakışları hâlâ Medusa’nın kalkanın üstüne yansıyan yüzündeydi. Yakınlaştıkça, canavarın metalsi vücudu ve yılana benzeyen yüzü giderek daha korkunç bir hal alıyordu. Nihayet canavara bir kol boyu mesafe yaklaşınca, Perseus kılıcını havaya kaldırdı, tam bu esnada Gorgon’un başındaki yılanlar tehditkâr şekilde havaya kalkmışlardı. Medusa gözlerini tekrar kapadı ama çok geçti artık. Kılıç keskindi; darbesi bir yıldırım gibi inmişti ve korkunç Medusa’nın başı vücudundan ayrılıp yere yuvarlandı.

“Harika bir iş başardın!” diye bağırdı Quicksilver, “Acele et ve başı hemen sihirli cüzdanın içine koy.”

Perseus, boynunda asılı duran, işlemeli ve şimdiye kadar bir kese kadar küçük cüzdanın birden Medusa’nın başını içine alacak kadar büyümesine donup kalmıştı. Elinden geldiğince hızlı biçimde yakaladı, yılanlar hâlâ kıvranmaya devam ediyordu ki kafayı çantanın içine sıkıştırdı.

“Görevin tamamlandı,” dedi sakin ses. “Diğer Gorgonlar Medusa’nın intikamını almak için harekete geçmeden önce uç buradan.”

Gerçekten de bir an önce gitmekte fayda vardı, çünkü Perseus işini sessiz sakin halletmemişti. Kılıcının çıkardığı ses, yılanların tıslamaları ve Medusa’nın başının dalgaların vurduğu kumsala doğru devrilip yuvarlanması diğer iki canavarı uyandırmıştı. Bir anlığına oturup uykulu gözlerini pirinçten parmaklarıyla ovuşturdular, o esnada başlarındaki yılanlar da neler olup bittiğinden habersiz bir şekilde kafalarını uzatıp baktılar ve kötü bir sürprizle karşılaştılar. Fakat Gorgonlar Medusa’nın pullarla kaplı cesedini ve altın kaplı kanatlarını hırpalanmış ve kuma dağılmış halde görünce kıyameti kopardılar. Ve o yılanlar! Hep birden diğerlerinin bağırışlarının yüz misli tısladılar ve Medusa’nın yılanları da onlara cüzdandan yanıt veriyorlardı.

Gorgonlar tamamen ayılır ayılmaz havaya doğru fırladılar. Pirinçten pençelerini sallayarak, korkunç uzun dişlerini gıcırdatarak koca kanatlarını öylesine çırpıyorlardı ki, altından tüylerinin bazıları koparak kıyıya kadar süzüldü. Belki de bu tüyler bugün hâlâ orada dağılmış halde duruyorlardır. Giderek yükselen Gorgonlar, etraflarına birini taşa çevirme hırsıyla bakıyorlardı. Eğer Perseus onlara baksaydı yahut onlardan birine yakalansaydı, zavallı annesi oğlunu bir daha asla öpemeyecekti! Fakat dikkatli davranarak hep başka yöne baktı. Zaten görünmezlik başlığı sayesinde Gorgonlar onun nereye uçtuğunu asla takip edemezlerdi. Ve uçan ayakkabıları sayesinde dikey olarak bir mil yukarı çıkmıştı. En tepeye vardığında, bu berbat yaratıkların çığlıkları giderek azalmıştı ve böylece Kral Polydectes’e Medusa’nın başını teslim edebilmek için yolunu doğruca Seriphus Adası’na çevirdi.

Perseus’un yuvasına dönerken başına gelen diğer maceraları, mesela devasa bir canavarın genç bir kızı tam parçalayıp midesine indireceği esnada, Gorgon’un başını ona göstererek korkunç devi taştan bir dağa çevirmesini anlatmak için hiç zamanım yok. Eğer bu öyküden şüphe duyanlar varsa, bir gün Afrika’yı ziyaret edip hâlâ bu devin ismiyle anılan dağı görebilirler.

Nihayet cesur kahramanımız Perseus annesini görme arzusuyla adaya vardı. Fakat Perseus’un yokluğunda korkunç kral, Danae’ye çok kötü davranmıştı. Kadını kaçmaya mecbur etmiş ve sonrasında esir alarak bir tapınağa kapatmıştı. Burada yaşlı papazlar kadına çok kibar davranmışlardı. Bu kadirşinas papazlar ve Perseus’la annesini sandıkta bulup onlara çok iyi davranan balıkçıdan başka hiç kimse iyilik yapmakla ilgilenmiyordu. Kral Polydectes başta, geri kalan hiç kimse birazdan başlarına gelecek olandan daha iyi bir kaderi hak etmiyordu.

Annesini evde bulamayan Perseus doğruca saraya gitti ve derhal kralın huzuruna çıktı. Kral onu gördüğüne hiçbir şekilde sevinmemişti. Kendi şeytani düşüncelerinden kesinlikle emindi, nasıl olsa Gorgonlar bu genç adamı paramparça edip bir güzel yiyeceklerdi. Fakat onun güvenli bir şekilde geri döndüğünü görünce en iyi maskesini takındı ve macerasını nasıl başardığını sordu.

“Sözünü yerine getirdin mi?” diye sordu. “Yılan saçlı Medusa’nın kafasını getirdin mi bana? Eğer getirmediysen bu sana pahalıya mal olur delikanlı. Biliyorsun, Prenses Hippodamia’ya bir düğün hediyesi vermeliyim ve onun, bundan daha çok arzuladığı başka bir hediye yok.”

“Evet, elbette majesteleri,” diye yanıtladı Perseus, sanki başardığı vazifesi çok da mühim bir şey değilmiş gibi. “Size Medusa’nın başını, yılan saçlarını, her şeyi getirdim.”

“Öyle mi? Yalvarırım göster,” dedi Polydectes. “Bir gezgin olarak sözlerini yerine getirdiğine göre çok merak uyandırıcı bir gösteri izleyecek olmalıyız!”

“Evet, Majesteleri doğru söylüyor,” diye yanıtladı. “Gerçekte ona her bakanın bakışlarını donduran bir şey. Eğer Majesteleri uygun görürse, bir tatil günü belirleyip kralın emriyle tüm tebaasını bir arada toplayıp merakları giderelim. Tahminimce pek azı bir Gorgon başı görmüşlerdir ve belki bir daha asla göremeyecekler!”

Kral, tebaasının birtakım aylak serserilerden oluştuğunu ve hepsinin, tıpkı bütün aylaklar gibi, gezip görmeye çok hevesli olduklarını biliyordu. Böylece genç adamın tavsiyesine uyarak, bütün tellallarını ve ulaklarını gönderip her köşe başında, her pazar yerinde ve iki yolun birleştiği her yerde trompetler çalınmasını emretti, herkesi saraya çağırttı. Yemekten başka düşünecek hiçbir şeyleri olmayan bir sürü serseri toplandı saraya. Bunların hepsi, eğer Perseus Gorgonlarla karşılaştığında kötü talihe kapılsaydı çok mutlu olacak insanlardı. Eğer adada başka iyi insanlar varsa -yani gerçekten olabileceğini umuyorum ancak kaynaklarda böyle bir şey yazmıyor- evlerinde kalıp işleriyle uğraşıp küçük çocuklarıyla ilgileniyorlardı. Yerleşik halktan çoğu koşarak saraya doluşmuştu, birbirlerini itip kakarak elinde işlenmiş bir cüzdanla duran Perseus’un olduğu balkona doğru gitmeye çalışıyorlardı.

Balkonun tamamını gören bir platform üzerinde, yanında şeytani danışmanları, etrafında yarım daire olmuş yalaka saray görevlileriyle güçlü Kral Polydectes oturuyordu. Kral, danışmanlar, saray mensupları ve tebaa, hepsi ama hepsi gözlerini meraklı bir şekilde Perseus’a dikmişlerdi.

Halk, “Bize kafayı göster! Bize kafayı göster!” diye bağırıyordu. Sanki Perseus’un gösterdiği şey onları memnun etmezse, delikanlıyı paramparça edeceklermiş gibi kötülükle bağırıyorlardı. “Yılan saçlı Medusa’nın kafasını göster bize!”